Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Yazılar & Hikayeler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
depremin, oluşumu

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




Üzerinde yaşadığımız yerkabuğu ya da diğer adıyla litosfer, değişik özellikler taşıyan topraklardan oluşmaktadır Yerküre dış ve iç yapısını sürekli değiştiren canlı bir mekanizma gibidir Hızlı veya yavaş olarak gelişen hareketlilik gösterir Bu hareketlilik ve değişikliğin bir kısmı oldukça yavaş gerçekleşmektedir ki bizler bunların büyük bir bölümünden haberdar olamayız Sürekli ve yavaş hareketlerin büyüklüğü yılda 1-10 mm kadar olmaktadır Ancak insanları dehşete düşüren ve saniyelerle ölçülecek süreler içinde gelişen, çok hızlı yer kabuğu hareketleri vardır ki, bunlar da deprem olarak adlandırılmaktadır

Depremler çoğunlukla elastiki kırıklara bağlı olarak gelişirler Bu elastiki kırıklara da fay denir Fay hattının iki ucunda biriken enerji, kütlenin direncini aşınca kırık boyunca kaymalar oluşmakta ve sonuçta deprem olayı meydana gelmektedir Ülkemizde hepimizin uykularını kaçıran dünyaca ünlü Kuzey Anadolu Fay Hattı bulunmaktadır

Konuyla ilgili uzman kimselerin de sık sık dile getirdikleri gibi, ülkemiz tehlikeli bir deprem kuşağında yer almaktadır Öyle anlaşılıyor ki yer küre bizi sallamaya devam edecektir Şu halde deprem gerçeği ile birlikte yaşamak mecburiyetinde olduğumuz gözükmektedir Bu asla bir çaresizliğin ifadesi değil, bir gerçeğin teslimidir Akl-ı selim bütün tehlikeleri bertaraf edecek çözüm yollarını bulacaktır Önemli olan akl-ı selime gereken önem ve değeri atfetmektir



DİB


Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




[ B- Depremin İlâhî Yönü ]
Depremler ve diğer doğal afetler her ne kadar tipik tabiat hadiseleri iseler de, kuşkusuz onların bir de ilâhî yönü mevcuttur Hadiseyi sadece tabiat olayı olarak görmek ve Allah Teala'nın iradesini devre dışı bırakmak yanlış ve tek taraflı bir değerlendirmedir Depremler, yüce yaratıcının emri, iradesi ve kudretiyle oluştuğu için olayın hem ilâhî irade ile ilgili yönüne, hem de maddi yönüne bakmak durumundayız Bu kısa açıklamadan sonra depremle ilgili olarak kader ve tevekkül ilişkisine kısaca değineceğiz

1- Deprem, Kader ve Kaza
Bazı insanlar herhangi bir felâkete uğradıklarında, bunu kendilerine has bir takım yorumlarla açıklamaya çalışarak işi alın yazısına bağlarlar, bu noktada insanın kusurlarının, iradesini yanlış yolda kullanmasının etkisini dikkate almazlar, kolaycı yolu seçerler Bir kısım insanlar da tamamen materyalist bir anlayış içinde, ortaya çıkan hadiseleri ilâhî boyutu olmayan birer tabiat olayı olarak görürler Her iki yaklaşım da doğru değildir Konuya açıklık getirmek için kader ve kazanın ne olduğu üzerinde biraz durmak gerekmektedir

Kader, sonsuz ilim sahibi, kendisi için geçmiş, hal ve gelecek diye zaman dilimleri bahis konusu olmayan Allah'ın, mikro âlemden makro âleme, zerrelerden sistemlere ve gelecekteki bütün hayatıyla insana kadar en küçükten en büyüğe tüm kâinatı ezeli ilmiyle plânlayıp programlaması ve bunları, ilmî plândan alıp varlık âleminde göstermesi için, levh-i mahfuz'da tespit ve tayin etmesidir Kaza ise, Allah'ın, kaderde tespit ve tayin edilen bu şeyleri, zamanı gelince varlık âlemine çıkarması ve hükmün uygulamaya konulmasıdır

Kader ve kazaya ilişkin ayet ve hadisler incelendiğinde ortaya iki tür kader var olduğu görülür

a) İnsan iradesinin hiçbir etkisinin bulunmadığı, doğrudan Allah'ın takdir, irade ve yaratmasıyla gerçekleşen kaderdir Kâinatın yaratılması ve kâinatta cereyan eden tabiat olayları bu kategoriye girer

b) İnsanın cüz'i iradesinin etkili olduğu kaderdirKader denince ilk akla gelen bu tür kaderdir İnsanın hür irade ve tercihine bağlı olarak oluşan bu kader, insan iradesi hesaba katılmadan düşünülemez Başka bir ifade ile bu tür kader, insanın iradesiyle Allah'ın yaratmasının beraberliğidir Şöyle ki, Allah, insanın iradesini hangi yöne sarfedeceğini ezili ve sonsuz ilmiyle bildiği için kaderi ona göre programlamakta, zamanı gelince de kul iradesini öyle yönlendirdiğinden Allah da kulun irade ettiği şeyi yaratmaktadır Eğer Allah kader plânında takdir ettiği şeyi bozmaz ve değiştirmezse o şey aynıyla hayata geçer Neticede kul olumlu şeylerde sevap, olumsuz şeylerde de günah kazanır Şu kadar ki, Allah kulun tercihine göre yarattığı bazı fiillerden hoşnut olurken, bazılarından hoşnut olmaz Kul namaz kılmak isterse, Allah bu fiili hoşnut olarak yaratır; fakat küfür ve günahı sevmez, ama kul yönelince de hoşnut olmadığı halde onları yaratır Allah'ın hoşnut olmadığı bir şeyi yaratması, sorumluluğun ilâhî iradeye ait olmasını gerektirmez Zira, bu yaratma kulunun isteği doğrultusunda gerçekleşmektedir O halde sorumluluk ta ona ait olacaktır Diyelim ki bir insan, kanser yaptığı bilinen bir maddeden korunmayarak bu hastalığa yakalandı Şimdi bunda sorumlu kader mi, yoksa tıp ilminin verilerine aykırı davranan insan mı sorumlu olacaktır? Elbette insan sorumlu olacaktır Gerekli önlemleri almamanın sonucunda hastalanan bu insanın acı çekmesi, büyük masraflar yaparak hastane hastane dolaşmasının yanında, ahirette-sünnetullaha-tabiat kanunlarına riayet etmemenin hesabını da Allah'a verecektir Bu konuda dindar olanla olmayan, günahkârla günahsız olan arasında bir fark yoktur Zira fıtrat kuralları kim olursa olsun herkes için geçerlidir Onun kurallarına uyan rahat bir hayat yaşar, uymayan da sonuçlarına katlanır

İnsan iradesinin etkili olmadığı kader kapsamına giren olayların takdirinde mutlak faydalar vardır Allah insana sırf zararı dokunsun diye hiçbir şey yaratmaz Ancak insan sünnetullaha, Allah'ın kâinata koyduğu düzene ve sisteme aykırı davranarak bunları kendi aleyhine çevirebilir Yağmurun insan için önemi açıktır Ormanlık alanların tahrib edilmiş olduğu bir ortamda, yağan yağmurların sele dönüşmesinden herhalde insan sorumludur Yine, gündelik hayatımızda önemli bir yer işgal eden atom enerjisinin, insanlığın helâkına sebep olabilecek bombalara dönüştürülmesinden kader asla sorumlu tutulamaz

Deprem konusuna gelince; bu olaylar da yaratılmış tabiat hadiseleri olarak kuşkusuz Cenab-ı Allah'ın bilgisi dahilinde vuku bulmaktadır Bu teknik ifadesiyle "kaza"dır Oluşması itibarıyla sünnetullaha, yani Allah'ın kâinata tatbik ettiği kevnî kanunlara mutlak manada bağımlıdır Depremin olumsuz sonuçlarının önlenmesi ya da hafifletilmesi noktasında sergileyeceğimiz eksikliklerin sorumluluğu tamamen bize aittir Bize düşen görev, aklımızı ve diğer melekelerimizi kullanarak gerekli tedbirleri almaktır Nasılsa böyle olacaktı, kader değişmez tarzındaki teslimiyetçi anlayış İslâm'a aykırıdır; bu yanlış anlayış sorumluluktan ve yapılan hataların acı neticeleri ile yüzleşmekten kaçmaktır

Kur'an'da Allah'ın müminlere yardım edileceği sıkca ifade edilmektedir Ancak bu yardımın gerçekleşmesi için de inananların, üzerlerine düşeni yapmaları gerektiği vurgulanmaktadır Kulun, üzerine düşeni yapmadan Allah'ın yardımını umması yanlıştır, Kur'an'ın öğretisine aykırıdır

2- Deprem ve Tevekkül

İslam'ın en önemli prensiplerinden birisi de tevekküldür Tevekkül, "bütün tedbirleri aldıktan sonra Allah'a sığınmak ve O'na güvenmektir" Tevekkülü şu şekilde de formüle edenler olmuştur: "Maksada erişmek için lâzım gelen maddi ve manevi sebeplerin hepsine yapıştıktan ve başka yapacak hiçbir şey kalmadıktan sonra Allah'a itimat etmek ve ondan ötesini Allah'a bırakmaktır"10 Şu halde gerekli tedbirleri almadan tevekkül etmenin İslâm'la bağdaşmayacağı açıktır Kur'an-ı Kerim'de: "İhtiyati tedbirlerinizi alınız"11; "Kendi kendinizi tehlikeye atmayınız"12 buyrulmuştur Hz Peygamber (sav) yıkılmak üzere olan bir yapının dibinden geçtiğinde yürüyüşünü hızlandırmış, oradan süratlice uzaklaşmıştır Orada bulunanların bazıları Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun diye sorduklarında: "Allah'ın kaderinden kaçışım da Allah'ın kaderidir"13 cevabını vermiştir Yine Hz Peygamber bir hadisinde: "Cüzzamlıdan aslandan kaçar gibi kaçınız"14 bir diğerinde ise: "Bir yerde veba olduğunu haber alırsanız, vebanın üzerine gitmeyiniz Siz bir yerde iken veba olursa, vebadan kaçarak oradan çıkmayınız"15 buyurmuştur

Evimizi yaptığımız yerler ve binamız hakkında gerekli araştırmayı yapıp tedbirleri almadan, binalarımızı ilmine ve tekniğine göre yapmadan, işleri Allah'a havale etmek ve netice itibariyle meydana gelen musibet, belâ ve kazaları, "Allah böyle dilemiş, takdiri ilâhî buymuş, kader" deyip geçiştirmek asla doğru değildir Bu konuda bize düşen görev vazifemizi yapmak, Allah'ın işine de karışmamaktır Bütün esbaba sarıldıktan sonra meydana gelecek musibet, felâket ve zararlar için müslüman Allah'a sığınmalıdır Tevekkülün gerçek espirisi de budur

3- Deprem ve Sorumluluk

İnsan sorumlu bir yaratıktır Zira kendisine irade hürriyeti verilmiştir Bu itibarla yaratılmışların en şereflisidir Ve her şey onun emrine verilmiştir İnsan, yaratıcısına karşı ibadet etmekle; insanlara ve diğer hak sahiplerine karşı da adaletli davranmakla görevlidir İnsanın Allah'a karşı görevlerini ihmâl etmesi halinde bunun Allah tarafından affedilebileceği, ancak insanlara karşı işlenmiş suçların, kul hakkını doğurması sebebiyle, affedilmeyeceği, bu gibi suçların affedilmesi yetkisinin ancak hak sahiplerinin elinde olduğu ifade edilmiştir

Depremde binaların yerini belirlemekle görevli olanlardan tutun, imar ve iskâna izin verenlere, eksik malzeme kullanan müteahhitlere, onları denetleme ile görevli mimar ve mühendislere, tehlike arz eden ve girilmez raporu verilen binalar ve enkazın içine tedbirsizce girenlere varıncaya kadar, herkesin belirli ölçülerde sorumluluğu vardır Herkes, sorumluluğu nispetinde Allah Teala'ya hesabını verecektir Cenab-ı Allah: "Kim zerre kadar iyilik işlerse onun karşılığını görür Her kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür"16 buyurmaktadır

Allah Teala da insana hürriyet vermiştir Ona tam bir hürriyet ortamı içinde seçme hakkı tanımıştır İnsandan aklını iyi kullanarak ve kendini geliştirerek seçimlerini kendisi, tabii ve sosyal çevresinin hayrına olacak bir şekilde doğru yapmasını istemiştir Aksi takdirde insanın, yanlış tercihlerinden dolayı da sorumluluktan kurtulamayacağı belirtilmiştir "İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor"17 Masum bir kimseyi öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi, bir kimseyi kurtarmanın da bütün insanları kurtarmış gibi olacağını ifade eden ayet18 görevi yapmama ve ihmâl yüzünden ölüme sebep olmanın ne kadar ağır sorumluluk getireceğini gözler önüne sermektedir Depremin meydana geldiği bölgenin arazi yapısı ile ilgili bilgiler ortada iken, buna uygun dayanıklı evler yapmayan, malzemeden çalan kimseler ile bunlara izin ve ruhsat veren herkesin dinî ve hukukî açıdan büyük sorumluluk altına girdikleri açıktır

Allah, insanlar arası ilişkileri hak ve adalet çizgisinde tutmak, insanların birbirlerine zarar vermesini önlemek için müeyyideler getirmiştir Bu maksatla, haksızlığı ve zulmü yasaklamış ve insanı bütün eylemlerinden dolayı sorumlu tutacağını bildirmiştir Deprem bölgesinde yaşayıp veya tesadüfen orada bulunup da başkalarının hatalarından dolayı hayatını, malını veya sağlığını kaybetmiş olanlar, kısacası depremden etkilenen insanların günahlarını hatalı olan insanlar çekeceklerdir Masum insanlar için musibetler ahirette bağışlanma ve rahmet vesilesi olacaktır

Önemle üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır O da, depremden korunma cihetinde bilim adamlarının ve uzman kişilerin önerilerini dikkate almamanın da insanı sorumluluk altına sokacağıdır Tedbirli olmak dinin emridir Bu emrin dikkate alınmaması, tabiatıyla sorumluluğu gerektirecektir Şu halde Allah'ın bir gün bizi hesaba çekeceğini düşünerek, yükümlülüklerimizin gereğini bir bütün olarak yerine getirmemiz gerekmektedir Dünya ve ahiret saadetinin temelinde bu anlayış yatmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




Dinimiz İslâm, insanın engel olamadığı, üstesinden gelemediği, büyük acı ve sıkıntılara neden olan durumlarda ölen kişiyi şehit saymaktadır Boğularak, yanarak, bir yıkıntı altında kalarak ölenler, aile ve çocuklarının geçimini sağlamak için helâl yoldan çalışıp kazanırken ölen kimseler ile ilim yolunda ölenler, şehid sayılmaktadır

Hz Peygamber bir vesile ile ashabına "sizce şehitlik nedir?" diye sormuş, sahabiler de cevaben: "Allah yolunda öldürülmeye şehitlik diyoruz" demişlerdir Bunun üzerine Allah Resulü: "Allah yolunda öldürülmenin dışında yedi çeşit şehitlik vardır Vebadan, iç hastalıklarından, boğularak, yanarak, yıkıntı altında kalarak ölen kişiler şehittirler Ayrıca hamile iken ölen kadın ve bakire olarak ölen kız da şehittir"19 buyurmuşlardır

Hz Peygamber, bir başka hadiste, Allah katında yüksek makamlara ulaşmış olan şehitlerin kul borcundan başka bütün günahlarını Allah'ın affedeceğini,20 bu kimselerin gördükleri hürmet ve kerametten dolayı dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu edeceklerini;21 telef olan mallarının ise sadaka olup, ahiret azığı haline geleceğini ifade buyurmaktadır

Buna göre Marmara ve Düzce depreminde ölenlerin ahirette şehitlik mertebesine yükselecekleri ve Allah'ın kendilerine hazırlamış olduğu büyük nimetlere kavuşacaklarından en ufak bir şüphe mevcut değildir

Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




[ Deprem İlâhî Bir İkaz ve Ceza mıdır? ]
Allah Teala, asla kullarına zulüm yapmaz ve onların kötülüğünü istemez Fakat insanlar kendilerine zulmederler22 Deprem hadisesini ancak bu Kur'anî bakış açısıyla sağlıklı bir çerçevede değerlendirebiliriz Şunu hemen belirtelim ki depremin acı bilançosunun altında ağırlıklı olarak beşerî ihmâller vardır Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Allah tabiat hadiseleri için bazı kurallar koymuştur İnsanların bu kanunlara uygun olarak hareket etmeleri gerekmektedir Eğer dere yataklarına ev yaparsanız, selin evleri önüne katmasını Allah'ın bir cezası olarak değerlendiremezsiniz Keza fay hattı üzerinde olduğu bilinen yerlere depreme dayanıklı evler yapmazsanız, depremde evlerin enkaz haline gelmesine Allah'ın cezası olarak addedemezsiniz Bunlar insanların ihmâllerinin açık neticeleridir ve sünnetullaha uygun sonuçlardır Nitekim Kur'an'da; "İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden, karada ve denizde fesat çıkar Allah da belki dönerler diye, yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır"23 buyurulmaktadır

Şu halde her doğal afeti ilâhî bir cezalandırma olarak değerlendirme Kur'an açısından doğru bir değerlendirme tarzı olmasa gerektir

Kur'an-ı Kerim, geçmiş birtakım ümmetlerin davranışları, inkâr ve isyanları sebebiyle toplu ve şiddetli azaba uğratıldıklarını bize haber vermektedir Mesela; Hz Nuh, Lut ve Şuayb kavimleri işledikleri hata ve günahları sebebiyle topluca helâk edilmişlerdir Yüce Allah, bunları kitabında ibret olsun diye zikretmektedir

Bütün bunlarla birlikte depremleri Allah'ın belirli bir kesime cevabı ve cezası olarak görmek son derece yanlıştır Bu tarz değerlendirme, sorumluluktan kaçmak ve suçu başkalarına atıp rahatlamak ve deprem gerçeğinin insana ilişkin maddi ve somut gerçekleriyle yüzleşmekten çekinmektir Gerçeklerle yüzleşmek, çoğu kez insana acı verir, ancak uzun vadede insanların hayrına vesile olur Şurası iyi bilinmelidir ki hiç kimsenin, bir toplumda meydana gelen afetin, belânın veya musibetin, yaşanan, meydana gelen, ya da süregelen herhangi bir olaya, ya da kişi veya kişilere birebir bağlı olarak meydana geldiğini söylemeye hakkı ve yetkisi yoktur Müslümanlar, değerlendirmelerinde dinin yasakladığı aşırılıklardan ifrat ve tefritten uzak durmalıdırlar Aksi yöndeki tutumlar kargaşa ve fitne sebebi olabilir Bu da bir tür haksızlık ve zulümdür

Yeri gelmişken birkaç noktayı daha vurgulamakta fayda vardır: Gerçeğe tamamen aykırı olarak, Kur'an-ı Kerim'de depremin vuku bulacağının yazılı olduğu, bazı kimselerin, Kur'an ayetlerine bakarak depremin vaktini ve yerini önceden haber verdiği söylentileri dolaşmaktadır Bu söylentileri Kur'an ve sünnet çizgisinde temellendirmek mümkün değildir Müslümanlar bu gibi asılsız ve mesnetsiz iddialara itibar etmemelidirler Kur'an-ı Kerim surelerinin, ayetlerinin veya kelimelerinin sayılarından yola çıkarak ebcet ve cifir hesabı ile birtakım sonuçlar çıkarmaya kalkışmak, eskilerin tabiriyle "hurufîlik" teşebbüsüdür Böyle bir şey dine ve Kur'an'a yapılabilecek en büyük haksızlıktır Hele hele bu, Kur'an'ın mucizevî bir kitap olduğunu ispat etmek için yapılıyorsa, bilinmelidir ki ilâhî kelâmın buna hiç ihtiyacı yoktur O'nun bizzat kendisi büyük bir mucizedir O, bir hidayet kaynağı ve rehberdir Harflerden hüküm çıkarmak şeklinde zaman zaman görülen eğilim, İslâm'a yabancı olan başka kültürlerin ürünüdür Bunun İslâm'la ilgisi olamaz Zira gaybı ancak Allah bilir Bu noktada İslâm, konuyla ilgili çalışan bilim adamlarının söylediklerine itibar etmemizi telkin etmektedir

1- Suç ve Cezanın Şahsiliği Prensibi

Kur'an-ı Kerim'de herkesin kendi işlediği suçlardan dolayı ceza göreceği ifade edilmektedir Bu genel bir prensiptir Bu konuya temas eden ayet-i kerimeler şunlardır:

"Herkesin kazandığı kendisinedir Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez"24

"Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez"25

"Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez İnsan ancak çalıştığına ulaşır"26

"Kim kötülük yaparsa cezasını görür Kendisine Allah'tan başka ne dost, ne de yardımcı bulur Erkek veya kadın, mümin olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler Kendilerine zerre kadar zulmedilmez"27

"Herkesin kazandığı sevap kendi lehine, yüklendiği günah da kendi aleyhinedir"28

"Kim iyi amel yaparsa, kendi lehine, kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir"29

Hz Peygamber de bu konuda şunları söylemiştir:

"Kişi ne babasının, ne de kardeşinin suçundan dolayı mesul tutulamaz"30

"Dikkat ediniz, bir suçlu ancak kendi aleyhine suç işler"31

Ancak, ilâhî hikmet gereği, cezanın şahsiliği prensibine bazı durumlarda istisnalar getirilebilir

2- Bazı Durumlarda Cezanın Umumi Oluşu

Bir takım hatalar ve suçlar vardır ki, bunların zararı umumi olur O hatanın sebep olacağı fitne, getireceği sıkıntı, yalnızca onu yapanlara zarar vermekle kalmaz, o işe bulaşmamış ve o işe girmemiş olanlara da isabet eder Bir çok masumları da etkiler Deyim yerinde ise, "kurunun yanında yaş da yanar" Hz Peygamberin benzetmesiyle, su ihtiyacını karşılamak için bir geminin dibini delmek, sadece bu fiili işleyeni değil, gemide bulunan herkesi tehlike ile karşı karşıya getirir Gemideki tayfanın hepsi sulara gömülerek hayatını kaybeder Bu kötü sonuca engel olmak için yapılması gereken şey, gemiyi delen kişinin eylemine engel olmaktır İslâm, zararı genel olacak olumsuzlukları önlemek için emri bi'l-ma'ruf ve nehyi ani'l-münker ilkesi getirmiştir İyiliği emredip kötülükten sakındırmayı ifade eden bu ilke, toplumda iyiliğin ve güzelliklerin egemen kılınması ve yaygınlaştırılması, kötülüklerin önüne geçilmesi ve böylece erdemli bir toplum oluşturulmasını ifade etmektedir Şu halde müslümanlar birbirlerini kontrol etmelidirler Bir müslüman diğer bir müslümanda gördüğü hatayı, onu kırmadan, incitmeden, kardeşlik anlayışı içinde düzeltmeye çalışmalıdır Bu İslâm kardeşliğinin bir gereğidir Bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesi, son derece çarpık ve İslâm'dan uzak bir anlayıştır

Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




[ A- Depremden Çıkarılması Gereken Sonuçlar ]
Gerek Gölcük ve gerekse Düzce depremi bir çok önemli sonucu gözlerimizin önüne sermiştir Bu sonuçların önemli bir kısmı maalesef olumsuzdur; bir kısmı da olumlu nitelik taşımaktadır Yaşanan acıların tekrarını önlemek için aşağıdaki hususlara dikkat edilmesi gerekir

1- İşi Ehline Vermek

Depremin bütün çıplaklığı ile ortaya çıkardığı bir başka yanlışımız da işlerin ehline verilmemesidir Halbuki Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de açık bir şekilde; "Allah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor"32 buyurmaktadır Bu ilâhî emir, bütün alanlarda İslâm'ın olmazsa olmaz şartıdır Deprem bölgesinde gördük ki, bir çok bina teknik yönden kusurlu olduğu için yıkılmış ve binlerce insanımıza mezar olmuştur Bu binaların yapılması ehil ve uzman kimselere verilmiş, bilim ve tekniğin icabı yerine getirilmiş olsaydı, yani bir bakıma sünnetullaha riayet edilseydi, kuşkusuz fatura bu kadar acı olmayacaktı Yapılan araştırmalar sonucunda malzeme eksikliği, proje hatası vs bir çok teknik kusur ortaya çıkmıştır Kusurlu olanlar ölen insanların hesabını Allah'a muhakkak verecektir

Emanetlerin ehline verilmesi ilkesine riayet edilmesi halinde toplumda hiçbir problemin olmayacağını söylemek mümkün değildir Ancak emanetlerin ehline verildiği ve ehil insanların rağbet gördüğü bir toplumda problemlerin asgariye ineceği, bir kaos yaşanmıyacağı açıktır Emin insan olmak, kendisine herhangi bir şey emanet edilecek kimse olmak, yaptığı işin hakkını vermek, İslâm ahlâkının özelliklerinden olduğu gibi, imanı kemale ulaştıran unsurlardan birisidir Hz Peygamber bir hadisinde: "Güvenilir olmayan kimsenin imanı yoktur"33 buyurmuştur Bir başka hadisinde de: "Gerçek müslüman, başkalarının elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir"34 demiştir Netice itibariyle şu söylenmelidir: İnsanımız hem emaneti ehline verme ilkesine uymalı, hem de kendisi emanet ehli olmalıdır

2- Felâketlere Karşı Hazırlıklı Olmak

Ülkemiz jeolojik açıdan deprem, sel, çığ ve orman yangını gibi felâketin sıkça yaşandığı bir konumdadır Her bölgenin durumuna göre; ilim ve fennin teknik imkân ve uyarıları dahilinde, yapılanmaya gitmek gerekir Bunları görmezlikten gelmek, bu husustaki uyarıları göz önünde bulundurmamak, denetim ve kontrol görevi olanların işlerinde ciddi davranmamaları suçtur, kul hakkına tecavüzdür, zulümdür, felâket ve musibete bile bile davetiye çıkarmaktır

Yerleşim bölgesi seçilirken alt yapıyla ilgili her türlü çalışmanın yapılması, toprağın alt katmanlarının araştırılarak hangi tür yapının uygun olacağının tesbit edilmesi, ilgili bütün birimlerin bu hususlara araştırmalarıyla katkıda bulunmaları aynı zamanda dinî bir görevdir

Bu türden felâketlerin sonrası için her türlü tedbirin önceden alınması, yetişmiş insan gücü için her türlü eğitimin yapılması ve toplumun eğitilmesi şarttır

Depremi, maddi hayatımıza yönelik tehlikeye karşı olduğu gibi manevi ve ölüm ötesi hayatımıza zarar verecek durumlara karşı da bir uyarıcı gibi değerlendirmek gerekir Ne kadar rahat ve uzun yaşarsak yaşayalım, ölüm denen gerçekle her an karşılaşabileceğimizi, pek çok insanımızı kaybederken gördük Hayatın tüm kısalığına rağmen, onu, Rabbimizin bizden istediği yönde ne derece değerlendirip değerlendiremediğimiz konusunda bir öz eleştiride bulunmak hepimize düşen bir görevdir

3- İrade ve Yetkiyi Doğru Kullanmak

Yüce Allah tarafından bahşedilen cüz'î iradelerimizi (seçme hakkımızı) kullanarak kendimiz, tabiî ve sosyal çevremiz için faydalı olacak tercihlerde bulunmak sorumluluğunu taşımaktayız Depremlerde maddi ve manevi kayıplarımızın çok olması, söz konusu tercihlerimizi büyük ölçüde doğru yapamadığımızı ortaya koymuştur Allah, kâinattaki her şeyi insanın emrine vermiştir Hiç kuşkusuz üzerinde yaşadığımız topraklar da, insanoğlunun emrine verilmiştir Cenab-ı Hak'kın bizden istediği, emrimize verdiği vasıtaları en iyi şekilde tanımak ve onlardan en verimli şekilde istifade etmektir Sünnetullah bunu gerektirir Hal böyle iken bizler deprem riski bulunan yerlerden akıl, ilim ve tekniğin bütün imkânlarını kullanarak gerekli tedbirleri almadan istifade etmeye kalkarsak, tercihimizi yanlış yapmış oluruz Bu durumda bir takım olumsuz sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz olur Yanlış tercihler bir yönden sünnetullaha karşı gelme anlamına da gelir Nitekim bir ayette: "İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki, Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın Belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler"35 buyurulmaktadır Başka bir ayette: "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı yüzündendir Allah ise günahların bir çoğunu bağışlıyor"36 denilmektedir Burada tercihlerimizdeki isabetsizlik yüzünden başımıza bir çok felâketin geldiği anlatılmak istenmektedir Yaşadığımız son iki deprem felâketinde beşerî hatalarımızın payı büyüktür Bu itibarla yapılacak ilk iş, üzerinde yaşadığımız toprakların özelliklerini dikkate alarak, ilim ve tekniğin imkân ve uyarıları doğrultusunda, yeniden yapılanmaya gitmek olmalıdır Bunun hilâfına hareket etmek günah ve zulümdür Felâket ve musibete davetiye çıkarmaktır İstiklâl şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy, ibret alınsaydı tarihin tekerrür etmeyeceğini terennüm etmektedir 1894 yılında vuku bulan İstanbul depreminden sonra devrin hükümdarı Abdulhamit, bir ferman yayınlayarak, bundan böyle bölgede yapılan evlerin çok katlı olmaması ve bina malzemesi olarak da ahşap kullanılmasını istemiştir Benzeri uyarılar daha sonraki depremlerde de yapılmıştır Ne yazık ki bu uyarıların hiçbiri gerektiği ölçüde nazar-ı dikkate alınmamıştır Bu yüzden tarih sürekli tekerrür etmiştir Artık kendimize gelmemiz gerekmektedir

Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




[ Depremden Sonra Yapılması Gerekenler ]
1- İbret Almak

Kur'an akıl sahibi insana, kâinatta olup bitenlere ve çevresindeki eşya ve olaylara bakarak bunlardan ibret almasını, dersler çıkarmasını emretmektedir Kâinatın işleyişi ve düzeni kadar, geçmiş ümmetlerin, işledikleri hatalar yüzünden uğradıkları acı akıbetler de birer ibret vesilesidirler Kur'an özellikle geçmiş ümmetlere ait ibretlik olayları, ders alınması için zikrettiğini ifade etmektedir Kur'an'da insanların düşünüp ibret ve tedbir almaları için geçmiş milletlerle ilgili bir çok misal verilmiştir Bu tür genel ifadelerin yanında Kur'an'da geçmiş bazı toplumların yaşadığı özel olaylar da gündeme getirilmekte, bunlardan ders çıkarılması konusunda dikkatler çekilmektedir Nitekim, Ad kavminin başından geçenler anlatıldıktan sonra "şüphesiz bunda öğüt ve ibret vardır"37 buyurulmaktadır

Allah, bunları sırf tarihi olayların birer aktarımı olarak vermiyor İnsanları, kulluk etsinler, vahyine uysunlar, dünyayı maddi ve manevi olarak imar etsinler, adaletle hükmetsinler, güzel işler yapsınlar diye yaratan Yüce Allah, bu fıtrat kanununu bozanları zaman zaman bu tür cezalarla te'dib etmiştir İşte bu tarihî hakikatler, Kur'an vasıtasıyla bizlere aktarılıyor ki aynı hatalar tekrar edilmesin Âlemlerin tek Rabbi ve hakimi Cenab-ı Allah olduğuna göre; insanların hata, isyan, günah, zulüm, kul hakkını yeme ve benzeri yanlış tasarrufları karşısında, sünnetullah devreye girerek onlar uyarılmakta ve onların tevbe etmeleri istenmektedir Sünnetullah tarih boyu hep böyle tecelli etmiştir Önemli bir nokta da şudur: Eski milletlere toptan (umumi) azaplar (isti'sal) indirilmiştir Ancak Hz Peygamber'in gelmesinden sonra toptan imha olmayacak, belki kısmî uyarılar görülebilecektir

İşte bu bağlamda depremlerin de ibret alınacak olaylardan biri olarak değerlendirilmesi, yaşananlardan ders çıkarılması gerektiği açıktır

2- Sabırlı Olmak

Müslüman başına gelen her olayda bir hikmetin bulunduğunu, ilk bakışta aleyhine görünen hususlarda bile Allah'ın kendisi için hayır murat ettiğini düşünmelidir Bu konuda: "Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz Allah bilir, siz bilemezsiniz"38 buyurmaktadır

Müminler başlarına gelecek açlık, kıtlık, mal-mülk ziyanı, tabiî afetler, salgın hastalıklar gibi sıkıntılar karşısında imtihan geçirebilirler Müslümanlar sabır ve metanetleri, Allah'a olan güvenleri ile bu ağır sınavı kazanmak durumundadırlar Bu hususta Allah şöyle buyuruyor: "Mallarınız ve canlarınız hakkında imtihan olacaksınız Sizden evvel kendilerine kitap verilenlerden ve Allah'a ortak koşanlardan da çok incitici sözler duyacaksınız Eğer sabreder sakınırsanız, işte bunlar yapmağa değer işlerdir"39

Sabretmeyen insan huzursuz olur Maruz kaldığı felâketin acısının üzerine, bir de isyanı sebebiyle günaha girer ve sabır sevabından mahrum olur Bunun karşılığında maddi olarak hiçbir şey de elde edemez Çünkü ölenler ölmüş, kaybolanlar kaybolmuştur Bunları geri getirmek mümkün değildir Ancak insan sabrederse, gerekli tedbirleri alır Allah'a dua ederse, Allah'ın gösterdiği bir yola tâbi olursa sevap kazanır ve Allah'ın yardımına mazhar olur

Musibetlere sabır oldukça zordur Bu sebeple sevabı da çoktur Allah sabredenlerin müjdelenmesini Hz Peygamberden istemektedir Şu ayet felâketler karşısında müslümanın nasıl davranması gerektiğine işaret edilmektedir: "(Ey Muhammed!) Sabredenleri müjdele Onlara bir musibet isabet ettiği zaman; "Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz" derler "Biz Allah içiniz ve O'na döneceğiz"40 gerçeğini, müslüman daima akılda bulundurmalıdır Kur'an, musibetler karşısında teslimiyet gösterip Rablerine sığınanlara, mükâfatların en güzeli olan Rablerinden bağışlanma ve sabredenlere mükâfatlarının hesapsız verileceğini bildirmektedir41

Musibetlere sabır, müminlerin Allah katında derecelerinin yükselmesine vesile olur Hz Aişe Peygamber efendimizden naklen şunları söylemiştir: "Müminlere bir diken ve ondan daha küçük bir şey isabet etmez ki bu yüzden Allah onların mertebesini bir derece yükseltmiş ve bir günahını silmemiş olsun"42 Bir müslümana bir diken hatta daha küçük bir şey batsa, Allah onu bu yüzden bir derece yükseltir ve onun bir günahını affeder

Yine müslümanların başına gelen her türlü sıkıntı ve musibetlerin, hatalarının keffareti olacağı Hz Peygamberin şu sözüyle ifade edilmiştir: "Mümine isabet eden her hastalık, yorgunluk, üzüntü ve keder mutlaka günahlarına kefaret olur"43

Bu konuyu Sevgili Peygamberimizin bir başka hadisi ile noktalayalım:

"Ne acaiptir müminin işi! Gerçekten onun her işi hayırdır Bu hal, müminden başka hiçbir kimse için böyle değildir Eğer ona sevinç verici bir şey isabet ederse şükreder Bu da kendisi için bir hayır olur Eğer ona zarar ve ziyan verecek bir şey isabet ederse sabreder, bu da kendisi için hayır olur"44

3- Dua

Deprem gibi felâket anlarında yapılması gereken en önemli işlerden birisi de Cenab-ı Hak'ka dua etmektir Dua, Hz Peygamberin ifadesiyle "ibadetlerin özü"dür Dua, sınırlı varlık olan insanın mutlak güç sahibi Allah'tan yardım istemesidir Dua, isteme anlamlarının ötesinde, kulluk espirisi içinde, Allah'ın rablık ve ilâhlık hakikatine en köklü bir sığınma hadisesidir Deki, "Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!"45 ayeti buna işaret eder

"Kulun, Rabbinin ilgi ve yardımını istemesi, O'na daima muhtaç olduğunu dile getirmesi, O lütfetmedikçe kudret ve kuvvetten mahrum olduğunun bir itirafıdır"46

Dua, insanın varlık karakterinin tabiî bir parçasıdır Onun için, kaçınılmaz ve ifası zorunlu bazı davranışlar gibi, dua da, kendi tabiatının temel yapısından kaynaklanan bir eylem, bir yöneliştir Ruhî olgunluğun doruğunda bulunan peygamberler ve velilerle, çırpınan "beşer" arasında, bu bakımdan bir fark yoktur Peygamberimizin dilinden duayı düşürmemesi bu nedenledir

Dua, aynı zamanda dua eden bireyin yaşadığı toplumsal hadiseleri, sorunları ve çıkmazları da kapsaması bakımından, toplumsal bir muhteva taşımaktadır

Burada dua ile ilgili birkaç ayet-i kerimeyi zikretmek yerinde olacaktır:

"Kullarım benim hakkımda sana soracak olurlarsa, (de ki) ben onlara yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin çağrısına karşılık veririm"47

"Rabbinize, yalvararak ve gizli bir şekilde, dua ediniz Muhakkak ki Allah aşırı gidenleri sevmez"48

"Rabbiniz şöyle dedi: "Bana dua edin, size icabet edeyim"49

Başka ayet-i kerimelerden de öğrendiğimize göre; Hz Zekeriyya,50 Hz Nuh,51 Hz İbrahim,52 Hz Muhammed Rablerine çokça dua etmişlerdir

Dualarımızda kendisine yüzümüzü döndüğümüz Allah, dua edenlerin hep yakınında ise de; kulların kendilerini Cenab-ı Hak'ka daha yakın bulacakları bazı özel zamanlar zikredilmektedir

Bu meyanda Hz Peygamberin şu hadis-i şerifleri dikkat çekmektedir:

"Rabbimiz gecenin son üçte birlik diliminde, her gece, dünya semasına nüzul eder ve der ki: Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim; yok mu benden isteyen, istediğini vereyim; yok mu bağışlanmasını talep eden, mağfiret edeyim"53

"Kul Rabbine en fazla secdede iken yaklaşır Bu nedenle secdede duayı çok yapınız" 54 Başka hadis-i şeriflerde de, Cuma namazında, ezan ile kamet arasında geçen zaman süresince yapılan yakarışların geri çevrilmeyeceği beyan edilmektedir55

Duaların kabulü konusunda sabırlı olmak gerekir Hzpeygamber, bu konuda şunları söylemiştir: "sizden biriniz dua ettiği zaman, duasında azimli ve istekli olsun"56 "Hiçbir müslüman yoktur ki, içinde günah ve akrabayla münasebeti kesme isteği olmayan bir şeyi Allah'tan istesin de, Allah ona bunu şu üç şekilden birisiyle vermesin: Ya hemen o kulun isteği yerine getirilir; yahut Allah kulun isteğini ahirete saklar; ya da dilediğinin dengi bir kötülüğü ondan savuşturur" Orada bulunanlar dediler: "O halde çok dua edelim!" Hz Peygamber buyurdu ki, "Allah da kabul eder"57

Sonuç olarak bütün müslümanlar, özellikle felâkete maruz kalmış insanların, secde anında, Cuma vakitlerinde, gecenin ilerlemiş saatlerinde veya herhangi bir zaman diliminde samimi olarak Allah'a yönelmeli ve toprağa sükûnet vermesini O'ndan istemelidir İnanıyoruz ki Hakim-i Mutlak Rabbimiz bu şekilde yapılacak dualara icabet edecektir

Bu noktada şu soru zihnimizi kurcalayabilir: Acaba dua depremi engeller mi? Bu soruya şu şekilde cevap verilebilir: Dua ilâhî takdirin bir parçasıdır Depremin oluşması olayında, gaz sıkışması, çöküntü ve buna benzer diğer hususlar, nasıl birer sebepse, dua da, depremin olması veya olmamasında, aynı şekilde kabul edilmesi gereken bir sebeptir Sebepler ise, sebeplerin yaratıcısı olan Allah'ın tayin ettiği sünnetlerdir Sebeplere, harekete geçmesi emrini veren O'dur Belirlenen kural, kural koyucusu olan Allah'ı mutlak manada bağlayan bir değer değildir Allah isterse bu kanunun aksine de icraatta bulunabilir Hz İsa'nın babasız dünyaya gelmesi örneğinde olduğu gibi Demek oluyor ki, Allah müminlerin duasıyla sebepleri tamamen ortadan kaldırıp depremin menfi sonuçlarını müminlerin hayırına tebdil edebilir Yeter ki insan Allah'ın razı olacağı davranışı sergileyebilsin Şu hadis-i şerif bu mantığı güzel bir şekilde ortaya koymaktadır "Allah'ın takdir ettiğinden sakınmak fayda vermez Ancak dua inmiş ve inecek olan belalara karşı fayda verir Ey Allah'ın kulları öyleyse Allah'a dua ediniz" Burada bir kez daha vurgulayalım ki dua insanı asla tedbirsizliğe sevk etmemelidir

4- Tevbe ve İstiğfar

Hz Peygamber deprem olduğu zaman sahabileri tevbe ve istiğfara davet etmiştir Rivayet edildiğine göre, Resulüllah zamanında Medine'de deprem vuku bulmuş, bunun üzerine O şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz sizden tevbe ve istiğfar istiyor Siz de O'na dua, tevbe ve istiğfarda bulununuz"58

Tevbe, ruhumuzu arındırmanın bir yoludur Kur'an, ameli her ne olursa olsun, istisna koymaksızın, hepimizi tevbeye davet etmektedir59 Bu davet hiç günahı olmayanları da kapsamaktadır Hz Peygamber; "Ben her gün yetmiş defadan çok istiğfar ederim" buyurmuştur Cennete giden ve musibetlerden emin olmanın en güvenilir yolu tevbedir Bu hususa peygamberimiz: "Cennetin sekiz kapısı vardır Bunların yedisi kapalıdır Yalnız bir kapı açıktır ki o da, kıyamet kopuncaya kadar tevbe etme kapısıdır"60 sözleriyle işaret etmektedir

Şu halde bizlerin özellikle felâket anlarında tevbe ve istiğfar ile Allah'a sığınmamız en doğru yol olacaktır Yaşanan felâkette kusurlu olan insanlar da ancak tevbe yoluyla rahatlayabilecektir Hz Peygamberin: "Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir" hadis-i şerifi unutulmamalıdır

Tevbe, başlı başına bir ibadettir Tevbe günahı terk etmenin en güzel yoludur Çünkü tevbe, özür beyan etmenin en müessir şeklidir Özür dilemek üç şekilde olur 1 Özür dileyen suçu işlemediğini söyler, 2 Suçu filan sebep yüzünden işlediğini beyan eder, 3 Suçluyum, kötülük yaptım, fakat vazgeçemiyorum der İşte bu son şekil tevbedir

Kur'an-ı Kerim de; "Allah hem tevbe edenleri sever hem de çok temizlenenleri sever"61 buyurmaktadır

5 - Dayanışma ve Yardımlaşma

İnsan sevincini ve kederini paylaşmak ister Paylaşılmayan sevinç ve mutlulukların insan için fazla anlamı yoktur Şurası bir gerçektir ki sevinçler ve mutluluklar paylaşınca artar Keder ve üzüntü ise paylaştıkça azalır Kur'an'da sıkça kullanılan infak kelimesi, kişinin sahip olduğu mal ve imkânları paylaşması anlamına gelir Bu itibarla deprem felâketine maruz kalmış kardeşlerimize ilgi ve alâkamızı, maddi ve manevi yardımlarımızı, teveccüh ve tebessümlerimizi yansıtmak dinî vecibelerimizden biri olarak görülmelidir

Felâket anlarında gönülden koparak yardımda bulunmanın musibet ve belâları azaltacağında şüphe yoktur Bu konuda Peygamber Efendimizin: "Sadaka, Allah'ın gazabını teskin eder ve kötülüğü giderir"62 şeklinde hadis-i şerifi dikkat çekicidir

Felâket günlerinde müslümanlar felâkete uğrayan kimselere malî yardımlarda bulunmalıdır Bu hem insanî hem de dinî bir vecibe olarak görülmelidir Bugünkü mal varlığına güvenip de hiç kimse benim yardıma ihtiyacım yoktur, ileride de olamaz dememelidir Dilimizdeki "düşmez kalkmaz bir Allah'tır" sözü çok doğru söylenmiştir Son depremlerde nice zengin ve varlıklı insanımız, 45 saniye içinde fakir düşmüştür Hatta bir lokma ekmeğe, bir bardak suya ve bir battaniyeye muhtaç duruma düşmüştür Bugün bir kimsenin maruz kaldığı musibete, yarın diğerinin maruz kalmayacağının hiçbir garantisi yoktur

Felâkete maruz kalan insanlar, bir tarafta yokluk içinde hayatlarını sürdürürken, bir kısım insanların zevk-ü sefa sürmeleri insanlıkla ve vicdanî duygularla asla bağdaştırılamaz Milletleri millet yapan fertlerinin tasada ve kıvançta birlik olabilme duygularıdır Bu duygunun kaybolması bir millet için gerçek felâketin ta kendisidir

Kur'an-ı Kerim, müminlerin kardeş olduklarını önemle vurgulamaktadır63 Müslüman müslümanı terketmez, onu yalnız bırakmaz Müslüman müslümanın dertlerine ortak olur

Müminlerin belirgin özelliklerinden ve İslâm ahlâkının temel kurallarından birisi de hayırda yarışmaktır Allah: "Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiye ulaşamazsınız Her ne infak ederseniz Allah onu bilir"64 buyurmaktadır

Müslümanlar, kendilerini bir an için çeşitli zorluklar içinde yaşayan felâketzedelerin yerine koymalı ve onların acılarını yüreğinde hissetmelidir Peygamberimiz: "Kendiniz için istediğinizi, din kardeşiniz için istemedikçe, gerçek manada iman etmiş olamazsınız"65 buyurmaktadır Bu sözler merhamet ve sorumluluk duygularımızı kamçılamalıdır

Büyük bir memnuniyetle müşahede etmekteyiz ki, devlet organları ve halkımız deprem bölgesinde yaşanan acıları kendi acısı olarak görmüş ve imkânlar ölçüsünde üzerine düşeni yapmaya çalışmıştır Gayretler hala sürmektedir Bu da bu konudaki İslamî espirinin, ülkemiz müslümanlarınca doğru bir şekilde kavrandığını ve hayata geçirilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır

Cenab-ı Hak, ülkemizi ve milletimizi her türlü afetten, kaza ve musibetten muhafaza buyursun Ülkemizin üzerine çöken kara bulutları rahmet bulutları haline dönüştürsün

Alıntı Yaparak Cevapla

Depremin Oluşumu

Eski 08-02-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Depremin Oluşumu




1 Enbiyâ,

2 Secde, 9

3 Ahzâb, 62

4 Kamer, 49

5 Yâsîn, 38

6 En'âm, 95

7 Kamer, 96

8 Kamer, 99

9 Ahzâb, 62

10 AHamdi Akseki, Ýslam Dini, Ankara, 1958, s97

11 Nisâ, 102

12 Bakara,195

13 Ahmet Ýbn Hanbel, Müsned, cII, s356

14 Buhari, Sahih, cVII, s 164

15 Malik, Muvatta, c II, s 894

16 Zilzâl, 8

17 Kýyâmet, 36

18 Mâide, 32

19 Ebu Davud, Cenaiz, 11; Malik, Muvatta, Cenaiz, 36

20 Müslim, Sahih, Ýmare, 32

21 Buhari, Sahih, Cihad, 6; Müslim, Sahih, Ýmare,29

22 Mümin, 31

23 Rűm, 41

24 En'âm, 164

25 Fâtýr, 18

26 Necm, 38-39

27 Nisâ, 123-124

28 Bakara, 286

29 Fussilet, 46

30 Ahmet Ýbn Hanbel, Müsned, cIII, s479

31 Ýbn Mace, Sünen, Diyât, 26

32 Nisâ, 58

33 Müsned, cIII,s135

34 Buhari, Ýmam, 4,5; Rikak, 26; Müslim, Ýmam, 64,65

35 Rűm, 41

36 Ţűrâ, 30

37 Ţu'arâ, 139

38 Bakara, 216

39 Âl-i Ýmrân, 186

40 Bakara, 157

41 Zümer, 10

42 Buhari, Sahih, Merda, 3; Müslim, Sahih, Birr, 46-48

43 Tergýb ve Terhib, c VI, s393

44 Müslim, Sahih, Zühd, 13

45 Furkân 77

46 Fahruddin Razi, Ţerhu Esmai'l-Hüsna, cI,s83

47 Bakara, 186

48 A'râf, 55

49 Gafir,(Mümin) 60

50 Âl-i Ýmrân, 38

51 Kamer, 10

52 Enbiya, 89; Âl-i Ýmrân, 8-9

53 Buhari, Sahih, Teheccüd, 14; Deavat, 13, Tevhid, 35; Müslim, Sahih, Müsafirin, 168-170

54 Müslim, Sahih, Deavat, 118; Nesai, Sünen, Mevakit, 35; Tirmizi, Sünen, Deavat, 118; Ahmet Ýbn Hanbel, Müsned, cII, s 421

55 Tirmizi, Sünen, Salat, 44; Deavat, 128; Ebu Davut, Sünen, Salat 35; Ahmed Ýbn Hanbel Müsned, cIII, s119,155

56 Müslim, Sahih, Zikr, 7 Buhari Sahih, Tevhid, 31

57 Ahmed Ýbn Hanbel, Müsned, cIII, s18

58 Ýbn Ebi Ţeybe, Musannef, c II, s 472-473

59 Nűr, 31

60 Ýbn Mübarek, Kibab ez-Zühd, s368

61 Bakara, 22

62 Tirmizi, Zekat, 28

63 Hucurât, 10

64 Âl-i Ýmrân, 92

65 Buhari, Sahih, Ýman, 7; Müslim, Sahih, Ýman, 71

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.