Prof. Dr. Sinsi
|
Âfet Lerde, Kazâ Larda Ölenler Hakkinda..
kaynak: guzel bir site
Rabbimiz bizleri kaza, bela ve musibetlere maruz bırakıp onlarla imtihan etmesin Şayet maruz kalırsak, sabır ve tahammül gücü versin
Hiç şüphesiz biliriz ki, felaket ve musibetlerde kaybettiğimiz canımız, malımız yok olup gitmemiş, sadece gözden kaybolmuştur Mümin için ölüm, fani olan alemden, baki olan aleme göç etmekten ibarettir Ayrıca yangında, suda, zelzelede, trafik kazalarında, hatta doğum esnasında ölen müminler, hükmen şehittirler Her ne kadar burada kendilerine şehit muamelesi yapılmıyorsa da, Allah indinde şehit muamelesi görüyorlar  
Rabbimiz onları, kul hakkından başka bütün günahlardan azade kılıyor; huzur-i izzetine tertemiz, pırıl-pırıl alıyor  Sevdikleriyle komşu ediyor  Ne var ki geride kalan bizler, bunun tam şuurunda olamadığımızdan, elem ve ıztıraplara gark oluyor, hüzne boğuluyoruz  
İsterseniz onların vaziyetini bir misalle izaha çalışalım:
Asr-ı Saadette bir hanım sahabi, kızının ölümünden dolayı çok büyük üzüntü duyar ve bu üzüntüsünü de, *Ah bir dirilse!* mealinde ifrat derecede bir arzu ile ızhar eder
Resulüllah (s a v ) Efendimiz, kızın alem-i berzahtaki vaziyetini bildiği, müşahede ettiği için, kadına;
*** Gel, der, kızına soralım, buraya tekrar dönmek ister mi?
Kabrin başına giderler Resul-i zişan (s a v ) Efendimiz mezardaki kızcağıza seslenir:
*** Annen, senin dirilip tekrar bu dünyaya dönmeni istiyor Gelmek ister misin?
Mezardan gelen ses anneyi şaşırtır:
*** Ya Resulellah, benim buradaki vaziyetim, şimdiye kadar hiçbir yerde görmediğim kadar güzeldir Ne olur, burada kalayım
Hasılı, her ne şekilde olursa olsun, felakete uğrayan bütün müminler için de, muhakkak ki netice aynıdır  Zelzele,yangın,Kaza, bela, felaket ,musibetler sair afetlerde hayatlarını kaybedenlerin hali nasıldır dersek  
Yukarıda izahına çalıştığımız gibi,
*Dinimizce bu gibi afet ve felaketlerde ölen müminlerin kendileri şehit, telef olan malları da sadaka hükmündedir Geride kalanlara ise sabretmek düşüyor
*Sevgili Peygamberimiz (s a v ) Efendimiz bir hadıs-i şeriflerinde, Mümin kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır Ona memnun olacağı bir şey gelse, şükreder ecre nail olur; bir zarar gelse sabreder, yine sevap kazanır buyurmuşlardır
*Binaenaleyh, Müslüman olan her ferdin kendini, meydana gelen hadiseden mesul tutup murakabe etmesi gerekir Zira hadiseler tesadüfı değildir; dolayısıyla Benim günahımla bu hadiselerin ne alakası var? diyemeyiz İnsan, aklıyla-fikriyle letaifiyle küllı bir varlıktır Mükevvenatın küçük bir misalidir, örneğidir Bu itibarla onun günahıyla-sevabıyla bütün mevcudat alakadar olabilmektedir
Kainatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (s a v ), üzerinde bir bulut belirdiği zaman rengi sararır, hemen secdeye kapanırdı Sonra da ellerini açarak, Allahım, bu bulut geçmiş kavimlerin üzerine gelen musıbet habercisi bir bulut olmasın! diye iltica ederdi
Bir kıtlık anında Hz Ömer (r a ), Benim günahlarım yüzünden bu insanları helak etme Allahım! diye yalvarmıştır O halde biz de, Acaba benim günahımdan mı? deyip, Rabbimizin dergahına ellerimizi açarak, Benim günahım yüzünden insanları helak etme Allahım! diye tazarru ve niyazlarda bulunmalıyız
*Dış görünüşü itibariyle felaketler-musıbetler insanın gönlünü rencide eder Ama biliriz ve inanırız ki, merhamet-i İlahiyyeden fazla da merhamet olmaz Zira o, rahmet edenlerin en merhametlisidir Vuku bulan hadiseler de tesadüfı olmadığına göre, bize kötü gözüken bu manzaranın arkasında belki de fark edemediğimiz nice iyilikler olabilir
Bir defa musıbetler, umumiyetle yapılan hataların neticesinde gelir Ve insanları otokritiğe, yani kendi kendini tenkide, muhasebe ve murakabe etmeye yöneltir
Binaenaleyh, en başta ikaz ve ibret derslerimizi alıp, Allah Teala bu musıbeti bize verdi ve bununla bizi temizledi  diye düşünmemiz gerekir Ölüden diri, diriden de ölü çıkabileceği gibi, musıbetlerden de iyi neticelerin doğabileceğini bilmemiz lazım
Müminlerden ve mükafatlarından bahsettik müminler kim buna bir göz atalım  
Kuran-ı Kerimde, Fecr suresinin 15 ve 16 ayet-i kerimelerinde, iki ayrı insan örneğinden bahisle şöyle buyurulmakta:
*İnsan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip kendisine ikramda bulunsa (bolca nimet ve zenginlik verse), o vakit der ki, Rabbim bana ikram etti Ama (yine) onu imtihan edip rızkını daralttığı vakit de der ki, Rabbim bana ihanet etti
*İlk ayette anlatılan insan, işleri yolunda, keyfi yerinde olandır  Halinden memnun ve mesuttur Bu sebeple şurada-burada, Rabbim bana ikram etti! deyip halini, böyle şükür, minnettarlık ve hamd ü sena içinde ifade eder
Fakat devir hep böyle gitmez ya; günün birinde şartlar onu birazcık sıkıştırıp, keyfini kaçırır; işleri bozulur  İşte, sonraki ayette de insanın o halinden, Rabbim bana ihanet etti! diyerek şikayette bulunduğu haber verilmektedir
*Nimet ve rahata nail olduğu zaman, Rabbinin ikram ettiğini; sıkıntı ve belay maruz kaldığı zaman da, Rabbinin ihanet ettiğini söyleyen bu insan tipi, elbette ki makbul bir tip değildir Çünkü makbul bir insanın, hakiki bir müminin yapması gereken şey; işleri yolunda gittiği zaman şükretmesi; işleri bozulup, belaya duçar olduğu zaman da sabredip isyan etmemesidir
*Evet, kainatta hiçbir şeyin hikmetsiz cereyan etmediğini bilen müminin vasfı; nimetlere şükredip, felaketlere de sabretmek  Bunda da bir hikmet vardır Bu da geçer yahu! diyerek, tevekkülle rıza göstermektir Nitekim bir gün Resulüllah (s a v ) Efendimiz, topluca oturup sohbet halinde olan ashabının yanlarına geldiler Ashab-ı kiramın, bilindiği gibi işleri-güçleri, geceleri-gündüzleri sadece Allahın rızasını kazanıp, Resulünün şefaatini düşünmekten başka bir şey değildi Tek hedef, yegane gaye; Allahın ve Resulünün rızası  
Binaenaleyh, sohbetlerinin ekseriyeti de bu mevzu üzerinde cereyan ediyordu İşte böyle bir sohbet esnasında gelmiş bulunan Sevgili Peygamberimiz, onlara şu suali sordu:
*** Sizler kimlersiniz? Ashap cevap verdiler:
*** Bizler mümin kimseleriz Resulüllah Efendimiz tekrar sordu:
*** Peki, mümin olduğunuzun alameti nedir? Cevap verdiler:
*** Mümin olduğumuzun alameti odur ki; bizler, nimetlerin gelişine şükreder, gidişine de sabrederiz
Bu cevap üzerine Server-i Alem (s a v ) Efendimiz şöyle buyurdular:
************
*** Öyle ise sizler, hakiki müminlersiniz
*Evet, hakiki mümin odur ki; bollukta Rabbine şükretmesini, darlıkta ise sabretmesini bilir Başına gelen kaza, bela ve felaketlere sabır ve rıza ile mukabele eder Ve bilir ki, bu dünyanın nimetleri fani olduğu gibi, sıkıntı ve meşakkatleri de geçicidir Asıl mesele, ebedi olan alemin mükafat ve mücazatındadır Zira burada çekilen zahmetler, orada mükafat olarak çıkacaktır karşımıza  Nitekim bir hadis-i şerifte buyurulmuştur ki:
*Kıyamet gününde bir takım insanlara kanatlar verilecektir Bunlar, kanatlarını çırpa çırpa uçarak cennete gidecekler Melekler onlara soracak:
*** Sizler hesap verdiniz mi? Sırattan geçtiniz mi? Cehennemi gördünüz mü?
*** Hayır
*** O halde sizler, hangi peygamberin ümmetisiniz?
*** Bizler Muhammed sallalahü aleyhi vesellemin ümmetindeniz
*** Allah aşkına söyleyin; sizlerin dünyada nasıl bir ameliniz vardı ki, böyle hesapsız-sualsiz cennete girdiniz?
Onlar diyecekler ki:
*** Bizim iki hasletimiz, sadece iki vasfımız vardı Bunlardan biri, takvamızın devamlılığı  Yani gizlide de olsa, açıkta da olsa, tenhada da olsa, kalabalıkta da olsa takvamızı devam ettirir, dinimizi yaşardık! İkincisi de; uğradığımız bela ve musibetlere sabır ve tahammül gösterir, asla ümitsizliğe kapılmazdık Rabbimizin verdiği kısmete rıza gösterir, bunda da hayır vardır, diyerek yolumuza devam ederdik Melekler bu defa şöyle söylerler:
*** Öyleyse sizler, bu mükafata layıksınız, yolunuza devam ediniz
Hulasa, cennete böylesine kolaylıkla girenler, bu dünyada maruz kaldıkları felaket ve musibetlere sabırla kulluk vazifelerine devam edenlerdir
Konumuzu hayır dua ile neticelendirelim yangında, suda, zelzelede, trafik kazalarında, hatta doğum esnasında ölen hayatlarını kayben bütün müminlere bir kere daha Cenab-ı Hakktan rahmet ve mağfiret, geride kalanlarına da sabr-ı cemil niyaz ediyoruz Allahü Tealaya Emanetsiniz 
|