Deyimler |
08-02-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
DeyimlerDeyim nedir? Genellikle gerçek anlamı dışında kullanılarak ifadeyi zenginleştiren, iki veya daha fazla kelimeden oluşan kalıp*laşmış söz dizisine deyim denir Bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe‘de de çeşitli kalıplaşmış anla*tımlar vardır: tamlamalar, birleşik sözcükler, ikilemeler, atasözleri, de*yimler… Deyim, en az iki sözcükten kurulan, konuşmada ve yazıda an*latım gücünü artıran, anlam yönünden yer yer mantık dışına taşan bö*lümleri olabilen, yapısındaki kimi sözcükleri anlam değişmesine uğra*yan, kalıplaşmış söz öbeklerine verilen addır Eskiden, deyim sözcüğü*nün yerine tabir sözcüğü kullanılıyordu Tabir tek bir sözcük de olabili*yordu Oysa, deyimlerin temel özelliği en az iki sözcükten kurulu olmasıdır Deyimlerde anlam kalıplaşması (aktarımı) olayı görülür Deyi*mi oluşturan iki ya da daha çok sözcükten bazen biri, bazen birkaçı, bazen de tümü anlam kaymasına uğrar, bambaşka ya da temel anlama biraz yakın bir anlam kazanarak yeni bir eylemi, durumu, de*ğerlendirmeyi, kişiyi, nesneyi vb’yi belirtir DEYİMLER NASIL OLUŞMUŞTUR? Deyimler de, atasözleri gibi atalarımızdan kalan en değerli arma*ğanlardan biridir Deyimler başlangıçta bir kişinin yaratışıdır, anlam*sal ya ela dilsel özellikleri yüzünden beğenildiği, kullanıldığı ortam ve bağlamlarda sözü çarpıcı olarak belirttiği için halkça benimsenmiş, tu*tulmuş; konuşma ve yazıda yinelene yinelene günümüze değin gele*bilmiştir Yeni durumlar, yeni koşullar, Türkçe’nin kullanım özelliklerini kuyumcu ustalığı İle İşlemesini bilen sanatçıların dile özel tasarruftan, hemen her dönemde dile yeni deyimlerin katılmasını sağlamıştır Bunun yanı sıra kimi deyimler ancak sınırları belirli bir bölgede kullanım olanağına kavuşmuş; kimi deyimler kullanımdan düşerek dilin genel çevriminden çıkmıştır Deyimler de atasözleri gibi kamunun malıdır, yani yaratıcıları bu*gün belli değildir Gerçekte de bilinmesi,pek büyük bir anlam taşıma*maktadır Deyim niteliği taşıyan bir söz öbeğinin anlamsal yükü, hangi or*tam ve durumlarda kullanılacağının belirginlik kazanması ve dilsel be*ğeniye yatkınlığı, yaygınlığını, kullanılabilirliğini sağlayabiliyorsa, deyimleşmemesi için hiçbir neden yoktur TÜRKÇE DEYİMLERİN KAYNAKLARI Bugün Türkçe’de kullanılan bütün deyimlerin kaynaklarım sapta*mak olanaksız görünmektedir Bununla birlikte kimi araştırmacılar eski kaynaklan tarayarak bugün deyim durumuna geçebilen sözcük öbekle*rinin hangi olaylardan kaynaklandıklarını saptamışlar ve bu konuda ki*taplar hazırlamışlardır Deyimleri inceleyen kitaplara göre deyimler çeşitli kaynaklardan gelmektedir Bunların başında da Nasrettin Hoca ve Bektaşi fıkraları yer almaktadır Bunlardan başka kimi masallar, efsaneler, tarihsel olaylar, halk arasında yaşanan olaylar, kültürel etkileşim içinde bulunan ülke*lerle ilgili kimi durumlar vb deyimlerin yaratılıp yaygınlaşması konu*sunda sağlam ipuçları vermektedir Bu arada kimi devimlerin de kültür etkileşim sonucu, yaşar biçimi Öykünmesi ya da çeviri etkinliği sıra*sında Türkçe’ye girdiğini de unutmamak gerekiyor (Allah bağışlasın, el sıkmak, beyin göçü gibi) Deyimler de, tıpkı atasözleri gibi kısa ve özlü sözler ve etkileyici sözlerdir En az iki kelimeden oluşan deyimlerde, kalıplaşma olduğu için, kelimelerin yeri değiştirilemez, ya da bir kelimenin yerine başka bir kelime konulamaz Deyimlerin atasözlerinden farkı şudur: Atasözleri genellikle yol gösteri*ci bir içeriğe sahiptir Deyimler ise, her zaman böyle olmaz Bir duyguyu, düşünceyi, bir kavramı vurgulayıcı bir şekilde dile getirmek için kullanılırlar deyimlerin bir kısmı mahalli olup, sadece söylendiği yöreye hastır Bazı yörelerde anlaşılmaz Örneğin, aşağıdaki deyimler Çanıoluk’a aittir: “Göğ geçinin püsküllü oğlağı mısın?”; “Andır galasın hee”; “Farfaraİıg etnıcg”; “Hoşafın yağı kesılmeg”; “Mahşer tilkisi gibi otda galmah”; “Gâvurun enikleri”; “Keşişin kızı”; “İtin enuğü…” Şu deyimler de,Yapraklı beldesine ait: - Anası ayran, babası çökelek - Kendi başını bağlayamayan gelin başı bağlamaya kalkar - Düğünde kel Fatma’yı kim tanır? - Malının gittiğine bakma, yüzünün ağardığına bak - Sevdik gitmeyince sevdik gelmez - Yoktan çıkmaz, pekten çıkar - Deliye kalk oyna demişler, tadı kaçtı demiş - Gelin hasta kız korurum, gelin, gelin bizde oturun - Ast olmayanın işi olmaz - Akrabadan öküz al hısım ol, kız al hasım ol - Ölüyü çok yıkayınca abdesti bozulur - Kızın var mı el evinde yatmasın, oğlun var mı el aşını tat*masın - Hamam suyuyla dost ağırlanmaz - El ağzıyla kar yeme - Düğün iki kişiye, ne var deli komşuya - Dağ deyi dangırdama, bilmem neyime diyen olur - Tepme kapımı, teperler kapını - Sıçan sidiğinin değirmene faydası vardır - Dirgene dayanmayan porsuk, harmana girmez - Babasının eve geldiğine bakma, vakit daha erken deyimler, yerinde kullanıldığı vakit, bazen binlerce kitaptan daha etkili olabilirler, örneğin, kendisini dev aynasında gören birisi, sürekli olur olmaz şekilde, bire bin katarak, kendini göklere çıkarıyor, saatlerce kafamızı ütülüyorsa, ona söylenen “ufak at da civcivler yesin” deyimi, bütün söylediklerini boşa çıkarabilir “Gürültüye getirmek”ten hoşlanmasak da, ‘Okkanın altına gitmek”ten başka çaremiz olmaz kimi zaman Bazen yapılması zor, çok uzun vakit alacak bir işle baş başa bırakılırız, ‘deliye pös-teki saydır’ır gibi… Bazen ‘hariçten gazel okur’uz; sadece ‘işin gırgırmda’yızdır Bazen ‘ağzımızdan baklayı çıkar’ıveririz; çünkü karşımızdaki ‘eski kulağı kesiklerden’dir… Bazılarımız bazılarına ‘yolunacak kaz’ gibi görünür, bazılarımız bazılarımızın ‘cemaziyel evvelini bilir’ Uzun uzadıya birbirine bağlanmayan bu cümleleri daha fazla sıralamaya gerek yok, kimi kelimelerin tırnaklarından maksat anlaşılmıştır; ‘arabın derdi kırmızı pabuç’, yani deyimler… O kadar işlevseldir ki konuşurken bir sürü cümle kurarak anlata*bileceğimiz bir durumu, deyimlerin hepimizce malumu olan an*lamına ve çağrışımına yaslanarak meramımızı hem kolayca hem de etkili bir şekilde anlatı veririz Dilimizdeki deyimlerin pek çoğunun bir hikayesi var Kimi komik, kimi ilginç, kimi ders alması… Bırakın bu öyküler bili*nip anlatılmasını; deyimlerin anlamını bilen ve yerli yerinde kul*lananlarımızın sayısı bile azaldı |
Deyimler |
08-02-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
DeyimlerDEYİMLER VE ÖYKÜLERİ: “BALIK KAVAĞA ÇIKINCA” Anadolu ve Rumeli Kavağı semtlerinin kıyıları çok rüzgarlı ve akıntılı olduğu için buralarda balık avlanamazmış Dolayısıyla balığın kavaklara çıkması ender rastlanan bir durummuş Bir tarihte, balık alırken 2 kuruşluk fiyatı çok bulup fiyatı yarıya in*dirmesini isteyen müşteriye balıkçı, bir imkânsızın olurluğunu beklemesi gerektiği anlamında şöyle demiş: “Senin dediğin fiyat, ancak balık kavağa çıkınca olur” m m “ALNI AÇIK OLMAK” Vaktiyle bir köyde biri kış mevsimine denk gelen bir zaman*da bir suç işlemiş ve ihtiyar heyeti suçluyu yollar açılıncaya kadar bir odada hapsetmeye karar vermiş Sonra bakmışlar ki suçlu her gün kendi rızklarından üç öğün nasiplenip duruyor ve kış bir türlü bitmiyor, bir çözüm düşünmüşler: Suçlunun alnına zor çıka*cak cinsten bir mühür vurup salıvermişler Suçlu salıverilmiş, ama mühür görünmesin diye keçe külahını kaşlarına kadar indirmek ve başım eğerek dolaşmak zorunda kalmış “AĞZINLA KUŞ TUTSAN NAFİLE” Sarayın arz odasında bir Frenk elçisi huzura kabul edilmek için uzun bir süredir bekliyor; fakat kızlar ağası bunun mümkün olmadığını söylüyor bir süre önce huzurda bulunan bir Yahudi hokkabazın hünerlerini sırahyormuş Elçi üsteledikçe, ağa hokka*bazın marifetlerini anlatmaya devam etmiş ve “Sonra hokkabaz bir kuş uçurdu, bir şeyler okuyup üfledi ve kuşu ağzıyla tuttu” demiş “Yani?” demiş elçi “Sultanımız onu huzurundan kovdu, çünkü çok moralsiz Eğer hokkabazın bu hünerinden daha İyi bir hünerin varsa gidip sizi arz edeyim” “AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI” Deyimin öyküsü Osmanlı tarihine dayanır Yavuz Sultan Se-Iim’in Yemen’i Osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra Yemen’de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa duruma hakim olmuş; Yemen bundan sonra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı Söylentiye göre Sinan Paşanın askerleri bir gün çölde konak*lamış Yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçle*rini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar Bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum buluru pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler ara*sından şakacı bir asker, arkadaşlarına: -Biz Allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını Ulu tanrımız, Kabe’ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı Bizim ba*şımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş Türkçemiz, dil zenginliği bakımından, dünya dilleri arasında sayılıdır Halkımızın, yazı dilinden ziyade, konuşmaya, anlatma*ya ve dinlemeye yatkınlığı daha fazla olduğundan ötürü, en ücra köşedeki tek bir evde yaşayan yalnız insanın ağzından dahi; en kalabalık, en “modern” yerleşim bölgelerinde oturanların bilme*diği bir deyimi, atasözünü duyarsak, sakın hiç şaşırmayalım Günlük hayatımızda, mümkün olduğu kadar, tabii ki yerin*de ve zamanında olmak kaydı şartıyla, deyimlere, atasözlerine, özdeyişlere, fıkralara, manilere… yer verelim Bu bizim dil zen*ginliğimizi daha da geliştirmeye, meramımızı daha doyurucu ve vurgulaycı bir şekilde anlatmamıza hizmet eder |
|