Prof. Dr. Sinsi
|
İnsan Evrimi Ve Yaratılışçılık / İnsan Evrimi Ve Yaratılışçılık (İ)

İnsan Evrimi ve Yaratılışçılık (I)
Gönderen yam_yam, 05 Mart 2007 · 97 Gösterim
Evrim
H Y'den aldıkları ile evrim tartışmalarına girenlerin, ya da H Y'nin yazdıklarına bakıp "evrim yoktur" diyenlerin şiddetle okumalarını tavsiye ettiğim bir yazıyı aktarıyorum sizlere  
Ankara Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü Öğretim Üyesi Sayın Prof Dr İzzet DUYAR 'ın yazısı 
Evrim Aldatmacası (1) adını taşıyan bir “risale” son günlerde yapay olarak yaratılan evrim tartışmalarının baş aktörlerinden biri haline ge(tiri)ldi Risaleyi, yazın sonlarına doğru bir öğrencim bana ulaştırdı, bedava dağıtıldığını da eklemeyi ihmal etmedi Ancak reklam ve seçim afişlerinin bedava dağıtıldığı günümüzde yeni bir slogan metni okumaya pek hevesli olmadığım için rafa kaldırdım, ta ki kitabın “ikiz kardeşleri”nin sokaklarda dağıtıldığını gözlerimle görene dek  Ortalığı birden “Evrimcilerin Yanılgıları”, “Materyalizmin Sonu” “Hücredeki Mucize” gibi kitapçıklar kaplamaya başlamıştı Ve bunlar da bedava dağıtılıyordu Ulus, Kızılay gibi Ankara’nın merkezî yerlerine mevzilenen araçlardan bu kitapçıklar halka âdeta fışkırtılıyordu
Gördüklerime ilk anda inanamadım Ancak pek çok kişi beni doğrular biçimde benzer “öyküleri” anlatınca biraz olsun rahatladım: Hayal görmüyordum Bu son ifadelerim üzerine Harun Yahya’nın “Görme   dış dünyada olan şeyler değil, zihnimizde meydana gelen etkilerdir” deyip (s 118), “Böyle bir kitap yok! Onu sen beyninde fantezi olarak oluşturup okumuşsun O aslında olmayan bir görüntüdür” diye itiraz edebilir düşüncesiyle birden irkildim Gerçekte olmayan bir risaleyle mi karşı karşıyaydım acaba?  
Bu düşünce beni ciddi biçimde rahatsız etmeye başladı, ama daha sonra, “Zararı yok  Hiç olmazsa bedava dağıtılmayan ama benim hayalimde gördüğüm, hayalimde tuttuğum, hayalimde okuduğum bu kitap üzerinde ‘fantezilerimi’ aktarırım” deyip biraz rahatladım Zaten fantezi yazmak son zamanlarda moda değil miydi!
Pehlivan tefrikası
Evrim Aldatmacası’nı okumadan sayfaları şöyle bir karıştırdığınızda edindiğiniz ilk izlenim, alıntılardan oluşan yeni bir “pehlivan tefrika”sını elinde tuttuğunuz oluyor Ancak bu tefrika güreşleri değil, evrimi konu alıyor Pehlivan tefrikalarında hiç olmazsa zaman ve mekân gibi bazı öğeler değişir Ancak bu tefrikada hiçbir şey yeni değil “Evrim Anaforu ve Gerçek”, “Canlılar ve Evrim”, “Evrim” vBulletin başlıklı yaratılışçı kitaplardan tek farkı, onların bir bakıma “usaresi” olması
Adları zikredilen bu kitaplar birinci hamur kağıda basılmış, renkli resimlerle bezenmiş, görünümü “hoş” kitaplar Ancak bir kusurları var: Yüzde doksanından fazlası alıntıdan oluşan bu yayınlara yazar olarak imza koyan kişi(ler?)in kitapların oluşmasına katkılarının hayli muğlak olması
Evrim düşüncesinin “bilimsel” çöküşü
Harun Yahya’nın amacının, evrim anlayışının çöküşünü “bilimsel” olarak ifşa etmek olduğu daha alt başlıktan anlaşılıyor Alt başlıktaki ibare aynen şöyle: “Evrim teorisinin bilimsel çöküşü ve teorinin arka planı ” Yani yazarımız, bilimin silahıyla bilimi vurma işine soyunduğunu daha başlıkta ima ediyor Ancak kitapçığın nasıl bir mantık silsilesi içerisinde yazıldığı ne yazık ki anlaşılamıyor Yazarımız bir kartopu gibi giderek büyüyen mantık çelişkisini (belki de bilerek) sürdürmeye devam ediyor ve “can alıcı” saptamaları sona saklıyor Son bölümünde (okuyucuya dikkatle okuması uyarısını da eksik etmeyerek), aslında bizlerin bir varlık olarak var olmadığını, maddi dünyanın, beynimizdeki görüntülerden ibaret olduğunu söyleyerek şaheserler yaratıyor
Bilimle yakından ya da uzaktan ilgisi olan herkesin bildiği bir konu vardır: Bilimin en temel önkabulü evrenin, yani maddi dünyanın, canlıların (ve doğal olarak da insanın) var olduğudur Bunu kabul etmiyorsanız bilim yapmanız anlamsız ve imkansızdır O zaman Harun Yahya’ya şu soruyu sormak gerekiyor: Madde olmadığına göre, maddi dünya üzerine kurulu olan “bilim”in verilerine dayanarak evrim düşüncesi nasıl çürütülebilir? Bir yandan bilimin temel postülasını kabul etmeyip, diğer yandan da kabul edilmeyen bu verilere dayanarak evrim düşüncesini çürütmek herhalde yalnızca yaratılışçılara özgü bir mantık olsa gerek
Yazarımızın kendine özgü bir bilim anlayışının olduğunu görmek için uzun boylu kafa yormaya gerek yok Bunu en açık biçimde, evrim düşüncesinin bilimsel bir önerme olmadığını (s 1), buna karşılık “yaratılış” düşüncesinin “bilimsel” temellere dayandığını ileri sürmesinden çıkartabilirsiniz Bunu kitapçığın pek çok yerinde görmek mümkün Bu savlar insana ister istemez, “Ya bu konu üzerinde kafa yoran onca düşünür ve bilim insanı bilimsel önermenin ne olduğunu bilmiyor (anlaşılan bunu yalnızca yazarımız biliyor), ya da demek ki son zamanlarda bilimsel önermenin tanımı değişmiş de haberimiz yok” dedirtiyor

Lamarck ve Darwin’in evrim anlayışı
Evrim kuramını çürütmeye soyunan yazarımızın evrimi gerçekten anlayıp anlamadığı konusunda okuyucuda ciddi kuşkular uyanıyor Örneğin, türlerin değişmesi konusunda Lamarck ve Darwin aynı görüşleri mi savunmuşlardır? Yazarımıza göre evet?! Harun Yahya “Aslında, Darwin’in doğal seleksiyon önermesi kendisinden önce Lamarck’ın, ‘kazanılan özelliklerin nesilden nesile aktarılması’ şeklinde açıkladığı evrimci mantıkla aynıydı” diyerek (s 15) evrim anlayışındaki bilgi düzeyini de ortaya koyuyor
Bilim ya da evrim tarihiyle biraz olsun ilgilenenlerin çok iyi bildikleri gibi, Lamarck ve Darwin’in evrim anlayışları birbirlerinden dağlar kadar farklıdır Lamarck’ın evrim anlayışında bir türün diğerine kaynaklık etmesi sözkonusu değildir Buna karşılık Darwin’in düşüncesi canlıların ortak bir atadan çeşitlenerek oluştukları anlayışı üzerine kuruludur Yine aynı şekilde Lamarck’ın evrimi açıklama şekli olan transformizm (dönüşerek evrim) ile Darwin’in doğal ayıklanması arasında en küçük bir benzerlik yoktur Aslına bakılacak olursa, bu iki araştırıcının tek benzer noktaları “kalıtım” anlayışlarıdır Ancak yazarımız bunu vurgulamaktan özenle kaçınarak bu iki bilim insanının evrim anlayışlarının birbirlerinden farksız olduğunu söyleme yoluna gidiyor Bu, Harun Yahya’nın konuları bulanıklaştırma konusunda ne kadar üstün bir yeteneğe sahip olduğunu göstermektedir
Geçiş formları sorunu
Kitapçıkta üzerinde durulan ana konulardan birisi de “ara-geçiş formlar” sorunudur (Yazarımızın “ara” ve “geçiş” sözcüklerinin bir arada kullanılmasının bir hikmeti vardır herhalde ) Harun Yahya evrimin olmadığı konusundaki görüşlerini temellendirirken geçiş formlarının olmadığı savını ileri sürmekte ve bunu kitapçığın değişik bölümlerinde sık sık tekrarlamakta Evrime bir parça tarafsız bakan kişi, aslında tüm fosillerin az ya da çok geçiş özellikleri taşıdığını mutlaka görür Şimdi konuya biraz daha yakından bakalım
Kitapçıkta Australopithecus ve Homo habilis fosillerinin insan soyuna cinsine olmayıp, maymun oldukları savı dile getirilmektedir Harun Yahya’ya göre yalnızca Homo erectus ve sonrasına tarihlendirilen fosiller “insan”dır Önce Australopithecus’ları ele alalım Yazarımıza göre bu canlının insan sayılmaması için en önemli gerekçe dik yürüyememesi ve insandan çok maymunlara benzemesidir (s 41): “   uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından daha değişik olmadıklarını gösteren delillerdir ”
Yazarımızın Australopihecus’lar konusunda ne denli tutarsız görüşler ileri sürdüğünü anlamak için tek bir örnek bile yeterli olacaktır Aşağıda çizimi görülen leğen ve uyluk kemikleri –bu yapılar dik yürümenin en önemli göstergeleri arasında yer alırlar– soldan sağa doğru insan, Australopithecus (afarensis) ve kuyruksuz büyük maymuna (ape) aittir (2) Okuyucu, şekillere bakarak, ortadaki resmin bir insana mı yoksa bir kuyruksuz büyük maymuna mı yakın özellikler gösterdiğini rahatlıkla anlayacaktır Harun Yahya’ya göre ortadaki resim bir insana (ya da insan çizgisindeki bir canlıya) ait değil, bir maymuna aittir!
Çizim 1 İnsan, Australopithecus (afarensis) ve ape (kuyruksuz büyük maymun)’in leğen ve bacak kemiklerinin karşılaştırılması (Kaynak Lewin 1989)
Şimdi de Homo habilis'i ele alalım Literatürde Homo habilis (3) olarak bilinen, taş âletler yaptığı -ki bu yazar tarafından da kabul edilmekte- ortaya konan, ateşi kullandıklarına ilişkin izler barındıran, basit ve kaba barınaklar yaparak geçici de olsa "yerleşime" geçtiklerine dair arkeolojik kanıtlar bırakan bu canlılar her ne hikmetse "insan" olarak kabul edilmiyor Bakın kendisi bu konuda neler söylüyor (s 44):
Homo habilis, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak özellikler taşıyordu Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahipti El ve ayak parmakları tırmanmaya uyumluydu Çene yapıları tamamen günümüz maymunlarınınkine benziyordu 550 cc 'lik beyin hacimleri de bunların birer maymun olduklarının en iyi göstergesiydi Kısacası   Homo habilis, gerçekte tüm diğer Australopithecuslar gibi bir maymun türüydü
Aslında tüm bunları söyledikten sonra bir yaratılışçının Homo habilis'i niçin bir geçiş türü olarak kabul etmeyeceği/edemeyeceği çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır Niçin mi? Yukarıdaki özelliklerin hepsi, ama hepsi, bu canlının bir geçiş formu olduğunu açıkça ortaya koyuyor da onun için! Nitekim, yazarımız Homo habilis'in iskelet yapısı için kendi ağzıyla "maymunsu" diyor, "maymun" diyemiyor
Bu arada, Homo habilis'in el ve ayak parmaklarının, çene yapılarının ve beyin hacimlerinin, bu canlıların maymun olduklarının en iyi göstergeleri olduğu iddiasına ancak gülüp geçilebilir Bu özelliklerin bir maymuna değil insana ait olduğunu, Harun Yahya'nın mensubu olduğu ve yaratılışçılığın Türkiye şubesi olarak çalışan Bilim Araştırma Vakfı'nın başka bir yayınında görmekteyiz Bu, Gufran Koyuncu imzasıyla çıkan "Evrim" başlıklı kitaptır (4) Hani yukarıda sözü edilen renkli resimli, birinci hamur kağıda basılan "tefrikalardan" bir diğeri (5) Bu kitabın 182-193'üncü sayfaları Homo habilis'e ayrılmış Ama sıkı durun! Bu satırlarda habilis'lerin maymun olmadıkları, düpedüz insan oldukları savunuluyor! Hem de tamı tamına 12 sayfa boyunca, gerekçeleri uzun uzun anlatılarak  Bu satırlarda bakın yazarımız neler diyor: (yalnızca başlıklar bile yazarımızın düşüncesini ortaya koymaya yeter) "İnsanın en eski kalıntıları: Homo habiline" (s 182), "Modern kafatası biçimi" (s 183), "Beynin geniş kullanım kapasitesi" (s 184), "Alet yapmaya olanak veren el dizaynı" (s 185), "Modern ayak yapısı" (s 186), "Modern iki ayaklı yürüyüş biçimi" (s 187) Bu durumda şu soruyu sormak farz oluyor: 1992'den bu yana ne değişti de bir önceki yayınınızda "insan" olarak tanımladığınız bir canlı grubunu birden bire maymunluk mertebesine "indirdiniz"? Yoksa habilis'ler cennetteki yasak meyveyi mi yediler?
Yeniden konumuza dönelim: Homo habilis'in insan sayılmamasının altında yatan temel kaygı, tam bir "geçiş formu" olan bu canlının maymun olduğu imajının yaratılarak "Bakın işte, insan evriminde de geçiş formu yok" sözde iddialarını sürdürebilmektir Bu kaygı en açık biçimde "550 cc'lik beyin hacimleri bunların birer maymun olduklarının en iyi göstergesi[dir]" (s 44) ifadeleriyle vücut bulmaktadır Bir yandan habilis'lerin beyin hacimleri kuyruksuz büyük maymunlara yaklaştırılırken, diğer yandan da âlet yapan ve ateşi kullanan bir grubun maymun addedilmesi hangi mantıkla açıklanabilir?
Homo habilis'lerin diğer kuyruksuz büyük maymunlar (ape) ve Australopithecus'lardan daha büyük bir beyne sahip olduğu tüm araştırıcılar tarafından bilinen bir gerçektir Çünkü bu canlının beyin hacmi ortalaması, yazarın söylediği gibi 550 cc değil, 600 cc'nin üzerindedir (6) Örneğin Klein, habilis'lerde beyin hacminin dağılım aralığının 510-750 cc arasında değiştiğini, ortalamasının ise 630 cc olduğunu belirtmektedir (7) Aradaki fark önemsiz gibi görünebilir, ama insan evriminin ilk aşamalarında yaklaşık 80 cc'lik artış küçümsenemeyecek bir gelişmedir Daha da önemlisi, habilis'in beyin hacmi düşük gösterilerek, insanın atasal soylarında meydana gelen gelişme/değişmelerin manipülasyonla perdelenmesi amaçlanmaktadır Bu örnek, yazarın rakamlar üzerinde nasıl kaygısızca oynadığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır
Bu, yazarımızın rakamlar üzerinde oynamasının tek örneği değildir Bu tür örneklerle kitapçık boyunca karşılaşılabilir İşte bir diğeri: Harun Yahya "Atalarımızla aynı anda mı yaşıyoruz?" başlığı altında (s 49-50), atalarımıza ait özelliklerin günümüz insanında da bulunduğunu, dolayısıyla evrimin olmadığını açıklamaya çalışıyor Bu konuda örnek olarak Homo erectus'un pek çok özelliklerinin günümüzde Avustralya Yerlilerinde gözlenebileceğini veriyor Burada vurgulanması gereken ilk nokta yazarın düştüğü mantık yanlışlığıdır Canlılar tabiî ki kendilerinden önceki atalarının özelliklerinin önemli bir bölümünü taşırlar, bunları kendileri tümden var etmemişlerdir İnsanın da kendi evrim çizgisinde yer alan atalarının, bu arada Homo erectus atalarının bazı genlerini taşımasından doğal bir şey yoktur

İkinci nokta ise, yazarın bunu yaparken yine rakamlarla oynuyor olmasıdır Avustralya Yerlilerini "ilkel" özelliklere sahip olduğunu göstermek amacıyla onların beyin hacmi ortalamasını 900 cc olarak veriyor (s 49) Yeryüzünde, yazarımızın verdiği beyin hacmi ortalamasına sahip hiçbir insan topluluğu yaşamamaktadır Yaşayan insan toplulukları arasında beyin hacmi ortalaması açısından en düşük değere sahip olan grubun Avustralya Yerlileri olduğu bilinir; ancak ortalama değer, Yahya'nın belirttiği gibi 900 cc değil, 1256 cc'dir (8) Yani, yazarımızın verdiği rakamdan yaklaşık 350 cc daha yüksektir
Ya Neandertaller?
Yaratılışçıların akıl almaz çelişkileri ve çarpıtmaları bununla da bitmemektedir Örneğin haftalık haber yorum dergisi Aksiyon'un 147'inci sayısında yayımlanan E Şahin Çakır imzalı bir yazı, yüzyılımızın belki de en önemli antropolojik sorununu, insan olanla olmayanı ayırmanın formülünü önümüze koyuveriyor (9) Bu yazı, yüzyıllardır bilim çevrelerinin çözemediği soruyu bir anda çözüvermişti Çakır'a göre "insan olma" kriteri Kur'an'da yer almaktaydı ve çözümü gayet basitti: Eğer bir canlı ölülerini gömüyorsa insandı, gömmüyorsa insan değildi Bu özellik Neandertallerde görüldüğü için hiç kuşkusuz bu fosil grubu "insan" olarak değerlendirilmeliydi (10) Buna karşılık Homo erectus, Homo habilis, Australopithecus'lar bu payeye "erişemeyecekler"di Ancak geriye yanıtlanması gereken acayip bir soru kalıyordu: Günümüzde ölülerini gömmeyen bazı insan gruplarının olduğu bilindiğine göre bunlar insan değil miydi?
Görüldüğü gibi, tek bir kaynaktan yola çıktıkları bilinen yaratılışçılar kimin "insan" olduğu konusunda uzlaşmaya varmaktan çok uzaktırlar Yaratılışçılardan biri Homo erectus'a "insan" derken, diğeri "Hayır, insan değil" diyor Peki kimin söylediği doğru? Daha kimin insan olduğunu çözümleyememiş bir (dinî) düşüncenin savunucularının evrim görüşünü "bilimsel olarak çürütme"ye kalkışmaları ne ölçüde ciddidir?
İnsanın yakın akrabaları kimler?
Yaratılışçılara göre canlı türleri arasında kesinlikle akrabalık söz konusu değildir Bu düşüncenin doğal bir uzantısı olarak, insanın kuyruksuz büyük maymunlarla akraba olduğu telâffuz bile edilemez O halde, insanla kuyruksuz büyük maymunlar aynı kökten gelmiyorlarsa acaba moleküler yapılarındaki benzerlikler bir tesadüf müdür? Ve niçin genetik açıdan insana en yakın canlılar kuyruksuz büyük maymunlardır da başka türler değildir? Niçin evrimsel modelde önerildiği gibi, akrabalık yönünden birbirlerine yakın türlerin moleküler yapılarındaki benzerlikler daha fazla, uzak olan türlerinki ise azdır? Canlılar birbirlerinden ayrı yaratılmışlarsa niçin bazı canlılar birbirlerine diğerlerinden daha fazla benzemektedirler?
İnsanın en yakın biyolojik akrabalarının kuyruksuz büyük maymunlar olduğu ve bu canlılarla insanın ortak bir ataya sahip olduğu son yıllardaki genetik ve fosil bulgularla sürekli desteklenirken, bunun aksini savunmak olsa olsa anakronizmdir Tüm bu antropolojik ve biyolojik bulguları görmezden gelen yazarımız "Aradaki yüzeysel benzerlik dışında maymunun insana diğer hayvanlardan daha fazla bir yakınlığı söz konusu değildir" (s 104) diyerek harikalar yaratmaya devam ediyor
Harun Yahya'nın zannettiğinin aksine, insanın kuyruksuz büyük maymunlarla yakın akraba olduğu inkar edilemez duruma gelmiştir Yapısal ve işlevsel binlerce kanıtın yanı sıra son dönemlerde gerçekleştirilen moleküler genetik çalışmalar bu yakınlığı daha da pekiştirmiştir Bu çalışmaların bulgularına göre insanla kuyruksuz büyük maymunlar arasındaki moleküler benzerlik yüzde 98'den daha fazladır Bunun yanı sıra, antropolojik kazılarda ele geçen bulgular da bu görüşü desteklemeye devam etmektedir Örneğin 1994 yılında ele geçen Ardipithecus ramidus fosilleri gerek vücut oranlarıyla gerek diş yapısıyla insan-kuyruksuz büyük maymun ayrımına yakın bir canlının özelliklerini göstermektedir (11) İşte size, yaratılışçıların "yok" dedikleri sayısız geçiş formlarından biri daha
Ardipithecdayanmaktadır
us'un geçiş formu olduğunu yaratılışçılara kabul ettirmek imkansızdır Peki bu durumda ne olacaktır? Olacakları şimdiden söyleyebiliriz: Onlar bilim sofrasının kenarında bekleyecek ve doğacak ilk fırsatta ramidus'u "maymun yapma fırsatını" (!) kaçırmayacaklardır Bilim çevreleri, bu canlının insan evrimindeki yeri ve önemini tartışmaya koyulacaklar; resmin genelini gerçeğe en yakın biçimde oluşturma çabası içerisine girecekler; bu arada uzmanlar konunun eksik ya da açıklanamayan yönlerini dile getirecek ve zaman zaman da birbirlerinin zayıf ve hatalı yönlerini öne çıkararak eleştireceklerdir İşte yaratılışçılar tam bu aşamada hücum edip yapbozun genelini değil de bir parçasını alıp ondan yararlanmaya çalışacaklardır Çünkü resmin (ya da yapbozun) geneli onlara uygun değildir Zaten yaratılışçıların bilim üretme mekanizmaları işte bu "kırıntılara"
|