Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
hakkında, namazın, şartı

Namazın Sekiz Şartı Hakkında

Eski 07-28-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Namazın Sekiz Şartı Hakkında






Namazın sekiz şartı hakkında
NAMAZIN SEKİZ ŞARTI

ـ3ـ وعن معاوية بن الحكم السلمى رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: ]بَيْنَا أنَا أُصَلِّى مَعَ رَسولِ اللَّهِ # إذْ عَطَسَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ فَقُلْتُ: يَرْحَمُكَ اللَّهُ فَرَمانِى الْقَوْمُ بِأبْصَارِهِمْ فَقُلْتُ: وَاثُكْلُ أُمَّيَاهُ، مَا شَأنُكُمْ تَنْظُرُونَ إلىَّ، فَجَعَلُوا يَضْرِبُونَ بِأيْدِيهِمْ عَلى أفْخَاذِهِمْ يُصَمِّتُونَنِى، فَلَمَّا قَضىَ # الصََّةَ، بِأبِى هُوَ وَأُمِّى مَا رَأيْتُ مُعَلِّماً قَبْلَهُ، وََ بَعْدَهُ أحْسَنَ تَعْلِيماً مِنْهُ، فَوَاللَّهِ مَا كَهَرَنِى، وََ ضَرَبَنِى، وََ شَتَمَنِى، وَلكِنْ قالَ: إنَّ هذِهِ الصََّةَ َ يَصْلُحُ فِيهَا شَىْءٌ مِنْ كََمِ النَّاسِ، إنَّمَا هِىَ التَّسْبِيحُ وَالتَّكْبِيرُ، وَقِرَاءَةُ الْقُرآنِ، فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ: إنِّى حَدِيثُ عَهْدٍ بِجَاهِلِيَّةٍ، وَقَدْ جَاءَنَا اللَّهُ تَعالى بِا“سَْمِ، وَإنَّ مِنَّا رِجَاً يَأتُونَ الْكُهَّانَ؟ قالَ: فََ تَأتِهِمْ قُلْتُ: وَمِنَّا رِجَالٌ يَتَطَيَّرُونَ؟ قالَ: ذَاكَ شَىْءٌ يَجِدُونَهُ في صُدُورِهِمْ فََ يَصُدُّهُمْ قُلْتُ: وَمِنَّا رِجَالٌ يَخُطُّونَ؟ قَالَ: كانَ نَبىٌّ مِنَ ا‘نْبِيَاءِ يَخُطُّ، فَمَنْ وَافقَ خَطَّهُ فَذَاكَ قُلْتُ: وَإنَّهُ كَانَ لِى جَارِيَةٌ تَرْعَى غَنَماً قِبَلَ أُحُدٍ وَالجَوانِيَّةِ، فَاطَّلَعْتُ ذَاتَ يَوْمٍ فَإذَا الذِّئْبُ قَدْ ذَهَبَ بِشَاةٍ مِنْ غَنَمِهَا، وَأنَا رَجُلٌ مِنْ بَنِى آدَمَ آسَفُ كَمَا يَأسَفُونَ، فَصَكَكْتُهَا صَكَّةً قالَ: فَعَظَّمَ رَسُولُ اللَّهِ # ذَلِكَ عَلى، فَقلْتُ: أفََ أعْتِقُهَا؟ قَالَ: ائْتِنِى بِهَا، فَأتَيْتُهُ بِهَا، فقَالَ لَهَا: أيْنَ اللَّهُ؟ قَالَتْ: في السَّمَاءِ قالَ: مَنْ أنَا؟ قالَتْ: أنْتَ رَسُولُ اللَّهِ قالَ: أعْتِقْهَا فإنَّهَا مُؤمِنَةٌ[ أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى»الكَهْرُ«: الزبر والنهر»وَالتَّطَيُّرُ«: التشَاؤُم بالشئ»وَالخَط«: هو الذى يفعله المنجم في الرمل بأصابعه ويحكم عليه ويخرج به الضمير وَا‘سَفُ«: الغضب»وَالصَّكُّ«: الضرب واللطم


3 (2710)- Mu'âviye İbnu'l-Hakem es-Sülemî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kılıyordum Derken cemaatten bir şahıs hapşırdı Ben:
"Yerhamükallah" dedim Cemaattakiler bana bed bed baktılar Bunun üzerine (kızıp):
"Vay başıma gelen, niye bana böyle bakıyorsunuz?" dedim Bu sefer ellerini dizlerine vurarak beni susturmak istediler Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı bitirince (bana iyi davrandı), annem babam O'na fedâ olsun, ben O'ndan, ne önce ne de sonra, ondan daha iyi öğreten bir muallim görmedim Allah'a yemin olsun O beni ne azarladı, ne dövdü, ne de betimi yıktı; sadece:
"Namazda insan kelamından (dünyevî) bir söz münasib değildir, ona uygun olan söz, tesbîh, tekbîr ve Kur'an kırâatıdır!" dedi ben:
"Ey Allah'ın Resûlü, dedim, ben cahiliyeden daha yeni çıkmış birisiyim Allah bize İslam'ı lutfetti ama bizde öyleleri var ki, hâlâ kâhinlere geliyorlar, (bu hususta ne tavsiye edersiniz?)"dedim
"Sen onlara gitme!" buyurdu Ben tekrar:
"Bizde (kuşun uçuşuna vs'ye bakarak) uğursuzluk çıkaranlar da var?" dedim Cevaben:
"Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut olan bir (kuruntu)dur Sakın onları (gayelerine gitmekten) alıkoymasın!" dedi Ben:
"Bizde, kuma hatlar çizerek fala bakanlar da var?" dedim Şu açıklamayı yaptı:
"Peygamberlerden biri de (kuma) çizgi çizerdi Kim çizgisini onun çizgisine uygun düşürürse isabet eder!" buyurdu Ben:
"Benim bir câriyem vardı Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyun otlatırdı Bir gün öğrendim ki(1) bir kurt peyda olmuş ve sürüden bir koyun götürmüş Ben bir insanoğluyum, herkes gibi bende öfkelenirim (Bu hadise yüzünden kızıp) câriyeye bir tokat aşkettim (Râvi der ki: Bu sözümü işitince) Resûlullah tokadımı fazla buldu, (yakıştıramadı)
"O halde onu âzad etmiyeyim mi?" dedim
"Bana bir getir hele!" dedi Ben de câriyeyi ona getirdim Ona:
"Allah nerde?" diye sordu Câriye:
______________
(1) veya "bir gün yanına gittim"
"Semâda!" diye cevap verdi Bu sefer:
"Ben kimim?"diye sordu O da:
"Sen Resûlullah'sın" diye cevap verdi Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Onu âzad et, çünkü mü'mine'dir"buyurdu" [Müslim, Mesâcid 33, (537); Ebû Dâvud, Salât 171, (930, 931); Nesâî, Sehv 20, (3, 14-18)]
AÇIKLAMA:

1- Bu hadis de bidâyette namazda konuşulduğunu aksettirmektedir Râvi Hz Muâviye, konuşma yasağının geldiğinden habersiz olduğu için hapşırana yerhamukallah demiştir Cemaat, bu davranışın uygunsuzluğunu bakışlarıyla ihsâs etmiş, bu durumdan rahatsız olan Muâviye (radıyallâhu anh) birden kızıp bazı gereksiz sözler sarfetmiştir Cemaat bu sefer ellerini dizlerine vurarak aksülamel gösterip susmasını işâret etmişlerdir
Hemen kaydedelim ki, namaz esnasında meşrû olan bir îkâz "sübhânallah!" denilerek yapılmalıdır, elleri vurarak değil Âlimler buradaki el vurma hadisesini, bu vak'ânın, mezkur edebin teşriînden önceye ait olmasıyla izah ederler Zîra Resûlullah namazda ikaz edebini: "Erkekler sübhânallah! diyerek, kadınlar da el çırparak yapmalıdır!" diyerek teşrî buyurmuştur
2- Hadiseyi rivâyet eden sahâbîye, en ziyade te'sir eden ve kalbini fetheden husus, namazdan sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın onu ikaz tarzı olmuştur O belki de, hatası sebebiyle en azından bir azarlama ile karşılama endişesi içinde idi Fahr-i Kainat'ın tatlı ve müşfik ikazı bedeviyi mest etmiş olmalı ki: "Ondan ne önce, nede sonra onun kadar iyi öğreten bir muallim görmedim" demiştir
Resûlullah'ın bu davranışı Mu'âviye İbnu'l-Hakem (radıyallâhu anh)'e bazı husûsî meraklarını sorma cesareti veriyor Uğursuzluk (tetayyur), kâhine başvurma ve kum üzerine çizgi çekerek fala bakma (remil atma da denir) ile ilgili sorularını sorar ve cevaplar alır:
* Resûlullah kâhin'e gitmeyi yasaklamıştır Kâhin, gizli şeyleri bildiğini iddia eden kimsedir Tîbî der ki: "Kâhin'le arrâf arasında fark vardır Kâhin, gelecekte olacak şeyler hakkında bilgi iddiasında bulunur Arrâf ise, çalınan şeyler ve yitiklerin yeri vs hakkında bilgi iddiasında bulunur" Âlimler: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kâhine gitmeyi yasaklamıştır, çünkü onlar gâibden haber verirler Bazen söyledikleri tesâdüfen gerçek çıkar, bunlar sebebiyle insanların fitneye düşmesinden ve (gaybı kimsenin bilemeyeceğine dair şer'î hüküm gibi) bir kısım dînî meselelerde îtikadlarının bozulacağından korkulur" demişlerdir Dinimiz, kâhine gitmeyi, kâhinin sözüne inanmayı kesinlikle yasaklamıştır Ayrıca kâhine verilecek ücreti de haram kılmıştır Bu hususta müslüman ulemasının icmaı vardır Mevzu üzerine vârid olan sahih hadislerden bir kaçını kaydediyoruz: مَنْ اَتىَ عَرّافاً فَسَاَلَهُ عَنْ شَىْءٍ لَمْ تُقْبَلْ لَهُ صََةٌ اَرْبَعِينَ لَيْلَةً

"Kim bir arrâfa bir şey sorarsa namazı kırk gün kabul edilmez"
مَنْ اَتَى عَرّافاً اَوْ كَاهِناً فَصَدّقَهُ بِمَا يَقُولُ فَقَدْ كَفَرَ بِمَا اُنْزِلَ عَلى مُحَمّدٍ
"Kim bir arrâf'a ve bir kâhine gider ve onun söylediğini tasdik ederse Muhammed'e ineni inkâr etmiş olur"

* Sadedinde olduğumuz hadis uğursuzluk addetmeyi de yasaklar Hadiste tetayyur diye ifade edilir Tetayyur, kuş ma'nâsına gelen tuyûr kelimesinden gelir Eski Araplar kuşun hareketinden şu veya bu cihete uçmasından bir kısım ma'nâlar çıkarırlardı Gerek hayır (tefâül=uğur) ve gerek şer ma'nâsı (teşâüm=uğursuzluk) çıkarılmış olsun hepsine tetayyur veya tıyara(2) dendiğini İbnu'l-Esîr, en-Nihâye'de belirtir Araplar, cahiliye döneminde kuş ve ceylan gibi av hayvanlarından ma'nâ çıkarırlardı Bunlardan bevârih (kişinin sağ tarafından sol tarafına geçenler) onların uğursuzluk getireceğine, sevânih olanların (yani sol taraftan sağ tarafa doğru geçenlerin) uğur getireceğine inanırlardı Böylece bevârihle karşılaşan gitmek (veya yapmak üzere) çıktığı işinden vazgeçer, hedefine gitmezdi Şeriatımız bunu kesinlikle yasaklamıştır Sadedinde olduğumuz hadiste geçen Resûlullah'ın "Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut bir (kuruntu)dur, sakın onları (gayelerine gitmekten) alıkoymasın" sözü, açıkladığımız bu vak'âya parmak basar
Yeri gelişken hemen belirtelim ki Fahr-i Kâinât Efendimiz, vahy-i ilâhiye mazhariyetin pek bâriz bir delili olarak, bu cümlede, bütün insanlığa şâmil belki de fıtrî diyebileceğimiz beşerî bir zaafı dile getirmektedir: Uğursuzluk duygusu hârici bir hakikata dayanmaktan ziyade kalplerde bulunan bir vehimdir, kişi imanının müdahalesi ile iradî olarak onunla mücadele etmezse, insanda galebe çalabilecek, hükmünü icrâ edebilecektir Bir başka hadis bu duygunun, insanlığın tamamına şâmil bir zaaf olduğunu daha açık bir üslubla belirtir:
ثََثٌ َ يَسْلَمُ اَحَدٌ مِنْهُنَّ الطِّيَرَةُ وَالْحَسَدُ وَالظَّنُّ قِيلَ فَمَا نَصْنُعُ قَالَ: اِذَا تَطَيَّرْتَ فَامْضِ وَاِذَا حَسَدْتَ فََ تَبْغِ وَاِذَا ظَنَنْتَ فََ تُحَقِّقْ

"Üç şey vardır, hiç kimse onlardan kurtulamaz:
"Uğursuzluk, hased, zan Denildi ki: "Pekiyi ne yapalım?" Dedi ki: "Uğursuzluk içinden geçince (aldırma, planladığın, kararlaştırdığın işini) icra et Hased edince (bu duygunun peşine düşüp gereğini) yapma Zanna düşünce de tahkîk etme ve kalkma (peşine düşme)"

Kehânetle meşguliyet gibi, uğursuzluk inancının da, medenî seviyesi ne olursa olsun bütün insan cemiyetlerinde, her sınıf halkta rastlanan cihanşümûl hurâfelerden olduğu bilinen bir hususdur Münâvi, buna bütün semâvî kitaplarda yer verilip yasaklandığını kaydeder Hiçbir etnolojik çalışmaya dayanmayan Resûlullah'ın o devirde bunun cihanşümullüğünü belirtmesi, O'nun mûcizelerinden bir mûcizedir
______________
(2) Münâvi, tıyara ile tetayyur arasında fark olduğunu kaydeder: Tetayyur, kalpde hissedilen kötülük (uğursuzluk hissidir); tıyara ise, onun mucibiyle ameldir
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hâricî bir hakikata dayanmaksızın, insanların kalbinde bir vehim olarak bulunan bu duygunun ne bir hayrın celbine, ne de bir şerrin def'ine hiçbir tesiri bulunmadığını açık olarak ifade etmiş ve kalbe gelen bu vehmi hakikat rengiyle boyayarak, inanıp sonrada mucibiyle amelden kesinlikle menetmiştir Şu hadis, tetayyuru şirk îlân etmektedir:
الطِّيَرةُ شِرْكٌ وَمَا مِنَّا اَِّ وَلكِنَّ اللَّهَ يُذْهِبُهُ بِالتَّوَكَّلِ "Tıyara şirk'tir Ancak bizden kimse yoktur ki (ona uğursuzluk duygusu ârız olup, kalbine bazı şeylerden nefret hâkim olmasın) Ancak Cenâb-ı Hakk bu duyguyu tevekkülle giderir"
Dikkat edersek, hadiste اَِّ diye istisnâ edatı konmuş, istisnâ edilen şeyi muhatabın zihnine bırakmıştır Âlimler bunu اَِّ وَقَدْ يَعْتَرِيهِ التَطَيُّرُ وَتَسْبَقُ الى قَلْبِهِ التَّطَيَّرُ diye tamamlamışlardır Biz âlimlerin bu tamamlayıcı ilavelerini tercümede parantez içerisinde gösterdik Şunu da belirtelimki Tirmizî' nin kaydına göre Süleymân İbnu Harb hadisin اَِّ dan sonra gelen kısmının İbnu Mes'ud'a ait bir derc olduğunu söylemiştir Ancak, İbnu'l-Kattân bu iddiayı "Derc iddiası bir delil ile kabul edilir" diyerek reddetmiştir
Uğursuzluk inancıyla amel etmenin (tıyare), bu hadiste şirk ilan edilmesinin izahı açıktır: Her çeşit hayr ve şerrin Allah'ın meşiet ve yaratmasıyla olduğuna inanmak, İslâm akîdesinin temel prensiplerinden biri olan tevhidin gereği olduğu halde, tetayyur inancıyla kişi, bunu, önüne çıkacak bir hayvana veya uçan kuşa vs'ye izafe etmiş olmakta, Allah'ı aradan çıkarmaktadır Elbette bu, şirktir
Hadisin sonunda çare de gösterilmektedir: Bu nevî fıtrî olan bu duygu kimin içinden geçecek olursa, herşeyin Allah'ın takdîr ve yaratmasıyla olduğunu düşünüp, O'nun takdirine tevekkül ederek işine devam edecektir, içine şeytanın attığı bu uğursuzluk düşüncesiyle yolundan, kararından geri dönmeyecektir Bir başka ifade ile, içinden ihtiyarsız olarak geçen bu düşünceyi ameline aksettirmeyecek Bu takdirde o düşünce ona zarar vermez, Allah'ın mağfiretine mazhar olur

Nevevî der ki: "Âlimler demiştir ki: "Tıyare, (ihtiyarınız dışında) kalbinizde zorunlu olarak hissettiğiniz bir duygudur Bu duygu sebebiyle kusur işlemiş sayılmaz, ayıplanmazsınız Zîra bu, irade ile kazanılan bir hal değildir Buna ilâhî teklif (sorumluluk) da terettüp etmez Yeter ki, onun sebebiyle, kendinizi yapacağınız işlerden, tasarruflardan alıkoymayın Bu inanç amelinize tesir ederse, bu sizin iktibasınız olur ve buna sorumluluk terettüp eder İşte Resûlullah'ın yasaklaması buraya yani uğursuzluk duygusunun gereği ile amel etmeye, onun sebebiyle yapılacak işlerden vazgeçmeye girer"
Şu halde hadisteki nehiy, zâhiren,kalbe gelen vehme karşı gibi olsa da aslında, vehme değil, vehim mûcibince amele taalluk etmektedir
* Çizgi ile fal'a gelince, İbnu'l-Arâbî'nin açıklamasına göre, kişi arrâf'a gelir Arrâf'ın önünde bir oğlan vardır Arrâf, kişinin müracaatı üzerine, oğlan çocuğuna bazı tılsımlı sözlerle emrederek kum üzerine çok sayıda çizgiler çizmesini söyler Sonra da bu çizgilerin ikişer ikişer silinmesini emreder Eğer en sona kalan çizgi çiftse kurtuluş ve başarıya delildir Tek çizgi kalmış ise bu da kayba ve ye'se delildir
Geçmiş peygamberlerden birinin bu sûretle fala bakması, onun bu çizgileri vasıta yaparak, ferasetiyle, merak edilen hususu bilmesini ifade eder Bu peygamberin İdris veya Danyal (aleyhimasselâm) olduğu söylenmiştir
Hadiste: "Kim çizgisini o peygamberin çizgisine muvafık düşürürse, bu takdirde isabet eder, yani tıpkı o peygamber gibi o da ferasetiyle hâli bilir" denmek istenmiştir
Hadisten, remil falına fetva var gibi bir yanılgıya düşmek mümkündür, sathî bir bakış, hadisin zâhirinden böyle bir ma'nâya ulaşabilir Ancak im'ân-ı nazar dediğimiz dikkatli bakış, remil falınında yasak olduğunu gösterir Şöyle ki: "Hadiste cevaz, muhal olan bir şeye bağlanmaktadır Yani: "Kim çizgisini o peygamberin çizgisine uygun kılabilirse" sözünde ortaya konan şart, muhaldir Çünkü hiç kimse, çizgisinin -hadiste isabetlilik için şart kılınmış olan- o uygunluğa sahip olduğunu bilemez Bu şartla isabetlilik şansı olduğuna ve o şart da meçhul olduğuna göre, onunla iştigal yasaktır Kadı İyâz'ın belirttiği üzere, bütün ulema bu hususta ittifak eder Nevevî, bahsi şöyle özetler: Âlimler bu ibarenin ma'nâsında ihtilaf eder Sahîh olan şudur: Hadisin ma'nâsı: "Kim çizgisini uygun düşürürse bu ona mübahtır, ancak, uygun düştüğünü bilme imkanımız yoktur, öyleyse mübah değildir Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "kim çizgisini ona uygun düşürürse mübahtır" demiş fakat: "Uygun düşüremezse haramdır" dememiştir Tâ ki biri çıkıp da bu yasağın, çizgiye yer veren o peygambere de şâmil olduğu vehmine düşmesin Böylece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), remil falıyla meşgul olmayı bize yasaklarken, o peygamberin hürmetini korumuş oldu Şu halde, hadis, remil falının o peygamber hakkında yasak olmadığını ifade eder ve: "Ona uygunluğu bilebilirseniz size de mübahtır, ancak siz onu bilemezsiniz" demek ister
Âlimler, remil falı'nın mezkûr peygambere mübah kılınmış olsa bile, bizim şeriatımızda neshedilerek yasaklandığını da ifade ederler
* Hadisin câriye ile alakalı kısmına gelince câriyeyi, müslüman olmasını şart kılan bazı kefâret borçlarına mukâbil âzad etmesi gerekmektedir Bu sebeple câriyenin müslüman olup olmadığının tesbiti gerekmektedir Bu maksadla Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, câriyenin müslüman olup olmadığını kabaca öğrenmek için bazı sualler sorduğunu görmekteyiz Sorulan suallere alınan cevapların sonunda câriyenin mü'mine olduğuna hükmediliyor Bir kimsenin îmanına hükmetmede ölçü olması sebebiyle bu sorular ve bilhassa alınan cevaplar son derece ehemmiyetlidir Bu meselede Resûlullah'ın teferruâta hiç inmeyip, çok kaba hatlar üzerinde durduğunu görmekteyiz Hattâbî, Mâlik de şu açıklamayı yapar: "Resûlullah'ın: "Onu âzad et, çünkü o mü'minedir" sözü şayân-ı dikkattir, zira Efendimize câriye'den, onun imanına delâlet zımnında, suallerine aldığı cevaplardan maâda hiçbir şey zâhir olmamıştır Resûlullah : "Allah nerede?" demiş; o: "Gökte!" diye cevap vermiştir, keza: "Ben kimim?" diye sormuş, "Resûlullah'sın!" diye cevaplamıştır Bu sualler imanın emarelerine ve mü'minin şiârına mütealliktir, imanın aslına ve hakikatına müteveccih değildir Sözgelimi bize bir kâfir gelip küfürden İslâm'a geçmek istese, bu esnada O, imanı, bu câriyenin söyledikleri miktarınca vasfeylese, bu kadarıyla müslüman olamaz Müslüman olması için Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadette bulunması ve daha önce yaşamakta olduğu dininden de teberrî etmesi gerekir Bu hal şuna benzer: Bir evde bir kadınla bir erkek beraber görülür Erkeğe: "Bu kadın da kim?" denince: "Karımdır" der, kadın da onu te'yid ederse, bize de onları tasdik etmek düşer Artık durumlarını karıştırmaz, nikah için gerekli olan şartları araştırmayız Ancak bu ikisi bize yabancı iki kişi olarak gelip, aralarında nikâhlanmak isteseler o vakit biz onlardan, evlenme akdi için gerekli olan ve velilerinin getirilmesi şahidlerin hazırlanması, mehrin beyânı gibi şartları talep ederiz İşte kâfir de böyledir, kendisine İslâm arz edilince "ben müslümanım"demesi ile iktifa edilmez, imanı kemâliyle ve şartlarıyla tavsif etmesi istenir Öyleyse îman ve küfür yönüyle halini bilmediğimiz birisi bize gelerek: "Ben müslümanım" diyecek olsa onu, dediği şekilde kabul ediniz Keza üzerinde kılık kıyâfet, görünüş vesairesiyle müslümanların emaresini gördüğümüz birisi için de müslüman olduğuna hükmeder, bize aksi zâhir oluncaya kadar öyle bilmeye devam ederiz
Bu hadisle ilgili olarak Nevevî de şu durumu dermeyan eder: "Bu, sıfat hadislerindendir Bu hadisler hakkında iki görüş vardır:
1- Ma'nâsına hiç girmeden -Allah'ın hiçbir benzeri olmadığına, O'nun mahlukâta ait vasıflardan münezzeh olduğuna itikad ile birlikte- îman etmek
2- Hadîse, olduğu gibi değil, (iman esaslarına) uygun şekilde te'vil ederek iman etmek Kim bu şekilde söylerse sadedinde olduğumuz hadis hakkında şunu demiş olur: "Bundan murad câriyeyi imtihandır Bu câriye tevhid akidesinde midir, yaratıcı, tedbir edici, faal olan tek bir Allah'a olan itikadı ikrâr ediyor mu? Bu ilah, duâ eden kimsenin, semâya yöneldiği zaman müracaat ettiği ilah mıdır; Bu yöneliş, O'nun için namaz kılan kimsenin de Ka'beye yönelmesi mahiyetinde midir? Aslında bu yöneliş, O'nun münhasıran semâda olmasından ileri gelmez, aynen Ka'be cihetine yönelmesi de münhasıran o cihette bulunmasından ileri gelmediği gibi Böyle yapılması, semanın duâ edenlerin kıblesi olmasındandır, tıpkı Kabe'nin de musallilerin kıblesi olması gibi"
Kadı İyâz da şunları söylemiştir: "Fakih, muhaddis, mütekellim, mütefekkir, mukallid, hangi ihtisasa mensup olursa olsun bütün müslümanlar şunu söylemekte müttefiktirler: أأمِِنْتُمْ مَنْ في السّمَاءِ "Semâda olandan eminmisiniz?" (Mülk 16) âyetinde olduğu üzere Allah'ın semada olduğunu zikretme sadedinde vârid olan bütün nasslar zâhir ma'nâsı üzere değildirler, bunları, hepsi te'vil ederek anlamıştır Sözgelimi muhaddislerden, fakihlerden, mütekellimlerden her kim, tahdîd ve keyfiyet beyan etmeksizin üst (fevk) cihetinden varlığından söz etmişse "semânın içinde )في السّمآءِ( ibâresini, semanın üstünde )على السّمآءِ( şeklinde te'vil etmiştir
Kim de Allah hakkında hadd'i nefyedip, cihetin müstahîlliğine (akla aykırılığına) hükmetmişse onu (cihet'i) muktezâsına göre farklı te'villere tâbi tutmuştur" Sindî'nin kaydettiği te'vil şöyle: "Allah nerede?"nin ma'nâsı hakkında âlimler şöyle demiştir: "Allah'a yönelenler hangi cihete yönelirler?" Semâ'da sözü de şu ma'nâyı ifade eder: "(Allah'a yönelenler) semâ cihetine yönelirler" Bu sorudan maksad câriye'nin Allah'ın varlığını itiraf etmesidir, Allah hakkında cihet'in varlığını isbat etmek değildir"
ـ4ـ وعن أبى الدرداء رَضِيَ اللَّهُ عَنْه قال: ]قامَ رسولُ اللَّهِ # يُصَلِّى فَسَمِعْنَاهُ يَقُولُ: أعُوذُ بِاللَّهِ مِنْكَ، ثُمَّ قَالَ: ألْعَنُكَ بِلَعْنَةِ اللَّهِ ثََثاً، وبَسَطَ يَدَهُ كَأنَّهُ يَتَنَاوَلُ شَيْئاً، فَلَمَّا فَرَغَ مِنَ الصََّةِ قُلْنَا يَا رَسولَ اللَّهِ: سَمِعْنَاكَ تَقُولُ شَيْئاً لَمْ نَسْمَعْكَ تَقُولُهُ قَبْلَ ذَلِكَ: وَرَأيْنَاكَ بَسَطْتَ يَدَكَ؟ قَالَ: إنَّ عَدُوَّ اللَّهِ إبْلِيسَ جَاءَ بِشِهَابٍ مِنْ نَارٍ لِيَجْعَلَهُ في وَجْهِى، فَقُلْتُ: أعُوذُ بِاللَّهِ مِنْكَ ثََثَ مَرَّاتٍ، ثُمَّ قُلْتُ: ألْعَنُكَ بِلَعنَةِ اللَّهِ التَّامَّةِ، فَلَمْ يَسْتَأخِرْ ثََثَ مَرَّاتٍ، فَأرَدْتُ أنْ أخُذَهُ، فَوَاللَّهِ لَوَْ دَعْوَة أخى سُلَيْمَانَ ‘صْبَحَ مُوثَقاً يَلْعَبُ بِهِ وِلْدَانُ أهْلِ المَدِينَةِ[ أخرجه مسلم والنسائى أرادَ بِدَعْوَةِ سُلَيْمَانَ قَوْلهُ، رَبِّ هَبْ لِى مُلْكاً اŒية، وَمِنْ جُمْلَةِ مُلْكِهِ تَسْخِيرُ الجِنِّ لَهُ وَانْقِيَادِهِمْ«
4 (2711)- Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza kalktıŞunu okuduğunu işittik: "Senden Allah'a sığınırım" Sonra da üç kere: "Seni Allah'ın lânetiyle lânetliyorum" dedi ve sanki birşey yakalıyormuşcasına elini uzattı Namazı bitirince:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedik, senden bugün daha önce hiç söylemediğin bir şey işittik Ayrıca ellerini de açtığını gördük? Şu cevabı verdi:
"Allah'ın düşmanı olan iblis, yüzüme koymak için ateşten bir alev getirdi Bende ona, üç kere: "Eûzu billâhi"dedim Sonra da: "Seni Allah'ın eksiksiz lânetiyle lânetliyorum"dedim, geri çekilmedi, üç kere tekrarladım Sonunda onu yakalamak istedim Vallâhi kardeşim Süleymân'ın duası olmasa idi, bağlı olarak sabaha erecek ve Medine'nin çocukları onunla oynayacaklardı" [Müslim, Mesâcid 40, (542); Nesâî, Sehv 19, (3, 13)]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste, Hz Süleymân (aleyhisselâm)'ın bir duasına atıf yapılmaktadır Bu duâ Sâd sûresinin 35 âyetidir (meâlen): "Süleymân: "Rabbim beni bağışla, bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümrânlık ver dedi" Âyette geçen hükümranlık'ta cinlerin teshir ve inkıyadları (boyun eğmeleri) de mevcuttur
* (Hadiste Resûlullah'ın elini uzatmış olmasından hareketle) "namazda az amel namazı bozmaz" hükmü çıkarılmıştır
* Cinler mevcuttur ve bazı insanlar onları görebilir Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk'ın: "Ey Âdemoğulları O da (şeytan) ve kabîlesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini göremeyeceğiniz yerlerden muhakkak görürler" (A'râf 27) buyurması gâlip durumu ifade eder Zira, onların görülmesi muhal olsa idi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun görülmesi üzerine söylediklerini söylemezdi Hadiste, gündüz onu herkesin görmesi, Medîneli çocukların onunla oynaması için, şeytanı bağlamak istediğini söylemiştir Ancak Kadı İyâz şöyle söyleyenler de olduğunu kaydeder: "Âyet-i kerîmenin zâhirine göre, cin ve şeytanları, onların hilkatleri üzere ve aslî sûretleri ile görmek sadece Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hârikulâde mûcizelere mazhar olan kimselere mümkündür, onun dışındakilere mümkün değildir, insanlar onları rivâyetlerde de geldiği üzere aslî sûretlerinden başka bir sûrette görebilirler" Nevevî bu söze şöyle cevap verir: "Bunlar delili olmayan mücerred iddialardır, sahîh bir dayanağı da yoksa merduddur"
Şunu da kaydedelim ki, İslâm âlimleri cinlerin muhtelif şekillere girebileceğini; insan, yılan, kuş, akrep, deve, sığır, at vs sûretlerini alabileceğini kabul ederler Hadislerde bunu te'yid eden örnekler gelmiştir
* Cinlerin mahiyeti hakkında İmam Ebû Abdillah el-Mâzirî der ki: "Cin, ruhânî, latif cisimlerdir, bağlanabilecek bir sûrette olup, bağlandıktan sonra eski hâline dönemeyecekleri, öyle ki, onlarla oynamak imkanının hâsıl olacağı bir kıvamda olmaları ihtimal dahilindedir"
* Kadı İyâz, "Resûlullah'ın: "Kardeşim Süleymân'ın duâsı olmasaydı" sözünden şunu anlamıştır: "Bunun ma'nâsı şudur: "Cinlere tasarruf Hz Süleymân'a has bir imtiyazdır Bu sebeple Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu bağlamaktan imtina etti Bu imtina, söylenen sebeple bağlamaya muktedir olamayışından ileri gelebileceği gibi, Hz Süleymân'a karşı duyduğu tevâzu ve teeddübten de ileri gelebilir"
* Hadiste (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Vallâhi kardeşim Süleymân' ın" diye ettiği yeminden hareketle, kişinin, yemin taleb edilmemiş olduğu halde, haber verdiği şeyin ehemmiyetini artırmak, ona saygıyı celbetmek, sıhhati hususunda mübâlağa yapıp dikkatleri çekmek için yemin etmesinin câiz olduğuna hükmedilmiştir
* İslâm âlimleri mûteber delillere dayanarak namazda muhatap sigasıyla yapılacak dua ve bedduâların namazı bozacağına hükmetmiştir Şöyle ki, sözgelimi hapşırana namazda يَرْحَمُكَ اللَّهُ "Allah "sana" rahmet kılsın demek namazı bozar, halbuki muhatap sigasıyla yapılmayan duâ namazı bozmaz يَرْحَمُ اللَّهُ Allah rahmet kılsın duâsında olduğu gibi Bu hadiste ise Peygamberimiz şeytana muhatap sigasıyla beddua etmektedir: "Seni lânetliyorum"
Aradaki müşkil şöyle söylenerek halledilmiştir "Bu hadis, namazda kelâmın haram kılınmasından önceye ait olabilir"

KÜTÜB-U SİTTE

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.