07-27-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Şirket-İ Maneviyye
Şirket-i Maneviyye
10 kişi tarafından ticarî bir gaye ile kurulmuş bir şirket düşünün Herkes eşit miktarda sermaya koymuş olsun kuruluş aşamasında Farzedelim ki 1 milyon YTL’lik bir şirket ve herkesin koyduğu sermaye 100 bin YTL Şirket ortaklarının her biri maaş karşılığı şirkette çalışacaK Yıl sonunda da elde edilen kâr veya zarar eşit olarak taksim edilecek Söz gelimi; 200 bin YTL kâr ettilerse, 20’ser bin YTL alacaklar
Fakat aynı şirket yine aynı 10 kişi tarafından kurulsa ama sermaye oranları eşit olmasa; birisi 10 bin, bir diğeri 200 bin ve hakeza eşit olmayan oranlarda sermaya koysa; bu şirkette kâr veya zarar dağıtımının eşit olmaması ticari anlayış ve uygulamaya en uygun olanıdır Adalet bunu gerektirir Az sermaye koyan ortağın yapılan işi bilmesi, şirkette en kilit noktada çalışması ve bu vasfından dolayı fazla oranda kâr isteği gibi istisnalar bahsimizin haricindedir Aynen bu basit dünyevî misalde olduğu gibi; dinimizin yeryüzünde ikbali adına biraraya gelmeler de -tabir caizse- bir şirket ortaklığı türündendir Bu ortaklığın sermayesi imandır, ibadettir, iz’andır, hisdir, gayrettir, çalışmaktır, fedakârlıktır, terlemektir, yorulmaktır, gözyaşıdır vs Onun için buna şirket-i maneviyye adı verilmiştir Kârı uhrevîdir, dünyevî değildir Onun için kâr yerine sevap demek daha doğru olur Sevabın miktarına gelince; bu ortaya konan sermaye ile doğru orantılıdır Kimin yapılan işlerde ne kadar sermayesi; yanı imanı, iz’anı, gayreti, çabası, teri, gözyaşı varsa, elde edeceği sevap ta o nisbette olacaktır Ne dedik; adalet bunu gerektirir Allah’ın âdil-i mutlak oluşu başka türlü düşünmeye izin vermez Ama O, Rahmâniyet ve Rahimiyeti ile tecelli eder, insana hak ettiğinden daha fazla lütuf ve ihsanda bulunur; o bizim irade ve ihtiyar sahamızın dışındadır; böyle bir şeyi “zaten Sana da bu yaraşır Allahım” diyerek karşılarız Dünyevî bir misal ve kıyas tekniği ile dile getirdiğimiz bu hususun çok iyi kavranması lazım Çünkü bazı kişiler şirket-i maneviyye eksenli değerlendirmeleri bahse medar yaklaşımdan uzak, sadece aynı halka içinde bulunmaya indirgiyor ve başkaların büyük fedakârlıkları ile kendi fedakârlıklarını hiç mukayese etmeden aynı neticeyi elde edeceğini umuyor Onların anlayışına göre aidiyet etiketi, sanki dünyevî ve uhrevî mükafat safında yanyana olmak için yeterli!Hz Ömer hilafeti döneminde -bugünkü dille ifade edecek olursak- bütçe fazlasını kundakdaki çocuktan mezara bir adım kalmış yaşlılara kadar hiçbir ferdi dışarıda bırakmaksızın dağıtmıştır Bazıları bunu bütçe fazlası olarak değil, sosyal devlet anlayışının ilk uygulaması olarak da nitelendirir ki bu daha doğru bir yorumdur Yani hazine gelirlerini umuma ait harcamaların yanısıra vatandaşlara da dağıtma olarak algılamışlardır Bu durumda ister maaş, ister yardım, adına ne denirse densin, vatandaşa verilen bu paralar hazinenin harcama kalemlerinden birini oluşturur Demek devlet bütçesi buna yetiyormuş ki Hz Ömer böyle bir uygulamaya imza atmış
Konumuz bu paranın dağıtılması değil, aksine bu dağıtma esnasında vaz’ edilen prensip Hz Ömer, maaş veya yardım miktarlarını tesbitte insanların Müslümanlık zamanlarını, İslama yararlılıklarını ölçü olarak almıştır Mekke dönemi, Medine dönemi diye önce ikiye ayırmıs Hicret öncesi İslama girenlere daha çok vermiştir Hatta Medine dönemini de Bedir öncesi, Bedir’den Uhud’a kadar, Uhud Hendek arası vs deyip Mekke fethi ile sıralamayı sonlandırmış ve maaş/yardım miktarlarını kademeli olarak belirlemiştir Hz Ömer(r a ) gibi vahyin nüzülüne şahit olan, adaleti ile fitnelere karşı tek başına bir set, bir bend gibi duran zâtın bu tatbikatı, şirket-i maneviyye eksenli yukarıda serd edilen yaklaşıma bir temel oluşturmaktadır
Ahmet Kurucan
|
|
|