Prof. Dr. Sinsi
|
Kayseri Etnografya Müzesi
Güpgüpoğlu Konağının selâmlık bölümünde yer almakta olup doğuda dış kale duvarlarına yaslanmaktadır İki katlı yoğun bir kütleye sahiptir Hayvanlara ait olan alt katı, bugün sergi salonu olarak düzenlenmiştir
Üst kata dışardan bir merdivenle çıkılır Odalar orta hol çevresinde düzenlenmiştir
Müzede Kayseri yöresinin özelliklerini yansıtan Türk İslâm kültürünün çini, silah, ahşap, maden, el yazma, halı, kilim, erkek ve kadın giysileri ile takı ve süs eşyaları sergilenmektedir Ayrıca Türk-İslâm çağlarının, altın, gümüş ve bronzdan yapılmış sikkeleri kronolojik bir düzen içerisinde sunulmaktadır
Holün doğusundaki büyük odada Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları dönemine ait cam, çini ve ahşap-madeni eserler, ikinci odaya giriş koridorunda, ateşli-kesici silahlar ile erkek kıyafetleri, küçük odada ise, kadın kıyafetleri ve süs eşyaları sergilenmektedir
Holün güneyindeki iki odanın büyük olanında Türk-İslâm devletlerine ait sikkeler diğer odada ise yazma eserler, batıdaki büyük odada, bakır ev eşyaları, halı ve kilimler sergilenmektedir
Kuzeydeki yarı açık köşkte topak Türkmen çadırı, bahçede ise İslâmi döneme ait mezar taşları teşhir edilerek ziyaretçilerin hizmetine sunulmuştur
Adres: Gavremoğlu Mah Huant Hatun Medresesi/ Kayseri
Tel: (0 352) 222 21 48
Atatürk Müzesi
Kayseri merkez, Cumhuriyet Mahallesi, Tennuri Sokağı'nda bulunan bina; 19 yüzyıl sonunda Raşit Ağa tarafından ev olarak yaptırılmıştır
Bina kesme taşlardan inşa edilmiş, iki katlıdır Atatürk Heyet-i Temsiliye Reisi olarak 20 12 1919' da Kayseri'ye geldiğinde bu evde kalmıştır Bunun anısına restore edilen binanın üst kattaki bir odasında, Kayseri'yi ziyaretleri ile ilgili belge ve fotoğraflar sergilenmektedir
Güpgüpoğlu Konağı
Kayseri İli, Melikgazi İlçesi, Cumhuriyet Mahallesi, Tennuri Caddesi üzerinde bulunmaktadır 1417-1419 tarihleri arasında yapılmıştır Haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır
Selamlık bölümü, konağa daha sonra eklenmiş olup, bugün Etnografya Müzesi olarak kullanılmaktadır
Haremlik bölümü, harem odası, sofa, gelin odası, mutfak, hizmetli odası, misafir odası, günlük oda ve gelin-damat odası olarak yapılmıştır
Sofa (salon) yalnız kapı ve kapının üzerindeki pencerelerle aydınlatılır Dışarıya açılan başka penceresi olmadığı için loş, dramatik ve gizemli bir karakter taşır Sofa'nın boyu 10 m , eni 5 m , yüksekliği ise 7 m dir Kapıdan "seki altı" denilen kısma girilir Ortada "çağ taşı" denilen bir taş yer alır Seki altından iki basamakla tahtalı olan üst kısıma çıkılır Buranın üç tarafı 30 cm yüksekliğinde, 70 cm genişliğinde bir divanla çevrilmiştir Sofa'nın yan duvarlarında gömülü ahşap dolap ve nişler yer almaktadır "Yüklük" denilen bu büyük dolaplar yatakları koymak içindir Sofa'da mankenlerle evin sahibi ve misafirleri canlandırılmıştır
Sofa'nın doğusunda gelin odası yer almaktadır Konağın yabancıların girmesinin istenmediği mahrem bölümüdür Sedirleri, gömme dolapları ile çok amaçlı olarak kullanılmaktadır
Sofa'nın batısında bir kapı ile ön mutfağa, oradan da asıl büyük mutfağa (tokana) geçilir Yemek pişirmek için yapılmış ocak, tokana'nın en belirgin özelliğidir Burada mankenlerle mutfaktan günlük işleri yapan ev kadınları canlandırılmıştır
Tokana'nın kuzeyinde eve sonradan eklenmiş bir kabul (misafir) odası vardır Misafir odasının karşısında da konağın işlerini gören hizmetçilere tahsis edilmiş, küçük bir oda yer almaktadır
Hizmetçi odasının üzerinden ahşap merdivenle ikinci kata çıkılır İkinci katta gelin-damat odası ve günlük oda yer almaktadır
Yazlık köşk kısmı, konağın batısındadır Ahşap kolonlar üzerinde yükselir ve binaya sonradan ilave edilmiştir Tavanı işlemeli olan köşkün önünü dekoratif taşlarla yapılmış bir havuz süsler
Evin Tarihi
Kayseri'nin tarihinde de yazıldığı gibi 1419'da Mısır Kralı El Müeyeddin'in yardımı ile burada Zülkadiroğulları devleti kurulmuştur Mısır'da o zamanlar Memlûkler saltanat sürüyordu Memlûkler zamanında Kahire'de yapılan camilere bakarsak sofa'nın içinde, pencere kenarlarında kullanılan sütunların, onların zamanında yapılanlarla aynı olduğunu görürüz; ayrıca kapı üzerindeki siyah-beyaz taşlarla örülen kemerde ve kapı yanlarındaki taşa oyulan nişciklerdende bir Arap havası sezmek mümkündür
Fatih Sultan Mehmet 1468 de burayı bir Osmanlı eyaleti haline getirmişti Kayseri bedesteninin kuzey tarafındaki eski Pamukçular Çarşısı'na açılan kapının üzerindeki mermer kitabeden banisinin Kayseri Emiri Mustafa Bin Abdullah Bey olduğu ve binanın 1497 yılında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır Mahkeme sicillerindeki kayıtlarla, vakfiyesinde yazılı bilgilerden bu zatın Bursalı olduğu yazılmaktadır Buradan da Bursalı ustaların Kayseri'de çalıştıklarını anlıyoruz
Evin yapılış tarihi: 1419-1497 yılları arasıdır
Çifte Medrese, Kayseri
(Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi)
Kayseri'de Çifte Medrese adıyla tanınan bina birbirine bitişik, açık avlulu iki yapıdan teşekkül eder Birinin diğerinden daha enli olması dışında her iki bina da tipik medrese şemasına sahiptir Ancak form bakımından görülen benzerlik fonksiyon bakımından görülmez; çünkü batıdaki bina bir şifahane, doğudaki tıp medresesidir Diğer bir deyişle biri sağlık, öbürü eğitim kurumudur
Gerek şifahane gerekse medrese bir açık avlu etrafında tertiplenen dört eyvanlı şemaya uygun olarak inşa edilmiştir Şifahane, dış ölçüleri 41x32 50 m olan dikdörtgen biçiminde bir yapıdır Dört köşe avlusunun bir kenarı 12 50 m olup üç yanı üç kemerli revaklarla çevrilidir Ana eyvanın önüne rastlayan dördüncü revak tek açıklıklı yapılmıştır Eyvanlar geniş açıklıklı orta kemerlerin gerisinde bulunur Kuzeye düşen ana eyvan 10 50 m derinliğinde ve 9 m eninde büyük ve yüksek bir mekândır Ana eyvanın iki yanına odalar konulmuş bunlardan batıdaki küçük bir oda, doğudaki ise birinden ötekine geçilen iki dikdörtgen oda şeklinde tertiplenmiştir Portal yapının uzunlamasına ekseni üzerinde değildir; avlunun batısındaki revağın ekseni üzerinde bulunur Beşik tonozlu dar bir geçitle şifahane bölümüne içeriden bağlanmış olan medrese, şifahaneden bir metre kadar geride yer almıştır, bununla giriş cephesindeki iki yapı vurgulanmak istenmiştir Bu küçük fark göz önüne alınmazsa medresenin derinliği şifahaneninkine eşittir denilebilir Ancak eni daha dar olup 27 50 metredir Dolayısıyla avlusu da 14 00x8 00 m ölçülerinde bir dikdörtgendir Şifahanede olduğu gibi burada da bir revak avlunun dört tarafını çevirir Dikdörtgen avlunun uzun kenarında revak üç kemerlidir ve yan eyvanlar orta açıklığın gerisinde bulunur Avlunun dar kenarı kuzeyde, ana eyvanın önünde, tek kemerli; güneyde ise iki kemerlidir Bu durum güneydeki binanın ekseninden kaydırılarak kemerlerden batıdakinin arkasına konulması zorunluluğunu doğurmuştur Medresenin ana eyvanı, şifahanenin ana eyvanından daha dar ve daha az derindir (9 70x7 50 m ); bu eyvanın iki yanında ise biri büyük diğeri küçük iki oda vardır
Doğu eyvanıyla yapının kuzeydoğu köşesindeki oda arasında bulunan ve altlı üstlü mezar mahzeni ile mescit kapıları avluya bakan türbe, dıştan sekiz köşeli mescid katı ve sekiz köşeli prizmatik külâhı ile tipik bir Selçuklu türbesidir Mescidin içi silindir biçimindedir Karşılıklı olarak duvarlarına biri dikdörtgen, öbürü yarımdaire sekiz niş açılmıştır Bunlardan güneydoğudaki yarım-daire niş mihraptır Dış görünüşü itibariyle sekizgen olan külâh içte de sekiz köşeli olarak yükselir ki, bu duruma külâhlarının içi daima kubbeli olan Anadolu Selçuklu türbe mimarisinde az rastlanmaktadır Medresenin portali yine şifahanede olduğu gibi, batı revağının ekseni üzerinde, yanı soldadır
İki binadan meydana gelen iki kapılı manzumeden yalnız şifahanenin portali üzerinde bulunan kitabe günümüze kadar gelmiş bulunuyor Kitabeden şifahanenin 602 H (1205) yılında II Kılıç Arslan'ın kızı ve I Gıyâseddin Keyhüsrev'in kardeşi Gevher Nesibe Hatun'un vasiyeti üzerine inşa edildiğini öğreniyoruz Şifahaneye bitişik olan Tıp Medresesi ise Gıyâsiye Medresesi adıyla tanınır ve Gıyâseddin Keyhüsrev (1192-1196, 1204-1210) tarafından yaptırıldığı kabul edilir Ancak Tıp Medresesi'nin Gıyâseddin Keyhüsrev tarafından yapıldığına ilişkin kesin bir bilgi yoktur Selçuklu Döneminde yan yana, fakat değişik fonksiyona sahip iki yapının başka şahıslarca yaptırıldığı vâkidir Buna örnek olarak Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa'sını gösterebiliriz Diğer yandan bunun tam tersi durumlar da söz konusu olabilmektedir Kayseri'de Hacı Kılıç Camii ve Medresesi veya Mahperi Huand Hatun Külliyesi gibi Şu halde, Çifte Medrese'nin iki binasını da aynı şahsın yaptırmış olması imkansız değildir
Medrese ve şifahanelerde bulunan türbelerde genellikle bunların bânilerinin yattığı bir gerçektir Meselâ I Keyhüsrev'in oğlu I İzzeddin Keykâvus (1210-1219) Sivas'ta kendi yaptırdığı darüşşifadaki türbede gömülüdür Gıyâsiye Medresesi diye bilinen medresede de bir türbe var, fakat bu türbenin Gıyâseddin Keyhüsrev'e ait olmadığını biliyoruz Çünkü bu sultan Konya Alâeddin Camii'nin haziresindeki Kümbedhâne'de gömülüdür Dolayısıyla türbenin Gevher Nesibe Hatun'a ait olduğunu düşünmek gerekir Ancak bu takdirde türbenin neden Gevher Nesibe Hatun tarafından yaptırıldığı kitâbesiyle sâbit olan şifahane kısmında değil de medrese kısmında bulunduğu sorusu karşımıza çıkıyor Bu sorunun cevabı iki şekilde olabilir: Ya şifahane aslında türbenin bulunduğu bina idi ve kitabe sonradan bu binanın portalinden sökülüp bugün şifahane olarak tanınan binanın portaline konulmuştur ya da her iki bina aynı kimse tarafından yaptırılmış ve bâniyesinin türbesi külliyenin uygun bir yerine oturtulmuştur Biz bu iki ihtimalden ikincisinin doğru olduğu kanısında bulunuyor ve Çifte Medrese'nin tamamının Gevher Nesibe Hatun'un vasiyeti üzerine yaptırıldığını ve türbede de bu sultanın yattığını sanıyoruz
Çifte Medrese bugün Mimar Sinan Parkı içinde kalmakta olup Erciyes Üniversitesi'ne bağlı Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılmaktadır
|