Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
plani

Dört T Plani Nedir

Eski 07-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dört T Plani Nedir



"Dört T" Planı Nedir?



İşin ucunu insanların canına kastetmeye kadar götüren Ermeni terörünün amacı; sözde Ermeni soykırımı iddialarını ve Ermenilerin taleplerini dünya kamuoyuna duyurmaktır Nihai hedef ise, "Büyük Ermenistan" rüyasıdır Büyük Ermenistan'a giden yolda atılması gereken en önemli adım, sözde iddialar konusunda kamuoyu oluşturmak ve Türkiye'ye yönelik emelleri gerçekleştirmektir




Bunun için uygulamaya konan ve "Dört T" şeklinde adlandırılabilecek olan plan şu dört kavrama dayanmaktadır: Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak Buna göre, sözde Ermeni sorunu tüm dünyada terör yoluyla "tanıtılacak", sözde iddialar dünya kamuoyunca kabul edilip Türkiyece "tanınacak", sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" alınacak ve "Büyük Ermenistan" sınırları içerisinde yer aldığı iddia edilen "toprak" parçası Türkiye'den koparılacaktır!




"Dört T" planına dayanak oluşturan Ermeni iddiaları ise şunlardır:






Türkler Ermenistan'ı işgal ederek Ermenilerin topraklarını ellerinden almışlardır


Türkler 1877-78 savaşından itibaren Ermenileri sistemli olarak katliama tabi tutmuşlardır


Türkler 1915 yılından itibaren Ermenileri planlı şekilde soykırıma tabi tutmuşlardır


Talat Paşa'nın Ermenilerin soykırıma tabi tutulması konusunda gizli emirleri vardır


Soykırımda hayatlarını kaybeden Ermenilerin sayısı 15 milyondur


SEVR ANLAŞMASI HÂLÂ GEÇERLİ MİDİR?


Ermeni propagandası Sevr Anlaşmasının kendileri açısından hâlâ geçerli ve yürürlükte olduğunu iddia etmekte ve buna dayanarak Sevr'de öngörülen "Ermeni topraklarının" Ermenilere iadesi gerektiğini savunmaktadır




Bu anlaşmayı imzalayan devletlerin, anlaşmanın yürürlüğe giremeden ortadan kalktığını ve yerini Lozan Anlaşmasının aldığını imzalarıyla tasdik etmeleri muvacehesinde bu derece gülünç bir iddia nasıl mesmu olabilir, bilinemez Ancak, bir de Ermenilerin devlet olarak kendi imzaladıkları anlaşmalar vardır




Bunların başında Batum Anlaşması gelir Taşnaklar 28 Mayıs 1918'de Erivan'da bir Ermeni Cumhuriyeti ilân etmişler, Osmanlı Devleti Ermenilerle 4 Haziranda 1918'de yaptığı Batum Anlaşması ile bu Cumhuriyeti tanımıştır Ermeni Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hadisyan bu anlaşmadan sonra şunları söylemiştir:




"Türkiye Ermenileri artık Osmanlı İmparatorluğundan ayrılmayı düşünmüyorlar Türkiye'deki Ermenilere ilişkin sorunlar Osmanlılar ile Ermeni Cumhuriyeti arasında görüşme konusu bile yapılamaz Osmanlı İmparatorluğu ile Ermeni Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler mükemmeldir ve gelecekte de böyle olmalıdır Bütün Ermeni siyasi partileri bu konuda aynı görüştedirler Bu iyi komşuluk ilişkilerinin sürdürülmesi Dışişleri Bakanı olduğum Ermeni Hükümetince izlenen programın başlıca noktalarından biridir(1)"




Taşnak yayın organı Hairenik de 28 Haziranı 1918 tarihli nüshasında şunları yazmıştır:




"Rusya'nın Türkiye'ye karşı güttüğü düşmanca politika Kafkasya Ermenilerini de cesaretlendiriyordu İki dost unsur arasındaki çatışmalara Kafkas Ermenileri neden oldu Çok şükür ki, bu durum uzun sürmedi Rus devrimi sonrasında Kafkasya Ermenileri selâmetlerinin yalnızca Türkiye'de olduğunu anladılar ve ellerini Türkiye'ye uzattılar Türkiye de geçmişte olanları unutmamak istedi ve uzatılan eli şövalye ruhuyla sıktı Artık Ermeni sorununun çözümlenmiş ve tarihte kalmış olduğunu kabul ediyoruz Yabancıların ajanı birkaç maceraperestin eseri olan karşılıklı güvensizlik ve düşmanlık duyguları ortadan kalkmalıdır(2)"




Bu ilginç beyanlardan şu sonuçları çıkarmamız mümkündür:


Ermeni meselesi kapanmıştır


Olaylardan Türkler değil, Ruslar ve Ermeniler sorumludur


Bir haksızlık varsa, buna uğrayan Türklerdir



Görüldüğü gibi, bizim bugün söylediklerimizin doğru olduğu bundan 64 yıl önce, 1918'de Taşnaklar tarafından itiraf edilmiştir Ancak bu açık itiraflara rağmen mesele Ermenilerce kapanmış sayılmayacak ve Ermeni çevreleri ilk fırsatta itiraflarını unutup eski hayallerinin peşinden gideceklerdir Nitekim, Batum anlaşmasına rağmen Ermeni çete harekâtı devam etmiştir




Osmanlı Devletinin I Dünya Savaşında yenilgiye uğraması ve 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesini imzalanması Ermenileri yeniden harekete geçirmiştir




Büyük hayaller peşinden koşan Taşnak denetimindeki Kafkas Ermeni Cumhuriyeti kuruluşunun I Yıldönümü olan 28 Mayıs 1919'da "Türkiye Ermenistan'ını ilhak ettiğini" açıklamıştır Bu açıklama, İtilâf Devletleri dahil, hiç kimse tarafından ciddiye alınmamıştır




Sevr diktası ile sonuçlanan Paris Barış Konferansı Ermenistan'ın sınırları konusunu ABD Başkanı Wilson'un hakemliğine bırakmış, Wilson da General James G Harbord başkanlığındaki bir Amerikan heyetini incelemelerde bulunmak üzere 1919 sonbaharında Türkiye'ye yollamıştır 1919 Eylül ve Ekim aylarında Türkiye'de incelemeler yapan Harbord heyeti vardığı sonuçları bir rapor halinde ABD Kongresine sunmuştur




Gerçekleri yansıtan bu raporda; "Türkler ile Ermenilerin barış içinde yüzyıllarca yan yana yaşadıkları, tehcir sırasında Türklerin de Ermeniler kadar acı çektikleri Türk köylerinin yakıldığı savaşa giden Türk köylülerinden en çok %20'sinin geri dönebildiği I Dünya Savaşının başlangıcında Ermenilerin Türkiye Ermenistanı denilen bölgelerde hiçbir zaman çoğunlukta olmadıkları tehcir edilen Ermenilerin geri dönmeleri halinde tek bir yerleşim merkezinde dahi çoğunluğu oluşturamayacakları, geri döne Ermenilerin tehlike içinde bulunmadıkları ve olaylara ilişkin acıklı ve korkunç iddiaların doğru olmadığının tespit edildiği" belirlenmiştir(3)




ABD Kongresi bu rapor üzerine 1920 Nisanında Ermenistan'a mandater olunmasını reddetmiştir




10 Ağustos 1920'de Ermenileri bir kez daha umutlandıran Sevr Anlaşması imzalanmıştır Anlaşma, Osmanlı Devletinin Ermenistan'ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımasını hükme bağlamış, sınırın tespitini ise Wilson'un hakemliğine bırakmıştır




Bilindiği üzere 10 Ağustos 1920'de Türkiye'de biri İstanbul'da Osmanlı Hükümeti, diğeri Ankara'da Meclis Hükümeti olmak üzere iki Hükûmet bulunmaktadır Sevr'i imzalayan Osmanlı Hükümetidir Mustafa Kemal Atatürk'ün Ankara Hükümeti "Ermeni Sorununu" kendi başına halledecektir




Mondros Mütarekesi sonrasında Fransızlar Adana vilâyetini, İngilizler de Urfa, Maraş ve Antep'i işgal etmişlerdi Daha sonra İngilizler kendi işgal bölgelerini Fransızlara bırakmışlar ve Fransızların beraberlerinde getirerek Fransız üniforması giydirdikleri Ermeniler Türklere saldırmaya başlamışlardır Bu zulüm Türklerin tepkisiyle karşılaşmış ve Fransız-Ermeni işgaline karşı Türk direnişi örgütlenmiştir Bunun üzerine yine Türklerin Ermenileri katlettikleri propagandası başlamış, ancak başta Fransız komutanlığı olmak üzere bu kez Ermenilere kimse inanmamıştır




ABD Kongresinin Ermenistan için mandaterliği kabul etmemesinden sonra, Kafkas Ermeni Cumhuriyetine bağlı düzenli birlikler ve çeteler 1920 Haziranında Türkiye'ye karşı saldırıya geçmişler, Eylülde bu kez Ankara Hükûmeti karşı taarruz emretmiş ve Türk kuvvetleri Ermenileri ağır yenilgilere uğratarak Kars dahil bütün Türk topraklarını kurtarmışlar ve sınırı da aşarak Gümrü'ye girmişlerdir Bu yenilgi karşısında Ermeni Hükümetinin barış istemesi üzerine 3 Aralık 1920'de Gümrü (Alexandropol) Anlaşması imzalanmıştır Ermeniler bu anlaşma ile Sevr'in geçersiz olduğunu kabul etmişler ve Türkiye'ye yönelik toprak taleplerinden resmen vazgeçmişlerdir




Ancak bu anlaşma onaylanmadan Kızılordu Erivan'a girmiş ve Sovyet Ermeni Hükûmeti kurulmuştur




Erivan'da yönetim Vratzian'ın 18 Şubat 1921'de giriştiği ayaklanma ile tekrar Taşnakların eline geçmiştir Vratzian Hükümeti 18 Martta Ankara'ya bir heyet göndererek Ankara Hükümetinden Bolşeviklere karşı yardım istemiştir Tarihin ne garip cilvesidir ki, daha 2 yıl önce Doğu Anadolu topraklarını ilhak ettiğini açıklayan Taşnak Hükümeti bu kez varlığını devam ettirebilmek için Ankara'nın yardımını talep etmektedir Bu Taşnak Hükümeti uzun ömürlü olamamış ve Sovyetler Erivan'da yeniden iktidarı ele geçirmişlerdir




Türkiye 16 Mart 1921'de Sovyetler Birliği ile Moskova Anlaşmasını imzalamış ve bugünkü Türk- Sovyet sınırı çizilmiştir Bu anlaşmanın tamamlanması amacıyla bu kez 13 Ekim 1921'de Sovyet Ermenistan’ı ile Kars Anlaşması imzalanmıştır Her iki anlaşmada da Sevr'in tanınmadığına ilişkin hükümler yer almaktadır Böylece, Taşnak Hükümetinden sonra, Sovyet Ermeni Hükümeti de her türlü talepten vazgeçmiş olmakta ve Sevr'in geçersizliği bir kez daha belgelenmektedir




Sovyet Ermenistan’ı Adalet ve İşçi Komiseri Şahverdof Kars Anlaşmasının imza töreninde yaptığı konuşmada, "bundan böyle bu iki milleti başkalarının çıkarları uğruna birbirlerinin üzerine saldırtmanın mümkün olamayacağını" vurgulamıştır




Doğu cephesinin bu şekilde tasfiye edilmesinden sonra, güney, cephesi de 20 Ekim 1921'de Fransa ile imzalanan Ankara Anlaşması ile tasfiye edilmiş ve Fransız kuvvetleri beraberlerinde getirdikleri Ermeni lejyonunu ve mahallî komitecileri yanlarına alarak çekilmişler, mahallî Ermeni halkının büyük kısmını da adeta zorla beraber götürüp Lübnan'a yerleştirmişlerdir Aynı olaya Hatay'ın anavatana katılmasında da şahit olunacaktır




24 Temmuz 1923'de imzalanan ve Sevr'in yerini alan Lozan Anlaşmasında ise Ermeniler hakkında hiçbir hüküm bulunmamaktadır




Böylece mesele Lozan'da bütünüyle çözümlenmiş olmaktadır Ermenilerin bugün Sevr'e dayalı olarak birtakım iddialarda bulunmaları da hiçbir anlam taşımamaktadır Konuyu kapatırken, Sevr anlaşmasının taraf ülkelerce onaylanmamış olduğunu da hatırlamak yerinde olur


TÜRKLER TARİH BOYUNCA HER ZAMAN ERMENİLERE BASKI VE ZULÜM MÜ YAPMIŞLARDIR?


Ermeni propagandası, sözde "soykırım" iddiasını tarihi bir zemine oturabilmek amacıyla, Türklerin tarih boyunca her zaman gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele ettiğini savunagelmektedir Zira, bu iddiada bulunmadıkça "600 yıldır Ermenilerle birlikte yaşayan Türklerin, durup dururken, nasıl olup da bir günde Ermenileri topyekün imha etmeye karar verdikleri" sorusunu yanıtlayamayacakları kanısındadırlar Ermenileri bu iddiaya sarılmaya yönelten bir başka etken de meseleyi tahrif ederek bir "Hıristiyan-Müslüman mücadelesi"ne dönüştürmek ve böylece Hıristiyanlık dünyasının desteğini peşinen kazanabilmek arzusudur


Ermenilerin uğradıkları Bizans zulmü nedeniyle, Türklerin Anadolu'ya girmelerini bir bayram havası içinde karşıladıklarını kendi tarihçileri yazarlar Nitekim, Selçuklular Bizans'ın ezmeye ve yok etmeye çalıştığı Ermeni kilisesini himaye etmeye başlamış, Ermeni kilisesi, manastırları ve ruhban sınıfına Bizans tarafından konulan ağır vergileri kaldırarak bunları vergiden muaf tutmuş, Ermeni toplumunu ibadet, eğitim ve içişlerinde serbest bırakmış, içişlerine müdahale etmemiş ve Ermenileri Müslüman olmaya hiçbir zaman zorlamamışlardır Ermeni ruhanî lideri Selçukluların bu tutumu karşısında Sultan Melikşah'ı ziyaret ederek şükranlarını bildirmiştir Özetle, Ermeniler bu dönemde gerek toplum olarak varlıklarını, gerek din ve kiliselerini Türkler sayesinde koruyabilmişlerdir


Bu olgu, bizzat Ermeni tarihçilerince de iftiharla dile getirilmiştir Ermeni tarihçi Urfalı Mateos 129 sayı kroniğinde Selçuk Sultanı Melikşah'tan şöyle söz etmiştir:


"Melikşah'ın kalbi Hıristiyanlara karşı şefkat ve iyilikle doluydu İsa'nın evlatlarına çok iyi davrandı Ermeni halkına refah, barış ve mutluluk getirdi(1)"


Mateos, Sultan Kılıç Aslan'ın ölümünden sonra ise şunları yazmıştır:


"Kılıç Aslan'ın ölümü Hıristiyanlar yasa boğmuştur Zira bu Sultan yüksek karakterli ve hayırsever bir insandı"


Selçuklu Türklerinin Ermenilere ne kadar iyi davrandıkları Taşirk ailesi gibi bazı Ermeni beylerinin kendiliklerinden Müslümanlığı kabul etmelerinden ve Türklerle birlikte Bizans'a karşı çarpışmalarından da bellidir


Türklerin gayrimüslimlere iyi muamele etmeleri ifadesini İslâm-Türk felsefesinde bulmaktadır Bu felsefeyi şu şekilde özetlemek mümkündür: Türkler, Müslüman olmayan kavimlerin yaşadıkları topraklan kendi ülkelerine kattıklarında bu bölgeler halkı ile zimma adı verilen bir anlaşma yapmaktadırlar Müslüman olmayan halkın hak ve hukuku bu anlaşma ile güvence altına alınmakta ve bu halka zımmî denmektedir Böylece diğer dinlerden olan insanlara o zamana kadar tanık olunmamış bir hoşgörü ile davranılmaktadır


Bu dönemin Yunus Emre ve Mevlâna Celaleddin Rumî gibi büyük düşünürlerinin "72 millete bir göz ile bakan" ve "ne olursan ol, yine gel" diyen insanlık ve hoşgörüye dayalı felsefeleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir Hıristiyanlar arasında mezhep kavgaları ve özellikle Bizans'ın Ermenilere yaptığı zulüm göz önünde tutulduğunda bunun ne denli insanca bir yaklaşım olduğu ortadadır


Osmanlı Devletinin kuruluşu, gelişmesi ve özellikle İstanbul'un fethi sonucu Bizans'ın yıkılmasıyla Ermeniler için tarihlerinin hiç bir döneminde yaşamadıkları yeni bir çağ açılmış, üzerindeki dinsel, siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel her türlü baskı kalkmış ve barış, güven ve refah dönemi başlamıştır


Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti Türk kökenli, İslâmi yapıya sahip ve çok uluslu bir devlettir Bu çok uluslu yapı içinde Türkler kadar, diğer uluslara da yer vardır Nitekim, ilk Osmanlı Padişahı Osman Bey Ermenilerin Bizans'ın zulmünden korunmaları için Anadolu'da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu'daki ilk Ermeni dinî merkezi Kütahya'da kurulmuştur Bursa'nın alınarak başkent yapılması üzerine bu dinî merkezi Kütahya'dan Bursa'ya taşınmış ve Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra Bursa'daki Ermeni dinî lideri Hovakim 1461'de İstanbul'a getirilmiş ve Fatih'in fermanı ile İstanbul'da bir Ermeni patrikhanesi kurulmuş(2)


Bunu izleyerek han, Kafkasya, Doğu ve Orta Anadolu, Balkanlar ve Kırım'dan İstanbul'a Ermeni göçleri başlamış ve Osmanlı imparatorluğu Ermeniler için bir çekim merkezi haline gelmiştir Görüldüğü gibi, Ermeni toplumu ve kilisesi Osmanlı Devletinin gelişmesine paralel olarak gelişmektedir


Osmanlı İmparatorluğu Gregoryen Ermenileri "millet" adı altında örgütlemiş ve kendi dinî liderlerinin yönetimine bırakmıştır Fatih Sultan Mehmet Ermeni Patrikhanesini kuran fermanında, Patriğin imparatorlukta yaşayan bütün Ermenilerin hem ruhanî, hem cismanî lideri olduğunu hükme bağlamıştır


Ermeniler Müslümanlara verilen her türlü haktan yararlandıkları gibi, bazı ayrıcalıklara da sahip olmuşlar, örneğin askere alınmamışlardır Askere alınmamaları ise Ermeni ailelerinin sürekliliğini ve dolayısıyla refaha kavuşmalarını sağlamıştır


Müslümanlarla gayrîmüslimlerden haraç ve cizye vergileri alınmış, buna karşılık Müslümanların tâbi oldukları zekât ve öşür vergilerinden muaf tutulmuşlardır Haraç ve cizye vergilerinin Ermeni toplumuna nasıl dağıtılacağının tespiti de dini liderlere bırakılmıştır


Ermenilere, din, kültür, eğitim ve hayır işlerini yürütebilmeleri için gerekli mali güçlerinin yetişmemesi halinde Osmanlı yönetimi yardımda bulunmuş, Patrikhanenin açıklarını kapatmış, Ermeni kurumlarına malî destek sağlamıştır Bu vakıf sistemi bugün de muhafaza edilmektedir


Burada şu noktaya da işaret etmek istiyoruz: Ortodoks Rumlar Ermenilerden önce örgütlendiklerinden, Ortodoks Rumlar dışında kalan tüm diğer Hıristiyan unsurlar Etmeni sayılmıştır Bu unsurlar arasında Anadolu'daki Pavlakiler (Paulicien) ve Yakubîler ve Balkanlardaki Bogomiller gibi Ermenilikle hiç bir ilişkileri bulunmayan Hıristiyanlar da yer almıştır Bu olgunun özellikle Osmanlı İmparatorluğundaki Ermeni nüfusuna ilişkin tartışmalarda göz önünde tutulması gerekmektedir


Ermeni toplumu kendisine tanınan hak ve ayrıcalıkları başarıyla kullanarak hızla gelişmiş ve refaha kavuşmuş, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek kısa zamanda Osmanlıların güvenine lâyık olmuş ve "millet-i sıdıka" unvanına hak kazanmıştır Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde iş hayatında olduğu gibi, kamu hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir


Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 Paşa, 22 Bakan, 33 milletvekili, 7 Büyükelçi, 11 Başkonsolos ve Konsolos, 11 Üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir Ermeni Bakanlar arasında Dışişleri, Maliye, Ticaret ve Posta Bakanları gibi son derece önemli ve kilit mevkilerde bulunanlar olmuştur(3)


Ermeniler Osmanlı-Türk sanat, kültür ve müziğine önemli katkılar yapmışlar, ünlü sanatçılar yetiştirmişlerdir Bu sanatçılar bugün de Türkiye Ermenileri ve Türkler için övünç kaynağı olarak anılmaktadır


Burada, dünyadaki ilk Ermeni matbaasının da XVI yüzyılda İstanbul'da kurulduğunu belirtmek yerinde olur


Böylece, Ermeniler, Türkler başta olmak üzere, İmparatorluğun tüm unsurlarıyla XIX yüzyıl sonlarına kadar barış ve güven içinde yaşamışlar, Osmanlı yönetimiyle ilgili hiçbir şikâyet ya da sorunları olmamıştır


Bununla birlikte, zaman zaman kendi aralarında iç çekişmelere düşmüşlerdir İstanbul'un fethinden önce ve hemen sonra Anadolu ve Kırım'dan İstanbul'a gelen ve "Yerli" denilen Ermeniler ile İran ve Kafkasya'dan gelen ve "Doğulu" ya da "Taşralı" denilen Ermeniler Patrik seçimi nedeniyle mücadeleye girişmişler, birbirlerini Osmanlılara şikâyet etmişler ve yönetimin kendi lehlerine müdahalesini sağlamaya çalışmışlardır


Osmanlılar ise Ermeni grupları ve iç sorunları karşısında ısrarla tarafsız kalmışlardır Bu mücadeleyi "Doğulu"ların kazanması üzerine Patrikliğe ruhani olmayan kişiler de getirilmeye başlanmış, mevki ve unvan çatışması kimi zaman kanlı kavgalara dönüşmüştür Osmanlılar bu aşamada duruma müdahale etmişler ve Ermenilerin birbirlerini kırmasını önlemişlerdir


Mezhep kavgaları Ermenileri birbirlerine düşüren bir diğer etken olmuştur


Özellikle yabancı müdahaleler sonucu Ermeniler arasında Katoliklik ve Protestanlığın yayılması Gregoryen Ermenilerde büyük bir infial uyandırmış ve Gregoryen Ermeniler Osmanlı yönetimine başvurarak bu durumun önlenmesini istemişlerdir Osmanlı yönetimi Ermenilerin iç sorunu saydığı bu gelişmeye müdahale etmeyince yine kanlı kavgalar görülmüş ve Protestanlığı kabul eden Ermeniler Çuhacıyan ve Tahtacıyan adlı Patrikler tarafından aforoz edilmişlerdir(4)


Daha sonra Katolikler arasında da Vatikan'a bağlı olup olmamak konusunda çatışmalar çıkmış, Papa Vatikan'a bağlı olmayan Ermenileri aforoz etmiş, Osmanlı yönetimi duruma müdahale ederek 1888'de bu iki Katolik grubu barıştırmıştır


Osmanlıların gayrîmüslimlere gösterdiği bu engin hoşgörü İmparatorluğu, çöküş yıllarına kadar, dinî zulümden kaçan bütün insanlar için her zaman sığınılabilecek bir ülke haline getirmiştir Bir mezhepteki Hıristiyanların zulmüne uğrayan diğer mezhepteki Hıristiyanlar ile Katoliklerin ağır işkencelerine manız kalan Musevîler kurtuluşu Osmanlılara sığınmakta bulmuşlardır Bunun en belirgin örneği, gerek 15 yüzyıl sonlarında İspanya'nın Katoliklerce yeniden işgalini müteakip, gerek daha sonraki yüzyıllarda Fransa, Orta Avrupa ve Rusya'daki Hıristiyan baskısından kaçan Musevilerin Osmanlı İmparatorluğuna göç etmeleridir


Gerçekler böyle olduğuna göre, Türklerin gayrimüslimlere ve Ermenilere kötü muamele ettikleri, baskı yaptıkları ve ezdikleri gibi iddialar ileri sürmek için herhalde mantık, vicdan, sağduyu, hakkaniyet ve tarih bilgisinden yoksun bulunmak ya da önyargılı olmak gerekir, çünkü başka bir izah tarzı yoktur Tarihin bu iddiayı yalanladığı çok sayıda yabancı tarihçi ya da yazarın eserlerinde de onaya konulmuştur


Asoghik ve Mateos'dan Voltaire, Lamartine, Claide Farrere, Pierre Loti, Nogueres, İlone Caetani, Philip Ntarshall Brown, Michelet, Sir Clıarles Wilson, Politis, Arnold, Bronsart, Roux, Grousset, Edgar Granville, Garnier, Toynbee, Lewis, Price, Bombaci ve Shaw'a kadar uzanan ve bazılarına hiç de Türk dostu damgası vurulmayacak pek çok tarihçi ve yazar Türklerin bu konudaki hakkını teslim etmişlerdir Bunlardan bazı örnekler şöyledir:


Voltaire:


"Büyük Türk çeşitli dinlerden 20 milleti barış içinde yönetmektedir Türkler Hıristiyanlara savaşta ılımlı, zaferde yumuşak olmayı öğretmişlerdir"


Philip Marchall Brown:


"Türkler kazandıkları büyük zafere rağmen fethettikleri yerlerin halkına, kendilerini kendi yasa ve gelenekleri uyarınca yönetme hakkını cömertçe bahşetmişlerdir"


Venizelos Hükûmetinin Dışişleri Bakanı Politis:


"Türkiye'deki Rumların çıkarları Türklerden başka hiçbir güç tarafından bu kadar iyi korunamazdı"


JW Arnold:


"Türk ordularının fethettikleri yerlerde din ve kültüre müdahale etmediği tarihin inkar edemeyeceği bir gerçektir"


Alman Generali Bronsart:


"Türkler; kendilerine dokunulmadığı takdirde, başka dinlerden olanlara karşı dünyanın en hoşgörülü insanlarıdır"


Son olarak şu örneği verelim: Napolyon Bonapart, Akka yenilgisi üzerine Osmanlı İmparatorluğundaki Katolik Ermenileri yönetime karşı ayaklandırmayı ve bir tür intikam almayı düşünür Bunun mümkün olup olmayacağını İstanbul'daki Büyükelçisi Sebastiani'den sorar Büyükelçinin yanıtı çok açık ve kesindir:


"Ermeniler hayatlarından o kadar memnundurlar ki, buna imkan yoktur"


TÜRKLER ERMENİLERİ 1890'LARDAN İTİBAREN KATLETMEYE Mİ GİRİŞMİŞLERDİR?


Rusların niyetini sezen İngiltere Ayastefanos Anlaşmasına karşı çıkmıştır Zira, Doğu Anadolu'da Rusya himayesinde kurulacak bir Ermenistan İngiltere'nin Basra Körfezi ve Hindistan yolunun güvenliğini tehlikeye düşürecektir Bunun üzerine İngiltere, Osmanlılardan Kıbrıs'ı kopararak bunun karşılığında Ayastefanos Anlaşmasının değiştirilmesini sağlamış ve Berlin Konferansında Rusya'nın Kars, Ardahan ve Batum dışında işgal ettiği topraklardan hemen geri çekilmesi ve Ermeni ıslahatının bunun ardından yapılması kararlaştırılmış, üstelik ıslahatın 5 büyük devletin denetiminde uygulanması öngörülmüştür Bu tarihten itibaren İngiltere "Ermeni ıslahatı"nı kendi meselesi olarak görecektir


Berlin Konferansına İstanbul Ermeni Patrikhanesinden de bir heyet katılmış ve isteklerini kabul ettiremeyen bu heyet İstanbul’a "mücadele ve ayaklanmaya girişilmedikçe hiç bir şey elde edilemeyeceği" yargısıyla dönmüştür(2)


Ayastefanos Anlaşması ile eline geçirdiği büyük fırsatı Berlin Konferansı ile kaybeden, ayrıca Batı’ da Yunanistan ve Bulgaristan'ı İngiliz nüfuzuna terk etmek zorunda kalan Rusya Doğu Anadolu'yu doğrudan ilhak etmeyi amaçlayan bir politika izlemeye başlamış, bu politikasında yine Ermenileri kullanmayı denemiştir


İngiltere ve Rusya'nın Ermeniler üzerindeki mücadelesi, Türk düşmanlığıyla ünlü Fransız yazar Rene Pinon'un şu sözleriyle açıkça görülmektedir:


"Rus ve İngiliz nüfuzu Ermenilerin sırtında çarpışmıştır Ermenistan İngiltere'nin elinde Rus yayılmacılığına karşı ileri bir karakol olmuştur"


1880'de İngiltere'de Gladstone Hükûmeti’nin iktidara gelmesi bu mücadeleyi daha da yoğunlaştırmıştır İngiltere artık Rusya'ya karşı Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü korumak politikasını terk etmiş ve Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp kendisine dost küçük devletler kurmayı ve bunları Rusya'ya karşı tampon olarak kullanmayı öngören bir politikayı benimsemiştir İngiltere'ye göre bu tampon devletçiklerden biri de Ermenistan olacaktır


Bu yeni politikanın ilk sonuçları İngiliz basınında Doğu Anadolu'dan Ermenistan diye söz edilmesi, Doğu Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile İngiliz Konsoloslukları açılması, bölgedeki Protestan misyonerlerin sayısının hızla artması ve Londra'da bir İngiliz-Ermeni Komitesinin kurulmasıyla görülmüştür Rusya ve İngiltere'nin Ermenileri kendi emellerine nasıl alet ettikleri çok sayıda Ermeni ve yabancı kaynak tarafından da belgelenmiştir


Ermeni Patriği Horen Aşıkyan "Ermeni Tarihi" adlı eserinde şunları yazmıştır: "Türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılmış çok sayıda Protestan misyoner İngiltere lehine propaganda yapmakta, Ermenilerin İngiltere sayesinde muhtariyete kavuşacaklarını ileri sürmektedirler Kurdukları okullar gizli tasarıların yuvasıdır"


Ermeni din adamı Hrant Vartabed'e göre de "Osmanlı ülkesinde Protestan topluluklar kurulması ve bunların İngiltere ve ABD tarafından himaye edilmesi uygarlık iddiasındaki Batılı güçlerin en kutsal duygu olan din duygusunu bile sömürmekten kaçılmadıklarını göstermektedir" Vartabed, Eçmiyazin Katogikos'u V Kevork'u da Çarlık Rusya’sına alet olmak ve Anadolu Ermenilerine ihanet etmekle suçlamıştır(3)


Bir başka teşhis İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi Paul Cambon'a aittir Cambon 1894'de Paris'e gönderdiği bir raporda şöyle demektedir:


"Gladstone gayri memnun Ermenileri örgütlemiş, disiplin altına almış, onlara destek vaadinde bulunmuştur Bundan sonra propaganda komitesi ilhamını aldığı Londra'ya yerleşmiştir"


Jean-Paul Ganier şunları söylemektedir:


"Millet-i Sadıka diye adlandırılan Ermeniler, Ruslar ve Protestan misyonerlerce tahrik edilmiş ve Berlin Konferansına sanki zulüm görmüş bir halkmış gibi başvurmuşlardır"


Edgar Granville, "Rus tahrikinden önce Osmanlı ülkesinde hiç bir Ermeni hareketi olmadığı; Çar himayesinde bir Ermenistan gibi hayaller yüzünden masum insanların acı çektiklerini" kaydetmiş ve "asıl büyük canilerin Çarlar olduklarını", "Ermeni hareketlerinin Doğu Anadolu'nun Rusya’ya ilhakını amaçladığını" vurgulamıştır


Ermeni yazar Kaprielian Ermeni Krizi ve Yeniden Doğuş adlı kitabında "ihtilâl vaad ve telkinlerini Ruslara borçlu olduklarını" iftiharla belirtmiştir


Taşnak yayın organı Hairenik, 8 Haziran 1918 tarihli sayısında şu itirafta bulunmaktadır:


"Türkiye'deki Ermeniler arasında ihtilâlci ruhun uyanması Rus kışkırtmaları sonucudur Rusya () sınır halklarında her türlü merkezkaç eğilimi teşvik etmiştir"


Bu gerçekler karşısında, Ermeni sorunun ardında emperyalizmin Osmanlı İmparatorluğunu parçalama ve paylaşma politikalarının yattığını söylemek güç olmayacaktır


Bu politika çerçevesinde 1880'den itibaren Doğu Anadolu'da bazı Ermeni komiteleri kurulmaya başlamış, Van'da "Kara Haç" ve "Armenakar", Erzurum'da "Vatan Koruyucuları" adlı komiteler teşkil edilmiştir Bu komiteler yerel düzeyde kalmış ve Osmanlı yönetiminden bir şikâyeti olmayan ve refah ve barış içinde yaşamaya devam eden Ermeni halkının büyük çoğunluğunun bu faaliyete rağbet etmemesi nedeniyle etkili olamamış ve zamanla varlıkları da sona ermiştir


Osmanlı Ermenilerini içeride kurulan komiteler yoluyla devlete karşı harekete geçirmek mümkün olamayınca, bu kez bir başka yol denenmiş ve Rus Ermenilerine Osmanlı toprakları dışında komiteler kurdurulmuştur Böylece 1887'de Cenevre'de Hınçak, 1890'da Tiflis'de Taşnak Komiteleri onaya çıkmıştır Bu komitelere hedef olarak Anadolu toprakları ve amaç olarak Osmanlı Ermenilerini "kurtarmak" gösterilmiştir


Ermeni propagandasının bugünkü öncülerinden Louise Nalbandian Hınçak Komitesi için şöyle demektedir:


"(Ermeni) Halkın(ın) duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardır Halk, düşmanlarına karşı kışkırtılacak ve aynı düşmanın misilleme faaliyetlerinden yararlanılacaktı Terör, halkı korumak ve Hınçak programına güven duymasını sağlamak için bir yöntem olarak kullanılacaktı Parti (komite), Osmanlı Hükümetini terörize etmeyi amaçlamıştı Bu suretle rejimin prestiji azaltılacak ve tam anlamıyla dağılması için çaba harcanacaktı Terörist taktiklerin tek odak noktası hükümet olmayacaktı Hınçaklar, o sırada hükümet hesabına çalışan en tehlikeli Ermeni ve Türkleri öldürmek istiyor ve bütün casus ve muhbirleri yok etmeye çalışıyorlardı Parti (komite), bütün bu terörist faaliyetlerde bulunabilmek üzere kendisine özgü bir kuruluş meydana getirecekti(4)"


KS Papazian ise Taşnak Komitesi hakkında şunları yazmaktadır:


"Komitenin programı isyan yoluyla Türkiye Ermenistan’ına siyasî ve ekonomik özgürlük sağlamaktı Komitenin 1892 yılında yapılan Genel Kurulunda kararlaştırılan programın 8 metodu Hükümet yöneticilerini ve hainleri terörize etmek, 11 metodu ise Hükümet kuruluşlarını tahrip etmek ve yağmalamaktı(5)"


Taşnak kurucularından ve ideologlarından Dr Jean Loris-Melikoff, "Komitenin çıkarlarının Ermeni toplumunun çıkarlarından önde geldiğini ve amaçlarının gerçekleşmesi uğruna zengin Ermenilerden terör yoluyla para toplandığını" kabul etmektedir(6)


Yine Taşnak ideologlarından Varandian, "Histoy of the Dahnagizoutune" (Paris,1932) adlı kitabında aynı itiraflarda bulunmaktadır


Ermeni yazarların da açıkça kaydettikleri gibi amaç Anadolu'da isyanlar çıkarmak, yöntem ise terördür Ermeni komiteleri bu programlarını uygulamaya koymak için zaman kaybetmemişler ve çeşitli ayaklarıma girişimlerinde bulunmuşlardır


Ayaklanma teşebbüsleri önce Hınçaklardan gelmiş, daha sonra Taşnaklar da bu yolu izlemişlerdir Bütün ayaklanma girişimlerinin ortak özelliği bunların Osmanlı ülkesine dışarıdan gelen komitecilerle planlanmış ve gerçekleştirilmiş olmasıdır


İlk isyan 1890'daki Erzurum isyanıdır Bunu yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi, 1892-93'de Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'de Sasun isyanı, 1895'de Babıâli gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankasının işgali, 1903'de 2 Sasun isyanı, 1905'de Padişah Abdülhamid'e suikast teşebbüsü 1909'da Adana isyanı takip etmiştir


Bütün bu isyan ve olaylar Ermeni Komitelerince Ermenilerin "Türklerce katledilmesi" olarak tanıtılmış ve Batı ülkelerine, Hıristiyan kamuoylarına bu şekilde yansıtılarak büyük bir gürültü koparılmıştır Bu amaçla hiçbir yalandan kaçınılmamış, olaylar tahrif edilmiştir Anadolu'nun en ücra köşelerine kadar dağılmış Hıristiyan misyonerler ile büyük devletlerin Konsoloslukları ve İstanbul'daki Büyükelçilikler bu propagandanın batı kamuoylarına iletilmesinde ve benimsetilmesinde büyük bir rol oynamışlardır


Buna Batı basının bu yoldaki yayınlan da eklenince, Hıristiyan kamuoyları Ermenilerin gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmayan mesajlarını benimsemeye başlamışlardır Esasen, kendi devletlerinin politikaları da bu mesajların benimsenmesini gerektirmekteydi Üstelik, Batı'ya göre bu "Hıristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bir çatışmaydı ve vahşi Müslümanlar masum Hıristiyanları katletmekteydi" Öyle ise, yapılacak iş Müslümanlara karşı Hıristiyan Ermenileri desteklemek ve himaye etmekti Gerçekten de böyle yapılmıştır


Ancak meselenin aslının hiç de böyle olmadığı ve Ermeni komitelerinin bu propagandasının altında büyük devletleri Osmanlılara karşı silâhlı müdahaleye zorlamak amacının yattığı belgelerle sabittir


İstanbul'daki Ermeni Patriği daha 6 Aralık 1876'da İngiliz Büyükelçisi Elliot'a "eğer Avrupa’nın bu işe müdahalesi dikkatinin çekilmesi için ihtilâl isyan çıkarmak lâzımsa, bunu yapmanın hiç de zor olmadığını” söylemiştir(7)


İstanbul'daki İngiliz Büyükelçisi Currie 28 Mart 1394'de İngiliz Dışişlerine şu raporu göndermiştir:


"Erzurum'daki ihtilâlcilerin hedefi karışıklıklar çıkararak Osmanlıların karşılık vermesini temin etmek ve böylece yabancı ülkelerin duruma müdahale etmesini sağlamaktır(8)"


Erzurum’daki İngiliz Konsolosu Graves 28 Ocak 1895'de İstanbul'daki İngiliz Büyükelçiliğine yolladığı mesajda, "Komitelerin amaçlarının genel bir memnuniyetsizlik yaratarak Türk Hükümeti ve halkının hayali acılarına, dolayısıyla durumu düzeltme gereğine çekmek" olduğunu bildirmiştir(9)


Yine Graves New York Herald Muhabiri Sydney Whitman’ın "eğer bu memlekete hiç bir Ermeni komitecisi gelmemiş olsaydı ve Ermenileri isyana kışkırtmasaydılar, bu çarpışmalar olur muydu?" şeklindeki sorusuna şu yanıtı vermiştir:


"Tabîî ki hayır; sanmam ki bir tek Ermeni öldürülmüş olsun(10)"


Van’daki İngiliz Muavin Konsolosu Williams 4 Mart 1896 tarihli yazısında "Taşnak ve Hınçakların kendi vatandaşlarını terörize ettiklerini, aşırılık ve çılgınlıklarıyla Müslüman halkı kışkırttıklarını,reformların uygulanması için girişilen tüm çabaları felce uğrattıklarını ve bütün Anadolu'da olup bitenlerden Ermeni komitelerinin cinayetlerinin sorumlu olduğunu" belirtmiştir(11)


Adana'daki İngiliz Başkonsolosu Doughty Wily 1909'daki bir raporunda "Ermenilerin yabancı müdahaleyi sağlamaya çalıştıklarını" yazmıştır(12)


Bitlis ve Van’da Rus Başkonsolosluğu yapan General Mayewski 1912 tarihli bir raporunda şunları kaydetmiştir:


"1895 ve 1896 yıllarında Ermeni komiteleri Ermenilerle yerel halk arasında öyle bir kuşku yaydılar ki, bu bölgelerde herhangi bir reformun yürütülmesi imkansız hale gelmişti Ermeni din adamları hemen hemen hiçbir dini eğitim gayreti içinde değillerdi Buna karşılık, milliyetçilik fikirlerini yaymak için çok çalıştılar


Bu tür düşünceler esrarengiz manastırların duvarları içinde gelişti ve dini görevlerin yerini Hıristiyanların Müslümanlara olan düşmanlığı aldı 1895 ve1896 yıllarında Asya Türkiye’sinin pek çok vilâyetinde çıkan ayaklanmaların sebebi ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffehtiler:Ermenilerin ayaklanması şu üç sebepten ileri geliyordu:


1 Bunların siyasi konularda bilinen tekâmülleri,


2 Ermeni kamuoyunda milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi,


3 Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni din adamlarının telkin ve çabalarıyla yayınlanması (13)"


Mayewski, Aralık 1912 tarihli bir başka raporunda, "Taşnak komitesinin Ermenilerle müslümanları birbirine düşürerek durumu karıştırmaya ve Rus müdahalesine zemin hazırlamaya çalıştığını" vurgulamıştır(14)


Nihayet, Taşnak ideologu Varandian "Avrupa'nın müdahalesini sağlamak istediklerini" itiraf etmiş(15), Papazian'da "isyanların amacının Avrupa devletlerinin Osmanlı Devletinin içişlerine karışmalarını sağlamak olduğunu' yazmıştır(16)


Ermeni komiteleri her isyanı, bu isyandan hemen sonra Avrupalıların müdahalede bulunacakları propagandasıyla çıkarmışlardır Bu propagandaya komitecilerden bazıları da inanmış, Osmanlı Bankasının işgali olayında saatlerce İngiliz donanmasının gelişini gözleyen komiteci Armen Aknomi kaderine küserek intihar etmiştir


Gerek Ermeni yazar ve komitecilerin, gerek Ermenileri destekleyen İngiliz ve Rus diplomatlarının ifadelerinden de açıkça görüldüğü üzere, Ermeni ayaklanmasının nedeni ne sefalet, ne ıslahat, ne de baskıya tâbi tutuldukları iddiasıdır Ayaklanmanın nedeni Batılılar ile Rusya'nın Ermeni komiteleri ve kilisesi ile işbirliği halinde Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak istemeleridir


Osmanlılar ise bu isyanlar karşısında, her devletin yapacağını yapmışlar ve isyanları bastırmak için asilerin üzerine kuvvet göndermişlerdir İsyanlar, Ermeni halkının çoğunluğunun komitelerin faaliyetini benimsememesi nedeniyle kısa sürede bastırılabilmiştir Ancak, yukarıda da değinildiği gibi her isyanın bastırılması yeni bir "katliam” olarak sunulmuştur


Yakalanan komiteci teröristler yine büyük devletlerin yardımıyla serbest bırakılmışlardır Zeytun isyanının, Osmanlı Bankası işgalinin ve padişah Abdülhamid'e yapılan suikast girişiminin ele başları büyük devletlerin müdahaleleriyle ellerini kollarını sallayarak Osmanlı topraklarını terk edebilmişler, üstelik düzenlenen sahte pasaportlarla yeni cinayetler işlemek üzere tekrar geri dönebilmişlerdir


Ancak, gerek Ermeni komitelerinin, gerek büyük devletlerin gözden uzak tuttukları temel bir unsur vardır: Ermeniler adına talep edilen topraklarda yaşayan Ermeniler küçük bir azınlıktır


Ermenilerin üzerinde özerk bir Ermenistan kurulmasını istedikleri 6 doğu vilâyeti Erzurum, Bitlis, Elazığ, Diyarbakır ve Sivas'tır Ermeni toprak istekleri zamanla gelişecek ve Adana, Halep ve Trabzon’u kapsayacaktır Şimdi, Batı kaynakları içinde doğu illerinde Ermeni nüfusunu en yüksek gösteren Fransız sarı Kitabını esas alarak bu vilayetlerin nüfus yapılan ile Ermeni nüfusunun toplam nüfusa oranlarını görelim


Tablo var


Buradan, hayalî bir Ermenistan vaadiyle Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırtan Rusya'nın kendi ülkesinde Ermenilere nasıl muamele ettiğini ve asıl niyetlerinin ne olduğunu kısaca belirtmekte yarar görüyoruz


Rusya Kafkaslara indiğinde Kafkas Ermenilerini Ruslaştırmayı ve Ortodokslaştırmayı öngören bir politika izlemeye başlamıştır Bu amaçla 1836'da Polijenia kanunu çıkarılmış, Eçmiyazin Katogikosluğunun yetkileri kısıtlanmış, Katogikos tayini Çarın görev alanına girmiştir 1882'de Ermeni gazeteleri ile okulları kapatılmış, 1903'de ise bu kez Ermeni kilisesi, kurum ve okullarının mal varlığına el konulmuştur Özetle, Rus Dışişleri Bakanı Lebonof Rostowski'nin ünlü deyimiyle "Ermenisiz bir Ermenistan" hedef alınmıştır Bu deyimin, son yıllarda, bazı Ermeni yazarlarca Osmanlı Yönetimine atfedilmeye çalışıldığı görülmektedir Bu husus da Ermeni propagandasının karakteri hakkında belirgin bir fikir verebilmektedir


Rusya'nın Ermenilere yaptığı baskı ve zulüm gerek Ermeni, gerek yabancı yazarlarca ayrıntılarıyla anlatılmıştır Biz şu iki örneği vermekle yetiniyoruz:


Ermeni tarihçi Vartanyan Ermeni Harekâtının Tarihi adlı kitabında şunları yazmaktadır:


"Osmanlı Ermenisi Çarlık Rusyası Ermenisine göre gelenek, din, edebiyat ve dil itibariyle tamamen serbestti"


Edgar Granville de "Rus mezalimine karşı Ermenilerin fek sığınağının Osmanlı Devleti olduğunu" kaydetmektedir


Rusya'nın asıl niyeti Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulmasını sağlamak değil, bu toprakları ilhak etmektir I Dünya Savaşı içinde yapılan Osmanlı imparatorluğunun paylaşılması anlaşmalarında Ermenilerin üzerinde muhtar bir devlet kurmayı hayal ettikleri topraklar Rusya ve Fransa arasında taksim edilmiştir Rus Çan de Eçmiyazin Katogikosu’na "Rusya'da bir Ermeni meselesi olmadığını' söyleyerek Rus niyetini açıkça dile getirmiştir


Ermeni yazar Boryan bu hususu şu sözleriyle isabetle teşhis etmiştir:


"Çarlık Rusya’sı hiçbir zaman Ermeni muhtariyetini sağlamak istememiştir Bu nedenle Ermeni muhtariyeti için çalışan Ermeniler aslında Rusya'nın Doğu Anadolu'yu ele geçirmesi için Çarlık ajanı olarak faaliyet göstermişlerdir

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.