Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
anlamak, balkanları

Balkanları Anlamak

Eski 07-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Balkanları Anlamak



Balkanları Anlamak - Balkanlar Hakkında - Balkanlar Savaşları

"Yiğitlerim, bugün sizin sevginizle titreyen şu Kosova meydanında,

Allah'ın izni ile muzaffer bir şekilde dalgalanacak olan

şanlı sancağımızın Macaristan içlerine doğru gitmesini,

bundan sonra hiçbir düşman hamlesi durduramayacaktır"(1)


Murad Hüdavendigâr'ın Kosova Meydan Savaşı'nda

askerlerine yaptığı konuşmadan




Balkanlar'da bugüne kadar olup bitenler ve gelecekte olması muhtemel gelişmeler hakkında doğru fikir edinebilmenin ve olayları doğru açıdan değerlendirebilmenin yolu Türkiye'nin bölge ile tarihi bağlarını doğru tespit etmekten geçer Bu nedenle Türklerin Balkanlar'a gelişi kadar, bu topraklardan ne şekilde ve hangi amaçla çıkarılmaya çalışıldıklarını da iyi kavramak gerekir


Türkler, Balkanlar'a ilk adımı Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun 1353'de Çanakkale Boğazı'nı geçip Rumeli topraklarını fethi ile attı 1389 Kosova Savaşı ise bir yandan Sırpları tarihi bir hezimete mahkum ederken, öte yandan Balkanlar'da Osmanlı'nın yenilmez bir güç olduğu gerçeğini ortaya koydu 1521'de Kanuni'nin Belgrad'ı almasıyla hemen hemen tüm Balkanlar, Türklerin hakimiyetine geçmiş oldu Ancak bu, Türklerin Balkanlar'daki ilk hakimiyeti değildi


Aslında bölgeye ilk gelen Türk kavmi, Hunlar'dı Ancak, Balkanlar'a, Bizans'ı yenerek Batı Roma üzerinden gelen Hunlar, bu bölgede uzun süreli bir hakimiyet kuramadılar Hunların ardından gelen Avar Türkleri ise Balkanlar'da geniş topraklar fethederek, yaklaşık 250 yıl süren bir hükümranlık dönemi yaşadılar Ancak Avarlar, 8 yüzyılın sonunda Hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaştılar ve tarihten silindiler Avarlardan sonra da göçebe Türk boylarının Balkanlar'a akınları devam etti Ancak zaman içinde Slav halkı arasında asimile olup yok oldular(2)


Osmanlılar ise hiçbir zaman asimile olmadılar Aksine, fethettikleri her coğrafyaya kendi kimliklerini taşıdılar Bunun en büyük nedeni İslam dinidir İslam öncesi Türkler, güçlü bir kültüre sahip olmadıkları için, fethettikleri topraklarda hem askeri, hem de kültürel olarak kalıcı olamamışlardı Oysa İslam'ın kabulünden sonra Türkler, "asimile olan" değil "asimile eden" bir millet oldu Bunun en güçlü örnekleri ise Osmanlı tarihinde ortaya çıktı


Örneğin Osmanlılar, İslam sayesinde Balkanlar'da kalıcı olabildiler Balkanlar'da Kanuni Sultan Süleyman'ın Belgrad'ı almasıyla sağlamlaşan Osmanlı hakimiyeti, bölgedeki çeşitli Hıristiyan halkların zaman içinde ve kendi rızalarıyla İslam'ı kabul edişine vesile oldu Dahası Osmanlı yönetimi bölgeye asırlar süren bir istikrar ve barış getirdi Din, dil ve ırk bakımından çok karışık bir yapıya sahip olan Balkanlar'da, Osmanlı yönetim tarzı, tüm bu farklılıkları birbirleri ile kaynaştırma temeli üzerinde kurulu idi Balkanlar'ın coğrafi yapısı itibarı ile her dönemde muhafaza edilen farklı kültürler, tarih boyunca ancak Osmanlı döneminde bir arada huzur ve güvenlik içinde yaşadılar


Bu tarihi gerçek, Osmanlı arşivlerinde yer alan belgelerle de gün yüzüne çıkmaktadır Prof İsmet Miroğlu'nun "Türklerde İnsani Değerler ve İnsan Hakları" isimli çalışmasında yer verdiği belgeler Balkan halklarının Osmanlı yönetiminden duydukları memnuniyeti gözler önüne sermektedir 12 Şubat 1867 tarihinde yazılmış olan başka bir belgede Bulgar Milleti'nin, Osmanlı idaresinden memnun oldukları şöyle ifade edilir:


Bulgar Milleti kulları, beşyüz seneden beri Osmanlı idaresi altında mesut olarak yaşamaktadırlar Bu süre zarfında mal, can ve dinleri fesatçıların ve kötülük peşinde olan kişilerin tecavüzünden muhafaza edilmiştir Halbuki diğer memleketlerde yaşayan güçsüz ve fakirler, zenginlerin saldırılarına ve zulmüne maruz kaldıkları gibi, kendilerine her türlü haksız muamele de reva görülmüştür Zira, Osmanlı idaresi altında yaşayan kuvvetliler tarafından, güçsüzlere hiçbir şekilde eziyet edilmemiş, güçlüler ve zayıflar devletin bahşettiği adalet ve hakkaniyetten aynı nispette faydalanmışlardır Osmanlı idaresindeki Hıristiyanlar arasında din ve mezhep farkı gözetilmeyerek hepsine eşit muamele edilmiştir(3)


Söz konusu huzur ve istikrar, 19 yüzyılın başında gelişen ulus-devlet anlayışının Batılı güçler tarafından bu topraklarda kışkırtılan bağımsızlık hareketlerini alevlendirmesine kadar sürdü 19 yüzyıl boyunca, dış güçlerin tahrikiyle, bölgedeki gayrimüslim tebaa arasında iç isyanlar başladı İsyanların ilk siyasi sonucu, Yunanistan'ın 1829'da bağımsızlığını ilan etmesi oldu


Başta Sırplar olmak üzere gayrimüslim halklar arasındaki isyan hareketlerinde, Rusya'nın yönlendirdiği Pan-Slavizm hareketi etkili oldu Bilindiği gibi bu akım, Slav ırkının üstünlüğünü, kültürel ve siyasi olarak birlikte hareket etmesi gerektiğini öne sürmekteydi Buna göre, özellikle Osmanlı topraklarında yaşayan Slav kökenlilerin milliyetçilik duyguları tahrik edilerek, Osmanlı aleyhine faaliyette bulunmaları sağlanıyordu


Yine bu akımdan etkilenen bazı topluluklar da daha rahat bir hayat umuduyla Rusya'ya göç etmekte idi Ancak kısa süre içerisinde, ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını anlamaya başladılar Pan-Slavizm propagandasından etkilenerek Rusya'ya göç eden Bulgarların, 30 Ocak 1862'de Osmanlı Devleti'ne geri dönebilmek için padişaha yazdıkları bir mektup, bu pişmanlığı açıkça ifade etmektedir Bu mektup, bir yandan Bulgarların, Osmanlı topraklarından göç ettikleri için duydukları derin pişmanlığı dile getirirken, öte yandan Osmanlı'nın Batılı güçler tarafından yeri doldurulması mümkün olmayan adalet ve devlet anlayışını gözler önüne sermektedir:


Ecdadımız, Osmanlı idaresi altında rahat ve her türlü nimet ve adaletle dolu bir hayat sürmüşler iken bizler, Rusya'ya gitmekle yazık ki bir tuzağa düşmüş olduk Saf insanlar olduğumuz için, aleyhimize tertiplenen bu hareketin sonunu düşünmedik ve bu işi bilerek yapmadık Gece gündüz pişmanlık gözyaşları döküyoruz Zira burada hiç kimse yüzümüze bakmıyor Bizler gibi kandırılan Bulgar hemşerilerimizle birlikte, affedilerek tekrar Osmanlı topraklarına dönebilmemiz hususunu niyaz ederiz(4)


Osmanlı dönemindeki istikrar ve bütünlük bölgeye istikrar getirmiş, hem bölge halkının yaşam kalitesini yükseltmiş, hem de dış güçlerin saldırılarına karşı küçük büyük tüm etnik kökenleri ortak bir savunma altına almıştı İşte bu nedenle de gerek Osmanlı'nın varlığından, gerekse Balkan halklarının birlik olarak oluşturdukları büyük güçten çekinen dış güçler, uzun süre bu bölgeden uzak durmuşlardır


Ancak yüzyılın son çeyreğinde Rusya'nın ve Batılı ülkelerin yayılma ihtirasları yeniden kabardı 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nın ardından düzenlenen 1878 yılındaki Berlin Kongresi ile, Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının önemli bir bölümü, Devlet-i Aliyye'nin yönetiminden çıktı Bulgaristan'ın büyük kısmı, Osmanlı idaresinden koptu Ruslar, Besarabya bölgesini ele geçirdiler Sırbistan, Karadağ ve Romanya, bağımsız birer devlet oldu Bosna-Hersek ise, Osmanlı yönetiminde kalmakla birlikte "teorik" olarak Avusturya-Macaristan toprağı haline geldi Öte yandan Kıbrıs ve Süveyş de İngilizlere verildi Berlin Kongresi öncesinde ve sonrasında, Osmanlı'nın parçalanması ve paylaşılması, dönemin Avrupa devletlerinin ve Rusya'nın dış politikasının temel hedefi oldu Batılı ülkeler için Avrupa ile Asya arasındaki stratejik Osmanlı bölgelerini ele geçirebilmek, ayrı bir önem arz etmekteydi Bu amaçla, onlarca farklı dil, ırk, mezhep ve etnik kökenden oluşan Balkan halklarını, birtakım milliyetçi hayallere kaptırıp provoke etmek ise hiç zor olmadı Osmanlı döneminde iç içe geçmiş, sakin ve istikrarlı bir yaşam süren bu topluluklar, örneğin Sırplar, Bulgarlar veya Yunanlılar, çeşitli kışkırtmalarla, ayrılıkçı ve çeteci toplumlara dönüştüler


Gerçekte Balkan halkları kısa süre içinde Avrupa devletlerine ve Ruslara güvenerek yola çıkmakla, tarihlerinin en büyük hatalarından birini yapıyorlardı Çünkü Osmanlı'nın gitmesiyle, bağımsız ve güçlü birer devlet halini alacaklarını zanneden Balkan halkları için asıl problemler yeni başlayacaktı Tıpkı Osmanlı öncesinde olduğu gibi, Balkan halkları tekrar parçalara bölünecek ve yıllarca bir arada ve kardeşçe yaşayan topluluklar, birbirleriyle savaşmaya başlayacaklardı Balkan devletlerinin, Osmanlı'ya karşı düzenledikleri I Balkan Savaşı'nın ardından, kendi aralarında anlaşmazlığa düşüp II Balkan Savaşı'na girişmeleri, bu tarihsel gerçeğin en açık kanıtı olacaktı


I Dünya Savaşı sonrasında Avrupa devletlerinin masa başında oluşturdukları suni sınırlara sahip ulus devletler, yaklaşan büyük fırtınanın habercisiydi II Dünya Savaşı'nda baştan aşağı Alman ve İtalyan ordularının işgali altında kalan ve iç savaşlarla çalkalanan Balkan ülkeleri, savaşın sonunda komünist Sovyet rejiminin kontrolüne terk edildiler Komünist idareler altında yıllarca baskı, şiddet ve işkenceye maruz kalan, dinlerini yaşamaları engellenen Balkan milletleri, büyük acılar çektiler Komünist rejimin dikta yönetimiyle perdelenen etnik kökenli tartışma ve çatışmalar, bu rejimlerin yıkılmasıyla birlikte kaldığı yerden -ve daha şiddetli bir şekilde- başladı




Bitmek Bilmeyen Kavgaların Kaynağı


Balkanlar'ı anlayabilmek için bölgedeki Türk-İslam tarihinin yanısıra, bölgenin stratejik ve coğrafi önemi üzerinde de durmak gerekir Büyük bölümü dağlık ve kayalık olan, derin vadilerle parçalanmış ve sık bitki örtüleriyle kaplı Balkanlar'da coğrafi yapının bir sonucu olarak iletişim ve ulaşım her zaman zorlukla sağlanmıştır ("Balkan" kelimesi de, "dağlık bölge" anlamına gelir) Ulaşım ve iletişimin zayıflığı ise, birbirlerine komşu olarak yaşamalarına rağmen, kültürel yönden birbirinden çok uzak, hatta birbirine düşman halklar meydana getirmiştir Etnik farklılıklara, kültürel farklılıklar da eklenince düşmanlıklar daha da artmış, Balkanlar istikrarsızlığa açık bir bölge haline gelmiştir Balkanlar'da, asırlar boyunca yüzlerce devletin kurulmasının ve yüzlercesinin yok olmasının en önemli nedenlerinden biri farklılıkları düşmanlığa çeviren bu tutucu ve içine kapalı Balkan kültürüdür


Çatışmaların alevlenmesinin altında yatan neden ise, bağımsızlığını ilan eden ülkelerde birbirine düşman ve bir arada yaşamak istemeyen azınlıkların yer almaları olmuştur Balkanlar'daki hiçbir devlet, etnik ve dini yönden homojen değildir Bu karmaşık durumu şöyle de izah edebiliriz: Balkanlar'daki siyasi harita ile etnik dağılım haritası arasında büyük uyumsuzluklar vardır Hemen hiçbir etnik grup -Karadağlılar ve Slovenler hariç- tek bir devletin çatısı altında yaşamamaktadır Örneğin Arnavutluk'un siyasi sınırları ile Arnavutların yaşadıkları bölgelerin "çakışma" oranı yaklaşık %50'dir Arnavutların neredeyse yarıdan fazlası Arnavutluk dışında, Kosova ve Makedonya'da yaşarlar


Benzer bir biçimde Sırplar ile Sırbistan arasında da büyük bir uyuşmazlık vardır 10 milyonu aşan nüfusları ile Balkanlar'ın en büyük etnik gruplarından biri olan Sırplar, Sırbistan'ın dışında iki ülkede daha yaşarlar: Hırvatistan ve Bosna-Hersek'te Öte yandan Sırbistan toprakları içinde yaşayan insanların %15'inden fazlası Sırp değildir; bunlar kendilerini Sırplarla "can düşmanı" olarak gören Arnavutlar ve Sancak'taki Slav Müslümanlarıdır


Balkanlar'daki hangi ülkeyi ele alsak, benzer bir mozaikle karşılaşırız Bulgaristan'da Türkler, Pomaklar (Müslüman Bulgarlar) ve diğer azınlıklar nüfusun %15'ini oluşturur Makedonya nüfusunun %65'i Makedonlardan oluşur, ülkede %22 dolayında Arnavut, %4 Türk ve daha başka azınlıklar yaşamaktadır Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesinde 120 bin kadar Türk, ayrıca kuzey bölgelerinde büyük bir Slav Makedon azınlık yaşar Bosna-Hersek'te nüfusun %45'i Müslüman, %30'u Sırp, %17'si ise Hırvat'tır


Elbette bir ülke içinde farklı etnik ya da dini grupların yaşaması bir sorun değildir Bu tür mozaikler, teorik olarak, "çok etnisiteli, çok kültürlü" bir devlet düzeni ve "bir arada yaşama"ya dayalı toplumsal bir formül içinde yaşatılabilirler, tıpkı Osmanlı da olduğu gibi Ancak ne yazık ki Balkanlar'daki devletlerin aşırı milliyetçi yaklaşımları, katı ideolojik uygulamaları bu formülü gerçekleştirilemez hale getirir Bölgedeki devletlerin önemli bir bölümü -ki başlarında Sırbistan ve Yunanistan gelir- homojen bir etnik ve dini toplum oluşturma amacındadırlar Bu, kimi zaman Sırbistan örneğinde olduğu gibi "etnik temizlik" çabalarına, kimi zaman da Yunanistan örneğinde olduğu gibi zoraki asimilasyon politikalarına yol açmaktadır Bu ülkelerin söz konusu baskıcı politikalarında ısrarcı olduklarını ise yıllardır süregelen acı tecrübelerden sonra artık öğrenmiş bulunuyoruz


Edirne'nin Gerisinde Bıraktıklarımız


Balkanlar'ın bu karmaşık haritasının çok ilginç bir yönü ise, Türkiye'den Adriyatik'e kadar uzanan bir Türk-İslam kuşağı barındırmasıdır


Önce geçmişe bir göz atalım 1912'deki Balkan Savaşı'na dek İstanbul'dan yola çıkıp Adriyatik Denizi'ne kadar Devlet-i Âli Osmaniye'nin sınırları içerisinde ilerlemek mümkündü Tüm Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk ve hatta bugünkü Yugoslavya'nın sınırları dahilinde kalan Kosova ve Sancak bile Osmanlı egemenliği altında idi Selanik, Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci büyük kenti idi Dahası, söz konusu Rumeli toprakları üzerinde yaşayan ahalinin de çoğunluğunu Türkler ve Müslümanlar oluşturuyordu Batı Trakya ve Makedonya'da zamanında Anadolu'dan göçmüş olan Türkler, Müslüman Pomaklar, hatta Müslüman Slavlardan oluşan bir Türko-İslami halk, çoğunluğu oluşturuyordu Arnavutluk, Kosova ve Makedonya'da yaşayan Arnavutlar da İslam dinini kabul etmeleri nedeniyle Devlet-i Aliyye'nin "has" tebaasından sayılıyordu


Bu Osmanlı mirasının Balkanlar'da nasıl hala ayakta olduğunu görmek içinse, İstanbul'dan çıkıp Bosna-Hersek'in kuzeybatı ucundaki Bihaç'a bir yolculuk yapmak yeter Türkiye sınırlarından çıkıp Yunanistan'a girdiğinizde, Türk azınlığın yaşadığı Batı Trakya toprakları üzerinde ilerlersiniz Burada yaklaşık 120 bin Türk soydaşımız vardır ve Yunanistan'ın onyıllardır uyguladığı asimilasyon politikalarına rağmen ısrarla milli ve dini kimliklerini korumaktadırlar


Batı Trakya'nın hemen yukarısında, güneydoğu Bulgaristan'da ise daha kalabalık ve geniş bir Türk azınlık yaşamaktadır Bulgaristan nüfusunun %9'unu oluşturan Türkler, ülkenin kuzey ve güneyinde yer alan iki geniş bölgede yaşarlar Güney Bulgaristan'da batıya doğru ilerledikçe bu kez de Pomakların yoğun olarak yaşadığı bölgelere ulaşırsınız Pomaklar, Osmanlı zamanında İslam'ı kabul etmiş Bulgar Müslümanlarıdır Ancak kendilerini Bulgar soydaşlarından ziyade Türk dindaşlarına yakın görürler Pomaklar ve Türkler, az sayıdaki Çingene ile birlikte, Bulgaristan'ın %13'lük Müslüman nüfusunu oluştururlar


Batıya doğru daha da ilerleyince Makedonya'ya varırsınız Yunanistan'la Sırbistan'ın arasında sıkışmış olan ve her ikisini de kendisi için bir tehdit olarak gören bu küçük Balkan devleti, stratejik olarak Türkiye'yle aynı saftadır Dahası, Makedonya'da çok sayıda Arnavut ve sayıları yüksek olmasa da ağırlıkları bulunan bir Türk azınlık yaşamaktadır Bu iki Müslüman unsur, ülke nüfusunun yaklaşık %30'unu oluşturur


Daha da batıya gittiğinizde ise, Türkiye'ye göçmüş olan milyonlarca soydaşı, Müslümanlığı ve anti-Sırp, anti-Yunan stratejik konumu nedeniyle yine Türkiye'ye yakından bağlı olan Arnavutluk'a ulaşırsınız Vardığınız sahil, Adriyatik sahilidir


Hepsi bu kadar değil Arnavutluk'tan kuzeye çıkın, bu kez "Sırbistan içindeki Arnavutluk"a, yani Kosova'ya ulaşırsınız Kosova nüfusunun %90'ını oluşturmalarına karşın Sırbistan yönetimi tarafından sistemli bir biçimde ezilen bu Arnavutlar, Müslüman kimliğine ve dolayısıyla "Türkiye ekseni"ne psikolojik olarak son derece bağlıdırlar Kosova'dan kuzeybatıya doğru ilerlediğinizde ise, Sırbistan ile Karadağ arasındaki sınır boyunca uzanan Sancak bölgesine gelirsiniz 1912'ye kadar Osmanlı toprağı olarak kalmış olan bu bölgedeki Slav Müslümanları, son derece güçlü bir İslami kimliğe sahiptirler


Sancak'ın bittiği yerde Bosna başlar Bugün doğu Bosna, Bosna-Hersek Federasyonu'nun Sırp tarafını oluşturan Republika Srpska'ya aittir Ama işgal edilmiş olan bu bölge biraz yarılsa, İzzetbegoviç'in Dayton Anlaşması'nda bırakmamak için çok direndiği "Gorazde koridoru"nu kullanarak Saraybosna'ya ve oradan da Devlet-i Ali Osmaniye'nin sınırlarının vardığı en uç noktaya, Bihaç'a varmak mümkündür


Edirne'den Bihaç'a uzanan bu kuşak, dikkat edilirse, jeostratejik yönden oldukça anlamlı bir hat üzerinde uzanmaktadır Bu ise tesadüfi bir durum değil, aksine hesaplanmış ve bilinçli olarak oluşturulmuş bir stratejidir: Osmanlı yönetimi, Balkanlar'ı fethettikten sonra bölgede demografik bir düzenleme yapmış ve asırlar süren bir süreç içinde bölgedeki önemli stratejik noktalara Müslüman toplulukları yerleştirmiştir Bu Müslüman toplulukların bir kısmı Anadolu'dan göç ettirilerek Balkanlar'a yerleştirilen göçebe Türkmen boyları, bir kısmı ise Müslümanlığı sonradan kabul eden otokton (Müslümanlığı sonradan kabul eden, aslen Türk olmayan, ama Müslüman olduğu için bölgede Türk kabul edilen halklar) bölge halklarıdır (Arnavutlar, Boşnaklar ya da Pomaklar gibi)


Kısacası Devlet-i âli Osmaniye artık yoktur, ama Balkanlar'ı bir uçtan diğer bir uca kat eden bir Türk-İslam kültürü ve medeniyeti onun mirası olarak hala ayaktadır Sayıları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanları, Edirne'den Bihaç'a kadar uzanan bir hat üzerinde yaşamaktadırlar Dahası, bu hat üzerinde bazıları 1878'den bazıları ise 1912'den bu yana direnmektedirler Tek umutları ise bir gün eski huzurun, barışın ve düzenin yeniden kurulması, güçlü bir birliğin tesis edilmesidir


Balkan Müslümanlarının Türk Kimliği


"Türko-İslami" tanımı gerek Balkan Müslümanlarının bizzat kendileri, gerekse onları "düşman" olarak gören Balkan milliyetçileri tarafından benimsenen bir tanımdır Bugün başta Sırplar olmak üzere diğer tüm Balkan milliyetçileri, Boşnakları, Arnavutları ya da Pomakları, yani etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan Balkan Müslümanlarını "Türk" olarak tanımlarlar Bunun nedeni ise, etnik kökenleri ne olursa olsun, Balkanlar'daki tüm Müslümanların, aralarında yaşadıkları Hıristiyan uluslardan ayrı bir "millet" olarak algılanmalarıdır Bu "millet"in ismi ise, her ne kadar etnik bir Türklüğü ifade etmese de, "Türk Milleti"dir Florida Üniversitesi'nden Balkan tarihçisi Maria Todorova bu durumu şöyle açıklıyor:


Balkan milliyetçiliği Ortodoks Hıristiyanların birliğini parçalarken, öte yandan tek vücut ve değişmez bir Müslüman cemaati imajı üretmiştir ve bunu da "millet" kavramı bazında görmektedir Bir başka deyişle, Balkanlar'daki Hıristiyan halklar kendi aralarında milliyetçilik kıstasına göre ayrımlar geliştirirken, öte yandan Müslümanlara, sanki bu insanlar tek bir milletmiş gibi davranmışlar ve bu yönde bir söylem geliştirmişlerdir Bu Hıristiyan uygulamasının en açık örneği, Balkanlar'daki tüm Müslümanlara, etnik kökenlerine göre bir ayrım yapmadan, "Türk" denmesidir Bu, bölgede hala çok yaygın olan bir kullanımdır


Öte yandan, Balkan Müslümanlarının geneli de, milliyetçi söyleme adapte olmadıkları ve Balkanlar'daki ulus-devlet oluşumları tarafından dışlandıkları için, kendilerini ayrı bir "millet" sayan bir toplumsal bilinci bugüne kadar korumuşlardır(5)


Todorova'nın da belirttiği gibi, Balkan Müslümanları için dini kimlikleri her zaman için etnik kimliklerinden çok daha öncelikli olmuştur Bulgaristan'da durum böyledir; "Bulgar Müslümanları" olarak tanımlanabilecek olan Pomaklar kendilerini Bulgarlardan çok Türklere yakın hissederler Bosna'daki durum daha da belirgindir; Sırplarla ya da Hırvatlarla tamamen aynı etnik kökene sahip olan ve aynı dili konuşan Boşnaklar, bu iki halkla hiçbir zaman bütünleşmemiş, kendilerini hep Osmanlı ekseninde görmüşlerdir


Balkan uzmanı Eran Frankel, aynı durumun Makedonya içinde de geçerli olduğunu vurgular Frankel'e göre, "Makedonyalı Müslümanlar, hiçbir zaman Makedonyalılık adına İslam'ı geri plana atmış ya da reddetmiş değildirler Aksine, çoğu kez kendi Slavlıklarını reddetmişler ve Slav-olmayan bir İslam kimliğini benimsemişlerdir"(6) Yine Frankel'e göre Makedonya'daki Müslüman Arnavutlar ya da Çingeneler, kendilerine Slav kimliğini benimsemektense, "Türk" olarak tanımlanmayı tercih ederler(7)


İşte bu nedenle de, Türkiye'nin Balkan yarımadasındaki "uzantısı" olan halklar, yalnızca birkaç milyonluk Balkan Türk'ü değil, nüfusları 10 milyonu bulan Balkan Müslümanlarıdır Çoğu etnik olarak Türk olmayan ve Türkçe konuşmayan bu insanlar, kendilerini aynı dili konuştukları Sırplardan ya da Bulgarlardan çok, Türklere yakın hissetmektedirler


Çünkü bu insanlar herşeyden önce "Osmanlı"dırlar ve Türkiye de Osmanlı'nın yegane mirasçısıdır Tarihçi Maria Todorova, bu konuda şöyle söyler:


Türkiye'nin Balkanlar'daki etkisi oldukça komplekstir Bu etki, öncelikle Balkanlar'daki Türkçe konuşan nüfusa yöneliktir Bu nüfusun büyük bölümü Bulgaristan'da yaşar, kalan kısmı ise çok daha az sayılarda Yunanistan, Romanya ve eski Yugoslavya'dadır Ancak Türkiye'nin etki alanı bununla sınırlı değildir Aynı zamanda Slav diliyle konuşan Müslümanlar da Türkiye'nin etki alanı içindedirler(8)


Todorova, Türk-olmayan Balkan Müslümanlarının kendilerini Türklükle özdeşleştirme eğilimlerine gösterge olarak ilginç bir noktanın daha altını çizer: 20 yüzyıl boyunca Balkanlar'dan Türkiye'ye göç eden Slav Müslümanlar (Arnavutlar dahil), Türk kimliğini benimseyerek Türk toplumu içinde asimile olmuşlardır Bu durum, Todorova'ya göre, "Osmanlı mirasının Türk etkisine dönüşmesinin açık bir örneğidir"(9)


Dolayısıyla Türkiye'ye düşen, Balkanlar'daki etnik ve dini mozaiği iyi analiz etmek ve bu mozaik içinde, kendi tarihsel kimliğine uygun bir strateji belirlemektir Bunu yaparken etnik, dini ve kültürel değerlerin dünya siyasetinde her geçen gün daha fazla önem kazandığını, dünyanın giderek daha artan bir biçimde medeniyetler arasındaki ilişkilerle tanımlanacağını da hatırlamak gerekmektedir Dahası, Balkanlar, etnisite, din ve kültür gibi kavramların en etkili olduğu bölgelerin başında gelmektedir Bir başka deyişle, Soğuk Savaş sonrası dünyada, Türkiye Balkanlar'a bakarken kendi tarihsel ve kültürel kimliğini ön plana çıkarmalı ve bu kimliğe uygun bir strateji belirlemelidir


Görüldüğü gibi tüm Balkanlar'da, aslında etnik olarak "Türk" olmamalarına karşın, kendilerini "Türk" olarak gören ya da görmeye eğilimli büyük bir Müslüman nüfus vardır Bu "fahri soydaşlarımızı" bize bu denli bağlayan unsur ise Türk-İslam ahlakı ve Osmanlı mirasıdır Nitekim 1997 yılının başlarında Belgrad'da yapılan gösteriler esnasında protestocuların "Türk Yönetimine Özlem", "Neredesin Ey Türk (Osmanlı) Yönetimi Altındaki Günler" şeklinde pankartlar açmaları Batı basınının da dikkatini çekmiş ve Türkiye'nin bölgede aktif olması gerektiğinin altını bir kez daha çizmiştir (10)


Üstelik artık Batılı güçler, Balkanlar'da kanayan yarayı tedavi etmeye güçlerinin yetmediğini kendileri de itiraf etmektedirler Eski Dışişleri Bakanlarından Hikmet Çetin, Zaman Gazetesi'nde yayınlanan bir haberde, Batı'nın Balkanlar sorununu çözmekte içine düştüğü aciz durumu şu şekilde ifade etmiştir:


"1992 yılında Bosna-Hersek konusunda bir toplantı yapılıyordu Türkiye de çağrıldı Miloseviç, Karadziç, hepsi oturuyorlardı Benim yanımda Amerika Dışişleri Bakanı vardı Yugoslavya'da yedi yıl büyükelçilik yapmış Bana dönerek, 'Siz bu felaket yerlerde 500 yıl nasıl kaldınız?' dedi" (11)


Görüldüğü üzere Balkanlar'da kalıcı barışın inşa edilmesinin yolu, Türk-İslam kültürünün devlet anlayışından geçmektedir Bugün her türlü teknik, teknolojik ve askeri imkâna sahip olan Batı, bölgeye sadece askeri güç yığınağı yapmakla yetinmekte, ancak bölge halklarının güvende hissedebileceği asayiş ve düzeni sağlayamamaktadır Aksine, yapılan dış müdahaleler, bölgede yaşananları daha da karmaşık hale getirmekte, zulmün hızını ve şiddetini artırmaktadır


İşte bu nedenle Türkiye, Osmanlı kimliğine ve tarihine sahip çıkmakla yükümlüdür Üstelik bu durum, Türkiye için büyük bir stratejik avantaj da oluşturmaktadır "Osmanlı" kavramı, Türkiye'nin etkisini, sınırlarının çok ötesine taşıyan büyük bir vizyonun adıdır Bu, Balkanlar'da olduğu gibi, Ortadoğu'da da böyledir


(1) Prof Dr Ramazan Özey, Yiğit Düştüğü Yerden Kalkar, Tarih ve Düşünce, Ağustos 2000, s 30

(2) Şükrü Karatepe, Yeni Şafak, 29 Mart 1999

(3) Başbakanlık Arşivi, Bulgaristan İdare Kataloğu, nr 89

(4) Başbakanlık Arşivi, Bulgaristan İdare Kataloğu, nr 79

(5) Maria Todorova "The Ottoman Legacy in the Balkans", The Balkans: A Mirror of the New International Order (ed G G Özdoğan, K Saşbaşlı) Eren, İstanbul, 1995 s 70

(6) Eran Frankel "Turning a Donkey into a Horse: Conflict and Paradox in the Identity of Macedonian Muslims", 23rd National Convention of the AAASS, Miami, 1991

(7) Eran Frankel "Turning a Donkey into a Horse: Conflict and Paradox in the Identity of Macedonian Muslims", 23rd National Convention of the AAASS, Miami, 1991

(8) Maria Todorova "The Ottoman Legacy in the Balkans" The Balkans: A Mirror of the New International Order (ed G G Özdoğan, K Saşbaşlı) Eren, İstanbul, 1995 s 71

(9) Maria Todorova "The Ottoman Legacy in the Balkans" The Balkans: A Mirror of the New International Order (ed G G Özdoğan, K Saşbaşlı) Eren, İstanbul, 1995 s 72

(10) Gündüz Gazetesi, 12 Ocak 1997

(11) İsmail Yediler, "Osmanlı'nın yani İslam'ın", 22 Eylül 1994, Zaman Gazetesi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.