Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
gizemler, tarihi

Tarihi Gizemler

Eski 02-23-2007   #1
Ergenekon
Varsayılan

Tarihi Gizemler



Tufan ve Nuh'un Gemisi

Zaman: Efsane / İÖ 6 binyıl ortaları
Mekân: Güneybatı Türkiye / Karadeniz?

Ve allah Nuh'a dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebile yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim Kendine gofer ağacından bir gemi yap Ve ben, işte ben kendisinde hayat nefesi olan bütün beşeri yok etmek için yeryüzü üzerine sular tufanı getiriyorum TEKVİN 6: 13,17

Kitabı Mukaddes'te dünyanın tümünü boğan büyük Tufan hikâyesi Tekvin kitabının 6-9 bölümlerinde anlatılır Tanrı, yarattıklarını insanlığın günahları nedeniyle yok etmeye karar verdiğinde namuslu bir insan olduğu için yalnızca Nuh'u kurtarmıştı Tanrı ona, küçük küçük odaları olan bir eve benzeyen bir gemi yapması için ayrıntılı bir talimat verdi Yağmurlar başlayınca Nuh ailesini ve yeryüzündeki yaratıkların her birinden birer çifti gemisine aldı

Yağmurlar toprağın tümü örtülene kadar yağdı ama sonra kesildi ve sel suları çekilmeye başladı Gemi Ağrı Dağı üzerinde kaldı Nuh gemiyi terk edip edemeyeceğini anlamak için kuşları salıverdi Önce bir kuzgun ve sonra da üç kere bir güvercin gönderdi Sonuncu kuş geri dönmeyince yeryüzünün kurumakta olduğunu ve gemiden inebileceklerini anladı

Kuru toprağa ayak basınca ilk işi bir kurban adamak oldu Tanrı bunu kabul etti ve bir daha insanların günahları için dünyayı cezalandırmamaya karar verdi Nuh ile bir ahit yaptı ve ona "Semereli olun ve çoğalın ve yeryüzünü doldurun" emrini verdi (Tekvin 9:1) Yeryüzündeki bütün hayvanlara insanlar bakacaktı ve bu ahdin işareti olarak Tanrı gökyüzüne gökkuşağını yerleştirdi

Nuh'un Gemisi'nin Aranması

İnsanlar çok eski çağlardan beri Nuh'un gemisinin oturduğu dağ tepesini aramışlardı Zamanımızda bile geminin kalıntılarını bulmak için seferler düzenlenmiştir ve Yakındoğu'da seçilecek pek çok dağ vardır Bunlardan biri Irak'ta (eski Mezopotamya'da) Kerkük yakınlarında eskiden Nısır Dağı olarak anılan Pir Ömer Gudrun'dur

Burası Zagros Dağları'nda, eski Asur ülkesinin doğusundadır Yine gözde yerlerden biri Van Gölü doğusundaki yüksek dağlardır Asur İmparatorluğu zamanında (İÖ yaklaşık 9-7 yüzyıllar) burası Urartu krallığıydı (bu adla Kitabı Mukaddes'teki Ararat adının benzerliğine dikkat ediniz) Bu sıradağların en yüksek tepesi olan Masis Dağı da zaman zaman Nuh'un gemisinin arandığı yerlerden biri olmuştur

Van Gölü'nün güneydoğusundaki dağlar da aranmış ve kimi zaman iyimserlik dalgalarına neden olmuşsa da gemi asla bulunamamıştır Tekvin Kitabı'ndaki Nuh hikâyesi, tarihi terimlerle ifade edilmiş olmadığı için bunda şaşılacak bir şey yoktur Hikâye biçim olarak mitolojiktir Kendisine tapanlarla doğrudan doğruya konuşan bir Tanrı imajını korumaktadır Tanrı "tek ve mutlak" olarak tanımlanmıştır ama her nasılsa insan karakterlidir ve o dönemin diğer Yakındoğu halklarının Tanrılarından pek farklı değildir



(Solda) Nuh'un Gemisi, Ağrı Dağı üzerinde: Bir güvercin gagasında yapraklı bir dal parçasıyla dönerek suların çekilmekte olduğu haberini getiriyor (Sağda) Eski Babil'den ünlü Gılgamış Destanı'nın Nuh'un Mezopotamya'daki karşıtı olan Utnapiştim'in tufan hikâyesinin anlatıldığı ikinci tableti (İÖ yaklaşık 2000-1800 yılları)

Tufanın İzlerinin Araştırılması

Büyük bir Tufan ve sonra dünyaya yeni bir hayat getirmek üzere oradan sağ çıkan kahramanın hikâyesi Güney Amerika'dan Avustralasya'ya ve Akdeniz' den Mezopotamya'ya kadar eski mitolojilerin çoğunda görülür Yunan Tufan kahramanının adı Deucalion'du Nuh gibi o da karısıyla bir gemi yapmış, içini hayvanlarla doldurmuş ve yok olmaktan kurtulmak için denizlere açılmıştı Eski Mezopotamya'da Tufan kahramanı çeşitli dönemlerde Ziusudra, Atrahasis ve Utnapiştim adlarını almıştır

Tevrat'taki Nuh hikâyesine en çok benzeyen bu Mezopotamya efsanesidir Brİtish Museum'dan George Smith 1873'te Gılgamış Destanı'nı yayınlamıştır Uruklar'ın bu efsane kralı yakın dostu Enkidu'yla bir çok serüven yaşar Enkidu ölünce çok üzülen Gılgamış, karısıyla beraber Tufan'dan sağ çıkan ve Tanrılar'ın ölümsüzlük bağışladığı atası Utnapiştim'den ebedi hayatın sırrını öğrenmek üzere yola çıkar Utnapiştim'in hikâyesi ayrıntılı olarak anlatılır ve Tanrılar'ının çokluğu dışında Tevrat'ın Nuh ve Gemisi hikâyesinin benzeridir

1920'li yıllarda İngiliz arkeolog Leonard Woolley, Tevrat'ın patriyarkı İbrahim'in doğum yeri olan güney Mezopotamya'daki Ur kentinde kazı yapmıştır Woolley, Ur'da Tufan'ın kanıtlarını bulduğu telgrafıyla Londra'da büyük bir heyecana neden olmuştu Ama yazık ki, aradığını bulamamıştı ve Güney Mezopotamya ovasındaki diğer yerlerde kazılar yapan sonraki arkeologlar da herhangi bir şey bulamadılar

Arkeologlar buralarda çanak çömlek, mezarlar ve binalarla yerleşim izlerinin altında ve üstünde, suyla getirilmiş kalın alüvyon katmanları bulmuşlardı Ancak bu alüvyon katmanları yerleşim bölgelerinin belirli alanlarındaydı ve hiçbir zaman tümünü örtmemişti Bunlar, Tufan'ın olmasa da, Sümer ve Akad ülkesinin büyük nehirleri olan Fırat ile Dicle'nin yerel taşmalarının kesin kanıtlarıdır

Mezopotamya'nın bütün kentleri zorunlu olarak bu nehirlerin ya da onların kollarının birinin boyunca kurulmuşlar ve nehirler yerleşim birimlerine hayat verirken taşkın tehlikesi de getirmişlerdi Eğer nehrin yukarısında, Suriye ya da Türkiye'de aşırı yağışlar olmuşsa ya da karlar dağlarda çok çabuk erimişse, o zaman bu büyük nehirler taşar ve çevrelerindeki küçük yerlere büyük zararlar verirdi Bu gibi durumlarda bir taşma izi, beklenen bir şeydir Günümüzde güneyde pek çok eski yerleşim birimi artık çöllerde kalmıştır Bunun nedeni zamanla nehirlerin yataklarını değiştirmiş olmasıdır

Arkeologlar ve tarihçiler uzun yıllar boyunca Tufan'ın, özellikle de çok şiddetli olan böyle bir taşkının halkın belleğinde kalmış anısı olduğunu kabul etmişlerdi Bu anı Hz İbrahim klanıyla Ur'dan Kenan İli'ne taşınmış ve yeni anayurtlarında taze ve tektanrılı bir biçim verilmiş olabilir Tekvin'deki yazılı hikâyenin sözlü geleneği, yüzyıllar boyunca usta hikayecilerin dillerinde dolaşmış olabilir Tevrat metnindeki tutarsızlıklar da bu kaynakların her ayrıntıda fikirbirliği içinde olmadıklarını göstermektedir



Venedik'te San Marco kilisesinin mozaikleri: Nuh ile ailesi gemide Nuh hayvanları çifter çifter gemiden indiriyor

Karadeniz mi Taştı?

William Ryan ve Walter Pitman adlı iki Amerikalı bilimadamı yeni ve gayet ilginç bir kuram ortaya atmışlardır Bunların ikisi de özellikle Karadeniz'le ilgilenen jeofizikçilerdir Onlara göre Büyük Tufan, Karadeniz'de İÖ 6 binyılda gerçekten olmuş çok büyük bir âfettir Karadeniz o zamanlar şimdi jeologların Yeni Euxine Gölü adını verdikleri bir tatlı su gölüydü

O sıralarda yüzeyi deniz düzeyinin 150 metre altındaydı Buzul çağı sonunda buzdağlarının erimesi dünyanın tümünde denizlerin yükselmesine neden oldu Akdeniz (ki, o da Cebelitarık Boğazı yoluyla Atlas Okyanusu'ndan beslenmekteydi) tuzlu suyunu Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne boşalttı Denizin doğusunda bir kara parçası Marmara'nın Yeni Euxine'yle birleşmesini önlüyordu Ancak deniz yükseldikçe su bu bölgeyi ilk başlarda yavaş ve sonra belki daha büyük bir hızla aşmaya başladı

Sonra herhalde Türkiye'de çok olan depremlerden biri sırasında toprak ayrıldı ve milyonlarca ton tuzlu su günümüz Boğaziçi'ne dolup oradan da çok aşağılardaki göle dolmaya başladı Ryan ve Pitman iki yıl boyunca bu dar kanaldan günde 10 mil küp suyun batıdan doğuya boşaldığını ve böylece kendisine bir yatak kazarak önündeki her şeyi silip süpürdüğünü tahmin etmektedirler Bu durumda bile Karadeniz'in tümü günde 15 santim yükselecek, gölün kıyısındaki düz arazi günde 1,5 km kadar toprak altında kalacaktır

Gölün çevresinde tıpkı Yakındoğu'nun diğer yerlerinde olduğu gibi çiftçilikle geçinen insanlar yaşamaktaydı Bunların çoğu yükselen sulardan hayvanlarını alıp kayıklarla, eşeklerle hatta gerekirse yaya olarak kaçmış olacaklardır Dört bir yana kaçan bu gruplar Tufan'ın korkunç anılarını da taşıyacaklardı Bu anılar zamanla kuşaklar boyu saz şairleri ve sıradan insanlar tarafından şarkılar ve hikâyeler olarak anlatıldıkça folklora ve efsanelere dönüşeceklerdi

Kuram buydu ve bu kuram da şimdi Karadeniz'in tabanı uzaktan kumandalı kameralı denizaltı araçlarıyla araştırılarak sınanmaktadır Kameraların gönderdiği görüntüler grubun gemisinde izlenmektedir ilk bulgular heyecan vericidir: 91 metre derinlikte binaya benzer kalıntılara rastlanılmıştır ve bu araştırmalar sıklaştırılacaktır

İki Amerikalı bilimadamına göre Tufan efsanesinin kökeni budur Nuh'un hikâyesi bunun bir anısı, Mezopotamya destanları ikinci ve hatta Yunanistan'daki Deucalion efsanesi bir üçüncüsü olabilir Bu fikrin kanıtlanması güçse de, kolaylıkla gözardı edilemeyeceği de kesindir



(Solda) Sir Leonard Woolley'nin 1920'lerde güney Mezopotamya'da Ur'da kazdırdığı Büyük Tufan Çukuru Woolley, Tufan'ın kanıtlarını bulduğunu sanmışsa da, iki iskân katmanının arasındaki alüvyon katmanı, Ur kentinin bile tümünü etkilemeyen bir taşkına işaret etmekteydi (Sağda) Karadeniz'in şimdi batmış olan eski kıyı çizgisini araştıran bir gemide, Robert Ballard başkanlığındaki ekip uzaktan kumandalı kameralarla deniz dibini tarıyor

Tekvin'den Tufan Seçmeleri

"Ve onu şöyle yapacaksın: Geminin uzunluğu üç yüz arşın, genişliği elli arşın ve yüksekliği otuz arşın olacaktır Gemiye ışıklık yapacaksın ve onu yukarı doğru bir arşına tamamlayacaksın ve geminin kapısını yan tarafına koyacaksın; alt, ikinci ve üçüncü katlı olarak onu yapacaksın ()

Fakat seninle ahdimi sabit kılacağım ve sen ve seninle beraber oğulların ve senin karın ve oğullarının karıları gemiye gireceksiniz Ve seninle beraber sağ kalmak için her yaşayan, bütün beden sahibi olanlardan, her nevinden ikişer olarak gemiye getireceksin, erkek ve dişi olacaklar

Cinslerine göre kuşlardan ve cinslerine göre sığırlardan, cinslerine göre toprakta her sürünenden, her neviden ikişer olarak, sağ kalmak için sana gelecekler Ve sen yenilen her yemekten kendine al ve yanını topla ve sana ve onlara da yiyecek olacaktır Ve Nuh, Allah'ın kendisine emrettiği her şeye göre yaptı; öyle yaptı"
Tekvin, 6: 15-22



İÖ 6 binyılda Karadeniz taşkını Deniz yüzeyi 150 metre yükselmiş ve tatlı sudan tuzlu suya bir geçiş olmuştur

Kayıp Sodom ve Gomorra
Zaman: İÖ 3150-1550
Mekân: Ürdün

Ve Rab Sodom üzerine ve Gomorra üzerine göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; ve o şehirleri ve bütün havzayı ve şehirlerde oturanların hepsini ve toprağın nebatını altüst etti TEKVİN 19:24-25

Sodom ve Gomorra kentlerinin yıkılması Kitabı Mukaddes'in Eski Ahit kitabında anlatılan en ilginç hikâyelerden biridir ve aynı hikâye Kur'an'da da yinelenmiştir Başlıca karakterler en büyük patriyark olan İbrahim ile yeğeni Lût'tur

Kentler bugün de hâlâ geçerli olan toprak hakları, eşcinsellik, ardıllık ve aile içi zina gibi ciddi ahlaki ikilemlerin yükü altındaydılar Olay Kitabı Mukaddes ahlak kuralları için bir benzetme olarak görülmüşse de, bu kentlerin ve hikâyede anlatılan olayların varlıkları konusunda herhangi bir kanıt var mıdır?

KİTABI MUKADDES'İN HİKÂYESİ

Hikâyede İbrahim ile Lût, Kenan topraklarında çobanlar olarak sürülerini otlatırlar Hayvanlar çoğalınca ülke ikisine de yetmez Bunun üzerine İbrahim ayrılmalarına karar verir ve gideceği yeri ilk seçme hakkını Lût'a verir Lût, Şeria Vadisinin bol sulu ovasını seçer ve "havzanın beş zengin kentinden" biri olan Sodom yakınlarına yerleşir Diğer kentler Adma, Tseboim ve Tsoar'dır

Ancak Sodom erkekleri günahkâr eşcinsellerdir ve Tanrı eğer pişmanlık getirmedikleri takdirde hepsini yok edeceği uyarısında bulunmuştur İbrahim, Tanrı ile suçluların yanı sıra dürüst insanları da yok etmenin ahlaklılığını tartışır; sonunda Sodom'daki tek dürüst insanın Lût olduğu anlaşılır

Lût'u Sodom'u bekleyen felaket konusunda uyarmak üzere iki melek gönderilir Sodomlular Lût'un tanrısal ziyaretçilerini duyunca evine gidip görmek isterler Kötü Sodomlular'ın melekleri taciz edeceklerinden korkan Lût, kalabalığa onlar yerine iki bakire kızını sunar Melekler kapı önündeki Sodomlular'ı kör edip Lût'a ailesini alıp kaçmasını söylerler

Tanrı Sodom ve Gomorra kentlerine kükürt ve ateş yağdırırken Lût karısı ve iki kızıyla Tsoar kentine kaçmaya başlar Ancak yolda Lût'un karısı Tanrı'nın arkasına bakmama emrine uymayınca bir tuz "direğine" dönüşür Lût, Tsoar'da kalmaya korkarak kızlarıyla bir mağaraya sığınır Kızlar uzun bir tecrit döneminden sonra kendilerine bir çocuk verip soylarının devamını sağlayacak bir erkek bulamayacaklarından korkarlar Bu nedenle babalarını sarhoş edip ne yaptığını fark edemeyeceği bir sırada iğfal etmeye karar verirler Bu zina birleşmesinden iki erkek evlat doğar: Moablılar ve Ammonoğulları kabilelerinin ataları olan Moab ve Ben-ammi

Bu hikâyenin herhangi bir noktasının doğruluğu hakkında elimizde hangi kanıtlar vardır? Lût Gölü bölgesinde Sodom ve Gomorra hikâyesini doğrulayacak bazı doğal ve jeolojik olgulara rastlanılmıştır Ayrıca, son zamanlardaki arkeolojik keşifler de kutsal kitabın hikâyelerine belirli bir inanılırlık kazandırmaktadır



Sodom ve Gomorra'nın yıkılması: 16 yüzyıl başlarında bir Alman Kitabı Mukaddes gobleninden ayrıntı

OLGULARIN DOĞAL OLARAK MEYDANA GELMESİ

İki büyük kara kütlesinin birbirlerinden ayrılması sonucunda Lût Gölü'nde sık sık depremler olur Tarihi kayıtlardan başka yerlerde kentlerin geçmişte depremlerle yok olduklarını biliriz ve eğer bunlar fay hattı üzerindeyseler depremler de daha şiddetli olur Aynı jeolojik süreç yeryüzünün en alçak su kütlesini de yaratmıştır

Deniz yüzeyinin yaklaşık 400 metre altında derin bir vadide yer alan Lût Gölü tuz oranı çok yüksek bir sudur, tuz yoğunluğu dibe doğru giderek artar ve kıyılarında sık sık tuz oluşumlarına rastlanır Bu tuz sütunları kimi zaman bir tesadüf sonucu insan biçiminde olabilir ve Lût Gölü'ne düşen her şey kısa zamanda tuzla kaplanır ve gölde bakteriler dışında bitki ve hayvan varlığının yaşamasına engel olur Bu nedenle Lût'un karısının tuz sütununa dönüşmesi hikâyesinin böyle bir olağandışı ama doğal süreçten kaynaklandığını düşünmek güç değildir

Lût Gölü'nün diğer bir garip özelliği de zift bakımından zengin olmasıdır ve bu da zaman zaman iri topaklar ya da petrol birikintileri olarak yüzeye çıkar Sodom ve Gomorra krallarının Suriye krallarıyla bir savaş sırasında kaçarlarken "zift kuyularına" düşmeleri olayı da akla bu durumu getirir (Ve Siddim Vadisi zift kuyuları ile dolu idi ve Sodom ve Gomorra kralları kaçtılar ve orada düştüler ve geri kalanlar dağa kaçtılar; Tekvin 14:10)

Dahası, Lût Gölü kıyılarının yumuşak kireçli topraklarında yumruk büyüklüğünde kükürt toplarına rastlanır Eski Ahit'in Sodom ve Gomorra hikâyesini yazanlar, "kükürt taşı" adını verdikleri bu alev alan topları mutlaka biliyor olmalıydılar O nedenle göklerden yağan ateş yağmurunun kentleri yakıp yıktığı hikâyesi bu garip nesnelerden kaynaklanmış olabilir



(Solda) Lût Gölü çevresindeki yumuşak kireç tabakasının doğal erozyonu Lût'un karısının sonunu hatırlatan sütunla oluşturur (Sağda) Lût Gölü'nün Erken Tunç Çağı yerleşimlerini (bir olasılıkla "ova şehirleri"ni) gösteren harita

SODOM VE GOMORRA'YI ARARKEN

Kitabı Mukaddes bilginleri ve arkeologlar yüz yıldan uzun bir süredir Sodom ve Gomorra kentlerinin bulunduğu yerleri saptamaya çalışmaktadırlar İlk önceleri bunların Lût Gölü'nün kuzeyinde mi yoksa güneyinde mı olduğu tartışılmıştı

De Saulcy, 1851'de Lût Gölü'nün kuzeybatısında yaptığı bir araştırmada Eriha ve Kumran'ın kayıp kentler olduğunu ileri sürdü 1920'lerde Peder Alexis Mallon'un kuzeydoğu kıyısındaki Teleylat Ghassul'da yaptığı kazılar büyük bir Kalkolitik Dönem (İÖ yaklaşık 3600) yerleşim birimini ortaya çıkardı ki, bu daha inanılır bir alternatif olarak görüldü Bu önerinin aksayan yanı, çoğu bilimadamlarının Sodom ve Gomorra hikâyesinin yeraldığına inandıkları Tunç Çağı'nda (İÖ 3150-1550) bu alanda bir yerleşim izine rastlanılmamış olmasıydı

1896'da bugünkü Şeria'da Medeba'da 6 ile 7 yüzyıldan kalma bir mozaik harita bulundu Bu haritada Lût'un kaçtığı ilk kent olan Tsoar, Lût Gölü'nün güneydoğu uçundaydı Klasik tarihçiler Diodorus, Strabon, Joscphus ve Tacitus ve daha sonra ortaçağ Arap coğrafyacıları Yakut, Mesudi, Mukaddesi ve İbn Abbas bu bölgeyi tarif etmişlerdi

William F Albright, Rahip Melvin G Kyle, Peder Alexis Mallon ve diğerleri 1924'te bölgeyi araştırarak Tsoar'ın yerini doğrulamaya çalıştılar Tsoar'ın Moab ülkesi olarak saptanması kendilerini, Kitabı Mukaddes'te Arnon olarak belirlenen Mucip Nehri'nin güneyini araştırmaya yöneltti Lisan yarımadasını ve yakınlardaki vadileri araştırdıktan sonra çağdaş Safi kasabasının eski Tsoar olduğunda karar kıldılar Sir John Maundevil de 1322 ile 1356 arasında Safi'yi ziyaret ettiğinde bu kuramı çok daha önce ileri sürmüştü

Sodom ve Gomorra'nın araştırılmasına 1930'larda Lût Gölü'nün güneyindeki sığ havzayı araştıran Le PFM Abel, F Frank ve Nelson Glueck katıldılar Bu tuz kaplı alan Eski Ahit'in "tuz denizinin yanındaki Siddim vadisi" tanımına uymaktadır (Bunların hepsi Siddim vadisinde [bir tuz denizidir] birleştiler,-Tekvin 14:3)

Konstantinos Politis tarafından yapılan son araştırmada Safi'nin gerçekten Tsoar olduğu anlaşıldı ve tam da Medeba haritasının gösterdiği yerde çıkmıştı

"Havza şehirleri"nin (Ve Lût, Havza şehirlerinde oturdu ve Sodom'a doğru çadır kurardı; Tekvin 13: 12} Lût Gölü'nün suları altında kaybolmuş olduğu önerisi ilk kez 4 yüzyıl hacılarından Egeria tarafından ileri sürülmüştür

Çok daha sonra 19 yüzyıl sonlarında William Lynch'in, Albright'ın ve Kyle'ın denizin kuzey ucunda olduğunu bildirdikleri birkaç küçük ada, günümüzde su altında kalmıştır Lût Gölü günümüzde, ABD'nin uzay kuruluşu olan NASA tarafından, uydu fotoğrafları ve suyun altında da deniz tabanı incelemeleriyle araştırılmaktadır Araştırmalar sonucunda ulaşılan genel yargıya göre, Sodom ve Gomorra'nın, kıyıdan çok, Lût Gölü'nün altında bulunabileceği kuramı kesinlikle inanılır gibi görünmektedir



(Solda) Şeria'da Medeba'da bulunan 6-7 yüzyıl mozaik haritasında Lût'un Tsoar kenti dışında sığındığı yer gösteriliyor (Ortada) Bab ed-Drah kazısında Erken Tunç Çağı'na (İÖ yaklaşık 3000) ait yanmış bir yerleşim alanı (Sağda) Tuzdan oluşmuş Sodom Dağı'nın (Cebel Usdam) içi Su, tuzu eriterek bu yüksek mağaraları oluşturuyor

SON ARKEOLOJİK KANITLAR

Paul Lapp, Walter Rast, Thomas Shaub ve Burton MacDonald tarafından yakın zamanlarda eski kıyı boylarında ve Lût Gölü'nün güney havzasının jeolojik fay hatlarında araştırmalar ve kazılar yapılmıştır

Araştırmacılar 1970'li ve 80'li yıllarda oralarda bir zamanlar büyük yerleşim alanları olduğunu keşfetmişlerdir Bab ed-Drah gibi bazıları Erken Tunç Çağı'nda (İÖ yaklaşık 3000 yılları} yanarak yok olmuşlardır Bunlar efsanevi "havza şehirleri" olabilirler mi? 1976'da bu kentlerin Suriye'deki Ebla'da bulunan Erken Tunç Çağı tabletlerinde yer aldıkları saptanmıştır Bu keşif, kentlerin tarihi varlıklarını doğrulamakta mıdır?

Konstantinos Politis 1990'larda Safi yakınlarında Deyr'Ayn'Abata'yı kazmış ve ilk Bizans Hıristiyanları'nın Lût'un, Sodom ve Gomorra'nın yıkılmasından sonra Kitabı Mukaddes'te anlatılanlara göre, sığındığı mağara olduğuna inanılan mağaranın üzerinde inşa edilmiş bir kilise kalıntısı bulmuştur

Erken ve Orta Tunç çağlan kalıntılarının bulunması da mağaranın Tekvin hikâyesinin geçtiği söylenen dönemde iskân edildiğini göstermektedir Bu arada yakın çevrelerdeki kazılarda da benzer Orta Tunç Çağı eserlerine rastlanılmıştır

Eski Ahit aslında bir ahlaki rehberlik kitabı olarak görülüyorsa da, çağdaş arkeolojik ve jeolojik keşiflerin Sodom ve Gomorra hikâyesinin yer almış olabileceği fiziki ve tarihi mekânları doğruluyor olması gayet ilginçtir

Atlantis

Zaman: Bilinmiyor (İÖ yaklaşık 9600?/1520? / efsane)
Yer: Akdeniz? / Atlas Okyanusu?

Dün kentinden ve hemşehrilerinden söz ettiğinde aklıma tekrarlamakta olduğum bir hikâye gelmişti ve senin, nasıl bir esrarengiz rastlantıyla Solon'un anlattıklarıyla harfiyen uyuştuğunu görmekle şaşırdığımı söylemiştim PLATON, KRİTİAS, İÖ 4 YÜZYIL

İnsanlığın Çok Eski çağlarının derinliklerindeki ve eski dünyanın tümüne hâkim olan büyük ve güçlü bir milletin akıl almayan bir felaket sonucunda neredeyse bir gece içinde sona ermiş olması insanları iki bin yıldır meşgul etmektedir Burada büyük Atlantis ada milletinden söz ettiğimiz kuşkusuzdur

ATLANTİS: EFSANENİN İÇERİĞİ

Atlantis'in doruk noktasına 11 bin yıl önce eriştiği söylenirse de, literatürde ortaya çıkışı ancak 2350 yıl önce, İÖ 359 ve 347 yılları arasıdır Ülkenin adı Yunan filozofu Platon'un Sokrates ile öğrencileri arasındaki hayali konuşmalarının iki diyalogunda (Timaio ve Kritias) ortaya çıkar Timaio diyalogunun başında Sokrates bir gün önceki "mükemmel" toplum konuşmasına değinir

Platon burada uzun yıllar önce yazdığı en ünlü diyalogu olan Devlet'e atıfta bulunmaktadır Platon, Sokrates'e Devlet'te sunulan mükemmel hükümetin unsurlarını saydırır: Zanaatkarlar ve çiftçiler askeriyeden ayrılacaktır, askerler merhametli olacak, atletizm ve müzik eğitimi alacak, komün halinde yaşayacak ve altına, gümüşe ya da herhangi bir özel mülke sahip olmayacaklardır

Sokrates varsayımsal tartışmalardan bıkıp öğrencilerine uygulamalı felsefe denilebilecek bir ödev verir Devlet'te vazedilen kavramlara göre yaşayan bir toplumu haklı bir savaşa sokarak mükemmelleştirmelerini söyler

Hocasının önerisini yerine getiren Kritias şöyle der: "O halde, Sokrates, garip ama gerçekten doğru olan şu hikâyeyi dinle" Kritias bu hikâyeyi dedesinden (onun da adı Kritias'tır) dinlediğini söyler Dedesi de babası Dropides'ten, o da Yunan bilgesi Solon'dan dinlemiştir Solon ise İÖ 600 yılından hemen sonra bulunduğu Mısır'da Mısır rahiplerinden duymuştur Böylece Platon'un kendi anlatımına göre Kritias'tâ iki yüz yıl önce ortaya atılmış bir hikâyeyi dolaylı olarak duymaktayız



(Solda) Atlantis hikâyesinin özgün kaynağı olan Platon'un (İÖ 427-347) I yüzyılda yapılmış mermer büstü Platon, Timaio ve Kritias diyaloglarında Atlantis'i ortaya atmış ve toplumunu ayrıntılarıyla ele almıştır (Sağda) Athanasius Kircher'in Atlantis haritası (1678) Platon'un da belirttiği gibi ülkeyi Herakles Sütunları'nın ötesine, Atlas Okyanusu'nun ortalarına yerleştirir Kuzeyin aşağı tarafta olduğuna dikkat!

MÜKEMMEL DEVLET, ATİNADIR, ATLANTİS DEĞİL

Mısırlı rahipler Solon'a "bütün kentlerin en iyi yönetileni" olan eski Atina hakkında bir hikâye anlatmışlardı Platon'un mükemmel devlet modeli işte zamanından 9300 yıl öncesinin bu eski Atina'sıdır Rahipler Solon'a, eski Atinalılar'ın en büyük kahramanlık eylemini anlatırlar: Atinalılar "Avrupa'nın ve Asya'nın tümüne bir sefer açan büyük bir devleti" savaşta yenmişlerdir Bu yayılmacı millet "Herakles Sütunları"nın ötesinden, Atlas Okyanusu'ndan gelmiştir Ve bu büyük devletin adı Atlantis'ti

Atlantis, ta Mısır'a kadar kuzey Afrika'nın tümünde egemendi Ancak Kritias'ın söylediğine göre o savaşta Atinalılar tarafından yenilen Atlantis, tanrılar tarafından depremler ve sellerle ortadan kaldırılmıştı

Kritias, Atlantis hikâyesini anlattıktan sonra Sokrates'e şöyle der: "Dün kentinden ve hemşehrilerinden söz ettiğinde aklıma tekrarlamakta olduğum bir hikâye gelmişti ve senin, nasıl bir esrarengiz rastlantıyla Solon'un anlattıklarıyla harfiyen uyuştuğunu görmekle şaşırdığımı söylemiştim"



(Solda) Girit'in doğusunda Zakros'taki Minos sarayından kristal bir vazo Minoslular'ın sanat ve mimarideki gayet apaçık teknik gelişmişlikleri, bu etki uygarlık ile Platon'un diyaloglarında anlatılan aşırı gelişmiş Atlantis toplumu arasında ortak noktalar aranılmasına yöneltmiştir (Sağda) İspanya'da bulunmuş ve İÖ 450 yıllarına ait olan "Elche Leydisi" Bazı aşırı kuramcılar bunun bir Atlantis rahibesi olduğunu iddia ederler

ATLANTİS İÇİN TARİHİ BİR KAYNAK MI?

Platon, Atlantis ya da eski Atina tarifini gerçek tarihe mi dayandırmıştır, yoksa bütün olayı uydurmuş mudur? Platon'un zamanındaki Yunanlılar'ın perspektifinden bile eski sayılacak önemli bir Akdeniz uygarlığı vardı ve bu da, en azından kısmen büyük doğal felaketlerle imha olmuştu: Minoslular'ın Girit'i

Bazı çağdaş bilimadamları Atlantis'in yeri ve boyutları Kritias'ta yanlış ifade edilmiş ya da abartılmış olsa da, (belki de yanlış çeviri nedeniyle) Platon'un hikâyesinin Yunanistan'ın doğusunda ve Ege Denizi'nde Girit'in kuzeyindeki Thera adasının yanardağ patlamasına dayandığı fikrindedirler

İÖ 17 ya da 16 yüzyıldaki Thera patlamasından kalan volkanik püskürtüler, 1838'de patladığında on binlerce insanın ölümüne neden olan Krakatoa'nınkinin iki katıdır Thera'daki daha büyük patlama çok etkili olmuş olmalıdır ve bu nedenle de tesirin dolaylı olduğu Mısır gibi ülkelerin tarihi kayıtlarında yer alması mümkündür

Bazıları için Minoslular'ın Girit'i Atlantis'tir ve Platon, Kritias'ta ülkenin Thera patlamasıyla yokolmasını çarpıtmıştır Ancak bu iddiayı sürdürebilmek için Girit'in yerinin neden yanlış olduğu, boyutlarının neden farklı olduğu, neden yanlış zamanda gelişmiş olduğu, Atina ile hiç savaşmadığını ve bir felaketle yok edilmemiş olduğunu açıklamak gerekecektir

Arkeoloji, Minos kıyı topluluklarının Thera'daki patlamanın yarattığı tsunami dalgalarıyla ağır hasara uğradığı halde Minos uygarlığının daha iki yüzyıl yaşadığını ve hatta geliştiğini kanıtlamıştır

Başka bilimadamları Thera'daki ünlü Minos kolonisinin Atlantis için model olduğunu iddia etmişlerdir Minoslular'ın buradaki yerleşim merkezi yanardağın patlamasıyla yok olmuştu, ancak Platon'un da eski bir uygarlığın bir ileri karakolunun yok edilmesinden söz etmediği de kesindir Yine de, Thera, Platon'un Atlantis modeli olamayacak kadar yanlış yerde, yanlış boyutta ve yanlış çağdadır



(Solda) Atina ile Isparta arasındaki Peloponnesos Savaşı'nda (İÖ 431-404) öldürülen iki savaşçı: Khairedemos ve Lykeas Platon zamanında yapılan bu savaşta her iki kentin çeşitli cepheleri -örneğin Isparta'nın politik yapısı- Platon tarafından Atlantis ile Atina arasındaki çatışmayı formüle etmek için kullanılmış olabilir (Sağda) Ignatius Donnelly'nin "Dolphin Boğazı"nı gösteren Atlas Okyanusu haritası, Donnelly burasının kayıp kıta Atlantis'in denize batmış kalıntısı olduğuna inanıyordu

ATLANTİS: ÇAĞDAŞ FANTEZİ

Atlantis konusunda herhangi bir tartışma bu kayıp kıta hakkında 19 ve 20 yüzyıllarda ileri sürülen gerçekten garip iddialardan söz edilmeden tamamlanmış olamaz Minnesota Eyaleti kongre üyesi, iki kere başkanlık adayı ve amatör bir tarihçi olan Ignatius Donnelly 1881'de, "Atlantis: The Antediluvian World" adlı kitabını yayımlayarak efsaneyi herkesten çok canlandıran kişidir

Donnelly'ye göre Platon'un Atlantis'i Mısır, Mezopotamya, İndus Vadisi ve Avrupa'nın olduğu kadar Güney ve Kuzey Amerika uygarlıklarının kaynağı ve büyük kültürel başarıların kökenidir Donnelly'nin tezi çağdaş arkeoloji ya da jeoloji araştırmaları altındaki dayanak noktalarından yoksundur Bu kültürlerin evrimlerini, değil Atlantis'e, başka herhangi bir tek ana kaynağa borçlu olduklarını gösteren herhangi bir kanıt yoktur

Ancak, diğer 19 ve 20 yüzyıl düşünürleriyle karşılaştırıldığında Donnelly, bir entelektüel itidal örneğidir Helena Blavatsky'nin liderliğini yaptığı Teosofistler, Atlantisliler'in uçakla uçtuklarını ve uzaydan gelen yabancılardan aldıkları ekinleri biçtiklerini iddia ediyorlardı

Daha yakın zamanlarda, geç 20 yüzyılda yaşayan psişikler, kayıp kıtadan ruhlarla bağlantı kurduklarını iddia etmişler ve modern dünya insanlarına Atlantisliler'den çeşitli öğütler aktırmışlardı Kuşkusuz bu iddiaları destekleyen hiçbir kanıt yoktur



(Solda) Girit'te Knossos'ta Taht Odası Tahtın iki yanında bitkiler ve yarı aslan yarı kartal yaratıklar resmedilmiş Minos Girit'i önemli bir erken dönem Akdeniz uygarlığıdır ve Platon'un zamanında artık çok eskilerde kalmıştı Platon, Atlantis tanımını bu topluma mı dayandırmıştır? Ne yazık ki, bütün gerçekler bu kurama uyum göstermiyor (Sağda) Minoslular'ın Knossos Sarayı ya da Tapınağı, İÖ 2 binyıl ortalarından kalmıştır Burası çok odalı ve gayet zarif duvar resimleriyle büyük bir yapıdır

Platon'un Görüşü

Platon'un, diyaloglarını kurmak için iyi bildiği tarihi kayıtları kullandığı kuşkusuzdur Belki de onun zamanından bin yıl önce güçlü bir devleti yok eden doğal bir afetin gelenekleri vardı ve Platon mesajını iletmek İçin bu hikâyeleri kullanmıştı

Ancak, Kritias'ın kısmi bir mecazi yorumunu destekleyenler bile Platon'un tarih yazma niyetinde olmadığını, hikâyenin bazı unsurlarını vermeye çalıştığı derste mecaz olarak kullanmak istediğini kabul ederler Örneğin, Atlantis Destroyed adlı kitabında Rodney Castleden, Platon'un Atlantis'inin Minos Girit'i ile Thera'nın iyi bir eşleştirilmesi olduğunu ve hikâyenin o bölümünün Atina'yı Isparta ile karşı karşıya getiren daha yakın tarihteki Peloponnesos Savaşı'nın anlatımı olduğunu iddia eder Bu savaşta Isparta muzaffer çıkmıştı ve Isparta'nın politik yapısı Platon'un eski Atina tanımına girmiş görünmektedir

Son olarak, Kritias'ta Atlantis'te belirli eski toplumların ayrıntılarının paralellerini aramak Platon'un vurgulamak istediği bir şey değildir Onun Kritias'ın ağzından söylettiği şeyler tarihi anlatmak amacını değil, ne de olsa tarihçi olmayıp bir filozof olan yazar için daha önemli bir işlev yüklenir

Platon, görüşünü belirtmek için Atlantis'i neredeyse yenilmesi imkânsız bir düşman olarak göstermektedir Platon'un Atlantis'i ayrıntılı olarak tanımlaması okura onun maddi zenginliğini, teknolojik gelişmişliğini ve askeri gücünü anlatmaktır

Kritias daha küçük, maddi açıdan yoksul, teknolojik olarak o kadar gelişmemiş ve askeri açıdan zayıf Atinalılar'ın Atlantisliler'i yenebileceği ana mesajını iletir: Tarihte önemli olan yalnızca servet ya da güç değildir Daha da önemli olan insanların kendi kendilerini yönetme biçimleridir

Platon için mükemmel bir devletin ve toplumun entelektüel başarısı, maddi refah ya da güçten önemlidir Bu noktayı vurgulamak için esaslı bir hikâye anlatması da Platon'un bir öğretmen olarak üstünlüğünü gösterir

EDEBİYAT VE ATLANTİS

Atlantis efsanesi, Ortaçağ'da Yunanlılar'dan Arap coğrafyacılara, onlardan da Avrupalı yazarlara geçmiştir Montaigne, Buffon ve Voltaire gibi yazarlar bile bu efsaneye inanmışlardır

Atlantis efsanesinin etkisiyle çok sayıda edebi yapıtlar da yazılmıştır Francis Bacon'un fizik bilimlerinin ideal devletini betimleyen "Nova Atlantis (Yeni Atlantis)", İsveçli Rudbeck'in "Atland eller Mahneim (Atlantis ya da Mahneim)", Kristof Kolomb'u, yitik eski kıtaları aramaya çıkan biri olarak tasarlayan Katalan yazar Jacinto Verdaguer'in "L'Atlantida" adlı şiiri, Gerhardt Hauptmann'ın aynı efsaneyi simgeleştirerek, bir kadın oyuncuya âşık olan bir bilim adamının psikolojisine uyguladığı romanı Atlantis ve P Benoit'in "Atlantide" adlı kitapları bunlardan bazılarıdır

Ayrıca jeoloji biliminde Atlantis adı resmi olarak, Atlas Okyanusu'nun yerinde bulunduğu varsayılan karalara verilen bir addır

Beytlehem Yıldızı
Zaman: İÖ 8-4
Mekân: İsrail

İsa, Kral Hirodes'in günlerinde Yahudiye Beytlehem'inde doğduğu zaman, işte, Şark'tan Yeruşalim'e müneccimler gelip dediler: "Yahudiler'in kralı doğan zat nerededir, çünkü onun yıldızını Şark'ta gördük ve ona secde kılmaya geldik Ve işte Şark'ta gördükleri yıldız, önlerince gidiyordu, ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu Onlar da yıldızı gördükleri zaman taşkın sevinçle sevindiler MATTA 2: 1-2,9-10

Eski çağların gizleri içinde Hıristiyan inancına göre İsa'nın Nasıra'da Mesih olarak doğduğunu bildiren Beytlehem Yıldızı kadar tartışmalını çok azdır Matta İncili'nde yıldızın tarifi pek kısadır "Doğu"daki bir yıldızın müneccimlere Yahudiye'deki Mesih'i bulmaları için yol gösterdiği söylenir Onları Mesih'in kehanetlerdeki doğum yeri olan Beytlehem'e Yahuda kralı Hirodes gönderdiği için müneccimlerin yıldızı Beytlehem Yıldızı olarak bilinmiştir

Bazı araştırmacılar "yıldız" falan olmadığına ve hikâyenin İsa'nın ilahi doğumunun mesajını iletmek amacını taşıyan bir efsane olduğuna inanırlar Ancak hikâyenin tarihi bir temeli olduğuna inananların sayısı da fazladır O yıldızı bulma araştırmaları ortaya pek çok kuramın çıkmasına neden olmuştur

İsa'nın doğum tarihi bilinmediği için Müneccimleri Yahudiye'ye çekenin ne olduğunu saptamak güçtür Kitabı Mukaddes araştırmacıları, 25 Aralık'ın İsa'nın doğduğu gün olmayıp, Hıristiyanların 354 yılı civarında benimsedikleri Romalılar'ın Fethedilemez Güneş Bayramı günü olduğuna inanırlar

Dahası, Dionysius Exiguus (yaklaşık 533 yılı), takvim yıllarını numaraladığında İsa'nın doğum yılını yanlış hesaplamıştır Araştırmacıların çoğu Hirodes'in İÖ 4 yılında öldüğü ve İsa'nın da "Hirodes zamanında" doğduğu için İsa'nın doğumunu İÖ 8 ila 4 yılları arasında bir zaman çerçevesine oturturlar

Bu zaman çerçevesi içinde esrarengiz yıldızı arayan araştırmacılar pek çok göksel nesne önermişlerdir Eski çağlarda "uzun saçlı yıldızlar" denilen kuyruklu yıldızlar, yıldızın "önden gittiği" ve bebek İsa'nın "üzerinde durduğu" söylendiği için mümkün olabilecek nesnelerdir

Bir kuyruklu yıldız yıldızlar arasında yavaş hareket ettiği için bu durum yıldızın hareketini açıklayabilir Ancak bir kuyruklu yıldızın görünmesi, bir kralın doğumunun değil, ölümünün işareti sayılırdı Ayrıca Matta'da Hirodes ile Kudüs halkının yıldızı görmedikleri söylenir ki, bu da yıldızın fazla görünmediğini gösterir

"Yeni bir yıldız" herkes tarafından görüleceği için aynı şey bir nova için de geçerlidir İÖ 5 yüzyılda Çin'de bir nova kaydı vardır ama Batılı astrolojik kayıtlarda bir kralın doğumunu bildiren yeni bir yıldız göründüğü belirtilmemiştir



Müneccimlerin bebek İsa'ya armağanlar vermesi Bu Roma katakomb tabletinde "Severa tanrı ile git" yazmaktadır



Beytlehem Yıldızı Doğulu üç bilge adama ya da müneccime yol gösteriyor: İtalya'da Ravenna'da S Apollinare Nuovo kilisesinde 6 yüzyıldan kalma mozaik

Şu andaki kuramların çoğu gezegenlerin hareketlerine ilişkindir, ancak İsa'nın doğduğu zaman gezegenler sayısız kere dünyanın yakınından geçmişlerdi Gezegenlerin gözle görünür gruplaşması ille de bir kralın doğduğunun alametleri değildi

Roma imparatorları gibi kişilerin doğumlarındaki astrolojik durumlar, çağdaş standartlara göre pek etkileyici sayılmazdı Yıldızın belirsiz bir astrolojik kavram olması Hirodes ile Kudüs halkının ona dikkat etmemiş olmasıyla da vurgulanmaktadır Yahudiler müneccim astrolojisini uygulamazlardı



(Solda) Eski çağlarda kuyruklu yıldızlar bir kralın doğumunun değil, ölümünün habercisiydiler İmparator Augustus Sezar, İÖ 44 yılında görülen meşum kuyruklu yıldızın öldürülmüş Jul Sezar'ın ruhu olduğunu iddia etmişti Roma dinarı üzerinde kuyruklu yıldız ile Jul Sezar (Sağda) 6 yıldan kalma bir Roma sikkesinde Koç (Aries), başını çevirmiş bir yıldıza bakıyor Üzerinde "Antakya Metropolis halkı" yazılı

BİR ROMA SİKKESİNDEKİ İPUCU

Yıldızın astrolojik anlamı konusundaki yeni bir görüş de İsa'nın doğum yıllarında Antakya'da çıkarılan bir Roma sikkesinden kaynaklanmıştır Tunç sikkede astrolojik burç olan Koç (Aries), bir yıldızın altında görülmektedir Claudius Ptolemaios'un Tetrabiblos'u, "astrolojinin kutsal kitabı", bize Aries'in Yahudiye, Samariya, İdumea, Coele Suriyesi ve Filistin'de insani faaliyetleri kontrol ettiğini anlatır Bu sayılan yerlerin hepsi Kral Hirodes'in ülkesindedir

Sikke, Yahudiye'nin, başkenti Antakya olan Roma Suriyesi'ne 6 yılda katılmasının anısına çıkarılmış olabilir Koç'un üzerindeki yıldız Yahudiye'nin Roma Antakya'sı hâkimiyeti altındaki yeni kaderini simgeler Ancak sikkenin önemi astrologların Yahudiye'de bir kral doğumu için Koç burcunu gözlemlediklerini göstermektedir



Floransalı ressam Giotto di Bondone "Müneccimlerin Tapınması"nı (Capulla degli Scrovegni, Padua) yaparken eski çağlardaki kuyruklu yıldızın mesajının farkında değildi Bu fresk üzerinde çalışırken 1304'ün parlak kuyruklu yıldızından esinlenmiş olmalı



Beytlehem'de Milad Kilisesi, İsa'nın doğum yeri olarak kabul edilir

Astrolojik kaynaklar bize astrologların yalnızca Yahudiler'in yeni kralını gözlemekle kalmayıp hangi yıldızın kralın doğumunu ilan ettiğini de açıklamaktadırlar Bu yıldız "Zeus yıldızı", yani Jüpiter gezegeniydi Jüpiter'in krallık vermesi için en uygun zaman gezegenin sabah yıldızı olarak doğma zamanıydı ki, "doğu"da, astrolojik bakımdan bu anlama geliyordu Ayın Jüpiter'e yakın geçmesi gibi başka krallık belirtileri de varsa da, bunların hiçbiri "doğu"da olmak kadar önemli değildi

İsa'nın muhtemel doğum zaman çerçevesini incelemek, ortaya olağanüstü bir gün çıkarmaktadır Jüpiter İÖ 6 yılın 17 Nisan'ında Koç burcunun doğusundan çıkmıştır Ay da Koç burcundaydı ve Jüpiter'e doğru ilerliyordu (Çağdaş hesaplamalarda Ay'ın Jüpiter'in önünden geçtiği ortaya çıkmıştır) Ayrıca Güneş de Koç burcundaydı ki, bu da bir kralın doğumu için çok güçlü bir astrolojik durumdu Satürn'ün de orada olması Yahudiye'de büyük bir kralın doğacak olması için inanılmaz bir alamet oluşturmaktaydı

Romalı Hıristiyan astrolog Firmicus Maternus (Yaklaşık 334 yılı) Koç burcundaki bu koşulların "kutsal ve ölümsüz" bir kişinin doğumunu belirlediğini söylemiştir ki, bu da müneccimlerin Yahudiye'ye gitmelerine yol açmıştır

Jüpiter, müneccimlerin dikkatini çeken bir şey daha yaptı Gezegen Koç burcundan çıktı ama yıldızlar arasındaki hareketini tersine çevirdi (Matta'ya göre, "ve işte, Şark'ta gördükleri yıldız önlerinden gidiyordu") Jüpiter, Koç burcuna döndü ve İÖ 6 yıl sonlarında birkaç gün sabit kaldı ("Ta çocuğun bulunduğu yere kadar gelerek üzerinde durdu") Jüpiter'in Koç burcunda sabit kalması da Yahudiye'de büyük olayların olacağının alametiydi ve müneccimler Beytlehem'de yeni kralı bulacaklarına inanarak sevinmişlerdi

Kitabı Mukaddes dışında müneccimlerin ya da bir başkasının İsa'nın doğum gününü doğrulaması konusunda bir kanıt yoktur Ancak ilk Hıristiyanlar İsa'nın Mesih kehanetini doğrulayarak bir kral yıldızı altında doğduğuna inanıyorlardı Her ne olursa olsun, insanlar onun doğudaki bu yıldız altında doğup doğmadığı hakkında kendi sonuçlarını çıkaracaklardır



(Solda) İÖ 17 Nisan 6 günü gezegenler Koç burcunda Yahudiye'de Mesih'in doğumu hakkında güçlü bir alamet gösterdiler (çizgili kutu) Burçlar yıldızlarla belli belirsiz rastlaşan hayali alanlardı (Sağda) İsa'nın doğumunu bildiren en olası yıldız Jüpiter'dir Gezegen İÖ 6 yılında yıldızlar arasındaki hareketini birkaç gün boyunca tersine sürdürmüştür





Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.