07-23-2012
|
#1
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Psikolojide Freudculuk
Avusturyalı Doktor Sigmund Freud (1856-1939) ruh'la bilinç'in ayrı şeyler olduğunu ve bunların birbirlerine indirgenemeyeceğini ileri sürerek ruh hekimliğini kurmuştur Freud’a gelinceye kadar nevroz ve benzeri hastalıklar bir bilinç ve bundan ötürü de bir akıl hastalığı sayılıyordu
Freud, bu iki alanın birbirinden ayrı bulunduğunu göstermekle hekimlikle felsefe arasında bir bağlantı kurmuştur Freud, insanda, üç ruhsal bölge ayırıyordu: Kişilik dışına itilmiş ihtiyaçların kendilerini tatmin için savaştıkları kişidışı bölge, yaşanan gerçeklere uyma görevini yerine getiren benlik bölgesi, ihtiyaçların giderilmesine engel olan karşı koyucu nitelikte benliküstü bölgesi Freud’a göre her nevroz, erginin yaşamıyla uyuşmayan bir çocukluğa dönüş olayıydı
Dönülmek istenen çocukluk, unutulmuştur Doktorun yapacağı yardım, bu unutulan çocukluğun hatırlanmasını sağlamaktadır Hasta bu unutulanı hatırlayınca; bilinç hemen ona el koyacak, denetimi altına alacak, yön verecektir Nevrotik durum da böylece iyileşmiş olacaktır Freud, 1909 yılında, Viyana Üniversitesinde yaptığı konuşmaların birinde bunu şöyle anlatmaktadır: "Şimdi ben burada konuşurken dinleyiciler arasında bir terbiyesiz gürültü etmeye kalksa, içinizden birkaç terbiyeli onu kolundan tutup dışarı atar Ama o terbiyesiz kapının dışında da gürültü edip bizleri rahatsız (Freud bunu, hasta anlamında kullanıyor) eder O zaman biz, çaresiz, onu yeniden içeri alarak terbiyesizlik etmeyeceğine söz verdirdikten sonra oturmasına izin veririz İşte psikanaliz yöntemi budur"
Freud’a göre hastalık yapan anıları bilincin denetine sokamazsak nevrotik durum, bir yandan kişilikdışı bölgeyle ilginin ve bağın tümüyle kopmasını doğuracak olan şizofrenik duruma, öteki yandan da hastalığı doğuran ihtiyacı gizlemek ve yalandan doyurmak durumunu gerçekleştiren rüyalara dönüşür Hatırlamayı sağlamak amacını güden psikanaliz yöntemi, hastanın, düşüncesini başıboş bırakarak diline her geleni doktora serbestçe söylemesine dayanır
Freud’a göre insanı iki içgüdü yönetir: Korunma ve cinsellik içgüdüleri Korunma içgüdüsü uygarlık düzeyinde önemini bir hayli yitirmiştir, bugün için önemli olan tek içgüdü cinsellik içgüdüsüdür Bu içgüdüler insanla birlikte doğarlar Bebeğin parmağını emmesi, işte bu cinsel hoşlanma yüzündendir Doğan çocuk, çıktığı ana rahmine dönmek isteği içindedir ve buna engel olan babasına kin duymaktadır (Oedipus kompleksi)
Bu istek, normal olarak, erginin cinsel yaşamının başlamasıyla çözülür Çözülemezse, çocukluk durumu kişidışı bilinçsiz bölgede evam eder ve nevroz hastalığını doğurur Nevroz ancak bilinç alanına çekilmek ve bilincin denetine sokulmakla giderilebilir Freud’a göre bilincin denetimi üç yolla gerçekleşir: Kimi hastalar bu isteklerini baskı altında tutmakla sağlıklarına zarar verdiklerini anlarlar ve isteklerini gidermeye yönelirler Kimi hastalar isteklerini daha yüksek bir amaca çevirirler ve böylelikle boşalırlar Kimi hastalar da isteklerinin uygunsuzluğunu daha açık görerek baskının hastalık doğuran direnci yerine aydınlık düşüncelerini koyarlar ve isteklerinden vazgeçerler
Freud, Viyana Üniversitesindeki konuşmalarını şu sözlerle bitirmektedir: "Yapımızdaki hayvanlığı büsbütün küçümsememeliyiz Sağlığımız için, baskı altına alınmış eğilimlerimizin kimilerini tatmin etmemiz gerekir Günümüz uygarlığı birçok eğilimleri baskı altında tutmaktadır Yüksek amaçlara çevrilmeler her zaman yetmez Bir makineye verilen ısının tümü nasıl güce çevrilmezse, eğilimlerimizin tümü de öylece yüksek amaçlara çevrilemez Her gün yemi biraz daha azaltılan atın sonunda neden öldüğüne şaşanlara diyeceğim ki, bu at açlıktan ölmüştür"
alıntı
|
|
|