Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Psikoloji / Sosyoloji / Felsefe

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
tasavvuf

Tasavvuf

Eski 07-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tasavvuf



I


Bu bölümde amacımız, sûfiliği eksiksiz bir tarzda ve bütün ayrıntılarıyla ele alıp incelemek değil, -başka yazarlar bunu az ya da çok başarıyla yapmışlardır- fakat "tasavvuf"u genel görünümü ve çerçevesi ya da evrenselliği içinde ele alıp incelemektir Dolayısıyla burada sadece İslam'a özgü bir dil kullanmayacağız Bu çok genel açıdan bakılınca, "tasavvuf" herşeyden önce "öğreti" ve "yöntem" kutupsallığı olarak ya da temaşa ve tefekkür yoğunluğunun eşlik ettiği metafiziksel bir hakikat olarak görünmektedir Kısacası herşey şu iki ögeye indirgenebilmektedir: Taakkul ve tecemmu' (intellection et concentration), yani Akletme ve yoğunlaşma; ya da basiret ve tevhid, yani ileriyi görme ve birlik Metafiziksel hakikat bizim için, -biz ki nisbilik içindeyiz, çünkü varız ve düşünüyoruz- herşeyden önce Reel ile irreel ya da "en az Reel" arasındaki ayrımdır Yoğunlaşma ya da ruhun fiili, -yani en geniş anlamıyla dua- bir bakıma bize sunulan hakikate bizim verdiğimiz cevaptır; bilincimize giren ve belli bir derecede varlığımızca özümlenen Vahiydir


İslam'a göre ya da daha açıkçası İslam'ın özü olan sufiliğe göre, metafiziksel öğreti, birçok kez söylediğimiz gibi şudur: "Tek Hakikatten başka hakikat yoktur"; ayrıca, alemin ve kendimizin varlığını hesaba katmak zorunda olduğumuza göre, "Kozmos hakikatin tezahürüdür" Bir kez daha tekrar edelim, Vedantistler "Bu dünya yalandır, Brahma hakikidir", fakat "herşey Atma'dır" derler Uhrevi bütün hakikatler ikinci ifadede bulunmaktadır Biz bu ikinci ifade gereğince kurtuluruz Birinci ifadeye göre, mümkünün yansımalar alanında "varolsak" bile, biz "var" değiliz, sanki önceden kurtulmuş gibiyiz, çünkü biz var değiliz, yani faniyiz ve gene çünkü "sadece Vechullah baki kalacaktır"


Reel ile irreel arasındaki fark bir anlamda Cevherle arazlar arasındaki farkla çakışır Bu cevher-araz ilgisi dünyanın "daha az reel" -ya da irrel- özelliğini kolayca anlaşılır kılar ve fenomenlere mutlaklık atfetme yanlışlığının yararsız olduğunu, bunu anlayabilecek düzeyde olanlara gösterir Üstelik "cevher" sözcüğünün günlük kullanımı da "ara cevherler" olduğunu açıkça göstermektedir, ki bunlar saf Cevhere göre "arızi cevherler"dir, fakat bununla birlikte kendi arazlarına cevher rolünü üstlenirler: bunlar da aşağıdan yukarıya doğru giden bir sıraya göre şunlardır: Madde, esir, hayat cevheri, supra-formel ve makrokozmik cevher-"meleki" denilebilir- son olarak da evrensel ve metakozmik cevher gelir, ki Varlığın kutuplarından biridir veya Varlığın "ufki boyutu" ya da "dişil görünümü"dür Asura'ların antimetafiziksel yanılgısının nedeni, arazları "gerçek" zannetmeleri ve cevheri "irrel" ya da "soyut" olarak niteleyerek onu inkar etmeleridir


Dünyanın irreel -ya da "en az reel" ya da nisbi reel- olduğunu görmek demek, aynı anda fenomenlerin sembolizmini görmek demektir Sadece "Cevherlerin Cevheri"nin mutlak reel olduğunu bilmek demek -kesin olarak söyliyecek olursak, dolayısıyla tek gerçek odur-, bütün arazlarda Cevheri görmek demektir Realite hakkında edinilen bu ilk bilgi sayesinde, dünya metafiziksel olarak "saydamlaşır" "Bodisatva" sadece mekana bakar, muhtevalarına değil; ya da mekan olarak şunlara bakar denilince, bu "O sadece Cevheri görür" anlamına gelir Cevher ise dünyaya göre, bir "boşluk" gibi gözükür Burada sürekli olarak birbirine ters düşen iki "boşluk" ya da iki "bütünlük" vardır, tıpkı kum saatindeki iki bölmenin aynı anda boş ya da dolu olmadığı gibi


Su ile su damlaları arasındaki ilginin, Cevher ile dünyanın muhtevaları olan arazlar arasındaki ilgiyi dile getirdiği anlaşılırsa, arazların "aldatıcı" özelliği hiç bir kuşkuya yer bırakmaz ve hiçbir zorluk arz etmez Eğer İslam'da, yaratıklar Tanrı'yı kanıtlamaktadır denilmişse, bu, fenomenlerin mahiyeti "arazlar"ın mahiyetinin aynısıdır, buna göre de onlar nihai Cevherin belirtileridir, demektir Su ile yapılan bu benzetmenin şu kötü yanı vardır: Su Cevherin aşkınlığını göz önünde bulundurmaz; fakat madde bundan daha az eksiksiz bir imge sağlayamaz, çünkü aşkınlık, yansımalarda ele alınan plan arazlık içine girdiği ölçüde silinmekte, belirsiz olmaktadır


Arazlarla Cevher arasında bir kopukluk vardır, gerçi Cevherden arazlara doğru giden çok ince bir süreklilik vardır, şu anlamda söylüyoruz, tamamen reel olan sadece Cevher olduğundan arazlar zorunlu olarak onun görünümleri olmaktadır Fakat bu durumda onlar bir başka ilgi altında değil sadece sebeplerine bağlı olarak değerlendirilir ve böylece ilgi değişmez ve bozulmaz olarak kalır Bir başka ifadeyle, o zaman araz cevhere indirgenir; araz olarak o "Cevherin dışa vurması"dır; nitekim Allah'ın ez-Zahir ismi de buna tekabül eder Dünya ve Tanrı hakkındaki tüm yanılgılar ya bu kopukluğun dolayısıyla aşkınlığın "natüralist" inkarında yatar -oysa ki bütün bilimleri bu aşkınlık üzerine bina etmek gerekir- ya da metafiziksel ve "yukarıdan aşağıya doğru inen" sürekliliğin anlaşılmasında yatar Bu metafiziksel süreklilik, nisbiden gelen kopukluğu hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz "Brahma dünyada değildir" fakat "herşey Atma'dır" "Brahma baki, dünya fanidir" ve "O Brahma'dır" Bütün irfan bu ifadelerde gizlidir, tıpkı irfanın şehadet kelimesinde ya da hem kelime-i şehadette hem de kelime-i tevhidde ya da Hıristiyan misterlerinde saklı olduğu gibi Ayrıca bu kavram çok önemlidir: Bütün kapsamıyla metafiziksel hakikat bizzat akıl cevherindedir; hakikatı inkar etmek ya da taklit etmek demek, her zaman için aklı inkar etmek ya da taklik etmek demektir Aklı tanımak demek, aklın eştözlü (hem cevheri, consubstantiel) muhtevasını ve böylece eşyanın tabiatını tanımak demektir İşte bunun için şöyle denilmiştir: "Sen kendini tanı" (Yunan irfanı); ayrıca "Tanrı'nın mülkü sizin içinizdedir" (İncil) ve aynı şekilde "Kim kendini tanırsa, Rabbini tanır" (İslam)


Vahiy aklın nesnelleştirilmesidir İşte bunun içindir ki Vahiy Aklı, günahla kararmış -fakat ortadan silinmemiş- aklı diriltme gücüne sahiptir Bu kararma ancak arızi olabilir, temel olamaz ve bu durumda akıl, ilke olarak irfana yönelir Eğer temel inanç bilinçli olarak ve açıkça külli hakikate ulaşamıyorsa, bunun nedeni, onun da kendine göre aklı sınırlamış olmasıdır Nitekim o, zorunlu olarak ve hatta paradoksal olarak belli bir rasyonalizme katılır; -bu konuda Vişnuizm de Batı gibi aynı durumu arz eder- ama gene de bizzat imandan kopmadıkça rasyonalizmin içinde eriyip kaybolmaz Durum ne olursa olsun, nisbi durumlara mutlak özellikler atfeden bir bakış açısı -Semitik zahircilikte olduğu gibi- zihin yönündem tam olamaz; fakat zahirden söz etmek aynı zamanda batından söz etmek demektir yani zahirin açıklamaları batının simgeleridir


Zahircilik, Tanrı hakkında olsun, evren ya da insan hakkında olsun, metafiziksel hakikatten görünümler ya da fragmalar aktarır Metafiziksel hakikat külli hakikatten başka birşey değildir Zahircilik insanda, herşeyden önce hırs sahibi ve sosyal bireyi görür (Kainatta da sadece bu bireyi ilgilendiren şeyi farkeder) Tanrı'da ise, dünyayı, yaratılışı, insanı ve selameti ilgilendiren hususları görür Durum böyle olunca, -bunu çok tekrar etmiş olsak da ısrarla diyoruz ki- zahircilik ne insanı aşan ve ilahi alanda insanın önündeki engelleri aşan saf aklı, ne beşer öncesi ya da sonrası kozmik çevrimleri, ne de her tür nisbiliğin ötesinde olan, dolayısıyla Muhalefetün li'l-havâdis olan Varlık-üstü Varlığı hesaba katacaktır Böyle bir bakış açısı, gökyüzüne kare, yuvarlak ya da daha başka bir şekil veren bir pencereyi düşündürmektedir: Bu görüş içinde göğün görünüşü eksiktir, ama bu durum gene de odanın içini gökyüzünün ışıkla ve hayatla doldurmasını engellemez "İradecilik" üzerine temellendirilmiş dini görüş açısının tehlikesi şudur: Bu görüş açısı, neredeyse imanın maksimum bir irade ve minimum bir akıl ihtiva ettiğini ileri sürmektedir Gerçekten de akıl, hem bizzat kendi tabiatıyla değeri küçülttüğünden dolayı hem de altadıcı olarak değerin öneminimi ve aynı zamanda gerçekte ulaşılamayan bir bilgiyi kendine mal ettiğinden dolayı, eleştirilir Ne olursa olsun, dinler konusunda şunu söyleyebiliyoruz: "Böyle insanın böyle Tanrı'sı olur" yani insanı ele alma biçimi Tanrı'yı ele alma biçimini etkilemektedir; duruma göre tersini de söyliyebiliriz


Burada belirtilmesi gereken bir diğer husus da şudur: Metafiziksel hakikatin ya da bu hakikatin derinliğinin ölçüsü, ifadenin karmaşalığında ya da zorluğunda değil fakat özel bir anlayış kapasitesini ve düşünce stilini göz önünde bulundurarak o ifadenin sembolizminin niteliğinde ve etkililiğinde yatar Hikmet kelimelerin anlaşılmazlığında değil, niyetin derinliğindedir; ifade zor ve güç anlaşılabilir olabilir ya da olmayabilir de


Bu noktaya geldikten sonra da daha ileriye gitmeden önce, biraz konumuzun dışına çıkacağız, şöyle ki: Bugünkü gençliğin büyük bir kısmı artık ne dinden ne felsefeden ne de herhangi bir öğretiden söz edilmesini istiyorlar, denilmektedir Bütün bunların artık tükenmiş ve değerini kaybetmiş olduğu duygusu ifade edilmektedir Bugünkü gençliğin "somut" olan ve "yaşanılacak" şeylere hatta "yeni" olan şeylere karşı duyarlı olduğu söylenmektedir Bu zihinsel çarpıklığa karşı verilecek cevap çok basittir: Eğer "somut"un bir değeri varsa, bu değer ne sahte bir tutum ve davranışla -yani her tür öğretiyi elinin tersiyle geri tepmeden ibaret olan davranışla- uyuşabilir ne de tamamen yeni olabilir Daima dinler ve öğretiler olmuştur, bu durum dinlerin ve öğretilerin varlığının insan tabiatında olduğunu kanıtlamaktadır Binlerce yıldan beri, insanların en iyileri öğretiler ilan etmişler, bu öğretileri yaymışlar, onlar için yaşamışlar ve onlar için ölmüşlerdir Hastalık kuşkusuz her öğretinin farazi hiçliğinde değil, fakat sadece pek çok insanın ya hakiki öğretileri geçmişte izlememiş ya da şu anda izlemiyor olmaları gerçeğinde ya da tam tersi, pek çok insanın sahte öğretileri izlemiş ya da şu anda izliyor olmaları gerçeğinde yatmaktadır Öyle ki pek çok tutarsız ve yanıltıcı kuramlarla beyinler iyiden iyiye kızışmış, kalbler düş kırıklığına uğramış Geveze ve zararlı sayısız yanlışlıklar hakikatin üzerine çullanmış, onu değerden düşürmeye çalışmıştır Hakikat da tabii ki kelimelerle ifade edilir; hakikat her zaman meydandadır; ama hiç kimsenin ona baktığı yok Hatta pek çok insan, düşünce nedir, düşüncenin değeri ya da işlevi nedir, bunu bile bilmiyor Her zaman için mükemmel ve kesin dolayısıyla kendi içinde eksiksiz ve etkili kuramların olduğunu ve eski bilgelere, onları anlamaktan ve çaba göstermekten başka ekleyecek hiçbir şey olmadığını akıllarına bile getirmiyorlar Eğer biz de beşeri varlıklarsak, düşünmeden edemeyiz ve eğer düşünüyorsak mutlaka bir öğretiyi seçeriz Umudu kırılmış ve materyalist bir gençliğin bezginliği, hayal gücünden yoksunluğu ve çocuksu küstahlığı, kendini beğenmişliği bu konuda hiçbir şeyi değiştirmeyecektir Eğer bugünkü gençliğin acı çektiği anormal ve düş kırıcı, aldatıcı durumları modern bilim doğurmuşsa, bunun nedeni bizzat modern bilimin anormal ve düş kırıcı, aldatıcı olmasıdır Kuşkusuz bize, "İnsan nihilizminden sorumlu değildir, tanrıları bilim öldürdü" denilecektir, fakat burada da bir zafer, bir şeref payesi değil de bir zihinsel güçsüzlük itirazı bulunmaktadır, çünkü tanrıların ne ifade ettiğini bilen kişi fiziksel keşiflerle ve ayrıca temelsiz varsayımlarla ve psikolojinin yanlışlarıyla kendinin yoldan çıkmasına izin vermeyecektir -Bu fiziksel keşifler sadece hissedilebilen simgelerin yerlerini değiştirir, fakat onları tümden ortadan kaldırmaz -Varlık, bazı açılardan, canlı bir organizmaya benzeyen bir realitedir İnsanların bilincinde ve hareket tarzlarında zarara uğramadan kendi tabiatını ihlal edecek ölçülere indirgenemez "Akıl dışı" alanın kalb atışları her yandan onu kuşatır Demek ki, din ve hikmetin her türü15 bu "akıl dışı" alana aittir, eğer bir matematikçinin önyargısıyla basiretimiz körleşmemişse, bu "akıl dışı" alanın varlığını her yerde saptayabiliriz Varlığı salt matematiksel ve fiziksel bir realite olarak ele almak istemek, onu bize göre ve kendi içimizde değiştirmek, kısacası onu paramparça etmek demektir


Buna yakın bir düşünce alanında, akıl kavramı konusunda yapılan bir yanlışlığı da burada belirtmemiz gerekiyor Bize göre, nasıl ki aşkın konusu sadece güzellik ve iyilikse, aklın konusu da sadece hakikattir Kuşkusuz yanlışda da akıl olabilir -çünkü akıl mümkünle karıştırılır ve mümkünle tabiatı bozulur; ve gene çünkü yanlış kendi içinde hiçbir şey değildir; bu yüzden ruha daima ihtiyacı vardır- ama her halükarda aklın kendi içinde ne olduğunu asla gözden kaçırmamak gerekir ve yanlışlıkla yapılan bir işin sağlıklı ve hatta aşkın bir aklın ürünü olabileceğini zannetmemelidir Hele hele hile ve kurnazlığı saf akıl ve saf tefekkürle asla karıştırmamak gerekir Akıllılık özünde bir "samimiyet" görünümü içerir Öyleyse aklın mükemmel samimiyeti çıkar gözetmemezlikten ayrı olarak düşünülemez Tanımak görmektir; görmek ise süjenin objeye, öznenin nesneye tam bir uygunluğudur, yoksa tutkusal bir edim değildir "İman" ya da hakikatin kabulü samimi, yani kalbi olmalıdır: Çünkü, doğru olsun yanlış olsun, insanın maddesel olarak ya da duygusal olarak bir çıkarı olduğu zaman bir düşünceyi kabul etmesi başka şey; o düşüncenin doğru olduğunu bildiği ya da ona inandığı zaman onu kabul etmesi başka şey


Frithjof Schuon


Türkçesi :Mahmut Kanık


( Bu yazı Frithjof Schuon; "İslam'ı Anlamak" -İz Yayıncılık, İstanbul 1996- adlı kitabın "Tasavvuf" bölümünden dipnot açıklamaları alınmayarak ve kısaltılarak aktarılmıştır)

Alıntı Yaparak Cevapla

Tasavvuf

Eski 07-22-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tasavvuf



Tasavvuf ve Felsefe


Tasavvufun bazı konuları felsefenin alanlarına girmektedir Ancak tasavvuf bir felsefi ekol değildir Zaten tasavvuf akla değil ilhama dayanır Ancak bu tasavvufun aklı reddettiği şeklinde algılanmamalıdır Tasavvuf aklı yalnızca maddi dünya için bir hüccet (delil) olarak kullanır Ancak metafizik alemin anlaşılması için aklın yetersiz olduğunu iddia eder Çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren düşünme ve tasavvur etme, algıya yani duyu organlarının çevre ile etkileşimine dayanır Algılardan soyutlanmış bir tasavvur olamaz Metafizik alem veya gayb alemi algı alanı içinde olmadığına göre akıl bu alanda nasıl hüküm veren olabilir?


Bilginin temel kaynağı nedir? Duyu organlarımızla edindiğimiz tecrübelere ne kadar güvenebiliriz? Akıl herşeyi izaha yeterli mi? Madem akıl duyu organlarımızla hissettiklerine binaen karar veriyor; o halde maddi olmayan şeyler hakkında aklın karar vermesi ne kadar doğrudur?


İnsanoğlu aklı ile algılayamadığı şeyleri reddetmektedir Oysa aklın anlamadıklarını reddetmiş olması onların var olmadığı anlamına gelmemektedir Akıl zaten herşey için yeterli olsaydı bütün filozofların oturup aynı şey üzerinde anlaşabilmeleri gerekirdi Oysa aynı konuda söylenmiş yüzlerce farklı görüş vardır Ve hepsi de büyük deha filozoflara aittir Bu bile aklın herşeyi ispata yeterli olmadığının kanıtıdır Bunun yanında Newton'dan beri kurgulanan fizik dünyanın quantum fiziğiyle çökmesi, herşeyin yeniden düşünülmeye başlanması da bu konuda dikkate değer bir noktadır


Gazali bu konuda rüyayı örnek verir Eğer insanlar rüyayı bilmemiş olsa idi ve birisi deseydi ki "Ben dün gece Çin'e gittim, sonra uçarak geri döndüm" kimse inanmazdı ona Oysa herkes rüyayı bildiği için buna itiraz eden olmuyor ve nasıl olmuş olduğunu biliyor Aynı şekilde insanoğluna Ahiret, Cennet, Cehennem, Melekler, Tanrı gibi kavramlardan bahsedildiğinde insan önce reddetme yoluna gider Bunlar hakkında rüya hakkında olduğu gibi bilgi sahibi değildir O nedenle bunları akla uygun bulmayarak reddeder Oysa bu reddediş rüyayı reddetmek kadar geçersizdir


Akıl dışında bir diğer bilgi kaynağı da nakildir Peygamberlerin getirdikleri bilgi dışındaki bilgileri güvenilir bulmayan bu kesime örnek olarak Hanbeli mezhebebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hanbel verilebilir İman, işte bu vahye dayalı nakle teslim olmak demektir İman ispat gerektirmez Yani din hükümleri akıl ile ispat edilerek kendilerine iman edilmez Zaten ispat edilir olsaydı cennet-cehennem ve sınav hikmeti olmazdı Çünkü aklın ispat ettiği birşeyi her akıl kişi kabul etmek zorunda kalır Kişi dinin hükümlerini ispat ederek iman etmez ancak dinin akla aykırı olmadığını test etmek isteyebilir İkisi ayrı konudur


İşte bu akıl ve naklin onlarca çeşidi olmakla birlikte temelde yukarıda bahsedilen ilkelere dayanırlar Tasavvuf işte bu ikisi arasında bilginin başka bir kaynağı olduğu iddiasındadır Nefsi temizleyip Allah'tan gelen ilhamlara hazır hale getiren bir veliye Allah'ın izni ile gayb (bilinmeyenlerin) kapısı açılır Bu yola girenler ilerledikçe o kapıların teker teker açılışını izlemektedirler Her ilerleyişinde yeni bir makama varır, bir önceki makamı geride bırakır Her makamın kendine özgü pratiği vardır Örneğin bazı makamlarda sürekli zikir yapılırken, öyle makamlar vardır ki kişi o makamda Kur'an-ı Kerim bile okumaz ve yalnızca tefekkür eder


Tasavvuf teorik bir ilim değildir Bilakis pratiktir Bu nedenle bu ilme kavuşmak için bu yola girmek ve nefsi arındırmak gerekir Yani bu ilmi bilmekle kişiye Allah katından tartışmasız bilgi gelmez Gazali akılçı bir insan bir yönüyle filozoftur Tasavvuf ile ilgili teorik bilgiyi edindikten sonra tasavvuf ile bilgi edinmenin yalnızca pratik ile mümkün olduğunu görmüş ve Nizamiye Üniversitesi'ndeki rektörlük görevini terkederek Irak'tan kaçar Yaklaşık 10 yıl hücre büyüklüğünde bir odada nefsini terbiye ile uğraşmış ve aklındaki sorulara cevap aramıştır Bu sırada yaşadıklarını daha sonra El Munkiz adlı eserinde anlatmıştır Bu eser felsefe ve tasavvuf tarihinde çok önemli bir yere sahiptir Nihayet nefsini temizler ve gayb perdesi onun için açılır


Tasavvuf ile elde edilen bilgi şüphe içermez Çünkü Allah'tan kendisine verilen bir bilgiden insan şüpheye düşmez Ancak tasavvufun önde gelen temsilcileri Haris el-Muhasibi ve Gazali gibi insanları tasavvufa yönlendiren şey şüphedir Gazali, filozoflar gibi akıl yolunu tutup bilginin kaynağını aramıştır Neye güvenebilirim diye hep sorgulamıştır Sonunda duyu organlarının dahi güvenilmez olduğunu düşündüğünü, kendisini çaresiz ve yalnız hissettiği bir bunalıma düşmüştür İşte bu bunalımdan tasavvuf yolu ile kurtulduğunu söylemektedir Tasavvuf şüphe ile taban tabana zıt olmasına rağmen başlangıcında bir şüphe vardır


Düşünen her insan için neden var olduğu ve akibetinin ne olacağı soruları en mühim sorular olmuştur Nitekim Tolstoy "İtiraflarım" adlı eserinde inançsız olduğu zamanlarda içine düştüğü bunalımı anlatmaktadır:


"Sen hayatım dediğin şeysin, sen parçacıkların rastlantı sonucu bir araya gelmesinden oluşan geçici birşeysin Parçacıklar bir süre daha bir arada kalacak, sonra bunlar arasındaki etkileşim duracak ve senin hayat dediğin şeyinin de, sorularının da bir sonu gelmiş olacak Her şey boş Mutlu kişi henüz doğmamış olandır Bugün yaptıklarımın ve yarın yapacaklarımın sonucunda ne olacak? Niçin yaşayayım, niçin herhangi bir şeye karşı bir istek duyayım, niçin herhangi birşey yapayım? Hayatımın, beni bekleyen, kaçınılmaz olan ölümün yok etmeyeceği bir anlamı var mı? Gogol'dan ya da Puşkin'den ya da Shakespeare'den ya da dünyadaki geri kalan bütün yazarlardan daha ünlü olacaksın! Olacaksın da ne olacak? Bugün yada yarın hastalık yada ölüm, sevdiklerime yada bana uğrayacak ve bizlerden geriye leş kokusundan ve kurtlardan başka bir şey kalmayacaktı Er yada geç yaptığım işler unutulacak ve ben var olmayacağım O halde daha fazla çabalamak niye? İnsan bu gerçeği nasıl olur da göremez? Nasıl olur da yaşamaya devam eder? Artık gece ve gündüzün boyuna yer değiştirip bana ölümü getirişleri karşısında gözlerimi kapayamıyorum Tek gördüğüm bu, çünkü tek gerçek bu Geri kalan ne varsa yalan"


Bu ruh haletinden sonra şüphe kendisine bir kapı açar:


"Şimdi anlıyorum ki şayet kendimi öldürmediysem bu, fikirlerimin (yukarıdaki bunalım fikirleri) geçersiz olduğuna ilişkin belli belirsiz bir bilinçlilikten kaynaklanıyordu Şüphem şöyleydi: Ben yani benim aklım hayatın anlamsız olduğunu kabul etti Eğer akıldan üstün bir şey yoksa bu durumda benim için yaşamın yaratıcısı akıldır Yaşamın var edicisi akılken yine aynı akıl nasıl olur da yaşamın mantıksız olduğunu iddia edebilir? Diğer bir deyişle yaşam olmasaydı aklım olmayacaktı, bu yüzden akıl yaşamın oğludur Ne var ki akıl yaşamı reddetmektedir Bu noktada bir şeylerin yanlış olduğunu hissettim Yeryüzündeki herşey olabilecek en akıllıca bir şekilde yerleştirilmiş Bir tek konumum aptalca"


İşte şüphe sonucu bu noktaya varıyor ve sonra varlığını ispat edemediği tanrının varlığını kabul edince anlamsız olan şeylerin anlamlandığını fark ediyor

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.