Prof. Dr. Sinsi
|
İnsan &Quot;Ne Alim-İ Mutlak, Ne De Yanılmaz&Quot; Olabilir.
Öyle olsaydı, bilgi teorisine gerek olmazdı Yani; insan bilgisi, otomatikman kazanılabilse, doğruluğu otomatikman kesin olabilse, içeriği otomatikman tam olabilse; bilgilenme yöntemlerinin keşfi diye bir zaruret olmazdı Oysa, insan tabiatı böyle değildir Algılama yeteneği otomatiktir; fakat, bu yetenek, hayatta insanca varkalmak için yetersizdir Algılama düzeyinin ötesinde; insan bilinci, iradidir: bilgiyi, gayret göstererek veya doğru yürütmeyi öğrendiği bir akıl süreciyle elde edebilir Tabiat, insana, zihni etkinlik konusunda hiçbir garanti vermez; insan, hata yapmaya, görmezden gelmeye, realite hakkındaki bilgisinde psikolojik tahrifat yapmaya muktedirdir İnsan; doğuştan sahip olmadığı, tabiatınca kendisine otomatikman verilmiş olmayan bir bilgilenme yöntemini, kendisi keşfetmek zorundadır; yani, akli yeteneğini nasıl kullanacağını, muhakemesiyle vardığı sonuçların doğruluğunu nasıl tahkik edeceğini, hakikati yalandan nasıl ayırt edeceğini, neyi bilgi olarak kabul edebileceği kriterini nasıl tesbit edeceğini, kendisi keşfetmelidir Yani, insan, bilgi dediği şeyi keşfetmek ve bu bilgilerin realiteye tekabül ettiğini isbat etmek zorundadır
Burada bazı sorular ortaya çıkmaktadır:
İnsan; bilgiyi, bir akıl süreciyle mi elde eder; yoksa, tabiat-üstü bir kuvvet, bilgiyi, ona, ani bir vahiyle mi bahşeder?
Akıl, insan duyularının sağladığı malzemeyi teşhis edip (kimliklendirip) bütünleştiren bir yetenek midir; yoksa, daha doğmadan önce insan zihnine ekilmiş fıtri (tabiattan, doğuştan) fikirlerle dolu bir depo mudur?
Akıl, realiteyi kavramakta tamamen yeterli midir; yoksa, insan, akıldan daha üstün herhangi bir kavrama yeteneğine mi sahiptir?
İnsan, bildiklerinden emin olabilir mi; yoksa, sürekli bir şüphe içinde bulunmaya mı mahkumdur?
Bu sorulara verilecek cevapların niteliği; bir insanın, kendine güven derecesini -dolayısiyle, realiteyle alışverişte bulunma işindeki başarısını- belirler Rasyonel bir insan, bu soru setlerinden sadece birincilere olumlu cevap verecek ve neden böyle cevap verdiğini bilecektir
Tanımlar bağlamsal olduğuna göre, bütün insanlar açısından geçerli OBJEKTİF bir tanım nasıl belirlenir?
Bu, tanımı yapılacak verili bir kavram altındaki birimlere ilişkin konularda varolan bilginin en geniş bağlamı tarafından belirlenir
Objektif geçerlilik, realitenin olgularına referansla belirlenir
Fakat, olguları teşhis edecek olan insandır; yani, objektiflik, insan tarafından yapılmış keşifler gerektirir; dolayısiyle, objektiflik, insan bilgisinden önce gelemez; başka bir deyişle, objektiflik, Alim-i Mutlak olmayı gerektirmez İnsan, kavramlarının ve tanımlarının objektif olarak geçerli olmasını istiyorsa: hem, keşfettiklerinden daha fazlasını bilemeyeceğini bilmeli, hem de olgularla ilgili delillerin gösterdiğinden sanki daha azını biliyormuş gibi davranmamalıdır
Bu konuda; cahil bir yetişkin, bir çocukla veya bir gençle aynı durumdadır Cahil bir yetişkin, sahip olduğu dar bilginin ve bu bilgiye karşılık düşen ilkel kavramsal tanımların belirlediği bir kapsamda davranmak zorundadır Daha geniş bir düşünce ve eylem alanına girdiğinde, yeni delillerle karşılaştığında; tanımlarının objektif olması için, onları yeni delillere göre genişletmelidir
Bütün insanlar açısından geçerli objektif bir tanım, bir kavram altındaki mevcut-şeylerin cinsini ve asli ayırt edici karakteristiğini,
-insanlığın gelişiminin o aşamasına kadar elde edilmiş olan bütün alakalı bilginin gösterdiğine uygun olarak- belirten bir tanımdır
(Bu konudaki anlaşmazlıklarda kim karar verir? Objektiflikle ilgili bütün konularda olduğu gibi, bu konuda da; iki veçheden oluşan bir tek nihai otorite vardır: 1 realite; 2 delilleri, objektif yargılama yöntemiyle (yani, mantıkla) yargılayarak sonuca varan her bireyin kendi zihni )
Fakat, objektif tanımların tabiatının böyle olduğunu belirlemek; ne, her insanın evrensel bir skolar olmasını gerektirir; ne de, bilimin her keşfinin, kavramların tanımını etkileyeceği sonucunu doğurur Bilim, realitenin daha önceden bilinmeyen bazı veçhelerini keşfettiğinde, onları kimliklemek için yeni kavramlar teşkil eder ("elektron" gibi); fakat, daha önceden bilinen ve kavramlaştırılmış mevcut-şeyler üzerinde derinlemesine yapılan araştırmalarla ortaya çıkan keşifler, kavramsal alt-kategorilerle kimliklendirilir Mesela, insan biyolojik olarak "hayvan"ın çeşitli alt-kategorilerinde ("memeliler" gibi) sınıflandırılır Fakat, bu sınıflamalar, bir olguyu değiştiremez: rasyonellik, insanın asli ayırt edici ve tanımlayıcı karakteristiğidir; ve, insan, "hayvan" geniş cinsine dahildir (İster bir bilim adamı, isterse cahil bir çocuk "insan" kavramını kullansın; bu sınıflamalar, işaret edilen varlığın aynı tür bir varlık olduğu gerçeğini de değiştiremez )
Eğer "rasyonel hayvan" tanımının yetersiz olduğu doğrultusunda bir keşif yapılırsa (yani, rasyonellik, insanı diğer mevcut-şeylerden ayırt etmeye artık yaramaz olursa); ancak o zaman, tanımın geliştirilmesi meselesi ortaya çıkar "Geliştirme," eski tanımı inkar etme, fesh etme veya onunla çelişme demek değildir; "geliştirme," insanın rasyonel ve hayvan oluşundan daha ayırt edici başka bazı karakteristikler olduğunu isbatlamak demektir; ki, bu gayrı-muhtemel durumda, rasyonellik ve hayvanlık tanımlayıcı olmayan karakteristikler olarak görülmeye başlanacak, fakat her iki karakteristik hala doğru kalacaktır
Kavram-teşkilinin bir bilgilenme yöntemi olduğunu, insana ait bilgilenme yöntemi olduğunu ve kavramların, gözlemlenmiş mevcut-şeylerin, gözlemlenmiş diğer mevcut-şeylerle ilişkisine göre yapılmış sınıflamaları temsil ettiğini, hatırlayalım İnsan Alim-i Mutlak olmadığından; bir tanım, değişmez bir mutlak değildir; çünkü, bir tanım, belirli bir gurup mevcut-şeyi, evrendeki başka herşeye, henüz keşfedilmemiş veya bilinmeyen şeylere ilişkilendiremez Yine aynı sebepten; bir tanım, bağlamsal olarak mutlak değilse, yani mevcut-şeyler arasında bilinen ilişkileri (bilinen asli karakteristikler halinde) belirtmiyorsa, veya bilinenlerle mutabakat halinde değilse, yani bilinen asli karakteristikleri görmezden geliyor veya onlarla çelişiyorsa, yanlış ve değersizdir
Modern felsefe içindeki nominalistlerin, özellikle mantık pozitivistlerinin ve linguistik analistlerin iddiasına göre: doğru-yanlıs alternatifi, tanımlara değil, sadece "olgusal" önermelere uygulanabilir İddialarına göre: kelimeler, keyfi, insani (sosyal) konvansiyonları temsil ettiğinden; ve, kavramlar, objektif realitedeki hiçbir şeye işaret etmediğinden; bir tanım, doğru veya yanlış olamaz Bu iddia, akla yapılan saldırıların en şiddetli ve sinsi olanıdır
Önermeler, kelimelerle yapılır; realitenin olgularıyla bağlantısız bir dizi sesin, nasıl olup da "olgusal" önerme ürettiği veya nasıl olup da doğruluk veya yanlışlık arasında bir ayrım yapabildiği sorusu tartışmaya dahi değmez Zaten, böyle bir soru üzerindeki tartışma; onların anladığı anlamda kelimelerle de yapılamaz: her konuşanın kaprisine uygun olarak, o anın gerektirdiği elverişliliğe, ruh haline, yayvanlığa göre anlam değiştiren bütünleşmemiş sesler vasıtasıyla, insani hiçbir şey yapılamaz (Fakat, böyle bir nosyonun sonuçları, "sosyal bilim" öğretilen dershanelerde, "politik" tartışmalarda, psikiyatrist muayenehanelerinde gözlemlenebilir )
Hakikat (doğruluk, gerçeklik), realitedeki olguların tanınmasından (kimliklendirilmesinden) doğan üründür
|