Prof. Dr. Sinsi
|
Evrim Denen Yalan
Biyolojiyi ideolojik evrim anlayışına göre biçimlendirmek isteyen bazı bilim insanları, giderek artan bir şekilde elde edilen genetik verileri, insanların maymun benzeri atalardan evrimleştiği iddialarını destekleyecek tarzda kullanmaktadır Bunun altında yatan temel faraziye, çok fazla nispette genetik benzerlik taşıyan canlı formlarının, birbiriyle yakın münasebet içinde -yani akraba- olduğu düşüncesidir Son yıllarda yapılan genom haritalanması, insan ve şempanze DNA'larının daha incelikli karşılaştırılmasını imkân dâhiline sokmuştur
İnsan ve şempanze DNA'larının azotlu baz sıralanmaları birbirine yüzde doksan sekiz nispetinde benzer Bu gerçek, evrimcilerce insanın maymundan evrimi için kesin doğrulayıcı bir delil olarak görülmektedir Fakat bu genetik benzerlik gerçekte ne mânâya gelmektedir? Öncelikle şunu düşünelim: Zaten elimizde sadece dört nükleotid bazı olduğundan, her kim birbirinden farklı DNA dizileri sıralamak isterse istesin -tamamen tesadüfî diziler bile oluştursa- bu diziler, ortalama yüzde 25 oranında birbirine benzer olacaktır Hangi benzerlik iddiası olursa olsun, ilk başta bu miktarı kendi benzerlik oranından düşmelidir Burada aynı harflerle yazılmış kitapları düşünelim Yaratma hâdisesini akla yaklaştırma açısından, dört harfli bir alfabeyle yazılmış bir kitap gibi düşünürsek, iki farklı türdeki –yani iki farklı kitaptaki bir sürü kelime, edat ve bağlacın aynı olmasını hatırlatan- benzerliklerin o iki farklı türün ortak atadan geldiğini ima etmez Çünkü bu iki tür (iki kitap) farklı gayeler için yaratılmış iki ayrı eserdir
Düşünmeye devam edersek, insanlar ve şempanzeler birbiriyle tamamen aynı sayıda DNA baz çiftine sahip değildir 1980'lerde, yüzde 98 benzerlik ilk öne sürüldüğünde, araştırmacılar şempanzelerin genomunun insanınkinden % 10 daha uzun olduğunu düşünüyorlardı 1 Fakat bu durumda, birisi insan ve şempanze DNA'larının tamamını sıralasa, şempanze DNA'sının % 10'unun insan DNA'sında karşılığı olmayacaktır Buna bir de şu açıdan bakalım: İnsan ve şempanze DNA'larının arasındaki benzerlik ilk rapor edilirken, aralarında en azından % 10'luk bir farklılık olması gerektiği söylenmeliydi; ancak bu yapılmamıştır Genom büyüklükleri arasındaki fark genel olarak yok sayılmıştır Şu andaki insan ve şempanze genomlarının tahmini uzunlukları, birbirine çok daha yakındır; şempanzelerinkinde 3,1 milyar baz çifti, insanlarınkinde 3,2 milyar baz çifti vardır 2
Peki, o zaman, "yüzde 98" oranı nereden ortaya çıkmıştır? 1984 yılında, Charles Sibley ve Jon Ahlquist DNA-DNA karşılıklı melezleme deneyi yapmışlardır Bu deneyde, her türün DNA'sı çift sarmal yapının açılıp tekli DNA zincirleri oluşturması için ısıtılır, daha sonra iki türe ait DNA zincirlerinin birbirine karıştırılıp yeniden bir araya gelmelerine ve eşleşmelerine izin verilir 3 İnsan DNA'sı şempanze DNA'sıyla eşleşebilir veya tam tersi de olabilir DNA zincirlerinin birbirine karşılık gelme derecesi, insan-şempanze DNA kombinasyonlarının ısıtıldıktan sonra bir araya gelmiş olan DNA zincirlerinin birbirinden hangi sıcaklıkta ayrılacağının ölçümü ile belirlenir Böylece, termodinamik alanda, Sibley ve Ahlquist iki tür arasında yüzde 1,63'lük bir farklılık başka bir değişle de yüzde 98,4'lük bir benzerlik olduğunu bulmuştur

İnsanlar ile şempanzeler arasındaki genetik benzerlik, bu iki tür arasındaki diğer benzerliklere paraleldir Meselâ, insanlar ve şempanzeler büyük morfolojik benzerliklere sahiptir Yaşayan formlara ait hayalî bir ortak atanın dayatılmasından önce, on sekizinci yüzyılda Linnaeus, şempanzeleri Homo troglodytes (ilkel adam) olarak sınıflandırmıştır Jonathan Marks'a göre, "Şempanzeler on sekizinci yüzyılda yeni ortaya çıkmış bir şey olduğu zamanlarda, bilim adamları insan ile maymunların vücutlarında gördükleri baskın benzerlik karşısında şaşkına dönmüşlerdir Niçin dönmesinler ki? Kemik kemiğe, kas kasa, organ organa, insan ve maymun vücutları birbirinden sadece ince farklılıklar gösteriyordu "4 Çok sayıda olan bu fizikî benzerlikler düşünüldüğünde, insanlar ve şempanzelerin genetik benzerliği çok da şaşırtıcı değildir Zîrâ hayatta kalmanın temel prensipleri olarak sayabileceğimiz oksijen alma, azotlu atıkları atma, kan dolaşımı gibi bir sürü temel fonksiyonun yapılabilmesi için, sebepler açısından gerekli olan moleküler şifrelerin belli seviyelerde benzer olması gayet normaldir Bu açıdan fare ile de, kurbağa ile de, balık ile de binlerce ortak şifre vardır Bu canlıların hepsi de oksijen aldığına göre, oksijen alma ve kullanma ile ilgili biyokimyevî hâdiselerde kullanılan enzimlere ait şifreler tabiî ki aynı olacaktır Tek katlı bir ev ile elli katlı gökdelende kullanılan kum, çakıl, demir ve çimento 'aynı malzeme' diye gökdelenin tek katlı evden kendi kendine tesadüfen türediği iddia edilebilir mi?
Bütün bunlara rağmen yine de, insan ve şempanze DNA'larının yüzde 98 benzer olduğunu söylemek ciddi mânâda yanıltıcı olabilir Bunun sebebi, DNA'yı yazı dili gibi düşünme eğilimimizdir DNA zincirleri dört harfli bir alfabeden oluşan (A, T, G, C ile temsil edilir) bir sıralanmadır Benzer şekilde insanlar tarafından yazılan Türkçe kitaplar da 29 harfli alfabeden oluşmuş harf dizileridir Ancak burada, insanların yazılı bir metni okumaları ile hücrenin DNA'yı okuması arasında önemli bir fark vardır Eğer insanların yazdığı iki kitap yüzde 98 oranında birbirine benziyorsa, bunlar haddizatında aynı kitaptırlar Bunun sebebi, bu metinler bilgisayarlar veya makineler tarafından değil, yapılan tesadüfî hataları anlayabilecek ve onları düzelterek okumaya kabiliyeti olan okuyucular tarafından okunmak üzere yazılmıştır
Öte taraftan, eğer iki DNA dizisi yüzde 98 oranında benzerse, bu dizilerin fonksiyonları büyük ölçüde farklılık gösterebilir Bunun sebebi, insanların bir metni deşifre etmesinde kullandığına benzer bir kabiliyeti, hücreler DNA'yı deşifre ederken kullanmaz Yazı dilinin önemli bir özelliği, büyük ölçüde değiştirilse bile, kelimelerin ve bir metnin mânâsını belirleyebilmemiz için ilâve bilgiler ve siyak sibakla alâkalı yani konuya uygun ipuçları bulundurmasıdır Hâlbuki DNA'daki tesadüfî hatalar (bilgisayar kodlarındaki tesadüfî hatalar gibi), çok küçük bir grup şeklinde olmuş ve az sayıda bile olsa, eğer ölümcül değilse sıklıkla hücrenin bir fonksiyonunda çok ciddi değişmelere sebep olur ki, bunun da yıkıcı tesirleri olur
Hücrelerin genetik bilgiyi kullanmak üzere kompleks yolları olduğu için, çok küçük bir genetik değişme, biyolojik fonksiyonu ciddi ölçüde değiştirebilir Genler tarafından belirlenen proteinler, daha üst seviyede karmaşık yapılar, ağlar oluşturmak üzere bir araya gelirler ki, bu yapılar tek başına nükleotid veya aminoasit dizilişiyle belirlenmez ve bu yüzden de dizilme analizlerinde ortaya çıkmaz Netice olarak, iki organizma neredeyse birbirinin aynı iki gen setine sahip olabilir, hattâ bu genler bir kromozom üzerinde kabaca aynı sırayla yerleşmiş de olabilir; ancak yine de bu genlerin kullanılması o kadar farklı olabilir ki, neticede bu genler birbirinden önemli ölçüde farklı organizmaların hayatını belirler
Yukarıda zikredildiği üzere, biyolojik sistemlerde küçük değişikliklerin çok önemli tesirleri olabilir, tabiî ki eğer bu değişikler doğru değişiklikler olarak meydana gelmişse Bilhassa gene ekspresyon sistemleri (genlerin mânâlarının çözülüp okunması diyebiliriz) bütüncül bir şekilde çalıştığından, büyük ölçekli bir değişiklikten sonra yeniden düzenli çalışması için evrim teorisinin karakteristiği olan deneme yanılma tamirciliğinden daha fazlasına ihtiyaç duyulacaktır Aksine farklı bir sistemin tekrar çalışması ise, çok sayıda koordineli değişmelere ihtiyaç duyacaktır Bu tarz mükemmel değişiklikler ancak sınırsız ilim ve kudretiyle iş gören ve icraatını her harfin üzerinde gösteren hikmetli bir Sanatkâr yani Allah (celle celâlühü) tarafından yapılabilir
İnsanlar ve şempanzeler arasındaki fizikî farklılıklar
Gen seviyesinde değil de, temel morfolojik açılardan baktığımızda insanlar ve şempanzeler birbirine ne kadar benzemektedir? Aşağıdaki farklılıklara bakalım:
1 Şempanzelerin ayakları da elleri gibi tuttuğunu iyice kavrayabilen (prehensil) bir hususiyet arz eder; bir başka deyişle şempanzeler, elleriyle kavrayıp tutabildikleri bir şeyi ayaklarıyla da aynı şekilde kavrayabilir İnsanların ayakları ise, tutma ve ellerin yaptığı gibi iş görebilme açısından o kadar kabiliyetli değildir
2 İnsanların çene kemiği uçları çıkıntılı ve daha bariz, maymunların çeneleri ise geriye yatıktır Aynı şekilde insanların burunları da daha dik ve çıkıntılı olduğu hâlde maymunlarınki yassı ve basık şekildedir
3 İnsanın dişileri menopoza girer, yani kadınların 45–50 yaşlarında doğurganlıkları son bulur; hâlbuki primatlar takımına giren hiçbir maymun türünde böyle bir şey yoktur (insanların dişilerinden başka, menopoza girdiği bilinen tek memeli, kılavuz balina (Globicephala) türlerinin dişisidir )
4 İnsan dişilerinin emzirme dışında da göğüsleri belli olduğu hâlde, maymunların göğüsleri emzirme dışında belli olmaz
5 Suda yaşayan memelilerde, balinalar ve su aygırlarında olduğu gibi insanların derilerinin altında da yağlı bir iç tabaka vardır, maymunlarda ise böyle bir tabaka yoktur
6 Erkek maymunların dış üreme organlarında baculum olarak adlandırılan bir kemik vardır (şempanzelerde 10 milimetredir); insanlarda böyle bir kemik yoktur
7 İnsanlar çoğunlukla (% 95) sağ ellerini kullanırlar, şempanzelerde böyle bir ayrım yoktur, onlar sol ve sağ ellerini aynı nispette kullanırlar
8 İnsanlar terler, maymunlar terlemez
9 İnsanlar şuurlu olarak nefeslerini tutabilirler, maymunların bu şekilde nefeslerini tutma gibi bir kabiliyetleri yoktur
10 İnsanlar ağlayabilir, maymun türleri içinde ise ağlayabilen yoktur

Bu saydıklarımız, insanlar ile maymunlar arasındaki çok bariz olan fizikî farklılıktan sadece birkaçıdır Daha detaylı bir incelemeye giriştiğimizde iskelet ve kıllanma özellikleri başta olmak üzere daha yüzlerce özellik ortaya koyabiliriz Dikkatli incelendiğinde her kemik ve kasın hususi farklılıklar arz ettiği görülebilir Kabaca kol veya bacaktaki kemik sayılarının aynı olması önemli değildir Önemli olan her kemik ve kastaki ince sanatın farklılığıdır
Asıl büyük farklılık ise, insanların entelektüel birikim kapasitelerinde, lisan kabiliyetlerinde ve ahlâk kaidelerine bağlı olmalarında yatar Kendisine verilen akıl, şuur, irade, vicdan ve lisan gibi nimetleri kullanarak medeniyetler kuran, icat ve keşifler yapan, bir inanç sistemine dayanan ahlâkî kriterlere göre davranan insanın, sadece DNA'larındaki harf benzerliklerine bakarak maymunlarla ortak bir atadan geldiklerini iddia etmenin aklî ve mantıkî bir tarafı var mıdır? Birisi ağaçta asılarak muz yiyen bir hayvanı, diğeri bilgisayarlarla dünyada ne olup bittiğini tarayan bir insanı netice veren genetik kodlardaki ve beyinlerdeki farklılıkların her biri, yerli yerince nasıl ortaya çıkmıştır? Beyin faaliyetlerine ait bazı kabiliyetler, beynin belli bölgelerindeki nöronlarda toplandıkları hâlde, bazı kabiliyetler bütün beyinde yaygın bölgelerin birlikte entegrasyonuyla ortaya çıkmaktadır Maymun beyniyle insan beyni arasındaki -şuursuz evrim mekanizmalarıyla ortaya çıkamayacak- bazı farklılıklara inşallah gelecek sayıda temas edeceğiz
Dipnotlar
1 Pellicciari, C , Formenti, D , Redi, C A , Romanini Manfredi, M G (1982): DNA Content Variability in Primates Journal of Human Evolution 11:131-141
2 http://genomebiology com/researchnew  t-200312115-01 ve http://nature ca/genome/03/a/03a_ 11a_e cfm
3 Sibley, C G ,Ahlquist, J E (1987): DNA Hybridization Evidence of Hominid Phylogeny: Results from an Expanded Data Set Journal of Molecular Evolution 26: 99-121
4 Marks, J (2002): What it means to be 98% chimpanzee Apes, People, and Their Genes University of California Press Berkeley and Los Angeles
5 Simmons, G (2004): What Darwin Didn't Know? Eugene, Oregon: Harvest House, 274–278 (özetlenerek yapılan iktibas)
Prof Dr Arif SARSILMAZ
--- Sonraki mesaj ---
İnsanın evrimini açıklamada oldukça zorlanan evrimciler, en fazla da insan beyninin evrimi konusunda açmaza girerler İnsanlar ile diğer hayvanların (bilhassa maymunların) davranış ve kabiliyetlerindeki farklılığın açıklanması için, evrimleşme yolundaki bir maymunsu insan (hominid) beyninin tesadüfî bir organizasyonla veya bir mutasyonla daha büyük ve daha kompleks bir organizasyona sahip olduğunu, bunun da önemli bir dönüm noktası teşkil ettiğini savunurlar Bilhassa, zihnî kapasiteler ile beynin büyüklüğü arasında çok kuvvetli bir münasebet olduğunu söylerler
Evrimcilerin, insan beyninin evrimleşirken şu ân sahip olduğu büyüklük ve kompleksliğe nasıl ulaştığına dâir iki açıklaması vardır: Birincisi, tabiî seleksiyon yoluyla beynimiz evrimleşmiştir; çünkü daha büyük bir beyne sahip olmak hominid'leri daha zeki, hayatta kalma ve üreme açısından daha avantajlı hâle getirmiştir İkincisi; Stephen Jay Gould'un savunduğu, daha büyük hominid beyni başlangıçta tesadüfî evrim süreçlerinin kaza neticesi ürettiği bir yan üründür, bu daha büyük beyinler, bir müddet var olduktan sonra hominid'ler daha zeki olmaya başlamıştır İlk görüş daha büyük beyinleri bir adaptasyon- hemen fayda sunan bir şey- olarak görür İkinci görüş ise, daha büyük beyinleri bir ön adaptasyon – o an için hemen bir faydası olmayan, ancak daha sonra avantaja dönüşen bir şey- olarak görür
İnsan beyninin olağanüstü kabiliyetleri hakkında hiç kimsenin bir şüphesi yoktur Buna rağmen, evrimcilerin insan beyninin nasıl evrimleştiğine dâir hususi ve detaylı bir açıklaması yoktur Michael Hopkin tarafından Nature da yayımlanan "İnsan Evrimi için Çene Düşüklüğü Teorisi: İnsanoğlu Çiğneme Gücünü Daha Büyük Bir Beyinle Değiştirmiş midir?" başlıklı yeni raporu ele alalım 1 Hopkin'e göre, "Araştırmacılar insan beyninin neden bu kadar büyük olduğuna dâir can sıkıcı soruya bir cevap teklif etmişlerdir 2 Bu teklife göre, süper zekâmızı, belki de zayıf çene kaslarımıza borçlu olabiliriz 2,4 milyon yıl önce meydana gelen bir mutasyon, primatların (maymunların) çene kaslarında üretilen bir proteinin üretilmesini engellemiş olabilir  Bu sebepten iri yapılı çiğneme cihazının (çenelerin) kasılmasının zayıflamasıyla, belki de insan kafatası büyümekte hür ve engelsiz kalmıştır "
Daha büyük beyin daha büyük zekâ mıdır?
Evrimciler yukarıdaki ifadeleriyle çene kaslarına tesir eden oldukça sıradan tesadüfî bir mutasyonun beynin büyümesi için bir yer sağladığını iddia etmektedirler Bu düşüncenin geri plânında beynin zaten büyüdüğü, gittikçe daha büyük olduğu, tabii bunun için de yer açılması gerektiği düşüncesi yatmaktadır Sonunda da beynin belli bir büyüklüğe ulaştığında zekâ, dil, kültür ve medeniyet gibi bütün birikimleri ve süper dahi insanları ortaya çıkardığı kabul edilir Peki, beyin niçin bu büyüme sürecine girmiştir? Beyin büyüklüğü ile zekâ arasında bir münasebet var mıdır? Bu bir iddiadan çok, gerçek olması hayal edilen bir spekülasyondur Peki, bu iddianın doğru olup olmadığını nasıl bilebiliriz?

Evrimcilerin bir kısmı, insanın zihnî kapasitelerini beyninin büyüklüğü ile doğru orantılı kabul etmekteydi Çoğunlukla insanın zihnî kabiliyetlerine has olduğu iddia edilecek müşahhas bir biyolojik özellik bile tanımlanamazken, "büyük beyinler için çene düşüklüğü teorisi" evrimci bilim adamları arasında oldukça heyecan verici şekilde karşılanmıştır Her ne kadar hangi mutasyonun böyle akıllı bir iş yaparak, tam isabetli ve dengeli bir şekilde ortaya çıktığını ve beyin büyüklüğü ile çene kasları arasındaki münasebeti keşfettiğini izah edemeseler de, en azından bir genetik mutasyonun büyük bir beyinle ve insanın zihnî kabiliyetiyle alâkasını kurduklarını düşünüp sevinmişlerdir
Hâlbuki beynin gelişmesi ve akılları durduran mükemmel nöron organizasyonu üzerine yapılacak kısa bir araştırma, insan zekâsının açıklanması için, beyin büyüklüğünden daha fazla unsurlara ihtiyaç olduğunu gösterecektir Beyin hücreleri olan nöronlar; hamilelikten itibaren ilk on sekiz ay boyunca, bölünerek çoğalır, gerektiği şekilde beyin dokusunu teşkil etmek üzere hareket ederek dağılır ve dakikada 250 000 adete çıkacak şekilde giderek hızlanan bir aktivite ile 50 milyar nöron güçlü ve organize olmuş bir zemin meydana getirinceye kadar birbiriyle bağlantılar kurarak yaratılmaya devam eder Her bir nöron, on binlerce parmak ucu benzeri yapıya veya dendritlere sahiptir ki, bunlar sinirlerin diğer sinirlerle veya dendritlerle, güçlü kompleks bir devre şeklinde bağlantılar kurmasını sağlar Hiçbir nöron, her birinin içerisinde bulunduğu bağlantılardan dolayı birbirinin aynısı değildir, bu da her beynin kendine has bir mahiyete sahip olarak yaratıldığını ortaya koyar Bu devreler dünya üzerindeki bütün telefon devrelerinden çok daha komplekstir
Kırk sene önce, bilim yazarı Isaac Asimov, insan beyninin böyle yoğun şekilde organize olmuş kompleks yapısındaki ihtişamın tesiriyle şöyle yazmıştır: "İnsanda bulunan yaklaşık 1,5 kg ağırlığındaki beyin, şimdiye kadar öğrendiklerimize göre kâinattaki en kompleks ve en mükemmel şekilde organize olmuş nesnedir "3 İlerleyen yıllarda Asimov'un beynin kompleks yapısına dâir bu kavrayışı, yapılan diğer ilmî araştırmalarla daha da artmış ve insan beyninin muhteşem yapısının daha çok tesirinde kalarak şunları da ilâve etmiştir: "İnsan beyninin icat, keşif, önsezi ve zekâ kabiliyetlerinden daha sihirli bir şey yoktur " Ancak, Asimov, insan beynini tamamen materyalistik evrim süreçlerinin bir ürünü olarak gördüğünden ve bir Yaratıcı'yı kabul etmek istemediğinden şöyle devam etmiştir: "Bu kompleks beyin sınırlı sayıda hücrenin, sınırlı şekilde organize olmasından meydana gelmiştir, insandaki kompleks hücrelerle eşit sayıda ve onlara eş kompleks yapıda bir bilgisayar yapıldığında, insanın son derecedeki zekâsıyla yapabileceklerini gerçekleştirebilecek bir şeye sahip olmuş oluruz "4 Fakat henüz böyle bir bilgisayar şimdiye kadar inşa edilememiştir ve ufukta da görülmemektedir

Asimov, yeterince güçlü bir bilgisayar ve uygun programlar çalıştırırsa, insana ait şuur ve düşünebilme kabiliyetinin materyalist âlemde bir yer bulacağını düşünmüştür Ancak insan beyni bir bilgisayara benzemez Şuurluluğun ve zekânın bilgisayarın hesaplarına ve kompleksliğine indirgenebileceğine dâir hiçbir delil yoktur Sinir bilimcilerinin gözlemledikleri tek şey, sinir hücrelerindeki devrelerin kompleksliği ile zekâ kabiliyeti arasında bir uygunluk olduğudur Ancak hücreler ve uzantılarından ibaret görünen maddî yapıdaki nöral devrelerin nasıl olup da zekâyı meydana getirdiğine dâir hiçbir teori ileri sürülememiştir
Evrimciler basitçe, evrimin daha büyük beyinleri ürettiğini varsaymaktadır Beynin henüz çok az bilinen yapısında, kompleks nörolojik organizasyonlar basit bir şekilde şansa bağlı hâdiseler ve tabiattaki sınırsız güçler (fizikî ve kimyevî faktörler) sayesinde kendi kendine nasıl meydana gelir? Maalesef, evrimcilerin bu soruya ait bir cevapları yoktur Bu cevap eksikliği ve belirsizlik diğer bir soruyu doğurur: Aklî ve zihnî melekelerimiz için hangi büyüklükte beyinler gereklidir?
Daha küçük beyin geri zekâ mıdır?
"Daha büyük beyin daha çok zekâ demektir " diye düşünmek normal gelebilir; ancak bu yanıltıcı bir basitleştirmedir Beynin büyüklüğünün zihnî melekelerle olan bağlantısına dâir tartışmalarda, beyin büyüklüğünün sadece mutlak bir tabir (ağırlık veya hacim bakımından) olarak değil, vücut büyüklüğüne nispetiyle düşünülmesi önemlidir Meselâ, filler insanlardan daha büyük bir beyne sahiptir Zekâ ile alâkalı diğer önemli bir faktör de beynin kendisinde var olan organizasyonun muhteşem kompleksliğidir Meselâ, farelerle karşılaştırıldığında, insan beynindeki nöronlar birbirleriyle 10–100 kere daha fazla sinaptik bağlantıya sahiptir
Tabloda bazı hayvanların çıplak beyin ağırlıkları ile nispî beyin ağırlıkları verilmiştir Üç farklı tablo bir araya getirildiği için bazı türlere ait rakamlar eksiktir:5
Tabloda da görüleceği gibi insan beyni, bütün hayvanların beyinlerinden ağırlık, nispî büyüklük ve yüzeyinin toplam sahası bakımından çok büyük farklılıkla ayrılmaktadır Bu farklar, akılsız ve tesadüfî mutasyonlarla ve ne kadar uzun olursa olsun zamanla aşılamayacak kadar büyüktür Balina ve fil gibi dev hayvanların beyni insan beyninden ağır olsa da, vücutlarına nispet edildiğinde çok geride kalmaktadır İnsanın bu bakımından yegâne olduğu inkâr edilemez ve insan beyninin mükemmelliği; evrimin tesadüfî, şuursuz, akılsız mekanizmalarıyla da izah edilemez
Maymunlar takımının geniş bir şekilde anatomisinin ele alındığı önemli bir kaynaktaki tablolar incelendiğinde de 47 maymun türünün tamamında nisbî kafatası kapasitesi 3–11 arasında değişirken, insan için bu değer 23'ü göstermektedir 6
Bütün bunlara rağmen evrimci literatürde, insanın bütün harika, zihnî melekeleri – matematik zekâsı, musikî zekâsı, edebî zekâsı gibi- doğrudan yahut dolaylı olarak büyük kompleks bir beyin ile bağlantılı görülür Büyük kompleks beyinlerin artan zekâyla olan paralel uyumu büyük çoğunlukla doğru olmakla beraber, bu husus bütün bilim adamlarının kabul edeceği gibi, bir sebep-netice münasebeti içinde değildir Ayrıca beyin büyüklüğü ile zekâ münasebetine ait rakamlar mükemmellikten de çok uzaktır Küçük yahut zarar görmüş beyinlere sahip insanlar sık sık normal veya normalüstü aklî kabiliyetler sergilemektedir Bu durum, insanın aklî gücünün basit bir şekilde, sadece beyin büyüklüğüyle eşlenemeyeceğini düşündürür
Meselâ, "kuş beyinli" ifadesi, beynin küçüklüğü sebebiyle daha az zekâya sahip olmayı tedaî ettirir Bu, hatalı bir düşüncedir Bazı kuşlar, beyin ölçülerine nispet edildiğinde bekleyeceğimizin çok ötesinde dikkat çekici zihnî kabiliyetler sergiler
Dört Afrikalı gri papağanla yapılan bir araştırmada, papağanlardan birisi eğitilmiştir Eğitilen bu papağanın sayı sayabildiği, nesneleri, şekilleri ve renkleri tanıyabildiği, "aynı" ve "farklı" kavramlarını algılayabildiği görülmüştür Papağanların bir gün okuyabileceğini düşündüren deliller de vardır 7
Yukarıdaki papağan misâlindeki anormallikler nazar-ı dikkate alındığında, daha yüksek zihnî kabiliyetler için niçin büyük beyinlere ihtiyaç duyulması gerektiğini düşünelim ki? Aslında, çok azalmış beyin dokusu ile dikkat çekici şekilde zihnî kabiliyetler sergileyen insanlara dâir sağlam raporlar vardır Meselâ, antropolog Roger Lewin, Sheffield Üniversitesi'nde profesör olan İngiliz nörolog John Lorber ile yaptığı bir çalışmasını rapor etmiştir Buna göre IQ'su 126 olan, sosyal olarak tamamen normal ve birinci sınıfta matematikte derece kazanmış genç bir üniversite öğrencisinin doğru düzgün bir beyni yoktur Bu gencin normalden daha büyük bir kafası vardır Gencin öldükten sonra üzerinde yapılan beyin taramasında, ventriküller ile kortical yüzey arasındaki beyin dokusunun normalde 4,5 cm kalınlığı olması gerekirken, çok daha ince -milimetreler seviyesinde ölçülebilecek derecede ince bir tabakadan ibaret- olduğu görülmüştür Gencin kafatası büyük çoğunlukla cerebrospinal sıvı ile doludur "8
Aynı şekilde meşhur mikrobiyologlardan Louis Pasteur'ün durumu da çok enteresandır Bilim tarihçisi Stanley Jaki bu dikkat çekici tespiti şöyle yapıyor: "Bir beynin durumu büyük oranda kötüleşmiş olmasına rağmen, yine de üstün bir şekilde çalışıyor olabilir  Bunun meşhur bir örneği Pasteur'e aittir Pasteur kariyerinin en tepesindeyken, beyninden bir kaza geçirmiştir Bu ağır kazaya rağmen, daha sonraları yüksek seviyede mücerret düşünme kabiliyeti gelişmiş ve hayatının ilk kırk yılında öğrendiği bütün bilgileri tam randımanlı olarak kullanmasını gerektiren araştırmalarda çok verimli şekilde kullanmıştır Ancak ölümünün ardından yapılan otopsi göstermiştir ki, Pasteur yıllarca asıl itibariyle beyninin yarısı ile yaşamış ve bu araştırmaları yapmıştır, beyninin diğer yarısı tamamen bozulmuş durumdaydı "9
Evrimciler bu tarz anormalliklere karşılaştıklarında genellikle "Böbrek ve karaciğerde olduğu gibi beyinde de inanılmaz miktarda gereksiz fazlalık veya yedek kapasite olmalıdır "10 şeklinde bir ifadeyle, beynin çok fazla miktarda işe yaramayan fazlalık bölgeler taşıdığını söylerler Fakat o zaman da şöyle bir soru ortaya çıkar: Eğer beynin bu kadar çok kısmı gereksiz ve fazlalıksa, o zaman biz neden daha büyük bir beyin geliştirmeden, aynı zihnî kabiliyetlere sahip olarak evrimleşmedik? Çünkü bu fazlalıkla birlikte birçok gizli problem de gelir En önemlisi büyük beyinlere sahip bebekler doğum kanalından geçerken zorluğa sebep olur, bu yüzden birçok anne ve bebek doğum sırasında hayatını kaybetmiştir Çok miktarda fazlalık ihtiva eden daha büyük bir beynin tabiî seleksiyonla elenmesinin daha kolay olması gerekirdi, küçük beyinliler daha kolay doğum gibi seçici avantaja sahip olduklarından akıllı ve zeki olanların elenip, küçük beyinli geri zekâlıların yaşaması gerekirdi
Yüksek aklî kapasitemizin (meselâ bir işlem yapmak veya derin bir matematik teoremini ispatlamak gibi) beynimizin yapısı ve büyüklüğü ile nasıl bağlantılı olduğu hususunda hiçbir ciddi cevap yoktur Evrimciler genel olarak aklı basit bir şekilde, beynin elektro-kimyevî bir aktivitesi olarak görmektedir Fakat aklı beyne indirgeyen bu materyalist faraziye, şu ân itibariyle herhangi bir deneyle tasdik edilmemiştir Elimizde olan şey, sadece beyin resimleri ile şuur ve akıl seviyesi arasında bir münasebetin varlığıdır Fakat bu ikisini birbirine bağlayan sebep-netice münasebetine dayanan bir mekanizmaya sahip değiliz Hayatını sürdürmesi için gerekli fonksiyonları yerine getirmek üzere her hayvana ihtiyacı kadar ve farklı kabiliyetlerle techiz edilmiş bir beyin verilirken, hiçbir hayvana haksızlık yapılmadığını söyleyebiliriz Milyarlarca nöronun her hayvanın ihtiyacına göre bir desen teşkil ederek beyin gibi muhteşem bir sanat eserini meydana getirmek üzere harekete geçirilmesini ve bu sürecin hiç aksamadan yürütülmesini akılsız ve şuursuz evrim mekanizmalarıyla izaha çalışmak, düşünen bir insana pek mâkul gelmemektedir
Kısaca söylersek, evrimciler için beynin evrimi büyük bir problem olarak ortada durmaktadır Gelecek sayıda beyinde sergilenen yaratılışa ait güzelliklere ve evrimin açmazlarına devam edebilmek ümidiyle 
Dipnotlar
1 Hopkin, M (2004): Jaw-dropping theory of human evolution Did mankind trade chewing power for a bigger brain? Online olarak basılmış Nature makalesi 25 Mart 2004 nature/doi:10 1038/news040322-9 html
2 Stedman, H H , Kozyak, B W , Nelson, A , Thesier, D M , Su, L T , Low; D M et al (2004): Myosin gene mutation correlates with anatomical changes in the human lineage Nature 428, 415-418
3 Asimov, I (1970): In the Game of Energy and Thermodynamics You Can't Even Break Even Smithsonian (August):10
4 Asimov, I (1975): Science Past-Science Futur New York, NY: Doubleday, 291
5 Flindt, R (2000): Biologie in Zahlen, Eine Datensammlung in Tabellen mit über 10 000 Einzelwerten, 5 Auflage, Spektrum Akademischer Verlag Gustav Fischer, Heidelberg, Berlin
6 Ankel-Simons, F (2000): An Introduction Primate Anatomy Second Edition Academic Press, A Harcourt Science and Technology Company, San Diego, U S A 
7 http://www alexfoundation org 18 August 2004
8 Lewin, R (1980): IsYour Brain Really Necessary? Science, 210 (12 December):1232
9 Jaki, S L (1969): Brain, Mind and Computers (South Bend, Ind : Gateway Editions, 115-116
10 Richards, Jay W ed (2002): Are We Spiritual Machines: Ray Kurzweil vs the Critics of Strong A I (Seattle: Discovery Institute), 193
Prof Dr Arif SARSILMAZ
|