Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adaletin, büyük, faruk, halife, ikinci, timsâli, ömerül

Adâletin Timsâli İkinci Büyük Halîfe: Ömer-Ül Faruk

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Adâletin Timsâli İkinci Büyük Halîfe: Ömer-Ül Faruk



Hazret-i Hamza’nın Müslüman olması üzerine, Mekkeli müşriklerin telâş ve endîşeleri had safhaya varmıştı Çünkü parmakla gösterilen kahramanlardan biri de Müslüman olmuş, Resûlullahın saflarında yer almıştı Bu beklenmedik hâdise, müşrikleri, büsbütün çileden çıkardı Hazret-i Ömer bu sırada daha Müslüman olmamıştı Bir gün, Resûlullah efendimizi, gördüğü yerde öldürmek niyetiyle evinden çıktı Sevgili Peygamberimizi Mescid-i Harâm’da namaz kılarken buldu ve namazın bitmesini isteyerek, dinlemeye başladı Habîb-i ekrem efendimiz, El-Hâkka sûre-i şerîfini okuyordu

Kalbim meyletti
Hattâboğlu Ömer, Peygamber efendimizin okuduklarını hayranlıkla dinliyordu Ömründe böyle güzel sözler duymamıştı Bunu kendisi, sonradan şöyle anlatır:
“Dinlediğim bu sözlerin belâgatına, düzgünlüğüne, derli topluluğuna hayrân olmuş, niçin geldiğimi unutmuştum Bu hâdiseden sonra, kalbimde İslâma karşı bir istek hâsıl oldu

Bu hâdisenin, Hazret-i Ömer’in Müslüman olmasında mühim te’sîri olmuştur Çünkü kalbini yumuşatmış, Müslüman olmasına zemin hazırlamıştır

Hazret-i Hamza’nın Müslüman olmasından üç gün sonra, Ebû Cehil, müşrikleri toplayıp dedi ki:
- Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azâb gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi! Onu öldürmekten başka çâre yoktur! Onu öldürecek kişiye, yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!

Bir anda Hattâboğlu Ömer’in kalbinden, İslâma olan istek kayboldu ve yerinden fırlayarak dedi ki:
- Bu işi Hattâboğlundan başka yapacak yoktur
- Haydi Hattâboğlu! Görelim seni! Bu işi senden başka yapabilecek kimse yoktur

Hattâboğlu Ömer, kılıcını kuşanarak yola düştü Giderken Nu’aym bin Abdullah’a rastladı

Yolda Nuaym bin Abdullah kendisine sordu:
- Yâ Ömer, böyle şiddet ve hiddetle nereye gidiyorsun?
- Milletin arasına nifâk sokan, kardeşi kardeşe düşüren bir kimseyi öldürmeye gidiyorum
- Yâ Ömer, güç bir işe gidiyorsun Onun Eshâbı çevresinde pervane gibi dönmektedir Ona birşey olmasın diye titremektedirler Onun yanına yaklaşıp, zarar veremezsin!

Yakınlarınla uğraş
Bu söze çok hiddetlenen Hazret-i Ömer kılıcına sarıldı:
- Yoksa sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim
Nuaym bin Abdullah cevap verdi:
- Sen benimle uğraşacağına, kardeşin Fâtıma ile enişten Saîd’in yanına git! Onlar, çoktan Müslüman oldular Sen önce kendi yakınların ile uğraş!
- Hayır, onlar Müslüman olamazlar
- Bana inanmazsan, git evlerine, kendilerine sor!

Bunun üzerine Hazret-i Ömer, kardeşini merak edip, öfkeyle hemen evlerine gitti O sıralarda Tâhâ sûresi yeni nâzil olmuş, eniştesi Saîd ile kızkardeşi Fâtıma bunu yazdırıp, Hazret-i Habbâb bin Eret adındaki sahâbîyi evlerine getirmiş, okuyorlardı

Hattâboğlu Ömer, kapıdan bunların sesini duydu Kapıyı çok sert çaldı Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Hazret-i Habbâb’ı gizlediler Sonra kapıyı açtılar İçeri girince sordu:
- Ne okuyordunuz?
- Bir şey okumuyorduk
- Hayır, okuyordunuz İşittiğim doğru imiş Siz de O’nun sihrine aldanmışsınız!

Niçin utanmazsın?
Hazret-i Sa’îd’i yakasından tutup, yere attı Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı Fâtıma’nın canı yanmış, kana boyanmış idi Fakat îmân kuvveti, kendisini harekete getirip, Allahü teâlâya sığınarak dedi ki:
- Yâ Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, âyetler ve mu’cizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, Müslüman olmakla şereflendik Başımızı kessen de bundan dönmeyiz

Sonra Kelime-i şehâdeti okudu Hattâboğlu Ömer, kızkardeşinin bu îmânı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu Yumuşak sesle dedi ki:
- Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın
- Sen temizlenmedikçe, onu sana vermem
Ömer bin Hattâb gusül abdesti aldı Ondan sonra Fâtıma, âyet-i kerîme yazılı sahifeyi getirdi Ömer bin Hattâb güzel okurdu

Tâhâ sûresini okumaya başladı Kur’ân-ı kerîmin fesâhatı, belâgatı, ma’nâları ve üstünlükleri kalbini gitgide yumuşattı
(Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve yedi kat toprağın altındaki şeyler hep O’nundur) [Tâhâ: 6] meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı Dedi ki:
- Yâ Fâtıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?
- Evet, öyle ya! Şüphe mi var?
- Yâ Fâtıma! Bizim binbeşyüz kadar altından, gümüşten, tunçtan, taştan oymalı, süslü heykellerimiz var Hiçbirinin, yeryüzünde bir şeyi yokŞaşkınlığı büsbütün artmıştı Biraz daha okudu
(Allahü teâlâdan başka ibâdet edilecek, tapılacak hak bir ilâh, bir ma’bûd yoktur En güzel isimler O’nundur) [Tâhâ: 8] meâlindeki âyet-i kerîmeyi düşündü Sonra dedi ki:
- Hakîkaten, ne kadar doğru

Ömer ile kuvvetlendir
Habbâb bu sözü işitince, gizlendiği yerden fırladı ve tekbîr getirdikten sonra müjdeyi verdi:
- Müjde yâ Ömer! Resûlullah efendimiz Allahü teâlâya duâ ederek, “Yâ Rabbî! Bu dîni, Ebû Cehil yahut Ömer ile kuvvetlendir, buyurdu İşte bu devlet, bu saâdet sana nasîb oldu

Bu âyet-i kerîme ve bu duâ, Hattâboğlu Ömer’in kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü Hemen;
- Resûlullah nerede? Beni, Resûlullaha götürür müsünüz? dedi Zîrâ kalbi, Resûlullaha tutulmuştu

Ömer bin Hattâb’ın Resûlullahı görmek için yola çıktığı sırada, Resûl-i ekrem, Hazret-i Erkâm’ın evinde Eshâbına nasîhat veriyordu Hattâboğlu Ömer’in geldiği, Erkâm’ın evinden görüldü Kılıcı da yanında idi Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshâb-ı kirâm, Resûlullahın etrafını sardı Hazret-i Hamza dedi ki:
- Ömer’den çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum
Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Yol verin, içeri gelsin!

Îmâna gel yâ Ömer!
Cebrâil aleyhisselâm, daha önce, Ömer bin Hattâb’ın îmân etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti Resûlullah efendimiz, onu, tebessüm buyurarak karşıladı Ömer bin Hattâb, Resûlullahın önünde diz çöktü Resûlullah efendimiz, onu, kolundan tutup buyurdu ki:
- Îmâna gel, yâ Ömer!

O da temiz kalb ile Kelime-i şehâdeti söyledi Eshâb-ı kirâmın, sevinçten söyledikleri tekbîr sesleri göğe yükseldi
Hazret-i Ömer, Müslüman olduktan sonraki hâlini şöyle anlattı:
“Müslüman olduğum zaman, Eshâb-ı kirâm, müşriklerden gizlenir ve ibâdetlerini gizli yaparlardı Bu duruma çok üzüldüm ve Resûlullaha suâl ettim:
- Yâ Resûlallah! Biz hak üzere değil miyiz?
- Evet Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz
- Yâ Resûlallah! Mâdem ki biz hak üzerinde, müşrikler de bâtıl yoldadırlar, o hâlde ne diye dînimizi gizliyoruz? Vallahi biz, dîn-i İslâmı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha lâyıkız Allahü teâlânın dîni, Mekke’de, hiç şüphesiz üstün gelecektir Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne âlâ, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız
Yâ Resûlallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslâmı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır Artık ortaya çıkalım

Kabûl buyurulunca, iki saf hâlinde dışarı çıkıp, Harem-i şerîfe doğru yürüdük Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım Sert adımlarla, toprağı un edercesine, Mescid-i harâma girdik Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hazret-i Hamza’ya bakıyorlardı"

Beni bilen bilir
Hazret-i Ömer’in bu gelişi üzerine, Ebû Cehil ileri çıkıp, “Yâ Ömer! Bu ne hâldir?” deyince, Hazret-i Ömer hiç aldırış etmeden Kelime-i sehâdet getirdi:
- Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh!

Ebû Cehil ne diyeceğini şaşırdı Donup kaldı Hazret-i Ömer bu müşrik gürûhuna dönerek dedi ki:
- Ey Kureyş! Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattâboğlu Ömer’im Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!

Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar
Böylece, ilk defa Harem-i şerîfte açıktan namaz kılındı

Hazret-i Ömer, haksızlık karşısında çok hiddetli olduğu gibi, adâletin yerine getirilmesinde de o kadar şefkâtli idi Bu yüzden adâleti ile meşhûr olmuştur

Bir gün at satın almak istedi Atı tecrübe etmek niyetiyle biniciye verdi Ata binen kimse, koştururken, at tökezleyip kazâya uğradı Hazret-i Ömer atı satıcısına geri vermek istediğinde, satıcı almadı Sonunda durum, Kâdî Şüreyh hazretlerine intikal etti Kâdî sordu:
- At, sahibinin izniyle mi koşturuldu?
Hazret-i Ömer dedi ki:
- Hayır, ben denemek için koşturdum
Atı almak macbûriyetindesiniz
Bunun üzerine, kâdî şu hükmü verdi:
- Şâyet at sahibinin rızâsı ile tecrübe edilseydi, sahibine iâde edilebilirdi Fakat, siz sahibinden izin almadığınız için geri veremezsiniz, atı almak mecbûriyetindesiniz
Hazret-i Ömer;
- Hak ve adâlet husûsunda boynumuz kıldan incedir, deyip atın bedelini verdi

Hazret-i Ömer, sonu pişmanlık olan iş yapmazdı

Onun zamanında, Müslümanlar İslâmiyeti İran içlerine kadar yaydılar İranlı meşhûr kumandan Hürmizân, teslîm olmamak için çok direndi, fakat hayatının tehlikeye girdiğini görünce teslîm oldu Hazret-i Ömer, huzûruna çıkartılan Hürmizân’a sordu:
- Bize söyliyeceğin bir şey var mıdır?
- Var! Fakat önce ölecek miyim, kalacak mıyım bunu bilmem lâzımdır
- Konuş, sana zarar gelmiyecektir
- Ey büyük halîfe, önceleri biz İranlılar siz Arabları öldürüyor, zorla mallarınızı ellerinizden alıyorduk Ne zaman ki, Allah size peygamber gönderdi Ondan sonra bizim üstünlüğümüz sona erdi Siz azîz, biz zelîl olduk

Söz vermiştiniz
Hazret-i Ömer, Enes bin Mâlik’e sordu:
- Ne yapalım bunu?
- Öldürmeyelim! Çünkü arkasında büyük bir kalabalık vardır Belki onlar, ileride Müslüman olabilirler
- Fakat o, Resûlullahın kıymetli arkadaşlarını şehîd etti Onu sağ bırakmamız uygun olur mu?
- Yâ Ömer bunu öldürmememiz lâzımdır Çünkü, “Konuş sana benden zarar gelmez” diye söz de vermiştin

Hazret-i Ömer, kim tarafından söylenirse söylensin, doğru sözü hemen kabûl ederdi Enes bin Mâlik hazretlerinin bu sözleri üzerine, onu öldürmekten vazgeçti Birçok sahâbînin şehîd olmasına sebep olan Hürmizân'ın hayatını bağışladı

Bir müddet sonra da, Hürmizân Müslüman oldu Ayrıca onun vesîlesi ile birçok kimse îmâna geldi Hazret-i Ömer eski can düşmanını bile maaşa bağladı Çünkü adâlet bunu gerektiriyordu Adâlet, şahsî fikrin, hissiyâtın üzerinde idi

Hazret-i Ömer Şam’ı ziyâret ettiğinde, ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri büyük bir kalabalıkla karşıladı

Hazret-i Ömer ile kölesi beraberlerindeki tek deveye nöbetleşe biniyorlardı Şehre girişte, sıra köleye gelince, Halîfe devesinden indi Yerine kölesini bindirdi Devenin yularından tuttu Ayakkabılarını çıkarıp dereden geçti

Hakîr bir kavimdik
Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hazret-i Ömer’i de köle zannediyordu Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh dedi ki:
- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar Size bakıyorlar Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler

Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik Allahü teâlâ, bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi Bundan başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi zelîl eder, herşeyden aşağı eder

Bu şekilde şehre girdiler Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü Biz bile 1400 sene sonra, burada, örnek bir hareket diye anlatıyoruz Eğer tersi olsaydı, o zaman orada unutulup gidecekti

Halîfe Hazret-i Ömer, Şam'a gidiyordu Şam'da vebâ hastalığı olduğu işitildiYanında bulunanların ba’zısı;
- Şam’a girmiyelim, dedi Bir kısmı da;
- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım, dedi Halîfe de buyurdu ki:
- Allahü teâlânın kaderinden, yine O’nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur

İlk karantina
Sonra Abdürrahmân bin Avf hazretlerini çağırıp sordu:
- Sen ne dersin?
- Resûlullahtan işittim “Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!” buyurmuştu
Halîfe de;
- Elhamdülillah, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu, deyip, Şam’a girmediler

Böylece ilk defa karantina uygulaması yapıldı Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar Vebâlı yerde, kirli hava ya’nî mikroplu hava, vebâ basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar

Hazret-i Ömer, devlet başkanı seçildiğinde, Hazret-i Ebû Bekir’e ta’yîn edilen maaş kadar ücret alıyordu Bu şekilde bir müddet devam edildi Daha sonra, Hazret-i Ömer, geçim sıkıntısına düştü

Bu durumu gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ba’zıları toplanıp, bu durumu görüştüler Zübeyr bin Avvâm hazretleri şöyle bir teklifte bulundu:
- Kendisine söyliyerek maaşını artıralım

Teklifi bildirelim
Toplantıda bulunan Hazret-i Ali buyurdu ki:
- Bu teklifi kabûl edeceğini zannetmiyorum İnşâallah kabûl eder Gidip teklifi bildirelim

Bu arada, Hazret-i Osman söz alıp buyurdu ki:
- Ömer’in hak ve adâlette ne kadar ta’vîzsiz olduğunu hepimiz biliyoruz Bu teklifimizi bizzat kendimiz değil, kendisini kıramıyacağı birine söyletelim Bunu, kızı Hafsa’ya anlatalım, o teklif etsin!
Hazret-i Osman’ın bu teklifi uygun görülerek, beraberce Hazret-i Hafsa’nın huzûruna vardılar Aralarındaki konuşmaları anlattılar İsim vermeden, yapılan teklifleri Hazret-i Ömer’e bildirmesini istediler

Hazret-i Hafsa babasının yanına varıp dedi ki:
- Eshâbdan ba’zıları, senin maaşını az bulmuşlar Bunun için maaşını artırmayı teklif ediyorlar
Hazret-i Ömer, bu teklife celâllenip sordu:
- Kimdir onlar?
- Fikrini öğrenmeden kim olduklarını söylemem
- Eğer kim olduklarını öğrenseydim, onlara gereken cezâyı verirdim Allahü teâlâya duâ etsinler ki, arada sen varsın

Sonra kızı Hazret-i Hafsa’ya sordu:
- Sen Resûlullahın evinde iken, Allahın Resûlünün giydiği en kıymetli elbise neydi?
- İki tane renkli elbisesi vardı Elçileri onlarla karşılar, cum’a hutbelerini bunlarla okurdu
- Peki yediği en iyi yemek neydi?
- Yediğimiz ekmek, arpa ekmeği idi
- Senin yanında kaldığı zamanlar, yerde yaygı olarak kullandığınız en geniş, en rahat yaygı neydi?
- Kaba kumaştan yapılmış bir örtümüz vardı Yazın dörde katlar, altımıza yayardık Kış gelince de, yarısını altımıza yayar, yarısını da üstümüze örterdik

Artanı muhtâçlara vereceğim
Daha sonra Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Yâ Hafsa, benim tarafımdan, seni gönderenlere söyle! Resûlullah efendimiz kendisine yetecek miktarını tespit eder, fazlasını ihtiyâç sahiplerine verirdi Kalanı ile yetinirdi Vallahi ben de kendime yetecek olanını tespit ettim Artanını ihtiyâç sahiplerine vereceğim Ve bununla yetineceğim

Resûlullah efendimiz, ben ve Hazret-i Ebû Bekir, bir yol takip eden üç kişi gibiyiz Onlardan ilki nasîbini aldı ve yolun sonuna vardı Diğeri de aynı yolu tâkip etti ve O’na kavuştu Sonra üçüncüsü yola koyuldu Eğer O da öncekilerin takip ettiği yolu takip eder, onlar gibi yaşarsa, onlara kavuşur ve onlarla beraber olur Eğer öncekilerin yolunu takip etmezse, başka yoldan giderse, onlarla buluşamaz

Müslümanlar, bulundukları yerlerde oturan gayri müslim halkı korumaları altına aldıkları gibi, turist olarak gelen veya ticârî maksatla gelmiş olan gayri müslimleri de sınırları dâhilinde koruma altına alırlardı Onların zarar görmemesi için, her türlü tedbiri alırlardı Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır

Bize sığınmışlar
Meselâ, Halîfe Hazret-i Ömer zamanında, bir ticâret kervanı gelip, gece Medîne’nin dışına konakladı Yorgunluktan hemen uyudular

Bu sırada, herkes uyurken, Halîfe Hazret-i Ömer, şehri dolaşıyordu Dolaşma esnasında bunları gördü

Hazret-i Ömer, Abdurrahmân bin Avf’ın evine gelip, yatağından kaldırarak buyurdu ki:
- Bu gece bir kervan gelmiş Hepsi kâfirdir Fakat, bize sığınmışlar Eşyâları çoktur ve kıymetlidir Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum Gel, bunları koruyalım
Abdurrahmân bin Avf cevap verdi:
- Çok iyi olur, çok güzel düşünmüşsün, hemen geliyorum

Sabaha kadar nöbetleşe, bu kervanı beklediler Sabah namazında mescide gittiler Kervanda bulunan bir genç, o sırada uyanmıştı Bunları takip edip, arkalarından gitti

Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın Halîfe Hazret-i Ömer ile arkadaşı olduğunu öğrendi Gelip, arkadaşlarına şöyle anlattı:
- Arkadaşlar! Sabaha kadar iki Müslümanın bizi bekleyip, eşyalarımızın çalınmasına mâni olduğundan haberiniz var mı?
- Müslümanların başka işi yok da, bizi mi koruyacaklar? Üstelik bizim Hıristiyan olduğumuzu biliyorlar
- Hem de kim korudu biliyor musunuz?
- Kimmiş?
- Müslümanların Halîfesi Ömer
- Sen yanlış görmüşsündür Halîfenin, gecenin bu vaktinde burada işi ne? O sarayında kuş tüyü yatağında yatıyordur
- Sizin gibi önce ben de inanamadım
- Sonra nasıl inandın?
- Sabah olup ortalık aydınlanınca, buradan ayrıldılar Ben de merak edip arkalarından gittim Câmiye girdiler Yolda karşılaştığım birisine, “Bu kim” diye sordum “Halîfemiz Ömer” diye cevap verdi

Daha ne duruyoruz?
Bu konuşmaları dikkatle dinleyen kâfile halkı, derin bir sessizliğe büründü Kimsenin konuşacak, birşey söyliyecek hâli kalmamıştı

Uzun süren bir sessizlikten sonra, içlerinden biri sessizliği bozdu:
- Daha ne duruyoruz? Bu hâl İslâmiyetin gerçek din olduğuna delil olarak yetmez mi?

Diğerleri de bu söze katıldılar Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr yüce Halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve hepsi Müslüman oldular

alıntı

Alıntı Yaparak Cevapla

Adâletin Timsâli İkinci Büyük Halîfe: Ömer-Ül Faruk

Eski 07-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Adâletin Timsâli İkinci Büyük Halîfe: Ömer-Ül Faruk



''Hz Ömer idarede görevlendirdigi memurlarina karsi oldukça sert davranir, onlarin bir haksizlikta bulunmalarina asla göz yummazdi Halka karsi ise son derece sefkatle yaklasir, onlarin varsa gizledikleri problemlerini ögrenip çözümlemek için gece-gündüz ugrasip dururdu O bu hassasiyetini: "Firat kiyisinda bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer'den sorar diye korkarim" sözü ile ortaya koymaktadir Hz Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkin durumunu yakindan görmek için seyahatler yapma yoluna gitmisti O, insanlarin çesitli dertlerini uzak diyarlarda olmalari sebebiyle kendisine ulastiramadiklarindan endise ediyordu Bazi bölgeleri dolasmasina ragmen baska yerlere gitmeyi tasarladigi halde ömrü o sehirlere ulasmasina yetmemisti Islâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz Ömer (ra) hakkinda rivayet edilen su olay onun bu sifatla bütünlesmis oldugunun en açik delilidir''


Adaletin Güneşi için şu küçük bilgi de benden olsunÇok değerli bir paylaşımTeşekkürler

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.