Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Ülke & Şehirler > Türkiye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
istanbul, tanıtımı

İstanbul Tanıtımı

Eski 07-17-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tanıtımı



Saraylar

AYNALIKAVAK KASRI

Üç yüzyıl boyunca Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu Döneminde “Ayanalıkavak Sarayı” ya da “Tersane Sarayı” olarak bilinen yapılar grubundan günümüze ulaşabilen tek örnektir

İstanbul’u tanıtan tarihsel kaynaklardan, yörenin Bizans Döneminde de imparatorlara ait bir dinlenme yeri olduğu anlaşılmaktadır Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koruya; İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet’ten başlayarak padişahlar da ilgi göstermiş ve Osmanlı İmparatorluk Tersanesi’nin Kasımpaşa’da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte yöreye “Tersane Has Bahçesi” adı verilmiştir

Buradaki yapılaşmaların tarihi, Sultan I Ahmed Dönemine (1603-1617) dek inmektedir Tarihsel süreç içinde çeşitli padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve “Tersane Sarayı” olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17 yüzyıldan başlayarak “Aynalıkavak Sarayı” olarak da adlandırılmıştır

Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III Ahmed Döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak Kasrı, Sultan III Selim Döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş ve bugünkü görünümünü kazanmıştır Yapı; Divanhanesi, Beste Odası ve bu mekânların pencerelerini dolanan Yesarî’nin talik hattı ile yazılmış, Kasrı ve III Selim’i öven, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galib ve Enderunî Fazıl’a ait şiirleriyle 18 yüzyıl mimarlık örnekleri arasında özel bir yer almaktadır
Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan Kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III Selim Dönemi kültürünün pek çok öğesini bünyesinde barındırmaktadır Öyle ki, bu kültürün başlıca simgeleri olan sedir ve sedirimsi kanepe, mangal kandil gibi mobilyalarla döşeli olan odalar, bugün yok olmuş bir yaşam biçiminin görünümlerini sergilemektedir

Günümüzde bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulan Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, Sultan III Selim’in besteci özelliği de göz önünde tutularak, Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle “Türk Çalgıları Sergisi” mekânına dönüştürülmüştür Kasrın bahçesindeyse, özellikle yaz aylarında konuklara yönelik kafeterya hizmetleri, klasik Türk Sanat Müziği örneklerinin seslendirildiği Aynalıkavak Konserleri ile ulusal ve uluslararası nitelikte resepsiyonlar verilmektedir

Aynalı Kavak Caddesi, Hasköy
Tel : (0212) 227 34 41
Faks : (0212) 250 40 94

Pazartesi ve Perşembe günleri dışında her gün; 1 Ekim-28 Şubat arasında 0930-1600, 1 Mart-30 Eylül arasında 0930-1700 saatlerinde ziyarete açıktır
--------------------
BEYLERBEYİ SARAYI

Boğaziçi köprüsü Asya kulesinin dikili olduğu Beylerbeyi Bizans’tan beri saraylara tahsis edilmiş güzel bir semttir Beylerbeyi sahil sarayı 1861-1865 yıllarında, eski ahşap bir sahil sarayının yerinde Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmıştı Cephe ve iç dekorasyonda Doğu ve Türk motifleri, Batı süs öğeleri ile birlikte kullanılmıştır 3 katlı yapı harem ve selamlık bölümlerini ihtiva eden 26 oda ve 6 salondan ibarettir Otantik mobilyalar, halılar, perdeler ve diğer eşyalar olduğu gibi korunmuşlardır Denize bakan cephe süsleri, bakımlı bahçe ve orta bölümdeki havuzlu salon ile spiral merdivenler dikkat çeken yerlerdir Arka yamaçta bir büyük havuz, teraslar ve türünün güzel örneği at ahırları yer almıştır 1970 li yıllara kadar kullanılan eski ana yol bir tünel iler saray bahçesinin altından geçerdi Sahilde iki küçük seyir köşkü bulunan sarayda devlet misafirleri de ağırlanırdı Müze- saray yıl boyu ziyarete açıktır

Şehr-i İstanbul Dergisi
--------------------
ÇIRAĞAN SARAYI

Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray ve köşkleri için tahsis edilmişti Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında yanmıştı Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Serkis Balyan’a yaptırılmıştı 4 yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı

Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekanlar tamamlardı Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan’da bir çok önemli toplantıya mekan olmuştu Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi Yıllar boyu harabe halinde duran k büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile 5 yıldızlı, güzel bir sahil oteline dönüştürülmüştür

--------------------
DOLMABAHÇE SARAYI

Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üslûplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyan’ın eseridir Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Sarayının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir Dolmabahçe Sarayı 3 katlı, simetrik planlıdır 285 odası ve 43 salonu vardır Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü 2 abidevi kapısı vardır Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır

Sarayın giriş tarafı Sultanın kabul ve görüşmeleri, tören salonunun diğer tarafındaki kanat ise harem bölümü olarak kullanılmıştı İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halı ve perdeleri ve diğer tüm eşyası eksiksiz olarak, orijinaldeki gibi günümüze gelmiştir Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkârlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süslerler Pırıl, pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergilerler Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir 36 m Yüksekliğindeki kubbesinden ağırlığı 45 ton olan devasa kristal avize asılı durur Önemli siyasi toplantılarda, tebrik ve balolarda kullanılan bu salon, önceleri alttaki, fırına benzer bir düzen ile ısıtılırdı Saraya kalorifer ve elektrik sistemi daha sonraları eklenmiştir 6 Hamamdan Selamlık bölümündeki, eşi olmayan, güzel oymalı alabaster mermerleri ile dekorludur Büyük salonun üst galerileri orkestra ve diplomatlar için ayrılmıştı
Uzun koridorlar geçilerek varılan harem bölümünde, sultan yatak odaları ve sultanın annesinin bölümü ile diğer kadın ve hizmetkârların bölümleri bulunmaktadır Sarayın kuzey eklenti bölümü şehzadelere tahsis edilmişti Girişi Beşiktaş semtinde olan yapı Resim ve Heykel Müzesi olarak hizmet vermektedir Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullanılan sarayda en önemli olay 1938’de Atatürk’ün ölümüdür Halkın ziyaretine açık tutulan Atatürk’ün naşı buradan Ankara’ya gönderilmişti Halen saraydaki saatler bu büyük Türk’ün anısına ölüm saatinde durdurulmuştur Dolmabahçe sarayı haftanın belirli günlerinde ziyarete açık olup, görülmesi şart olan İstanbul hazinelerinden bir diğeridir
--------------------
FİLİZLİ KÖŞK

II Abdülhamid’in (1876-1909) Başkâtib’i olarak Yıldız Sarayı’nda görev yapan Tahsin Paşa’ya ait olan yapı, 19 yüzyılda saray ileri gelenlerinin yazlık olarak kullandıkları bir yöre olan Göztepe’dedir

19 yüzyılın son çeyreğine ait olan Filizi Köşk, genel olarak dönemin beğenisi olan Art-Nouveau özellikler taşımasına karşılık, birkaç kez el değiştirdiğinden dolayı kimi yerlerde bu özelliğini yitirmiştir

Üç katlı ve orta sofaya açılan yan odalardan oluşan planıyla geleneksel Türk Evi Planı’na sahip olan yapı, restore edilmiş ve Türk Parlementerler Birliği sosyal tesisi olarak hizmete girmiştir
--------------------
FLORYA ATATÜRK KÖŞKÜ

Marmara Denizi kıyısında, Yeşilköy ile Küçükçekmece arasında bir yerleşim bölgesi olan Florya’nın 19 yüzyılda sönük bir avcı uğrağı konumunda olduğu bilinmektedir Atatürk’ün buraya olan ilgisiyle önem kazanan Florya giderek yazlık bir dinlenme merkezine dönüşmüştür

Atatürk için İstanbul Belediyesi tarafından 1935 yılında mimar Seyfi Arkan’a projelendirilen köşk, yazlık bir konut olarak yapılmış ve aynı yıl 14 Ağustos tarihinde kullanıma açılmıştır

Ulu Önder, 1936 yılının Haziran ve Temmuz aylarında uzunca bir süre burada yaşamış, siyasal ve bilimsel toplantılar için köşkü özellikle kullanmış, aralarında İngiliz Kralı VIII Edward ve Madam Simpson’un da bulunduğu kimi önemli konukları burada ağırlamıştır

Köşk, Atatürk tarafından son olarak 28 Mayıs 1938 günü kullanılmış, kendisinin ölümünden sonra bu yapılar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Sayın İsmet İnönü, Sayın Celal Bayar, Sayın Cemal Gürsel, Sayın Cevdet Sunay, Sayın Fahri Korutürk ve Sayın Kenan Evren tarafından kullanılmıştır

16 Eylül 1988 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’mızca TBMM’ne bağlı Milli Saraylar Daire Başkanlığı’na devredilen bu yapılar topluluğu, restorasyona alınarak Atatürk Müzesi haline getirilmiş ve içinde “Atatürk İstanbul’da” konulu sürekli bir fotoğraf sergisi oluşturulmuştur Öte yandan köşkün bir bölümünde de Atatürk ile ilgili çeşitli yayınlar tanıtılmakta ve satılmaktadır Yaverlik ve Genel Sekreterlik binaları onarılarak TBMM sosyal tesisleri haline getirilmiş, bu binaların arasında kalan boşluğa kafeterya ve restoran hizmeti veren bir yapı eklenmiş, yine bahçe; kafeterya hizmetleri verilecek bir konuma getirilmiştir

Florya Tel : (0212) 426 51 51 Faks : (0212) 580 75 34

Pazartesi, Perşembe günleri dışında her gün, 01 Ekim-28 Şubat arasında 0900-1500, 01 Mart-30 Eylül arasında 0900-1600 saatlerinde ziyarete açıktır
--------------------
IHLAMUR KASIRLARI

Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi’nin 18 yüzyılda Hacı Hüseyin Bağları adıyla tanınan bir mesire yeri olduğu bilinmektedir Sultan III Ahmed Dönemi’nde Padişah’a ait bir “Has Bahçe”ye dönüştürülmesine karşılık 19yüzyılın ikinci yarısına kadar "Hacı Hüseyin Bağları" olarak bilinen bu alan, I Abdülhamid (1774-1789) ve III Selim (1789-1807) dönemlerinde de ilgi çekmiştir

Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte yeni yapılaşmalara gidilmiş, Beşiktaş’ta Dolmabahçe Sarayı, Küçüksu Kasrı ve Ihlamur Mesiresi’nin bulunduğu bu alanda da Ihlamur Kasırları’nın yapımına başlanmıştır

Sultan Abdülmecid Ihlamur Mesiresi’ne bugünkü kasırları yaptırmadan önce de sık sık gelir ve buradaki yalın ve küçük bağ evinde dinlenir; kimi konukları bu arada ünlü Fransız ozanı Lamartine’i burada kabul ederek görüşürdü Yüksek çevre duvarlarının sınırlandırıldığı 24724 m2 lik ağaçlı bir alan içindeki Nikogos Balyan’ın yaptığı bu iki yapı; yapıldıkları 1849-1855 yıllarından bu yana kimi zaman "Nüzhetiye" kimi zaman da "Ihlamur Kasırları" adıyla anılagelmiştir

Törenler için düşünülen ve kullanılan Merasim Köşkü: Ön cephesindeki dönemin beğenisini yansıtan Barok çizgiler taşıyan merdiveni, ilginç ve hareketli kabartmalarıyla çarpıcı bir mimarlığa sahiptir İç süslemelerinde; Osmanlı sanatında 19 yüzyılda tercih edilen motifler ve kalem işleri kullanılmış, Avrupa’nın çeşitli üsluplarındaki mobilyalar ve döşeme öğeleriyle belirli bir bütünlük sağlanmıştır Padişahın maiyeti, kimi zaman da haremi tarafından kullanılan Maiyet Köşkü ise; diğerine oranla daha küçük ve daha yalındır

Sultan Abdülmecid’in genç yaşta ölümünden sonra, Abdülaziz de (1861-1876) ağabeyinin sevdiği bu yapılara ve çevreye fazla önem vermemekle birlikte ilgi göstermiş, meraklı olduğu horoz ve koç döğüşüyle güreşlerin bazılarını bu bahçede yaptırmıştır

Sultan Mehmed Reşad’ın da (1909-1918) zaman zaman kullandığı yapıda, İstanbul’u ziyaret eden Bulgar ve Sırp kralları ağırlanmıştır Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1966 yılında TBMM Milli Saraylar bünyesinde katılan Ihlamur Kasırları’nın Merasim Köşkü bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, Maiyet Köşkü ve bahçenin bir bölümünde kafeterya hizmetleri yapılmakta ve bu bahçede, diğer saray ve kasırlarımızda olduğu gibi, ulusal ya da uluslararası resepsiyonlar verilebilmektedir

Öte yandan yine bahçede, yakın bir geçmişe dek lojman olarak kullanılan Cumhuriyet Dönemi yapısı da, müze-sanat ilişkisini kuran yeni işleviyle özellikle çocukların, güzel sanatlardaki becerilerini geliştirene resim, heykel ve tiyatro çalışmalarını sürdürdükleri mekânlar olarak değerlendirilmiştir

Ihlamur Yolu, Beşiktaş Tel : (0212) 259 50 86 Faks : (0212) 258 89 03

Pazartesi, Perşembe günleri dışında her gün, 01 Ekim-28 Şubat tarihlerinde 0930-1600, 01 Mart-30 Eylül tarihlerinde 0930-1700 saatlerinde ziyarete açıktır
--------------------
KÜÇÜKSU KASRI

Küçüksu Kasrı’nın bulunduğu Boğaziçi’nin bu şirin yöresinde, yerleşim tarihi Bizans Dönemine dek inmektedir Osmanlılar Döneminde de ilgi çeken ve “Kandil Bahçesi” adıyla padişahın has bahçelerinden biri olarak kullanılan Küçüksu ve çevresini IV Murad’ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir

17 yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18 yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir Sultan I Mahmud Döneminde (1730-1754) Divittar Mehmed Paşa, padişah için bu Hasbahçe’nin deniz kıyısına iki katlı ahşap bir saray yaptırmış, bu yapı III Selim (1789-1807) ve II Mahmud (1808-1839) dönemlerinde de onarılarak kullanılmıştır

Sultan Abdülmecid Dönemi (1839-1861), özellikle saray ve kasır mimarlığında batılı biçimlerin tercih edildiği yıllardır Abdülmecid, Dolmabahçe ve Ihlamur yapılarında uygulattığı yenilikleri, Küçüksu Kasrı’nda da uygulatmış, eski ve ahşap yapıyı yıktırarak yerine bugünkü kasrı yaptırmıştır

1857 yılında hizmete giren yeni Küçüksu Kasrı’nın mimarı Nikogos Balyan’dır Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasır, 15x27 mlik bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kargir olarak yapılmıştır Bodrum katı kiler, mutfak ve hizmetçilere ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir Bu özelliğiyle geleneksel Türk evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir Devlete ait diğer saray yapılarının tersine yüksek duvarlarla değil, dört yönde kapısı olan ve döküm tekniğiyle yapılmış zarif demir parmaklıklarla çevrilidir Abdülaziz Döneminde (1861-1876) cephe süslemeleri elden geçirilen yapı, zaman zaman çeşitli onarımlar görerek günümüze ulaşmış, ancak bu arada eski saraydan kalan ve çeşitli işlevlerdeki ek yapılarını yitirmiştir

Kabartmalarla süslü ve hareketli deniz cephesinde, bu cepheye yaslanmış şadırvanlı küçük havuzunda, merdivenlerinde çeşitli batılı süsleme motifleri kullanılmıştır Oda ve salonlar değerli sanat eserleriyle döşenmiş, bu iş için Viyana Operası dekoratörü Sechan görevlendirilmiştir

Alçı kabartma ve kalem işi süslemeli tavanları, bir şömine müzesini andıran birbirinden farklı renk ve biçimde, değerli İtalyan mermerleriyle yapılmış şömineleri, her bir odada ayrı süslemeli ve ince işçilikli parkeleri, çeşitli Avrupa üsluplarındaki mobilyaları, halı ve tablolarıyla eşsiz bir sanat müzesi niteliğindeki Küçüksu Kasrı, Cumhuriyet Döneminde de bir süre devlet konukevi olarak kullanılmış ve günümüzde bir müze-saray işlevi kazanmıştır

1994 yılında kapsamlı ve çağdaş bir restorasyon gören Küçüksu Kasrı, halkın ziyaretine açık tutulmakta, hemen yanıbaşındaki iskeleyi, çeşme meydanını ve özgün bahçesini tarihsel ve eskiden olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturma çalışmaları sürmektedir Bu çalışmalar sona erdiğinde, yapının bahçesi diğer saray, köşk ve kasırlarımızda olduğu gibi ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara ayrılacaktır

Anadolu Hisarı, Beykoz
Tel/Faks : (0216) 332 33 03

Pazartesi, Perşembe günleri dışında her gün, 01 Ekim-28 Şubat tarihlerinde 0930-1600, 01 Mart-30 Eylül tarihlerinde 0930-1700 saatlerinde ziyarete açıktır
--------------------
MASLAK KASIRLARI

Levent ve Ayazağa semtlerini birbirine bağlayan ana yolun sağında bulunan Maslak Kasırları’nın yer aldığı çevrede ilk yapılaşmaların, Sultan II Mahmud Dönemi’nde (1808-1839) başladığı ve bu bölgenin Sultan II Abdülhamid’in veliahdlığı sırasında sultanlara ait bir av ve dinlenme yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir Bu yıllarda tarih sahnesine çıkan ve bölgeye özel bir konum kazandıran Maslak Kasırları’nın ne zaman ve kim tarafından yaptırıldıkları tam olarak saptanamamakla birlikte, büyük bir bölümü Sultan Abdülaziz Dönemi’ne (1861-1876) tarihlenmektedir

170000 m2’lik orman arazisinin ortasında yeşilin tüm tonlarını barındıran bir koruluğun içinde yer alan Maslak Kasırları’ndan günümüze; Kasr-ı Hümâyûn, Mabeyn-i Humâyûn ve Limonluğu, Çadır ve Köşk Paşalar Dairesi gelebilmiştir Boğaziçi’nin Karadeniz’e açıldığı noktayı çok iyi görebilen bir konumda, çevrelerindeki yeşil örtüyle bütünleşen bu yapılar, 19 Yüzyıl sonları Osmanlı mimarlığı ve süslemeciliğinin seçkin örneklerini oluşturmaktadır

Sultan II Abdülhamid’in çalışma ve yatak odalarının bulunduğu Kasr-ı Humâyûn bu sultanın Osmanlı tahtına çağrılmasına tanık olmuştur ve bu yönüyle Osmanlı tarihi açısından özel bir önem taşımaktadır

Günümüzde Kasr-ı Humâyûn, eldeki belge, anı ve eski fotoğrafların ışığında onarılarak bir müze-saray olarak geziye açılmış durumdadır Mabeyn-i Humâyûn ve ona bağlantılı Limonluk ile Çadır Köşk ve bahçesi de aynı biçimde ele alınarak onarılmış ve ziyaretçilerin oturup dinlenebilecekleri birer kafeterya kimliğine kavuşturulmuşlardır Çevredeki geniş yeşil alansa bir rekreasyon alanı olarak düzenlenmiş ve “Milli Egemenlik Koruluğu” adıyla İstanbullular’ın ve tüm ziyaretçilerin hizmetine sunma çalışmaları sürdürülmektedir

Maslak, Sarıyer
Tel : (0212) 276 10 22
Faks : (0212) 285 28 02

Pazartesi, Perşembe günleri dışında her gün, 01 Ekim-28 Şubat tarihlerinde 0930-1600, 01 Mart-30 Eylül tarihlerinde 0930-1700 saatlerinde ziyarete açıktır
--------------------
YALOVA ATATÜRK KÖŞKLERİ

Bir yerleşim merkezi olarak tarihi oldukça eskilere dayanan Yalova Termal, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde de dikkatleri üzerinde toplayarak küçük oranda yapılaşmalara ve onarımlara sahne olmuştur Tedavi edici doğal kaynakları ve yeşil çevresiyle Yalova ve Termal, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün de beğenisini kazanmıştır Çeşitli nedenlerle geldiği Yalova’da kendisine Baltacı Çiftliği’ndeki köşk tahsis edilmiş, daha sonra Millet Çiftliği’ndeki köşk yaptırılmıştır

Yerini, Atatürk ve arkadaşlarının seçtiği Atatürk Köşkleri grubu içinde yer alan Atatürk Köşkü ise; çok kısa bir süre içinde tamamlanışı ve bir “Atatürk Evi” niteliği taşımasıyla tanınmaktadır

Cumhuriyet Dönemi mimarlığımızın erken örneklerinden biri olan yapı, 1929 yılında yapılmış ve döneminde kullanılan eşyasıyla birlikte günümüze gelmiştir Köşk’ün bahçesi, Atatürk’ün yurttaşları ile sohbet ettiği bir yer olarak ünlenmiştir

Yalova Atatürk Köşkleri; Atatürk Evi, Yaverler Köşkü ile Genel Sekreterlik Binası ve mutfağından oluşmaktadır Atatürk Evi’nin hemen yakınındaki iki binadan ahşap olanı, Sultan II Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1909) bir dinlenme köşkü olarak yapılmış ve Cumhuriyet Dönemi’nde Yaverler Köşkü olarak kullanılmıştır Diğer yapıysa, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılmış olan Genel Sekreterlik Binası’dır

Gerekli bakım ve onarımı yapılarak halkın ziyaretine açık tutulan Yalova Atatürk Köşkü’nün sahip olduğu tarihsel ve çevresel değerler onu özellikli bir yapı konumuna sokmaktadır İstanbul’un hemen yanıbaşında bulunan bu yeşil alan, gelecekte kent halkının rahat bir nefes alabileceği ve geçmiş dönemin mirasını özgün ortamı içinde görme fırsatı bulabileceği bir yer olarak daha da önem kazanacaktır Eski mutfağın yerine bugün iki katlı TBMM Dinlenme Tesisi yapılmakta, bahçe ve çevresindeyse kafeterya hizmeti verilmektedir

--------------------
YILDIZ SARAYI



Boğaziçi’ne hakim tepeler ve vadileri kaplayan geniş alan üzerine serpiştirilmiş, yüksek duvarların çevrelediği avlular içerisinde köşkler, bahçeler kompleksidir İstanbul’un bu ikinci büyük sarayı günümüze değişik hizmetlere ayrılmış, bölünmüş durumu ile gelmiştir Hep saray kullanımında olan 500 bin metre karelik koruda 19 yy başlarında yapılan ilk köşkü diğerleri takip etmiş ve Sultan II Abdülhamit’in şüpheci şahsiyeti buraları daha emniyetli kabul edince, şimdiki halinde gelişmiştir Sultan 33 yıllık saltanatında, şehir içinde şehir gibi olan bu korunaklı sarayı resmi dairesi ve haremi olarak kullanmıştı Geçit ve kapılarla ayrılmış avlularda köşkler, havuzlar, seralar, kuşhaneler, atölyeler ve hizmetli binaları yer alırdı İki ana girişi yanında birer küçük ve şirin camii bulunur Zaman içerisinde Harp Akademileri için kullanılan binalar boşaltılmış, kuzey sınırındaki askeri tesisler halen aynı maksatla kullanılmakta, diğer bölümler ise Yıldız Teknik Üniversitesi, Belediye, Milli Saraylar idaresi, İslam Tarihi Sanatları ve Kültürleri Araştırması Organizasyonuna tahsislidirler


Saray bahçelerinin büyük bölümü eski köşkleri ve meşhur porselen fabrikası ile Yıldız Parkı adı altında halka açıktır Sahildeki Çırağan Sarayına da buradan geçen bir köprü ile bağlantılıdır Kompleksin en tanınan yapısı Şale Köşkü’ne de bu parktan ulaşılır Bakımlı bahçeleri, Alpin av köşklerine benzeyen dış mimarisi, zengin mobilya, dekorasyon, halı ve büyük boyutlu seramik sobaları ile önemli bir müzedir burası Beşiktaş’ın üst kesimlerinden Yıldız Sarayı ana girişine varılır Giriş soldaki Muayede köşkü yeni bir müze olarak tamir ve tanzim edilmektedir Yine sol tarafta Sultanın misafirlerini ağırladığı tek katlı Çit köşkü ve harem girişi, karşıda da görevli subayların ofisleri, Yaveran dairesi bulunur Harem bölümündeki sera ve tiyatro türlerinin en çarpıcı örnekleridirler Giriş sağ tarafında personel yemekhanesi iken sonradan silah koleksiyonları sergilenen bölüm, günümüzde sergi ve konserlere tahsis edilmiştir Yıldız Sarayı Müzesi ve İstanbul Belediyesi Şehir Müzesi de buradadır Eski marangozhane binasında 1994 yılında tesis edilen Saray müzesinde oyma ve dekorlu ahşap eserler, tahtlar, buradaki özel fabrikada imal edilmiş çeşitli porselen, sarayla ilgili dekoratif objeler sergilenmektedir Yan taraftaki Şehir Müzesinde ise cam, porselen, gümüş eserler, İstanbul tabloları ve türünün ender örneklerinden bir 16 yy kandili sergilenmektedir

Beşiktaş'la Ortaköy arasındaki yamaçlarda çeşitli dönemlerde yapılmış bir yapı kompleksi olan Yıldız Sarayı, Sultan IIAbdülhamit döneminde imparatorluğun yönetim merkezi olmuştur 1922 yılından itibaren silahlı kuvvetlerin çeşitli kademeleri tarafından kullanılan Yıldız Sarayı, 1977 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlanmıştır
Telefon:0(212) 258 30 81
--------------------
ÇEŞMELER

Sultanahmet Çeşmesi (III Ahmet Çeşmesi)

Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayunu önündeki III Ahmet Meydan Çeşmesi (1729) dört köşesinde sebiller ve cephelerinin ortasındaki çeşmelerle simetrik düzenli bir yapıdır Zengin ve renkli dekorasyonu, taş ve bronz işçiliği, geniş saçaklarıyla Lale Devri’nin en karakteristik anıtlarından biridir

Tophane Çeşmesi

Tophane Meydanı’ndaki çeşme 1732’de I Mahmut tarafından Hassa Başmimarı Mehmet Ağa’ya yaptırılmıştır Rokoko tarzı cephe süslemeleri ilgi çekicidir

Beykoz İshak Ağa Çeşmesi

İstanbul’da Beykoz ilçesindedir Türkiye çapında en güzel çeşme anıtlarımızdan birisidir

Azapkapı Saliha Sultan Çeşmesi

1732’de Sultan I Mahmut tarafından annesi Saliha Sultan adına yaptırılmıştır

Ayazma Çeşmesi
Üsküdar’da Ayazma Camii avlusundadır 18 yüzyılda III Mustafa tarafından yaptırılan çeşme devrin mimari özelliklerini taşır

Üsküdar III Ahmet Çeşmesi

Üsküdar’da iskele meydanında yer alır 1728 yılında yapılmıştır Ahşap çatılı ve dört yüzlü bir meydan çeşmesi olup, mimarlık, hattatlık, taş işçiliği ve şiir sanatının bir şaheseridir

Göksu Çeşmesi
Sultan III Mustafa’nın eşi ve III Selim’in annesi Mihrişah Sultan tarafından yaptırılmıştır
--------------------
GOTLAR SÜTUNU

Topkapı Sarayı dış bahçesinde,Gülhane Parkı Sarayburnu girişinde bulunan Ve Roma Devri'nden günümüze hiç değişikliğe uğramadan gelen en eski abidedir3veya 4yy'da dikilmiş olan sütun yüksek kaide üzerinde 15m boyunda monalit mermerdir Sütun başı korint uslubunda kartal arması ile süslüdür Got'lara karşı kazanılan zaferden bahseden kitabe satırlarından dolayı Gotlar Sütunu adıyla anılır Etrafını saran Yüksek ağaçlar arasına saklanmış gibi durmaktadır
--------------------
ÇEMBERLİTAŞ(KONSTANTİN SÜTUNU)

MS 330’da Başkentin Roma’dan İstanbul’a nakli sebebi ile şehrin ikinci tepesindeki büyük oval bir meydanın ortasına, Konstantin in şerefine dikilmişti Form Konstantin diye bilinen meydanın etrafı sütunlu galeriler ile çevriliydi Çemberli taş, yanık sütun olarak ta bilinir Orijinalinden daha kısa hali ile günümüze gelebilmiştir Eskiden üstünde Büyük Konstantin’in güneş tanrısı pozundaki heykeli bulunurdu Sütunun porfir blokları zamanla ve yangınlardan çatladığı için demir çemberlerle çevrilmiştir Mermer başlık 12 yy, alttaki örme takviye kısmı 18 yy aittir Sütunun dibindeki küçük bir odada erken Hıristiyanlığa ait kutsal emanetler odası olduğuna inanılırdı Buradan geçen ana yol Büyük Konstantin devrinden beri aynı güzergâhtadır
--------------------
BEYAZIT MEYDANI

İmparator Teodosyus devrinde MS 393 yılında şehrin en büyük meydanı olarak inşa edilmişti Ortasındaki dev boyutlu zafer takının üzerinde yer alan bronz boğa başlarında dolayı buraya “Form Tauri” meydanı denilmişti Üzerinde İmparatorunda heykeli yükselen zafer takından birkaç mermer blok ve sütun kları bulunmuşken, kuzeydeki abidevi çeşmeden eser kalmamıştır Şehrin bu en büyük çeşmesini Valens su kemeri beslerdi Kuzeyde, Fatih’in yaptırdığı ilk sarayın yerinde İstanbul Üniversitesi bulunmaktadır Üniversite girişi abidevi kapı ve bahçedeki yangın kulesi 19 yy yapılarıdır Meydanı süsleyen ve adını veren 15 yy Beyazıt camii kalabalık ve hareketli kapalı çarşının komşusu olup, buraya ait külliyeden günümüze medrese, hamam ve dükkanlar kalmıştır
--------------------
SÜLEYMANİYE CAMİİ
[img]images/imported/2008/05/suleymaniye-1jpg[/img]
İstanbul’un siluetini minareler ve kubbeler süsler Şehrin en büyük ve görkemli camii Süleymaniye Camiidir Dış ve iç estetiği, fevkalade muntazam, göz okşayıcı proporsiyonları seyredeni büyüler Süleymaniye Camii bir mimari şaheserdir 16 yy, Türk Osmanlı İmparatorluğunun her bakımdan gelişmiş ve ilerlemiş olduğu bir devirdir 36 Osmanlı Sultanı arasında 47 yıl ile en uzun hüküm süreni Kanuni Sultan Süleyman’dır Bu büyük şöhretli Sultan, kendi adına yaptırtacağı camii Koca Mimar Sinan’a havale etmişti Mimarlık dünyasının bir dehası olan Mimar Sinan, camii ve etrafını saran büyük kompleksi 1550-1557 yılları arasında tamamlamıştır Türk sanatının klasik döneminin kurucusu ve geliştireni Mimar Sinan, sanatının üstünlüğünü burada da ispat etmişti Caminin avlusunun etrafını çevreleyen büyük komplekste okullar, kütüphane, hamam, aşevi, kervansaray, hastane ve dükkânlar bulunur Süleymaniye’nin dış güzelliğini seyredebilmek için yapıdan uzakta olmak gerekir Galata Kulesi’nden veya Halic’in Galata kesiminden, bu imparatorluk eseri bütün haşmeti ile görülebilir Dört minaresi olan caminin esas mekânını büyük bir kubbe örter Caminin ana girişi etrafı revaklarla çevrili, ortasında şadırvanı olan iç avludandır İç mimarideki açıklık, bütünlük, ölçülü bir süsleme buranın haşmetli etkisini güçlendirir 53 metre yüksekliğinde 2650 m çapındaki merkezi kubbeyi fil ayağı denilen dört büyük paye taşır Mekânın bütün elemanları uyumlu bir armoni içerisindedir Statik bakımından da yapının dengesi kusursuzdur Zaman içinde İstanbul şehrini sarsan depremler burada tek bir çatlağa bile sebep olamamıştır Kubbenin içi geçen yüzyılda yapılmış barok tesirli dekorasyondur

Yerdeki el yapısı tek örnek, mihraplı halı 1950’li yıllarda yerleştirilmişti İçerideki en göz alıcı yer mihrap duvarındaki 16 yy orijinal, fevkalade renkli, Türk motifleri ile süslü vitraylardır Gayet sade mevlithanlar balkonu ve minber yanında, yine mermerden yapılmış mihrap nişinin etrafı çinilerle süslüdür Sultan locası mihrabın solunda bulunur Duvarlar Kuran’dan alınan ayetlerle süslüdür Bunlar Türk kaligrafi sanatının çok güzel örnekleridir Giriş ve yan cephelerde kadınlara ayrılmış balkonlar yer alır Girişin sağında bronz kafesli bölme 18 yy Türk maden işçiliğinin güzel bir örneğidir Caminin arka avlusunda Sultan Süleyman’ın, bunun yanında da çok sevdiği karısı Roksana’nın büyük türbeleri bulunur Etrafta değişik asırlarda yapılmış önemli kişilerin mezarları vardır Süleymaniye kompleksinin bir ucunda küçük ve gayet mütevazı bir mezar bulunur Burası 99 yıl şan ve şöhret ile yaşamış 50 yıl süre ile İmparatorluk baş mimarlığı yapmış, büyük usta Mimar Sinan’ın mezarıdır Koca Sinan çalışkan ve verimli bir mimardı; uzun yaşamı boyunca 400’den fazla eser tamamlamıştı Kurucusu olduğu klasik Türk mimarisinin en önemli temsilcisi de oydu Eğittiği öğrencileri diğer İslam ülkelerinde de eserler üretmişlerdi
[img]images/imported/2008/05/suleymaniye2-1jpg[/img]
--------------------
KAPALI ÇARŞI

Dünyanın en eski ve büyük kapalı çarşısı İstanbul şehrinin merkezinde yer alır Dev ölçülü bir labirent gibi, 60 kadar sokağı, üç binden fazla dükkânı ile Kapalı çarşı, İstanbul’un görülmesi gereken, benzersiz bir merkezidir Adeta bir şehri andıran, bütünü ile örtülü bu site zaman içerisinde gelişip büyümüştür 15 yy dan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzerleri örtülerek, ekler yapılarak bir alış veriş merkezi haline gelmiştir Geçmişte burası her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ve bunların da, el işi imalatının sıkı denetim altında bulundurulduğu, ticari ahlak ve törelere çok saygı gösterilen bir çarşı idi Her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah, antika eşyalar, konusunda nesillerce uzmanlaşmış aileler tarafından, tam bir güven içinde satışa sunulurdu Geçen yüzyılın sonlarında deprem ve birkaç büyük yangın geçiren Kapalı Çarşı eskisi gibi onarılmışsa da, geçmişteki özellikleri, yozlaşarak değişikliğe uğramıştır



Eskiden esnafa olan güven duygusu halkın birikmiş parasını, bir banka gibi onlara verilmesine ve işletilmesine neden olurdu Günümüzde birçok sokaktaki dükkânlar fonksiyon değişikliğine uğramıştır Yorgancılar, terlikçiler, fesçiler gibi meslek grupları sadece sokak ismi olarak kalmıştır Çarşının ana caddesi sayılan sokakta çoğunlukla mücevher dükkânları, buraya açılan yan bir sokakta altıncılar bulunur Oldukça küçük olan bu dükkânlar değişik fiyat ve pazarlıkla satış yaparlar Kapalı Çarşı renk ve atraksiyon olarak her ne kadar eski canlılığını koruyor ise de, 1970’li yıllardan itibaren İstanbul’u ziyarete gelen turist gurupları için alışveriş olanakları, çarşının ana girişindeki modern ve büyük kuruluşlar tarafından sağlanmaktadır Haliç kıyısındaki Mısır Çarşısı da daha küçük ölçüde bir kapalı çarşıdır Galata semtindeki diğer bir 15 yy küçük kapalı çarşısı da halen kullanılmaktadır

Kapalı Çarşı günün her saatinde hareketli ve kalabalıktır Esnaf, ziyaretçileri ısrarlı olarak kendi mağazasına çağırırÇarşı girişinde gelişen konforlu, büyük mağazalar Türkiye’de elde imal edilen ve ihracatı yapılan hemen bütün eşyayı satışa sunmaktadır El halıları ve mücevherat geleneksel Türk sanatının en güzel örnekleridir Bunlar kalite ve orijin belgeleri ile satılır ve dünyanın her tarafına garantili gönderme yapılır Halı ve mücevheratın yanında meşhur Türk işi gümüşten yapılmış eserler, bakır, bronz hediyelik ve dekoratif eşyalar, seramik, oniks ve deriden mamul, üstün kaliteli, Türkiye hatıraları zengin bir koleksiyon oluştururlar
--------------------
KARİYE MÜZESİ

[img]images/imported/2008/05/DSC_0585JPGimgmax640-1jpg[/img]


“Chora” adının orijinal anlamı şehir dışı, kırsal alandır 5 yyda yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14 yyla tarihlendirilir Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans'ı sayılan şaheserlerdir Bunlar, 14 yy da yapılan eklentilerle birlikte Theodor Metohides tarafından yaptırılmıştı Girişteki iki koridorda, kronolojik olarak, Bakire Meryem ve İsa’nın hayatları, İncil’de olduğu gibi, mozaiklerle anlatılmıştır Yan ek şapelde ise dini konular fresk olarak işlenmiştir Konular arasında kilise ve saray ileri gelenleri figürleri de yer alır İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kilise olarak kullanılan binayı 1511'de Vezir Hadım Ali Paşa camiye dönüştürmüştür Daha sonra yanına bir okul ve aşevi eklenmiştir 16 yy başlarında camiye çevrildikten sonra bazen tahta kepenklerle bazende badana ile yer yer kapatılan mozaik ve freskolar 1950’den itibaren Amerikan – Bizans Enstitüsü tarafından ortaya çıkarılmıştır Kariye manastır ve kilisesi zaman içerisinde civarında imparatorluk sarayları ile komşu olmuş ve önem kazanmıştı Usta sanatçıların binayı böylesine zengin ve itina ile süslemeleri 14 yy zor şartlarının içerisinde gerçekleşmişti Zamanının önemli bir devlet adamı ve alimi olan Theodor Metohides 1320 yıllarda, yan şapel, dış narteks ve süslemeleri yaptırtan kimseydi Duvar resimleri bir artistler grubunun eserleridir Orta mekânın üst kısımlarındaki mozaikler zamanımıza gelememişlerdir Bizans resim sanatının bir özelliği de figürlerin yanına monogram ve yazıt ilave edilmesidir Kariye civarı ahşap yapılarla çevrili otel ve kafelerin bulunduğu şirin bir semttir

Telefon:0(212) 631 92 41
--------------------
KARİYE MÜZESİ

[img]images/imported/2008/05/DSC_0585JPGimgmax640-1jpg[/img]


“Chora” adının orijinal anlamı şehir dışı, kırsal alandır 5 yyda yapılan Roma şehir surlarından evvele ait olan, belki küçük bir kiliseye verilen isim, aynı yerde yapılan sonraki kiliselerin de adı olmuştur Günümüzdeki küçük yapı 11 ile 14 yyla tarihlendirilir Hareketli dış mimarisinin yanında iç mozaik ve fresko dekorasyonları Bizans sanatının Rönesans'ı sayılan şaheserlerdir Bunlar, 14 yy da yapılan eklentilerle birlikte Theodor Metohides tarafından yaptırılmıştı Girişteki iki koridorda, kronolojik olarak, Bakire Meryem ve İsa’nın hayatları, İncil’de olduğu gibi, mozaiklerle anlatılmıştır Yan ek şapelde ise dini konular fresk olarak işlenmiştir Konular arasında kilise ve saray ileri gelenleri figürleri de yer alır İstanbul'un fethinden sonra bir süre daha kilise olarak kullanılan binayı 1511'de Vezir Hadım Ali Paşa camiye dönüştürmüştür Daha sonra yanına bir okul ve aşevi eklenmiştir 16 yy başlarında camiye çevrildikten sonra bazen tahta kepenklerle bazende badana ile yer yer kapatılan mozaik ve freskolar 1950’den itibaren Amerikan – Bizans Enstitüsü tarafından ortaya çıkarılmıştır Kariye manastır ve kilisesi zaman içerisinde civarında imparatorluk sarayları ile komşu olmuş ve önem kazanmıştı Usta sanatçıların binayı böylesine zengin ve itina ile süslemeleri 14 yy zor şartlarının içerisinde gerçekleşmişti Zamanının önemli bir devlet adamı ve alimi olan Theodor Metohides 1320 yıllarda, yan şapel, dış narteks ve süslemeleri yaptırtan kimseydi Duvar resimleri bir artistler grubunun eserleridir Orta mekânın üst kısımlarındaki mozaikler zamanımıza gelememişlerdir Bizans resim sanatının bir özelliği de figürlerin yanına monogram ve yazıt ilave edilmesidir Kariye civarı ahşap yapılarla çevrili otel ve kafelerin bulunduğu şirin bir semttir

Telefon:0(212) 631 92 41
--------------------
TEKFUR SARAYI
[img]images/imported/2008/05/8b078f198a3042d482fec6188edc328c-1jpg[/img]

Roma ve erken devir Bizans sarayları , şehrin merkezinde Hipodrom civarında bulunurdu 7-8 yy itibaren Haliç kıyılarından tepeye devam eden surlara bitişik bölümde, geniş bir alana yayılmış Blakhernai saray kompleksi, fethe kadar kullanıldı Sarayın günümüze gelen tek pavyonu, surlara bitişik inşa edilmiş Tekfur sarayıdır Çatısı olmayan 3 katlı yapı 12yy da inşa edilmişti Önünde küçük bir avlunun bulunduğu renkli cephe, taş ve tuğla sıraları ile dekorludur Pencere üstlerinde süs kemerleri sıralıdır Pavyonun giriş katı, şehir surlarına bitişik olup 4 büyük kemerler avluya açılır 18yy’da bir süre çini atölyesi olarak kullanılmıştı
--------------------
ŞEHİR SURLARI
[img]images/imported/2008/05/surlar-1jpg[/img]
Üçgeni andıran eski İstanbul yarım adasının etrafı surlarla çevrilidir 22km’yi bulan surlar 5yy, Roma devrine aittir Byzantion şehir sitesi, kurulmasından itibaren batı yönüne doğru genişleyerek 4 defa yeni surla çevrilmişti Yarımada kolay savunulurdu Balkanlardan öteye az engebeli bölgeler geçilince, kara tarafı devasal surları müthiş bir koruma sağlardı Marmara denizi ve Haliç kıyıları da tek sıra fakat güçlü surlarla çevrili idi Şehrin akropol isini çevreleyen surlardan, 3yy’da yapılmış imparator Septimus Severius ve 320 de büyük Kostantin’in yaptırdığı 3 surdan eser yoktur Kara surları deniz kıyısından başlayarak tepeleri ve vadileri geçerek Haliç surlarına iner Değişik devir kitabeleri surlarda yapılan tamiratları belirtir Kara surları 6492 metre uzunluğundadır En önde yer alan hendek arkasındaki ilk sıra surlar ve kuleler, bununda gerisinde, daha yüksek 96 kuleli esas sur bulunur Orijinal kapıların çoğu günümüze gelmiştir 1980’li yıllarda başlayan ve devam edecek olan koruma ve tamir çabaları neticesinde, surların etrafı temizlenmiş yer, yer tamiratlar yapılmış, parklar etrafı süslemiştir
--------------------
YEDİKULE

[img]images/imported/2008/05/tmp4341-1jpg[/img]
Kapılar içeridekini korur dışarıdan, İstanbul’u koruyan da kapılarıydı Osmanlı ve Bizans döneminde İstanbul’a ancak özel izinle girilebiliyordu Ziyaretçiler şehri çevreleyen surlardaki kapılarda bekletilip izinleri kontrol edildikten sonra kente alınıyordu Sabah açılan kapılar, aksam kapanıyordu, İstanbul'un kapılarının bir çoğunun yerinde yeller esse de, kenti çevreleyen deniz ve kara surlarının kimi kesimleri ve kapıları hala varlıklarını sürdürüyor

Kentin kapılarını keşfetmeye Evliya Çelebi'nin Seyahatname, Eremya Çelebi'nin İstanbul Tarihi, Ernest Manbu-ri'nin Rehberi Seyyahın isimli yapıtlarından öğrendiklerimizden yola çıkarak Yedikule'den başlamakta yarar var Şimdi Yedikule'de sahil yolunun üstünde bulunan zamanında denizin içinde olan Mermer Kule Kapısı İstanbul’un ilk kapılarından biri Duvarlarındaki taslarda bulunan imparator ailelerine ait izler, kulenin Yıldırım Beyazıt'ın kusatmasına karşı devşirme malzemelerle yapıldığını gösteriyor Debbag Kapı da deniyormuş buraya Mermerkule'den sonraki ilk kapı Narlı Kapı Yoksulların gelip dilendiği meyhanelerin bulundugu bu civara Züğürt Yaylası denirmiş ve vaktiyle burada nar ağaçları varmış, ikinci kapı ise Samatya kapısı Bugün olduğu gibi geçmişte de meyhaneleriyle ünlüymüş Samatya Küçük Langa'daki Davutpasa Kapısı Marmara Denizi'ne açılan kapıların üçüncüsü Dördüncü çıkıs ise Büyük Langa'daki Yenikapı Bu yerde eskiden bir papaz kulesi varmış Yenikapı ile Kumkapı arasındaki Kadırga Limanı kapısı (Porta Sidhera) ile Küçük Ayasofya Kilisesi'ne gidenlerin kullandığı Kadırga Limanı Kapısından sonra gelen kapı ise, beşinci kapı olan Kumkapı Piri Reisin Babi Kum adını verdiği Kumkapı'da 18 yüzyılda Sen Meyhaneler denilen ve bir iskeleye ve kumluğa açılan meyhaneler bulunur, meydanın çevresindeki tahta kulübelerde çilingirler öteberi yapıp satarlarmış

Surlardaki en görkemli kapı, Marmara denizine yakın olan “Altın Kapı” idi Bu İmparator merasim kapısı, iki mermer kule arasında zafer takı gibi yerleştirilmişti Zaferden dönen ordular, İmp ve erkanı şehre bu kapıdan girerdi Burayı çevreleyen Türk devri eseri 5 kule ilavesi ile 7 kule, bir iç kale haline sokulmuştu Zaman içerisinde hazine, depo ve elçi hapishanesi olarak kullanılmış iken, günümüzde enteresan girişi ve “Altın Kapı” kuleleri ile şehrin bir diğer müzesidir Yaz aylarında çeşitli etkinlikler ve konserler yapılmaktadır

Kapılar aslında işlevlerine göre isimler alıyor Eremya Çelebi, deniz kapılarının altıncısı olan Çatladıkapı ya da Çatladısu Kapısı'nın adının yukarıdan aşağıya doğru çatlak olan bir burçtan geldiğini yazıyor Bizanslıların Porta Ferrata ya da Porta Marina dedikleri Çatladıkapı'nın önünde cirit oynanır, halk da alanın etrafına toplanıp müsabakaları izlermiş Ahır kapı ise Bizans döneminde Marmara Denizi'ne açılan kapıların yedincisi ve sonuncusu Burada ahırların bulunduğu kaynaklarda yer alsa da kimi İstanbullulara göre bu kapının adı Ahır (Son) kelimesinden geliyor

Yedikule surları ürerinde bulunan Yedikule kapısından girildiğinde şimdi müze olarak kullanılan zindanlara geçiliyor Burada Bizans döneminin en önemli kapılarından biri olan Altunlu Kapı mevcut, Şehrin en büyük caddesine açılan bu kapıdan genelde zaferden dönen imparatorlar geçerlerdi
Kapının kemer ve cephesi altın yaldızlarla süslüdür bu nedenle "Yaldızlı Kapı" veya 'Altın Kapı denilmektedir Anıtsal bir yapı olan Altın Kapı, bir bakıma, imparatorlugun erkini, gücünü simgeleyen, basta Ayasofya olmak üzere kentteki başlıca birkaç yapıdan biriydi
--------------------
EYÜP SULTAN CAMİ


Kara surları ile Haliç surlarının birleştiği yerin dışında yer alan Eyüp Camii ve Türbesi İslam dünyasının kutsal yerlerinden kabul edilir Eyüp-el Ensari Hz Muhammet'in bayraktarlığını yapmış bir şahıstı, 7 yy Arap kuşatması esnasında burada ölmüş, İstanbul'un Türk kuşatması sırasında mezarı keşfedilmiş, sonradan türbe ve şehrin ilk camii buraya yapılmıştı İlk camii zelzeleden ötürü yıkılınca 1800 de bu günkü inşa edilmişti İslam'ın kutsal Cuma günleri inançlı kalabalıklar türbeyi ziyaret ederler Yaşlı ağaçlar, uçuşan güvercinler, namaz kılanlar, dua ve ziyaret edenler, türbe ve camii civarını mistik, renkli bir atmosfere büründürür Avludaki türbenin duvarları değişik çağların çinileriyle kaplıdır Tarihi kaynaklar bu semtin Bizans devrinde de kutsal bir mahal olduğunu; aziz bir kimsenin yatırının ziyaret edilerek yağmur duaları yapıldığını kaydeder Fatih’ten sonra tahta geçip silah kuşanan sultanlar Eyüp Sultan türbesini ziyaret ederek merasimi tamamlarlardı Camii etrafı ve civar yamaçlar mezarlıklarla çevrili olup, meşhur Pier Loti kahvesi de buradadır İstanbul aşığı şair ve yazar Loti sık, sık buraya gelerek Haliç’in o zamanki güzel ve doyumsuz manzarasını seydermişDolunay gecelerinde bu küçük kafeden ve terastan görünen seyredenlere unutulmaz anılar yaşatır
--------------------
HALİÇ
[img]images/imported/2008/05/halic-1jpg[/img]
Tarih boyunca İstanbul un gelişmesine coğrafi konumu kadar, doğal ve çok emin bir liman olan Haliç'te etkin olmuştur Liman Avrupa yakasını ikiye ayırır Yaklaşık 8 km uzunluğunda olup en geniş yeri Boğaz tarafındaki girişidir; dip tarafta iki dere sularını Halice boşaltır Gel-git olayı ve akıntı yoktur Etraftaki bereketi topraklar, bol balık, tatlı su dereleri ve şeklinden dolayı "Altın Boynuz" ismi bereket sembolü anlamında verilmişti Bizans devrinde girişe gerilen zincir düşman donanmaları kuşatmasını önlerdi Haliç kıyıları zaman, zaman bazıları askeri amaçlı olan köprüler ile bağlanmıştı Halen 5 köprü metro için planlanmaktadır

İskelelerden Asya yakasına, Boğaziçi ve Adalara ulaşımı sağlayan vapur seferleri gün boyu hareketlidir Topkapı Sarayı Harem bölümü Halici kuş bakışı seyreder Sahilde bulunan saraya ait Sepetçiler Kasrı halen Uluslar Arası Gazeteciler camiasına tahsis edilmiştir Avrupa trenlerinin son durağı 1890 tarihli Sirkeci İstasyonu burada bulunur Eskisi Haliç içlerine taşınan yeni Galata köprüsü türünün en büyük örneğidir Orta kısmı belirli günlerde açılır ve büyük tonajlı gemilerin trafiğine olanak sağlanır Köprü üstü yaya ve oto trafiği ile ve de sunduğu manzara ile hareketli ve güzeldir

1950 Yıllarından itibaren başlayan kirlenme 1980 den beri süregelen çalışmalar ile düzelmiştir En büyük hamlelerden birisi sonucu Haliç kıyılarında dört binden fazla yapı istimlak edilip, iş yerleri şehir dışındaki yeni merkezlere nakledilmiş, kıyılar park ve bahçeler ile çevrilmiş, ilk defa inşa edilen dev kanal sistemleri ve kolektörler ile sular temizlenmiştir Sahil boyu devam eden surlardan ancak, ikinci Atatürk köprüsü sonrası ile üçüncü, eski Galata Köprüsü civarında ki bölümler zamanımıza gelebilmiştir Balat semtinde sahildeki dökme demirden yapılma küçük Bulgar kilisesi ve az ötede Fener Rum Ortodoks Patrikliği Baş kilisesi ve tesisleri yer almıştır Karşı kıyıda; Kasımpaşada'ki büyük sahil binası (19 yy) Deniz Kuvvetlerine aittir Gemi çıpa ve demirleri atölyesi olan eski, 8 kubbeli bir yapı Koç ailesi tarafından tamir ettirilip maket, model, makine ve denizcilik alet ve edavatının teşhir edildiği bir müze haline getirilmiştir Aynı semtteki Aynalı Kavak Kasrı Haliç Saraylarının günümüze gelmiş tek kısmıdır ve müze olarak ziyarete açıktır

Alıntı Yaparak Cevapla

İstanbul Tanıtımı

Eski 07-17-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İstanbul Tanıtımı



HALİÇ


Tarih boyunca İstanbul un gelişmesine coğrafi konumu kadar, doğal ve çok emin bir liman olan Haliç'te etkin olmuştur Liman Avrupa yakasını ikiye ayırır Yaklaşık 8 km uzunluğunda olup en geniş yeri Boğaz tarafındaki girişidir; dip tarafta iki dere sularını Halice boşaltır Gel-git olayı ve akıntı yoktur Etraftaki bereketi topraklar, bol balık, tatlı su dereleri ve şeklinden dolayı "Altın Boynuz" ismi bereket sembolü anlamında verilmişti Bizans devrinde girişe gerilen zincir düşman donanmaları kuşatmasını önlerdi Haliç kıyıları zaman, zaman bazıları askeri amaçlı olan köprüler ile bağlanmıştı Halen 5 köprü metro için planlanmaktadır


İskelelerden Asya yakasına, Boğaziçi ve Adalara ulaşımı sağlayan vapur seferleri gün boyu hareketlidir Topkapı Sarayı Harem bölümü Halici kuş bakışı seyreder Sahilde bulunan saraya ait Sepetçiler Kasrı halen Uluslar Arası Gazeteciler camiasına tahsis edilmiştir Avrupa trenlerinin son durağı 1890 tarihli Sirkeci İstasyonu burada bulunur Eskisi Haliç içlerine taşınan yeni Galata köprüsü türünün en büyük örneğidir Orta kısmı belirli günlerde açılır ve büyük tonajlı gemilerin trafiğine olanak sağlanır Köprü üstü yaya ve oto trafiği ile ve de sunduğu manzara ile hareketli ve güzeldir


1950 Yıllarından itibaren başlayan kirlenme 1980 den beri süregelen çalışmalar ile düzelmiştir En büyük hamlelerden birisi sonucu Haliç kıyılarında dört binden fazla yapı istimlak edilip, iş yerleri şehir dışındaki yeni merkezlere nakledilmiş, kıyılar park ve bahçeler ile çevrilmiş, ilk defa inşa edilen dev kanal sistemleri ve kolektörler ile sular temizlenmiştir Sahil boyu devam eden surlardan ancak, ikinci Atatürk köprüsü sonrası ile üçüncü, eski Galata Köprüsü civarında ki bölümler zamanımıza gelebilmiştir Balat semtinde sahildeki dökme demirden yapılma küçük Bulgar kilisesi ve az ötede Fener Rum Ortodoks Patrikliği Baş kilisesi ve tesisleri yer almıştır Karşı kıyıda; Kasımpaşada'ki büyük sahil binası (19 yy) Deniz Kuvvetlerine aittir Gemi çıpa ve demirleri atölyesi olan eski, 8 kubbeli bir yapı Koç ailesi tarafından tamir ettirilip maket, model, makine ve denizcilik alet ve edavatının teşhir edildiği bir müze haline getirilmiştir Aynı semtteki Aynalı Kavak Kasrı Haliç Saraylarının günümüze gelmiş tek kısmıdır ve müze olarak ziyarete açıktır
--------------------
MISIR ÇARŞISI


Eminönü'nde Yeni Cami'nin arkasında ve Çiçek Pazarı'nın yanındadırİstanbul'un en eski kapalı çarşılarından olan Mısır Çarşısı 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştırMimarı Kazım Ağa'dırÇarşı son olarak 1940-1943 yılları arasında İstanbul Belediyesi tarafından restore edilmiştiraktarlarıyla meşhur bu çarşıda halen tabii ilaçlar,baharat,çiçek tohumları,nadirbitki kök ve kabukları gibi eski geleneğine uygun ürünlerin yanısıra,kuruyemiş,şarküteri ürünleri, değişik gıda maddeleri yer satılmaktadırPazar günleri kapalıdır

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.