Rüya... |
07-17-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Rüya...Düş olarak da bilinir, uyku sırasında canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel var sanılarla (halüsinasyon) ortaya çıkan yaşantı Çok sıradan ve gerçeğe yakın olabileceği gibi, fantezilerle yüklü, gerçeküstü rüyalara da rastlanır Rüyalara çok eski çağlardan bu yana büyük önem verilmiş, rüyaların kökeni ve önemine ilişkin kavramlar yüzyıllar büyük ölçüde değişmiştir Uyanık geçen yaşamla rüyaların ayırt edilmesi konusu uzun süre tartışma konusu olmuştur Birçok kültürde bu ayrım net değildir; rüyada yaşananların uyanıkken yaşananlar kadar gerçek olduğu varsayılır Eski çağlarda rüyaları tanrıların gönderdiğine inanılır, rüyaların geleceğe ilişkin kehanetler yada hastaları iyileştirecek bilgiler içerdiği düşünülürdü Eski Mısırlılar yaklaşık dört bin yıl önce rüya yorumlarını derlemişlerdi; Kitabı Mukaddes de içinde olmak üzere birçok Ortadoğu ve Asya kaynaklı metinde kehanet içeren rüyalardan söz edilir Eski Yunanlılarda da rüyaların kehanet gücüne inanılırdı Bununla birlikte Aristoteles rüyaları görece bilimsel bir yaklaşımla ele almış, duyu izlenimlerinin ve coşkuların rolünü vurgulamıştır Rüyaların kökeninde tanrısal bir varlık olduğuna ilişkin yaygın inanış 19 yüzyılın ortalarına doğru gerilemeye başladı Bu dönemde rüyalar üzerine ayrıntılı bir inceleme yapan Alfred Maury, rüyanın uyku sırasında duyu izlenimlerinin yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı sonucuna vardı Buna göre, uykuda duyulan gürültü rüyada gök gürültüsü ve fırtına görülmesine yol açıyordu Çağdaş rüya kuraları ise rüyaların uyanıklık halinin uzantısı olduğunu vurgular 20 yüzyılın ikinci yarısında rüya araştırmaları rüya sürecinin fizyolojisi ile rüyaların içeriği üzerine yoğunlaştı Araştırmacılar rüyanın görüldüğü anın tam olarak belirlenmesini sağlayan fizyolojik ip uçları buldular Rüya, hızlı göz hareketleri ( REM : “rapid eye movement” ), uyanıklıktakine benzer beyin dalgaları ve fizyolojik etkinlikte artmayla ortaya çıkan ve REM uykusu olarak adlandırılan dönemde görülür 1950’li yıllarda REM uykusunun bulunmasından bu yana yağılan deneylerde REM uykusu belirtileri görülen denekler uyandırıldığında çoğu yoğun, canlı, görüntüler içerene rüyalar gördüklerini bildirmiştir REM dışındaki uyku dönemlerinde uyandırılan denekler daha ender olarak rüya gördüklerini bildirmiş, bu rüyalar daha zor hatırlanmıştır Bu bulgular REM uykusu ile canlı, kendiliğinden hatırlanabilen rüyalar arasında bir bağlantı olduğunu düşündürür Öte yandan, gece korkuları, karabasanlar, enürezi ve uyurgezerlik gibi davranış bozukluklarının sıradan rüya görmeyle ilişkili olmadığı bulunmuştur REM uykusu, uyku süresince yaklaşık 90 dakikada bir ortaya çıkar Uzunluğu 10 dakikadan başlar, giderek artar On yaşından 60’lı yaşların ortasına değin insanda uykuda geçen zamanın yaklaşık dörtte biri REM dönemi oluşturur Bu süre çeşitli ilaçların alınmasına yada uyuyanın REM sırasında uyandırılmasına bağlı olarak gördüğü rüya sayısını arttırır Hızlı göz hareketlerinin saptanmasıyla kişinin rüya gördüğü başkaları tarafından belirlenebilirse de, gördüğü rüyanın içeriğinin yalnız kendisi farkındadır Bu nedenle, rüyaların incelenmesinde rüya gören kişinin uyandıktan sonra verdiği bilgiden başka kaynak yoktur Bununla birlikte rüyaların incelenme biçimi rüyaların içeriğini etkileyebilir Örneğin, evde görülen rüyaların, laboratuar koşullarında görülenlerden daha kişisel ayrıntılar içerdiği saptanmıştır Rüyalarda duyum sananlardan rahatsızlık verici olanlar, hoş duyguların iki kat fazla bildirilmektedir Rüyaların çoğunun içeriğinin, rüya gören kişinin yakın tanıdıkları ve iyi bildiği ortamların simgelerinden oluştuğu, rüyalara eşlik eden yabancılık ve gariplik duygusunun, rüyadaki keskin zaman ve mekan atlamalarından kaynaklandığı düşünülür Rüyalar bilimsel ve duygusal sorunlarda oldukça yaratıcı çözümlerin ortaya çıkmasına yardımcı olmuş, sanatta yeni akımlara kaynaklık etmiştir Bunun bilim alanında iyi bir örneği benzen molekülünün yapısını bulmaya çalışan Kekule von Stradonitz’in rüyasında kendi kuyruğunu ısırılan bir yılan görmesiyle benzenin halka yapısında olduğunu fark etmesidir Rüya görme sırasında bilinç dışında bir tür bilişsel çözümlemenin ortaya çıktığı, bunun da bilinçli iç görüyü kolaylaştırdığı sanılmaktadır Rüyaların anlamı ve önemi konusunda en iyi bilinen görüş Sigmund Freud’un Die Traumdeutung ‘da (1900 ; Rüyalar ve Yorumları, 1972) geliştirdiği psikanalizci rüya kuramıdır Freud’ a gör, rüyada görülen olaylar, bilinçdışı arzuların örtülü olarak dışavurumundan başka bir şey değildir Sıklıkla cinsellikle ilgili yasaklanmış dürtüleri simgeleyen bu arzular normal olarak bilincin dışında tutulur, bastırılır Uyku sırasında bastırmanın gücü azaldığından arzular serbestçe dışa vurulursa da rüya gören kişinin bilincine girmelerini engellemek amacıyla kabul edilebilir imgelere dönüştürülür Bu dönüştürmede uyku sırasında algılana duyu uyaranlarından önceden yaşanmış olaylardan ve derinde yerleşmiş anılardan yararlanılır Psikanalizde rüyaların yorumlanarak bilinç dışının incelenmesine önem verilir Freud’ u izleyenlerden Alfred Adler rüyaların geçmişten çok geleceğin planlanmasına yardımcı olma işlevini üstlendiğini ileri sürdü Rüyalar ve yorumlarıyla ilgili en kapsamlı araştırmayı yapan Carl Gustav Jung’ a göre rüyadaki imge ve simgelere tek başına incelendiğinde kişi için özel anlam taşıdığı, kişinin bunlara yansıttığı görülür DÜŞLERİN UYANIKLIK YAŞAMIYLA İLGİSİ Uykudan henüz uyanmış birinin incelikli olmayan yargılaması, düşlerinin başka bir dünyadan geldiğini değil de, sanki kendisini başka bir dünyaya götürdüğünü varsayar Düş görüngüleri üzerine özenli bir derleme yapan ünlü ve yaşlı fizyolog Burdach pek çok kez yapılmış bir yazısında bu kanıyı anlatır: “Düşlerde, günlük yaşam, zahmetleri ve hazları, sevinçleri ve acılarıyla asla yinelenmez Tersine, düşlerin başlıca amacı bizi onlardan arındırmaktır Hatta aklımız bir şeylerle dopdolu olduğunda, derin acılarla perişan olduğumuzda ya da tüm zeka gücümüz bir sorun tarafından emildiğinde bile bir düş, bizim duygusal durumumuza bürünüp gerçekliği simgelerle temsil etmekten başka bir şey yapmayacaktır” IH Fichte, aynı anlamda, “bütünleyici düşlerde” den söz eder ve onları, ruhun kendini sağaltıcı doğasının gizli nimetlerinden biri olarak betimler Strümpell, düşlerin doğası ve kökeni üzerine yaptığı çalışmada (geniş çapta ve haklı olarak büyük beğeni kazanmış bir çalışma) aynı etkiden söz eder: “Düş gören insan uyanıklık bilinçliliğinin dünyasından uzaklaştırılır” Ayrıca : “Düşlerde uyanıklık bilinçliliğimizin düzenli içeriklerine ilişkin belleğimizin ve bilinçliliğimizin normal davranışları hemen tümüyle yitmiştir” Ve de “Düşlerde, akıl, uyanıklık yaşamının olağan içerikleri ve olaylarından neredeyse belleksiz bir biçimde kopar” diye yazar Bununla birlikte, yazarların önemli bir çoğunluğu, düşlerle uyanıklık yaşamının ilişkisi konusunda karşıt bir görüşü benimserler Böylece Haffner :” Birinci planda düşler, uyanıklık yaşamını sürdürür Düşlerimiz kendilerini, kısa önce bilincimizde yer almış düşüncelere düzenli olarak bağlarlar Dikkatli bir gözlem,bir düşü, bir gün öncesinin yaşantılarına bağlayan bir ipliği hemen her zaman bulacaktır” Weygandt özel olarak Burdach ’in az önce aldığım anlatımına karşı çıkar: “ Çünkü düşlerin çoğunda onların bizi olağan yaşamdan kurtarmak yerine aslında yeniden ortaya götürdüğü, sıklıkla ve açık olarak gözlemlenebilir “ Maury kısa bir formül öne sürer:” Gördüğümüz söylediğimiz, arzu ettiğimiz ya da yaptığımız şeylerin düşünü görürüz “ Jessen ise ruhbilim kitabında biraz daha geniş bir biçimde yaklaşır:” Bir düşün içeriği, değişmez bir biçimde düş görenin bireysel kişiliğine, yaşına, cinsiyetine, sınıfına, eğitim standardına ve alışılmış yaşam biçimi ile geçmiş tüm yaşamının olay ve deneyimlerine az ya da çok bağımlıdır “ Bu soru üzerine en ulaşılmaz tutum, Winterstein ‘ın yaptığı filozof JGE Maass tarafından benimsenmiştir:” Deneyimler, en sık olarak en sıcak tutkularımızın odaklandığı şeyleri düşümüzde gördüğümüz yolundaki görüşümüzü desteklemektedir Ve bu da tutkularımızın düşlerimiz üzerinde bir etkisi olması gerektiğini gösterir Hırslı adam, düşlerinde, kazanmış olduğu (ya da kazandığını hayal ettiği) ya da kazanmak istediği defne dalından taçları görür; oysa aşık, düşlerinde, tatlı umutlarının nesnesiyle uğraşmaktadır Yürekte uyuklayan bedensel arzu ya da itilmişlikler, eğer bir şeyler onları harekete geçirirse, kendilerine eşlik eden düşüncelerden doğan bir düşe neden olur ya da zaten var olan bir düşe bu düşüncelerin karışmasına yol açarlar “ Düşlerin içeriğinin uyanıklık yaşamına bağımlılığı konusundaki aynı görüş antik çağda da benimsenmişti Radestock, Xerxest ‘in Yunanistan seferine çıkmadan önce nasıl cesaret kırıcı öneriler aldığını, ama düşlerinde hep bu sefere kışkırtıldığını, öte yandan İran ‘lı yaşlı bir bilge düş yorumcusu olan Artabanus ‘un, ona, ısrarla, kural olarak düş resimlerinin uyanık adamın zaten düşündüğü şeyleri içerdiğini söylediğini anlatır |
|