Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Kültür - San'at & Eğitim > Kültür-Sanat

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
aşağı, çalın, çaydan, davulları

Çalın Davulları Çaydan Aşağı

Eski 07-16-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Çalın Davulları Çaydan Aşağı



Bir yanda davullar çalar, öte yanda mezar kazılır mı hiç? Hangi kentin, hangi yörenin töresinde var bu? Böyle bir yöreye, böyle bir kente halkımız, o güzel türküleri yaratan halkımız ilenmez mi? “Viran olasın, ıssız kalasın” demez mi? Der elbette

Tarihini düşemediğimiz, ama 1893-94 yıllarında Rumeli’deki kolera salgını nedeniyle 1800’lü yılların sonu diye varsaydığımız dönemde geçer olay Halkımızın ilendiği kent de Rumeli’nin incisi Selanik kentidir O dönemin Selanik’i dillere destan Şundan ki; Osmanlının hoşgörülü yönetimi altındaki Selanik’te yetmiş iki millet bir arada yaşıyor

İlkin Bizans ve kısa bir dönem de Venedik yönetiminde kalan Selanik daha sonra İkinci Murat döneminde Osmanlı topraklarına katılmış1912 yılına kadar 500 yıla yakın Osmanlı yönetiminde kalmış Kolkide ve Olimpos Dağları arasındaki Vardar Vadisi’nin ağzında kurulmuş olan Selanik; deniziyle, dağıyla, çiçek bahçeleriyle tablo gibi bir kentti o zamanlar Bu kenti güzelleştiren bir tek doğası değildi elbette Çarşısında, pazarında, dükkânında, mağazasında kentin toplumsal yapısına uygun bin bir dil konuşulur, halk birbirini anlardı Sevgi, saygı Selanik’in simgesi olmuştu Rum’u, Ermeni’si, Pomak’ı, Arnavut’u, Türk’ü kardeş gibi geçinip giderlerdi

Museviler, Müslümanlar, Hristiyanlar kentin çeşitli yörelerinde özgürce kendi ibadetlerini yapacakları cami, kilise, havralarını kullanır; kimse kimseyi rahatsız etmezdi 15’ci yüzyılda Kraliçe İsabella ile Kral Ferdinand döneminde Musevilere “Ya Hristiyan olacaksınız, ya da on ay içinde İspanyayı terk edeceksiniz” deniyor Sultan İkinci Beyazıt İspanyol Musevilerine sahip çıkıyor Kaptan-ı Derya Hasan Paşayı donanması ile birlikte İspanya’ya gönderiyor Bir grup Musevi’nin kurtulmasını sağlıyor Ve onları İstanbul’a getiriyor Bu gelen gruptan 2000 kadarını da daha sonra Selanik’e gönderiyor Böylelikle Selanik’in yaşamına yeni bir grup giriyor Ve ticaret birden bire canlanıyor Yeni mağazalar, bankalar, oteller açılıyor Yollar, caddeler, limanlar yapılıyor Musevilerin kent yaşamına kattığı ticari canlılıktan; diğer etnik gruplar da nasibini alıyor

Hamdi Bey, Kapancılar gibi Müslüman iş adamları da çeşitli iş kollarında yatırımlar yapıyorlar Sözün özü Selanik, Osmanlının Avrupa’daki merkezi haline geliyor Bu gelişmeler, insanlar arasındaki geleneksel dostluğu hiç bozmuyor Herkes birbirine saygısını sürdürüyor Sabahın erinde, siga siga kürek çekip balığa çıkan Rum kayıkçılara hep birlikte “Kalipsarya” diyerek bol balık dileniyor; akşam dönüşlerinde meraklı gözlerle kayıkların yüklerini boşaltmaları gözleniyor Akşamüstü çingene kadınların sattığı renk renk çiçekler, kokinolar caddelere apayrı bir güzellik veriyor
Gelişen ticari yaşama ayak uydurup, tekstil iş kolunda mağaza açan Müslümanlardan biri de Renda’lı Rüstem Ağa’ydı Kentin eski merkezinde, Şadırvan Mahallesi’nde , Hortacı Süleyman Efendi Camii civarında büyük bir kumaş mağazası vardı Rüstem Ağa’nın

Mağazasında dallı güllü basmalar, ağır kadifeler, Şam işi ipekliler, Selanik dokumaları top top dururdu raflarda Selanik’in o günkü sosyetesi, Rüstem Ağa’nın mağazasından giyinirdi Rumeli kızlarının sırtındaki zarif elbiselerin, renk renk feracelerin, üç eteklerin kumaşları Rüstem Ağa’nın mağazasından çıkardı Belindeki Trablus kuşağından sarkan, gümüş saat kordonuyla; bir yana eğik fesiyle, kara pala bıyıklarıyla, yörük esmeri babacan bir adamdı Rüstem Aga Boş zamanlarını Hortacı Camii’nin önündeki Asmalı Sokak Kahvesi’nde nargilesini fokurdatarak, köpüklü kahvesini yudumlayarak geçirirdi

Rüstem Ağa gözü gönlü tok, çayı içilir, yemeği yenir bir kişiydi Anlı şanlı konağında, kumaş mağazasında onlarca insan çalışır ekmek yerdi Ne ki, Rüstem Ağa’nın da kendince derdi vardı Şundan ki, dört kız babası olan Rüstem Ağa’ya Allah bir oğlan evlat vermemiş, kendinden sonra mala mülke sahip çıkacak, soyunu sürdürecek bir oğlu olmamıştı Kahvedeki konuşmalar döner dolaşır bu konuya gelir; Rüstem Aga’nın içi burkulur, malı mülkü , varlığı konağı bir anda sıfıra inerdi gözünde Olsa ne olmasa ne, ölüp gittikten sonra el eline kalacaktı tümü

Kızları bir bir evermiş yuvadan uçurmuştu Bir tek Fitnat kalmıştı evde Daha on altısındaydı Fitnat Gözü gibi seviyordu Fitnat’ı Rüstem Ağa Akşam olup eve geldiğinde babasını kapıda karşılıyan Fitnat, yüzünde gülücüklerle sarılıyordu boynuna Elindekileri alıp, sırtındakileri çıkarmasına yardım ediyor, elini ayağını yıkaması için ibrikle su döküyor, havlusunu uzatıyordu babasına Güzelliği de dilden dile dolaşıp, dünürleri çoğalıyordu Fitnat’ın Ama babası verimkar değildi kimseye:”Daha çocuk sayılır Fitnat’ım Feracesini atalı kaç yıl oldu ki” deyip savıyordu gelenleri

Günlerden bir gün, Selanik yakınlarındaki Mazganlı Köyü’nden Mehmet adlı bir genç alış veriş için Rüstem Ağa’nın mağazasına geldi Eline aldığı kumaşları yumaklayıp, denetliyor, fiyatlarını soruyordu kumaşların Sonunda, elbiselik, gömleklik kumaşlardan seçip, kuşağından çıkardığı kesesinden ödedi parasını Rüstem Ağa ilk kez mağazasında gördüğü bu gencin nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu “Mazganlı’danım Celeplik yapıyorum Selanik pazarına bir kaç mal getirdik arkadaşlarla Sattık Üç beş parça ihtiyacı alıp köye döneceğim Niyetim burada kalıp, bir iş tutmaktı ama, zor “ dedi

Gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti Rüstem Ağa’nın Kendisinin de hesap kitaptan anlayan, alış veriş bilen birine ihtiyacı vardı “Delikanlı adın ne? Kimin kimsen var mı köyde Ne tür iş ararsın?” deyince delikanlı:”Adım Memet Dört erkek kardeşiz Anam babam da köyde yaşıyorHesaba, kitaba aklım erer Alış-verişten anlarım” deyince içinde kımıl kımıl bir şeyler kaynadı Rüstem Ağa’nın “Benim de böyle bir oğlum olsaydı” diye geçirdi içinden Sonra da;”Gel çalış bu dükkanda Ekmeğin aşın, yatacak yerin benden Giysini, içeceğin kadar tütünü verir, emeğinin de hakkını öderim” Delikanlı hiç beklemediği bu öneri karşısında alnında biriken terleri mendiliyle silip;”Daha ne isteyim ağam; sen münasip gördüysen, biz de layık olmaya çalışırız” diyerek ellerine sarıldı Rüstem Ağa’nın

Gün o gün; saat o saat işe başladı Memet Her geçen gün daha da ısındı işine Rüstem Ağa’nın da günden güne gözüne daha çok girdi Lep demeden leblebiyi anlıyor; işe kendi işi gibi sarılıyordu Memet İlkin kumaş toplarını indirip, kaldırmakla başladı işe;sonra mağazanın tüm işlerine el attı Rüstem Ağa ona baktıkça “Ah şu Memet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu sürdürse” diye iç geçiriyordu Akşam olunca tütün denklerinin arasına serdiği şiltelerin üstünde uyuyan Memet bir tek mağaza işleriyle değil, gerektiğinde konağın işlerine de koşturuyordu

Mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren Memet’i Rüstem Ağa zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyordu İşte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu… Memet’le Fitnat göz göze geldi Elleri ellerine deydi Çok geçmeden de kimsenin görmediği bir köşede buluşup fısıldaşır oldular Memet bir türlü durumu Rüstem Ağa’ya açamıyor, içine kapandıkça kapanıyordu Sonra, Fitnat’ın davranışlarındaki değişikliği sezen anası sorguladı kızını Durumu öğrenince de babasına açtı meseleyi Rüstem Ağa’nın da zaman zaman aklından geçen Fitnat’ı Memet’le everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti Gülümsemeye başladı “Öteki kızları nasıl yuvadan uçurduysak Fitnat da bir gün gidecekti Memet’ten iyisi mi olacak Efendi çocuk Eli işe yatkın Namuslu çocuk Mal mülk dediğin ne ki Hepsi geçici Biz dünyadan el çekecek olsak, gözümüz arkada kalmaz” deyince anası haberi Fitnat’a uçurdu

Çok geçmeden de, Memet işinden izin alarak köyüne gidip ana-babasına açtı durumu Onların da rızasını alarak, üç beş armağan yetirip kentin yolunu tuttular Rüstem Ağa’nın Hortacı’daki evinin kapısını çaldıklarında, Fitnat’ın yüreği duracak gibiydi Al yanakları biraz daha kızarmış olarak, elleri titreyerek açtı konağın kapısını Konukları anası babası da kapıda karşıladı Konağın büyük salonuna aldılar Şuradan buradan konuşup, kahvelerini içerken “Allahın emriyle “ diye başladı Memet’in babası Sonra da “Kısmetse olur Hele bir de kızımıza danışalmı Lakin Fitnat bizim evimizin şenliği

Onsuz bu konağın tadı kalmaz Biz isteriz ki, oğlunuz bizimle olsun Evimizde kalsın Bize evlat olsun Kızımız da bizden kopmamış olur” deyince Memet’in babası; niyetimiz sizinle akraba olmak Memet zaten kent yaşamına alıştı Kızınızı köye getirip de ne iş tutacak Bizim zaten üç tane gelinimiz var köyde Sizin dediğiniz gibi olsun Yeter ki mutlu olsunlar” deyip söz kestiler Fitnat kız, kapı aralığından konuşulanları dinlerken sevinçten uçuyordu

Usulen kızlarıyla konuşup, sonucu bildireceklerini söylediler Konukları yolcu ettiler İlkin Fitnat’la konuştu babası Ne desin Fitnat’cık”Siz bilirsiniz baba Siz uygun görürseniz ben de evet derim” diye görüşünü bildirdi İç güveyi alacakları için fazla beklemeyip, düğünü bir an önce yapmaya karar verdiler Nasıriç’teki çiftlik evlerinde davulları çaldırıp, anlı şanlı bir düğün yapacaklardı Gençler heyecanla o günü beklerken, Selanik’i kabus gibi bir hastalık kasıp kavurmaya başladı Kolera dedikleri illet, bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı Kenti karabulutlar gibi sarmıştı kolera Yalnızca Selanik’i değil;

tüm Rumeli’yi sarmıştı Kimine göre Selanik limanlarındaki yabancı gemilerden bulaşmıştı; kimine göre de Balkanlar’daki savaştan kaçıp Selanik’e sığınan göçmenler taşımıştı kolerayı Şu…Bu…Tevatür çeşit çeşit Ama yaşam sürüyor bir yandan
Çok geçmeden iki aile yeniden bir araya gelip düğün gününü kararlaştırdılar Üç hafta içinde hazırlıklar tamamlanıp, düğün yapılacak, gençler baş göz olacaktı Konu komşudan bazıları, varsıl, saygın Rüstem Aga’nın kızını, yoksul bir gence iç güveysi olarak vermesini hoş karşılamıyordu Ama Memet’in dürüst ve çalışkan olduğunu, bir evlat gibi aileye gireceğini söyleyenler çoğunluktaydı Artık günleri sayıyorlardı On beş…

On dört… On üç Ama koleranın sarstığı Selanikte, camilerde durmadan sela okunuyor, cenazeler ard arda kaldırılıyordu Kolera olmadık yerlerde, olmadık kişilerde uç gösteriyor İlkin ateş, kusma, ishal; çok geçmeden de bir yatak, bir yorgan çaput gibi halsiz bırakıp, suyunu emdikten sonra da alıp götürüyordu hastayı On iki, on bir Ama Fitnat’ın hali hal değil Hastanede doktor fısıldadı kulağına babasının “KOLERA” Dokuz, sekiz, yedi, üç Düğüne üç gün kala sizlere ömür! İlkin ateş, kusma, sonra da kesiksiz ishal ve halsizlik

Aman, yaman doktor, ilaç… Boş! Bir kuş yavrusu gibi, babasının kollarında can verdi Fitnat Hortacı Camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen Memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran Selanik’e ileniyordu

Davullarım çalar çaydan aşağı
Mezarımı kazın dostlar belden aşağıya
Suyumu da dökün boydan aşağıyıa
Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
Selanik içinde selam okunur
Selanın sedası dostlar cana dokunur
Gümüş kazma ile mezar kazılır
Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver
Selanik Selanik ıssız kalasın
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolasın
Sen de benim gibi yarsız kalasın
Aman ölüm zalim ölüm üç gün are ver
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver

Kaynak:
1- Hulusi Üstün, “Türkü Öyküleri”, Pozitif, İst2003 S 59

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.