Prof. Dr. Sinsi
|
Sefil Baykuş
Sefil baykuş ne yatarsın bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Hani ya! Bülbül gibi şakıyan; aşkı gözlerden okuyan dillerin hani? Hey gidi onbeş yaşın Suna'sı hey ! Toprağa girecek yaş mı bu !  
Varıp türküye sorsan "Ey türkü nedir bu Sefil Baykuş öyküsü  neyin nesi bu Suna kız" Türkü dillenir Öyküler meseleyi
Recep derler bir genç vardı, Kars'ın Kağızman'ında Recep'in babası Ağa Dede adlı bir rençberdi Oğlunun okuma-yazma yaşına gelince, Hafız Lütfi Efendi'ye yolladı onu Eskiden nerde şimdiki okullar Varsa yoksa medreseler İşte Recep'te gözlerini Hafız Lütfi Efendi'nin medresesinde açtı çevreye Sesi güzel olduğu için de hocası onu çok seviyordu Recep oniki yaşına gelince, medresede ders vermeye başladı İyi, hoş ama, Yaşının da ergenliğe geçiş dönemi: Öğrenciler arasında kızlar da var Hele bunlar arasında emmisinin kızı Suna var ki, bir içim su Suna da onun yaşlarında, çocuk daha
Ama, Recep'in ilgisini anlıyor İçten içten de boş değil Recep'e Recep derseniz günden güne tutuluyor Suna'ya Uykuları kaçar oluyor, rahat, huzur hak getire Medreseyi terkedip, dağlara düşüyor Elinde sazı, çalıp; söylüyor Yaktığı türküler de hep Suna'nın üstüne derken, mesele Recep'in babasının kulağına gidiyor Babası olgun adam Varıp Sunâ nın babasına açıyor konuyu "Valla kardeş durum böyleyken böyle bizim oğlan deli divana Dağlara düştü Suna der de başka birşey demez   Allah kısmet etmişse, baş-göz edelim çocukları Elin akıllısından, bizim delimiz iyidir" diyor
Suna'nın babası dinliyor kardeşini Sonra da: "İyi ya kardaşım Anşa evdeyken, Suna'yı nasıl veririm Elalem ne der Büyüğü dururken, küçüğünü verdi Törelere karşı geldi demezler mi? Suna olacağına, Anşa olsun" der Recep'in babası ilkin hık-mık eder, sonra da: "Gençtir Çabuk unutur EI kızı geleceğine, Anşa olsun" der Eee devir eski devir, töreler baskırı Emmioğlu, emmikızıyla evlenecek Onunda ilkin büyüğü gelin olacak Kim ne der Haber Recep'in kulağına gelince, vurulmuşa döner  Ama, ağzını açıp da babasının kararına karşı gelmek ne haddine, boynunu büküp oturur Suna derseniz, olanlardan habersiz
Ona kalsa, ömür boyu bekleyecek Recep'i "Anşa evlenir giderse sıra bana gelir Bende Recep'e varırım" hesap ediyor Suna Ama, iş açığa çıkıp durumu öğrenince iki göıü, iki çeşme Suna'nın Ağlamak için kenar köşe anyor Sonra da iki elinin arasına alıyor başını Haykıra haykıra ağlıyor Başka da birşey gelmiyor elinden "Hayır Recep beni istiyor, ben de Recep'i" dese, kim dinler Üstelik elaleme rezil olur Babasının anasının da yüzüne bakamaz Boynunu büküp bekliyor
Uzun sözün kısası, Recep'le Anşa'nın düğünü yapılıyor Başgöz olup çekiliyorlar evlerine Ama, nerde Suna; nerde Anşa Recep'in gönlü illaki Suna diyor Kimseye belli etmek istemiyor İçini türkülerle döküyor, dertli dertli çalıp, türküler yakıyor Suna'ya Gece gündüz demeyip, dağ-bayır; ova yayla dolaşıp duruyor Medreseyi de, hafızlığı da bırakıyor  Bir tek "Hıfzı" takma adı kalıyor hafızlığından Türküleri de dilden dile dolaşmaya başlıyor Duyan duymayana; bilen bilmeyene söylüyor ~Kağızman'lı Hıfzı'nın türkülerini
Suna derseniz içine kapanık Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı O kadar! Onda da dertlenip dönüyor eve İçine atıyor hep Hıfzı, Suna'yı alsa kaçsa; töreler! hlâki babasının, emmisinin şerefi Bakıyor oluru yok, Sunâ sız yaşamak zor, çareyi gurbette anyor "Alır başımı giderim Olaki unuturum Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş" diye teselliyi gurbette aramaya çıkıyor Babasına da geçimi sebep gösteriyor
"Baba bu geçimle iki ay baş edemez Ben Anşa'yı alıp gurbete gidiyorum Üç-beş kuruş biriktirir döneriz" diyor Babası karşı koymak istiyorsa da Hıfzı kararlı Çok geçmeden de yükünü sırtlayıp, yollara düşüyor Şura senin, bura benim Vara vara Çukurova'ya varıyorlar Toprağı bereketlidir Çukurova'nın diye duymuştur Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar Ufak tefek işlerine bakıyorlar çiftliğin Kendisi at arabasını süriiyor
Tarlaya gidip geliyor Ekim dikimle uğraşıyor Anşa da, çiftlikte yemek yapıyor, ortalığı temizliyor İnek sağıyor Geçinip gidiyorlar İyi Hoş Ama, Suna aklından çıkmıyor Hıfzı'nın Unuturum diye çıktığı gurbet, daha çok yakıyor içini Rüyalarına giriyor Suna Derdini bir tek kavalına anlatıyor Anşa hiç bir şey anlamıyor Ağzını açıp iki çift laf etmiyor zaten Hıfzı'yla İki yabancı gibiler evde Bunlar böyleyken, acaba Suna ne yapar? Suna ne durumdadır? Haberi Suna'dan verek
Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbet yoluna düşünce, Suna'nın içini de kurt kemirmeye başladı Eriyip akmaya başladı Suna Yanaklarındaki on beş yaşın pembeliği, yerini, limon rengine bıraktı yavaş yavaş Sararıp soldu Suna İlaçtı yatırdı boş! Kimse çare olamadı Suna'nın derdine Bir de şu var; yaşlılardan bazısı ancak evlenirse iyileşir bu, diyor İsteyeni de çok Suna'nın Babası uygun birini kestirip, işini bitirdi Kimse de Sunâ ya bir şey sormadı Bir yandan, sırtı kesiliyor, düğün hazırlığı yapılıyor; öteki yandan derdine çare aranıyor Suna'nın Küt küt öksürüyor, soğuk soğuk terliyor Suna
Kimsenin olmadığı yerlere çekilip için için de ağlıyor O kadar Bir tek rüyalarda teselli buluyor Rüyalarında Hıfzı'yı görüyor hep Kuş olup uçuyor Hıfzı Gelip evin bahçesine konuyor Sonra kocaman kanatlarını vurup iniyor aşağı kaptığı gibi havalara uçuyor Suna'yı Suna da kollarını kanat gibi çarpıyor O da Hıfzı'yla uçuyor Dağları ovaları geçip, gözden kayboluyorlar Sonra ılık bir ter basıyor yeniden Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor
Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna'yı Gün güne de eriyip akıyor Bir deri, bir kemik kalıyor  Öte yandan düğün günü de gelip çatıyor  Bir yanda saz söz; bir yanda davul zurna Yeniyor içiliyor Buz gibi şerbetler dağıtılıyor  Gelinlik elbisesi de çok yakışıyor Suna'ya Düğünün ikinci gecesinde Suna yataklarda Bakıyorlar olacak gibi değil, erteliyorlar düğünü Suna'nın son yatağa düşüşü oluyor bu Bir daha çıkamıyor yataktan Hıfzı'nın adını sayıklaya sayıklaya, son nefesini veriyor Evin şenliği, yasa dönüyor Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar mezara Suna'yı Başına da "Murad almamış gelin" diye yazıyorlar
Suna'nın son nefesini verdiği gece, Hıfzı sabaha kadar uyuyamıyor Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında Gözlerinde Suna'nın hayali "tez gel" diye yalvarıyor Gözlerini kapasa, rüyasında Suna Sabahı iple çekiyor Hıfzı Sabahın erkeninde kalkıp, Anşa'ya: "Tez hazırlan memlekete döneceğiz Zaten gurbetin hayrı yok Elimiz görüyor, cebimiz görmüyor Hasretlik de cabası" Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu Tez elden yola çıkıyorlar Şura senin; bura benim Günlerce yol tepip, ulaşıyorlar Kağızman'a Tez varıp Suna'yı soruyor Hıfzı Ağlayarak durumu anlatıyorlar  Olduğu yere yıkılıyor Hıfzı Başı ellerinin arasında, saatlerce ağlıyor Sonra sazını alıp, Suna'nın mezarına gidiyor Mezar taşına bir baykuş konmuş, figan etmektedir Bir kenara da Hıfzı çekilir   Vurur sazın tellerine
Sefil baykuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani
Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani
Aç mısın, yok mudur ekmeğin aşın
Odan ne karanlık, yok mu ataşın
Hanidir güveyin, hani yoldaşın
Hani kapın bacan, yolların hani
Kara yerde mor menevşe biter mi
Yaz baharda ishak kuşu öter mi
Bahçede alışan, çölde yatar mı
Uyan garip bülbül güllerin hani
Burda yorgan döşek, yastık var mıdır
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar, önün yar mıdır
Yeşil başlı Suna'm güllerin hani
Körpe maral idin dağlarımızda
Dolanırdın solu sağlarımızda
Taze fidan idin bağlarımızda
Felek mi budadı dalların hani
Düğününde acı şerbet içildi
Gelinlik esvabın dar mı biçildi
İlikle düğmele göğsün açıldı
N'oldu kemer-beste belleri hani
Alışmış kaşların var mı karası
Ala idi gözlerinin binası
Kocaldın mı on beş yaşın Suna'sı
Yok mudur takatin, hallerin hani
Aç kapıyı emmim kızı gireyim
Hasta mısın halin sual edeyim
Susuz değil misin bir su vereyim
Çaylarda çalkanan seslerin hani
Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak, hem aç hem susuz
Felek fukarası malların hani
Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzler süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın alların hani
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı, balam şalların hani
Daha seyrangaha çıkarmaz mısın
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın
Kaldırsam ayağa, kalkamaz mısın
Ver bana tutayım ellerin hani
Bir kuzu koyundan, ayrı ki durdu
Yemez mi dağların kuşiyle kurdu
Katardan ayrıldın, şahin mi vurdu
Turnam, teleklerin tellerin hani
Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandım
Yeller mi savurdu, küllerin hani
Hıfzı sorar da Suna durur mu? Suna'nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız:
Emmioğlu küsmemişim ben senden
Ölüm lal eyledi, dillerim yoktur
Eğdi kametimi, büktü belimi
Kalkamam ayağa hallerim yoktur
Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü gesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım, sellerim yoktur
Bende Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi, kavruldum yandım
Sam yeli savurdu, küllerim yoktur
|