Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihimizden İbret Alacağımız Kıssalar...
Venediği Titreten Mektup
Devir; Sultan II Bayezid Han devriydi O yıllarda II Bayezid Han’a, Venedik devleti’nin saray duvarlarına Müslümanları ve Osmanlıları aşağılayıcı, hakaret dolu resimler yapıldığı haberi ulaştırılır Bu haberi alan Sultan II Bayezid Han, derhal veziriazamı çağırtarak, Venedik gavurunu korkudan tir tir titretecek şu mektubu kaleme aldırtır Malumumuz oldu ki sarayının duvarına bizimle alakalı bir takım safsatalar yaptırmışsın Bu sebepten dolayı sana mektubumu getiren çavuşum, sana emanetimi verdikten sonra hemen o duvarı, çavuşumun gözü önünde yıktıracaksın Şayet bir ihmalin görülürse, bilesin ki bizden sana acı bir azap dokuna Bu dehşet saçan mektubu okuyan Venedik Doçu’nun derhal korku damarları kabarır Osmanlı’nın azabına duçar olmak istemeyen Venedik Doçu, hemen duvarcıları çağırtarak, resimlerin bulunduğu duvarları Osmanlı Çavuşunun önünde yerle yeksan eder Osmanlı Çavuşuna da “ Ne olur padişahınızdan benim için özür dile de bize bir zararı dokunmasın der Çavuş da “ Oldu İnşallahü Teala Bundan sonra böyle bir densizlik yapmayacağına söz verdiğini padişahımıza anlatacağım” diyerek, ne Venedik Doçu’nu ne de Venedikli asilzadelerini selamlamaya gerek duymadan oradan ayrılır
ABD'yi Vergiye Bağladık
1783 yılında, yeni bir denizci devlet, denizlerde tek başına bayrak gezdirmeye başladı Bu yeni denizci devlet ABD idi Hemen 2 yıl sonra, yani 1785’te, Atlantik'te Cadiz açıklarında, bu yeni bayrağı taşıyan ilk gemi Osmanlı gemileri tarafından ele geçirildi Bu ilk gemiden sonra 1794 yılına kadar birçok ABD gemisi daha Osmanlı eline geçince, ABD bu Osmanlı tehdidi karşısında bir anlaşma yapmayı kabul etmek zorunda kaldı 5 Eylül 1795’te Başkan George Washington ile Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı arasında imzalanan bu antlaşma ile;ABD, Cezayir'deki esirlerin iadesi ve gerek Atlantik'te gerekse Akdeniz'de ABD sancağı taşıyan hiç bir tekneye dokunulmaması karşılığında, 642 000 altın dolar ve yılda 12 000 Osmanlı altını ödemeyi kabul ediyordu Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan bu anlaşmayla Osmanlı Devleti, ABD’yi yıllık vergiye bağlamış oldu Bu, ABD'nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzaladığı tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir
Osmanlı Ordusunun Bitiremediği Bir Tencere Pilav
Yavuz Sultan Selîm Han Mısır seferine giderken, yolu Konya’nın Çumra ilçesindeki Dedemoğlu köyünden geçer Sultan, ordusunun önünde yol almaktadır ihtiyar bir köylü görüntüsündeki Dede Molla’yı tarlasını sürerken görür ve yaklaşıp selâm verir Dede Molla, gelenin kim olduğunu farketmemiş gibi bir tavırla selâmını alır ve işiyle meşgul olmaya devam eder Atının üzerinde onu seyredenSultan;
-Baba duydun mu? Pâdişâh sefere çıkmış Mısır'a gidiyormuş" der
-Dede Molla:Mevlâ yolunu açık eylesin İnşâallah hayırlı olur Emeline nâil ve muzaffer olarak döner " dedikten sonra işine devam eder
Sultan onun bu olgun hâline ve teslimiyetine bakıp, dünyâya gönül bağlamayan, tevekkül sâhibi bir zât olduğunu anlar Sultan nasıl karşılık vereceğini merak ederek tekrar;
-Dede, uzak yerden geliyorum Karnım aç, yiyeceğin var mı? der
Bunun üzerine Dede Molla biraz ilerde iki taşın üzerine yerleştirilmiş tencerede pişmekte olan aşı işâret ederek:
-İşte orada pilav pişmek üzere, karnın doyuncaya kadar ye!"der
Pâdişâh:İyi ama ardımdaki ordu da aş ister " deyince;
Dede Molla:İşte tencere orada indir, sen de ye askerlerin de yesin Hepinize yeter inşâallah!" diye söyler Sonra tarlasını sürmeye devâm eder
Biraz sonra ordu yaklaşınca, Yavuz Sultan Selim, vezirlerine mola vermelerini emreder Mola veren askerler grup grup Dede Molla’nın pilavından yemek için sofraya oturur Başta sultan, vezirler ve bütün ordu bu pilavdan yer, fakat pilav hiç eksilmez Bu ihtiyar zâtın erenlerden olduğunu anlayan Sultan, onun kerâmetiyle pilavın bitmediğini görerek, hürmetle elini öpüp, duâsını alır ve ordusuna ilerle emrini verir Osmanlı ordusu, Mısır seferinde zafer kazanıp İstanbul'a dönerken, Yavuz Sultan Selim yine Dede Molla’nın yanına uğrar Bir arzusu olup olmadığını sorar
Dede Molla yavaş bir sesle; "Mendilimi isterim" der
Sultan önce bir şey anlayamaz Fakat biraz sonra savaş sırasında kolundan hafif yaralandığını ve o sırada yanında savaşan ihtiyar bir askerin koynundan mendilini çıkararak, yarasını sardığını hatırlar ve o ihtiyar askerin de Allah’ın Veli kullarından Dede Molla olduğunu anlayarak, Dede Molla’ya ve bulunduğu yöreye büyük ihsanlarda bulunur
Osmanlı Ordusu Sina Çölünde İlerliyor!
Yavuz Sultan Selim Han, Mercidabık Zaferinden sonra 15 Aralık 1516 târihinde Şam’dan Mısır’ın Merkezini ele geçirmek için yola çıktı Mısır’ın merkezi Kâhire’ye ulaşmak için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere Mısır Seferine îtiraz edildi Çünkü bu amansız çöl, sanki gündüz cehennem; gece ise, bir buz diyarı idi Artı 50 ile, eksi 20 arasında değişen bir iklime sahipti O sanki kumdan bir denizdi Sultan Selim Han îtirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi
Sina Çölünde yıllardan beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum fırtınası vardı Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde çölde ilerlerken Sultan Selim Han bir ara atından indi Sultanın piyâde yürüyüşüne geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler attan indiler Başta Sultan Selim Han ve bütün ordu kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşüne geçtiler Atlarının bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde ordu bir müddet sonra harap ve bîtab bir hâle geldi Fakat Sultan Selim Han, büyük bir edep ve hûşu içinde yürüyordu Sultanın sırdaşı Hasan Can’dan bu yürüyüşün sebebi sorulması istendi; Hasan Can, Sultana bu halin neyin nesi olduğunu sorunca, koca Yavuz bütün heybet ve azâmetinden sıyrılıp, sâkin ve edeple buyurur ki:
“Hasan görmüyor musun? Önümüzde, fahri kâinat Resûlullah efendimiz Hazret-i Muhammed (s a v) yürümek de Resulullah Efendimiz yaya yürürken biz nasıl at üstünde gideriz” der
İşte bu büyük muhabbet ve hürmetin bereketidir ki, korkunç Sina çölünde yağmur bulutları belirmiş Yıllarca yağmur yağmayan çöle Osmanlı ordusunun hürmetine yağmur yağmıştı Allah’ın yardımı ve bereketiyle Sina çölünü 13 günde geçen Yavuz, Mısır’ı tamamen fetheylemiştir
Osmanlı tüccarının ahlakı
Bir gün yabancı bir kumaş taciri Osmanlı ülkesine gelerek bir kumaş imalathanesinin mallarını beğenip hepsini almak ister Mal sahibi kumaş toplarını denklerken bir top kumaşı ayırır Buna gören yabancı tacir, mal sahibinin bu hareketinin sebebini merak eder ve sorar:
Yabancı tacir:
- Bu kumaş topunu ayırmanızın sebebini merak ettim?
Osmanlı esnafı:
- Onu sana veremem çünkü; bu kumaş topu kusurludur
Yabancı tacir:
- Ziyanı yok, önemli değil
Osmanlı esnafı o kumaş topunu vermemek de direterek:
“Ben malımın kusurlu olduğunu size söyledim ve siz bunu biliyorsunuz Fakat siz onu kendi memleketinizde satarken, müşterileriniz orada benim bunları size söylemiş olduğumu bilmeyeceklerdir Böylece de müşterilerinize kusurlu mal satmış olacağım Neticede Osmanlı'nın gururu, şeref ve haysiyeti rencide olacak, bizi de hilekar sanacaklardır Onun için bu kusurlu topu asla size veremem” diyerek kumaşı vermeyişinin sebebini izah eder ve yabancı taciri şaşkınlık içinde bırakır
|