Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlı'da Komşuluk İlişkileri
Osmanlı'da Mahalle
Günümüzde, büyük şehirlerde yaşayan gençler için mahalle pek bir şey ifade etmemeye başlamış, bunun yerine semt, site, banliyö, uydu kent gibi tabirler anlamlı hale gelmiştir Küçük şehirler, kasaba ve köylerde ise az çok mahallenin ne olduğu hala bilinmektedir Fakat orta yaş üzerindekiler için mahalle kelimesi çok şey ifade etmektedir Bu neslin sıkça kullandığı mahalle mektebi, mahalle bekçisi, mahallenin bakkalı, mahallenin imamı, mahalle arkadaşı, mahalle komşusu, mahallenin fakiri, mahallenin zengini gibi müşahhas ifadeler ile mahallenin namusu, mahallenin şerefi, mahallenin asayişi, mahallenin huzuru gibi mücerret ifadeler Osmanlının derin tarihine, zengin kültürüne ve engin medeniyet anlayışına yaslanmaktadır Osmanlıda mahalle, birbirini tanıyan, birbirlerinin davranışlarından mesul ve birbiriyle dayanışma içindeki kişilerin yaşadığı yerdir; sınırları genellikle cadde veya sokaklarla belirlenmiş, merkezinde cami veya mescit bulunan yerleşim yerleridir Genelde cami, şehrin merkezini oluşturan bir veya birkaç mahallede bulunur; diğer mahallelerdeki insanlar da cuma namazı için buraya gelir Cami çevresinde ayrıca alışveriş merkezleri bulunur, pazarlar genellikle buralara kurulur Böylece haftanın bir günü şehirdeki insanlar buralarda toplanır, birbirleriyle görüşür ve haftalık ihtiyaçlarını temin eder Diğer mahallelerde ise sadece mescit bulunur ve bunun hemen yanında okul öncesi ve ilköğretim seviyesinde eğitim veren bir muallimhane (dershane) vardır Ayrıca buralardaki bakkal, kasap, terzi, ayakkabıcı vs küçük esnafa ait dükkan ve işyerleri mahallenin günlük ihtiyaçlarına cevap verir
Mahalle idari olarak Osmanlının en küçük yönetim birimidir Bilindiği gibi Osmanlı, başlarında valilerin bulunduğu eyaletlerden oluşuyordu Eyaletler ise sancaklardan oluşur ve buralar sancakbeyi tarafından yönetilirdi Sancaklar kadı tarafından idare edilen kazalara bölünmüştü Kazalar ise mahalle ve köylerden oluşuyordu Bu en küçük yönetim biriminin başı, daha doğrusu temsilcisi muhtarlık sistemine geçilinceye, yani İkinci Mahmut dönemine kadar imam idi İmam, camideki vazifesinin yanında, mahallenin asayişini sağlamakla ve ihtiyaçlarını karşılamakla görevliydi Köylerde de, mahallelere benzer bir yönetim tarzı vardı
İmam asayişle ilgili olarak mahallede olup bitenden birinci derecede mesuldü Burada cereyan eden öldürme, yaralama, hırsızlık gibi inzibat olaylarının yanında, zina, fuhuş, taciz gibi gayrı ahlakiliği de takip edip güvenlik kuvvetlerine bildirirdi Mahalleyle ilgili bütün işlerde devletle muhatap olur ve mahalleyi temsil ederdi Şehrin idarecisi olan kadı, bağlı olduğu kurumun en üst düzey yetkilisi tarafından tayin edilirken, imam bizzat padişah tarafından bir beratla tayin edilirdi Bu da onun devlet ve halk nazarında ne derece büyük bir öneme sahip olduğunu gösterir Padişah tarafından gönderilen emir ve fermanlar, imam tarafından halka duyurulur ve takibi yapılırdı Bu şekilde imam, devlete karşı haklar ve görevler konusunda mahalleliyi temsil ederken, mahallede de padişahı temsil ederdi
Osmanlı mahallesi, hem asayiş bakımından, hem de sosyal hayat açısından kolektif bir anlayışa dayanıyordu Mahalleli, müteselsil (zincirleme) olarak birbirine kefildi Burada meydana gelen öldürme, yaralama gibi olaylarda, olayın faili bulunamadığı taktirde, bütün mahalleli mesul tutulur ve mağdur tarafa ödenmesi gereken diyet (kan parası) sakinlere paylaştırılırdı Hatta Yavuz Sultan Selim zamanında çıkan kanunnameye göre, meydana gelen hırsızlık olaylarından ve zararın ödettirilmesinden mahalle halkı mesuldür Mahallede bir asayişsizlik olmaması için herkesin dikkat ve gayret göstermesi temin edilerek oto-kontrol sağlanmıştır Böylelikle fail-i meçhul olaylarda halkın suçluyu saklamasının ve suçu örtbas etmesinin önüne geçilmiştir
Aynı mesuliyet ve oto-kontrol, ahlaki hususlarda da söz konusudur Mahallede meydana gelen veya şüphelenilen gayrı meşru olaylarda imam, suçlu veya zanlıları güvenlik görevlilerine bildirir, mahallelinin bu yoldaki şikayetlerinden ilgilileri haberdar ederdi İmam ve mahalle ileri gelenlerinin, şüpheli evlere baskın düzenleme yetkileri vardı Gayrı ahlaki davranışları olduğu bilinen kimseler mahalleli tarafından istenmeyen kişi ilan edilir ve görevlilerce başka bir yere sürülmesi istenirdi Ancak imam ve mahalleli, suçlu veya zanlılara bizzat ceza verme yetkisine sahip değildi, sadece onları adalete teslim edebilir veya mahalleden dışlamak suretiyle cezalandırabilirdi
Kötülüğü önleme kolektif şuuruyla devlet, başkentten kilometrelerce uzaktaki yerlere kolaylıkla hakim olabiliyordu Nasıl ki her sokak süpürüldüğünde bütün şehir temiz olur idiyse, bu uygulama sayesinde de bütün ülkede huzur ve asayiş sürüp gidiyor, suç oranı azalıyordu
Hayırlı işlerde mahalleli yine ayni kolektif şuurla hareket ediyordu Bu tür işler için her mahallede bir Avarız Vakfı kurulmuştu Mahalle sakinlerince oluşturulan yönetim kurulu tarafından idare edilen bu vakfın gelir kaynağı, yine mahallelinin ayni-nakdi bağış veya hibeleriydi
Kira getiren ev, dükkan gibi mallar da buraya vakfedilebilmekteydi Mahallede ihtiyacı olanlara borç veya kredi de verilmesi açısından bu vakıf bir nevi sosyal yardımlaşma sandığı gibiydi Avarız vakfının gelirleri mahalledeki hastalara, fakir olanlara ve evlenmek isteyip de ekonomik durumu müsait olmayanlara yardımda kullanılırdı; fakirlerin cenazelerinin kaldırılması, su yolları, cami, mescit, mektep gibi yerlerin tamiratı, tadilatı yapılır ve ısınma, aydınlatma gibi sair giderler karşılanırdı; imam, müezzin, muallim gibi mahalle görevlilerinin maaşları ödenirdi; mahalleye yeni taşınanların yerleşme ve memleketine gidecek olanların yol masrafları karşılanırdı Vergisini ödeyemeyenlerin vergileri de bu fondan ödenirdi
Mahalledeki bu resmi dayanışmanın yanında, ayrıca mahallenin zenginleri, mahallelerindeki fakirleri kollayıp gözetirlerdi Zekat, sadaka, fitre gibi yardımlar yapılırken mahalleli tercih edilirdi Mahalledeki komşuluk ilişkilerinin ne derecede olduğu şu atasözünden de anlaşılmaktadır, "İyi bir komşuya sahip olmak bir eve sahip olmaktan daha önemlidir, çünkü komşu komşunun külüne muhtaçtır " Mahalledeki maddi-manevi yardımlaşmanın temelinde "Komşusu açken tok yatan bizden değildir (hadisi şerif)" şuuru yatmaktadır
Osmanlı şehirlerinin bazılarında Müslüman olmayan nüfus bir mahallede toplandığı gibi, Müslüman mahallelere de dağılmıştı Müslüman ve gayrı Müslimler arasında, bugün bile övgüyle anılan bir hoşgörü ve komşuluk münasebeti mevcuttu Müslüman nüfus hakim unsur olmasına rağmen, komşularına karşı hoşgörülü davranmış, din, örf-adet, kılık-kıyafet gibi temel hak ve özgürlüklerine karşı toleranslı olmuştur Buna karşılık Yahudi ve Hıristiyanlar da Ramazan’da Müslümanların inançlarına saygı göstermiş, açıkta bir şey yiyip içmemişlerdir Aynı mahallede hem mescit, hem kilise, hem de havra olabilmiştir
İdari açıdan mükemmeliyetin yanında, kötülüklerin önlenmesine, iyiliklerin teşvik edilmesine ve bizzat bunun pratiğe taşınmasına bakıldığında, Osmanlı mahallesinde bir mahalle medeniyetinin oluştuğu kolayca görülmektedir Bu da, Osmanlının uzun ve bereketli ömrünün mükemmel bir şuurdan beslendiğini göstermektedir
Osmanlı'da komşuluk ilişkileri
Sıcacık dostluklarının yaşandığı eski mahallelerimize birlikte uzanalım istiyoruz Mahalle, İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren şehir tanımında önemli bir yer alır Müslüman şehirlerinde sosyal bütünlüğü olan mahalleler bir takım mühim vazifeleri üstlenmiş olarak karşımıza çıkar
Mahalleler arasında yaşanan komşuluk ilişkileri ise apayrı bir yere sahip Tarihten günümüze toplumumuzun komşuluğa verdiği önemi en açık biçimde atasözlerimizde görmemiz mümkün: Komşuluk hakkı Tanrı hakkıdır, Komşu iti komşuya üremez, Hayır dile komşuna hayır gelsin başına, Komşunu iki inekli iste ki kendin bir inekli olasın, komşu kızı almak kalaylı kaptan su içmek gibidir, komşunun elmeği komşuya borçtur, hemen bir solukta, sayabileceğimiz komşulukla ilgili atasözleridir
11 yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lügat-it Türk adlı eserinde de komşuluk kendisine yer buluyor: Böri koşnısın yemez, yani”Kurt komşusunu yemez” 13 yüzyılda ise Hoca Mes'ud şöyle söylüyor:
Ne bilsün yavuz (kötü) konşı yavuz olur
Yavuzlara şeytan kılavuz olur
Osmanlıda, Mahalle içindeki düzen, devlet iradesi ve örfe dayalı işleyişi ile dini değerlerin kontrolü altında sağlanır Ortaçağ kentlerinde görülen mahallelerin birbirinden duvarlarla ayrılması, geceleri kapılarının kapanması gibi hadiseler bizde görülmez Her mahalle, insanların kendi yöresinden, inancından, ailesinden ve etnik grubundan olanlarla şehir içinde belirgin bir kimlik geliştirir
Mahalleler genelde bir mescid çevresinde oluşur Mahalle sakinleri yaptıklarıyla komşularına ve diğer sakinlere zarar, ziyan vermemeye büyük özen gösterirler Burada oturan herkes aile mahremiyetine hürmet eder Evler birbirinden yüksek olarak, diğerlerinin iç hayatını seyredebilecek tarzda inşa edilmez Ev kapıları birbirinin karşısına gelmediği gibi pencereler de komşunun ev hayatını rahatsız etmeyecek biçimde açılır
Öncelik hakkı her zaman eskiye verildiğinden ilk yapı yapanın haklarına sonraki gelenler riayet ederler Kamu için zararlı olmadıkça yeni bir ev, kendisinden önce var olanın yol hakkını, manzarasını, güneşini, mahremiyetini bozmadan bina edilir Her evin önü, diğer mahalle sakinleri şikayetçi olmadıkça, o ev tarafından kullanılır
Çıkmaz sokaklar o sokakta oturanların yarı özel malı kabul edilir Bu çıkmaz sokak bir evin kullandığı özel yol olduğu gibi, bir kaç evin kullandığı ortak yol da olabilir Hatta bir sokağın ortasına bir ev yapıp sokağı kapatmak, sokağın üzerine çıkmak, evin önüne sundurma yapmak gibi müdahaleler, mahalle sakinlerinden onay alırsa hoş görülür Böylece oturduğu mahalle o insanın huzur bulduğu mekan haline gelir
İnsanın evi, evin konumu, komşuları, sokağı, mahallesi her şey karşılıklı gösterilen anlayış sayesinde bir dünya cennetine dönüşür Yaşadığı mekandan gelen huzur kişiyi etkilerken, insana geçen bu huzur duygusu onun günlük yaşantısını, başkalarıyla olan ilişkilerini düzenler Toplum, hayatından memnun koskocaman bir yüz olup bize gülümsemeye başlar Zaten o dönemlerde “stres” denen şey de daha ne duyulmuş ne de görülmüştür
Fetihten sonraki İstanbul’da, fetihte önemli rolü olan ya da devlet kademesinde özel vazifelere getirilen komutanlar, devlet erkânı ve ulemâlar pek çok mescid inşa ederler Bu mescitler etrafında iskân olunan mahalleler de mescitlerin adlarıyla anılır Az sayıda da olsa şahıs adlarıyla ya da bulunduğu yerdeki sarnıç, manastır, çarşı gibi önemli bir yapının adıyla anılan mahalleler de var
İstanbul’u sık sık sarsan doğal afetler ve yangınlara, şehrin gelişmesine bağlı olarak yaşadığı değişikliklere rağmen, bu ilk mahalle adları bütün Osmanlı tarihi boyunca hiç değişime uğramadan sürekliliğini korur Bu göz kamaştıran tutarlılık İstanbul’daki özgün mahalle olgusunun kenti tanımlamasında da kendini gösterir Aynı mescidi kullanan mahalle sakinleri birbirlerini yakından tanırlar Aynı sıbyan mektebinde okumuş bu insanlar Cuma namazında, ikindi namazında, bayram namazında buluşarak büyük bir mutluluğu paylaşırlar
Eski dostların kaybedilmediği bu samîmî ve sâde yaşantı içinde mahalle imamına yüklenen husûsi görevlerle mahalledeki huzur ve denge sağlanır İmam din adamlığının dışında mahallenin mülkî, adlî, beledi işlerinin başı olarak görev yapar: Mahalle sakinlerinin sicillerini tutar; doğum, ölüm, evlenme, boşanma gibi olaylarda kendisinden beklenenleri yapar, mahallenin huzurunu bozanlarla mücadele eder
Mahalle düzeninin korunması için çalışan imam, ahlâki denetimi yerine getirme işini de üstlenir Mahallelinin aralarındaki sorunları çözmede, arası bozulanları barıştırmada etkili rol oynar Manevi yönden halka örnek olarak her yaşta insana rehberlik eden imam, mahalledeki eğitim ve öğretim işlerinden de sorumlu olur
Mahalleye ait sokaklarda ticaret yapılmaz, dükkan açılmaz Ailenin mahremiyetini korumak maksadıyla işyeri evin alt katında ya da arkasında olmaz Nasıl bir ev kapısından girilince kendi içine kapanırsa mahalle de sadece sakinleri tarafından kullanılır
Mimarî karakterine bakıldığı zaman fakir evler arasında yükselen zengin konakları görülür Konakların sahibi olan büyük memurlar veya zengin tüccarlar mahallelinin hamisi olur, bayramlarda kapılarını herkese açar, zekatını cömertçe verir Bir mahallenin fukarası bir diğer mahalleye muhtaç olmaz Toplumdaki dayanışma herkesin yüzünü güldürür
Her mahallenin bir camisi, çeşmesi, sıbyan mektebi, bakkalı, fırını, belki bir kahvesi ve başka mahallelerle ortak kullandığı hamamı bulunur Hemen her mahallenin yakınında büyük ya da orta büyüklükte bir külliye vardır Evler çoğunlukla yol cephelerine inşa edilir ama arka tarafı küçük bir bahçe mutlaka süsler Bazen de yol üzerinde bahçe duvarı yükselir Evlere bahçeden girilir, harem ve mutfak da bu bahçeye açılır, selamlık için doğrudan sokaktan girilen bir başka giriş yapıldığı da olur 15-16 yüzyıllarda İstanbul evlerinde ahşap kullanımı yaygın değil Evlerin çoğu tek katlı ve kerpiçten yapılır Hatta Fatih’in vakfiyesinde kendisine ait mülklerin içinde iki katı geçen yapı yoktur İlerleyen asırlarda ev yüksekliği genel olarak iki kat olarak benimsenir Günümüze yaklaşılınca da üç katlı büyük kent konutları yaygınlaşır
Bugüne geldiğimizde ise mahalle, komşuluk, güven, huzur, dayanışma, karşılıklı anlayış, komşunu kendine tercih etme gibi erdemleri içeren hususlara ne siz dokunun , ne de biz bin âh işitelim Burun buruna dikilmiş kasvetli binalarımızda komşularımızı tanımadan, kilit üstüne kilit vurup oturan mutsuz insanlar topluluğunun bir ferdi olarak, bunu ne siz sorun ne de biz söyleyelim diye düşünüyoruz Eskilerin mahallede sağladığı huzuru sadece apartmanlarımızda bile yaşatamayan yeniler olarak utanmalı mı yoksa bir çare bulup bu yarayı kapatmalı mı, diye sormaya da hacet yok Çağdaş insan, çağdaş çözümlere muhtaç olduğunu bazen de çağın gerisine bakınca anlıyor işte
|