Prof. Dr. Sinsi
|
Kapak...
?Kapak?

Ahmet Oktay'ın eleştiri yazılarının daha başlangıç döneminde kararlılıkla kurmaya çalıştığı kendine özgü eleştiri söylemidir Siyasal söylem ile yazınsal söylem arasında tematik bir ilişki kurmuş, ama niteliksel ilişki kurmaktan kaçınarak yazılarıyla edebiyat içinde kalmaya özen göstermiştir
Derinleşme döneminin eleştirmeni
Ahmet Oktay'ı Sürgün şiirleriyle kendi şairlerim arasına aldığım yıllarda eleştiri yazmaya başlamadan hemen önceki sıkı hazırlık dönemlerindeydim Şiiri kendi kuşağının şairleri arasında zamanla bir sonra gelen olarak değerlendirilmeye başladı, ama eleştiri yazıları hem ne dediğine, hem de nereye yöneldiğine bakılarak değerlendirildikçe, Ahmet Oktay edebiyatımızın 1970'lerden sonraki derinleşme dönemi'nin göz önünde tutulan eleştirmenleri arasında ilk akla gelenlerden oldu
Onun kendi yazarları üstüne tutkuyla yazdığı yazılar edebiyatımızda yazılmış nitelikli eleştiri yazıları arasında öncelikle anılır; tek tek yazarlar üstüne yoğunlaşan eleştirmenler o yıllarda pek yoktu, ama onun öncelikle edebiyat bağlamında bir düşünce yazarı olarak alınması gereği de su götürmez Ahmet Oktay'ın son yirmi beş yıl içinde yazdığı yazılar yaşadığı çağı ve edebiyat dünyasının geçirdiği değişimi yazınsal-düşünsel düzeyde anlama ve derinleştirme çabasının ürünü oldu Yazın İletişim İdeoloji (1982) kitabına, "Bir 'bakış açısı' değiştirme çabasının ürünü bu yazılar," tümcesiyle başlar İlk eleştiri kitapları aynı zamanda Marksçılıkla yazınsal düşüncenin bireşimini kurma çabasının ürünleridir ki, bu ilişki edebiyatımızda bir dönemecin geçilmesi sırasında eleştiriye yapılmış nitelikli katkılar olarak değerlendirilmelidir
Piyasa kültürüne karşı
Ahmet Oktay adım adım Marksçılıkla yoğrulmuş dünya görüşüyle uyumlu eleştiri yazılarında insanlık değerlerine, piyasa kültürüne, sanat ve edebiyat yapıtının piyasa tarafından kullanım değeriyle ölçülen bir metaya dönüştürülmesine, ideolojinin rolüne, yazarın özgür birey olarak konumuna, olumlu değerleri koruma endişesine, postmodernizmin edebiyatta oynadığı rolün olumsuz yanlarına odaklanan bir eleştiri anlayışı geliştirdi
Piyasa kültürüne karşı yazıları, Ahmet Oktay'ın kendine özgü bir kültür kuramı oluşturmasını da sağladı Aynı zamanda edebiyat için ideolojik bir savaşım vermiştir o, ama bu savaşımı her zaman öylesine nitelikli bir düzeyde yürütmüştür ki, söylediği sözün karşılığı alınabilsin "Ama Madam Bovary artık burjuva evlilik kurumunun ve aşk ahlakının bir eleştirisi değil, doyumsuz bir kadının öyküsüdür," saptaması, piyasa kültürüne yöneltilmiş tek tümcelik bir manifesto gibidir Demek artık ne yazılan romanlar edebiyatın kendi değerleriyle ölçülüyor ne de onları bir zamanlar okuduğumuz gibi okuyacak bir kültür ortamı içindeyiz
Ahmet Oktay'ın baştan sona tutarlı bir çizgi izlediğinden ayrıca söz etmek gerekir Yukarıdaki sözü 1980'lerin başında yazmışken, bu tümcenin hemen ardına eklenebilecek bir başka tümce de yirmi yıl sonra yayımlanan Romanımıza Ne Oldu? kitabında bulunabilir Bu tutarlılığı sağlayan asıl etmen, Ahmet Oktay'ın eleştiri yazılarının daha başlangıç döneminde kararlılıkla kurmaya çalıştığı kendine özgü eleştiri söylemidir Siyasal söylem ile yazınsal söylem arasında yalnızca tematik bir ilişki kurmuş, ama niteliksel ilişki kurmaktan kaçınarak her yazısıyla edebiyat içinde kalmaya özen göstermiştir
Yeni bir söylem kurma çabası yazıyı hemen her zaman zorlar Bu zor, anlamın derinliğini dil içinde aşmakta da zorlanınca, eleştiri dili kapanmaya, azınlığın diline dönüşmeye başlar Ahmet Oktay'ın 1980'lerden sonraki ilk döneminde eleştiri dilinin okuru bazen dışarıda tutacak kertede kapalı, çetin bir söz sarmalı biçiminde oluştuğu da bilinir Zamanla bu dil içi sorunlar açıklıktan yana çözülmüşse, bunda Ahmet Oktay'ın eleştiri söyleminin olgunlaşması kadar, edebiyat dünyamızın geçerli okuma düzeyinin yükselmesinin de payı var
Marksçılıktan göstergebilime, çeşitli düşünceleri kendi söylemi içinde bireştirmeye çalışan tutumu, edebiyatımızda eleştirinin geleneksel biçimlerden ayrılıp kendine düşünsel derinlik içinde yeni bir yol arama eğiliminin güçlenmesinde belirleyici pay sahibi olmuştur Ahmet Oktay'ın tutumunu açıklayan bir arayış'ın yazıları ya da bir yazı'nın arayışları, bir kitabının da adına dönüşür Bu arayış, geçen yirmi beş yılda edebiyatımızın bazen iç yolculuğu, bazen dışındaki toplumsal ve kültürel çalkantılara gösterdiği refleks içinde eleştirmenin tutum alış biçimini örneklerken, özellikle günümüzde postmodernizm karşısında sert bir muhalefete dönüştü
Edebiyatın kaldıramadığı yükler
Ahmet Oktay'ın Romanımıza Ne Oldu? (2003) kitabında topladığı yazılarının en belirgin katmanı postmodernizme karşı örülmüştür Bu kitabının sunuşunda, "12 Eylül 1980 faşizan darbesinin ardından yayımlanan Türk romanlarında belirgin bir epistemolojik/ paradigmatik kopma olduğunu öne sürüyorum," diyor Bu savın yol açtığı siyasal söylemi gözden kaçırmamak gerekir ve bu yol 1980 romanı üstüne elbette tartışılması gereken yargıların verilmesine de neden oluyor ki, araya yazarla dışındaki ortamı birbirinden koparan düşünsel bir ayrılığın girdiği belli
Edebiyatın kaldıramadığı yükler arasında ilk akla gelenlerden biri toptancı yargılardır Sözgelimi bir dönemi, bir akımı, bir kırılma noktasını toptan onaylamak ya da yok saymak edebiyat içi değerlendirme sayılmaz Orada bir ayağınız hemen siyasal söylevin çukuruna giriverir Postmodernizmin çıtayı toplumsal ve kültürel bakımdan ısrarla daha aşağı koyma çabası da doğasından gelir Bu düzeyde onu elbette anlamsız ve yararsız bir kayma olarak niteleyebiliriz Ama aynı zamanda önyargılardan da uzaklaşıp sözgelimi postmodernizmin yaratım biçimlerinden roman sanatının biçimine ve tekniğine ilişkin yararlı sonuçlar da çıkarılabilir O düzeyde artık yazarın yaratım süreci kendi dışındaki bütün olanakları içselleştirip kendine mal etme eylemiyle örtüşür Düşünsel değil teknik, yazınsal değil işlevsel bir değerden söz ediyorsak, orada postmodernizm de kullanım değeriyle var olur elbette
Ahmet Oktay'ın 1979'dan bugüne yirmi beş eleştiri, inceleme kitabı yayımlanmış Bir Ahmet Oktay kitaplığı bu Genç yazar adaylarının aynı zamanda eleştiriye gönül vermemesi sıradan bir sonuç değil, düpedüz edebiyatımızın kangreni sayılmalıdır Çünkü bu olmazsa, edebiyatımızın kendini bundan sonraki dönemlerinde tamamlayabileceğini düşünmek bile yersizdir
alıntı
|