Özürlüler Ve Yaşam Algısı |
07-14-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Özürlüler Ve Yaşam AlgısıÖzürlü; "normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar" olarak tanımlanmıştır Bireyin fiziksel işlevlerindeki bozukluk ve bunların hareket yeteneğinde yarattığı eksiklik ve güçlük, onu toplumun diğer bireylerinden farklı kılar Bu farklılık engellilerin yaşadığı ayrımcılığın da asıl nedenidir Bilindiği gibi her türlü ayrımcılığın temelinde farklı olmak, yani "alışılmamış özelliklere" sahip olmak vardır Fiziksel işlevlerdeki bozukluklar ve bunların hareket yeteneği üzerinde yarattığı sınırlamalar bireyi toplumdan uzaklaştırır Toplumsal destek sistemlerinin yetersizliği, toplumun dışlayıcı tutum ve davranışları da engelli bireyin topluma eşit bireyler olarak katılmasını önler Bilindiği gibi aile, çocukların sağlıklı olarak yetiştirilip, gelişebileceği, önemini hiçbir zaman yitirmeyen evrensel bir kurumdur Özellikle, ilk davranış kalıpları, toplumsal hayata ilişkin kural ve roller, temel alışkanlıklar, mutluluklar, sevgiler, günlük ilişkiler içinde ailede öğrenilmektedir Bu nedenle normal ya da özürlü, sorunlu ya da sorunsuz olsun her çocuğun, içinde büyüyüp gelişebileceği bir aileye gereksinimi vardır Çocuğun özürü kesin olarak tanımlandıktan sonra, aile bireylerinin çocuğu ve özürünü kabullenebilmesi çok önemlidir Ancak aileler bu sürece ulaşıncaya kadar bazı aşamalardan geçmektedirler 1Şok: Çocuğunun özürlü olduğunu öğrenen ailelerde sıklıkla gözlenen tepkilerden ilkidir Genellikle bu durum; ağlama, tepkisiz kalma ve kendini çaresiz hissetme şeklinde ortaya konmaktadır 2Reddetme:Bazı anne-babalar çocuklarının özürlü olduğunu kabul etmek istemeyebilirler, bir savunma mekanizması olan reddetme, bilinmeyene karşı duyulan korkudan kaynaklanmaktadır Çocuğun ve kendilerinin gelecekteyaşayabileceklerine yönelik duyulan endişeler, kaygılar, üstlenilmesi gerekensorumluluklar, "halimiz ne olacak?" sorusuna yetersiz kalan açıklamalar,reddetme davranışının görülmesine neden olmaktadır 3 Acı Çekme ve Depresyon: Genellikle anne-babalar özürlü çocuğa sahip olmaları nedeniyle hayal kırıklığına uğrarlar Çoğunlukla anne-babalar için özür;hayallerinde yaşattıkları ideal çocuğun yok olmasının sembolü olabilmektedir,Böyle bir durumda duyulan acı, gerçekten çok sevilen birinin kaybedilmesi karşısında duyulan acıya eştir Acı çekme, gerçeğin kabul edilmesini kolaylaştıran bir duygu olarak görülmektedir Depresyon ise; genellikle acı çekme süreci sonunda ortaya çıkmaktadır Çoğunlukla anne-babalar yüklendikleri sorumluluklar karşısında her şeye güçlerinin yetmeyeceği inancı ile depresyona girmektedirler Acı çekme ve depresyon sonucu ailelerde "geri çekilme" ya da "sosyal etkileşimlerden kaçınma" davranışları gözlenebilmektedir 4Suçluluk Duyma : özürlü çocuğa sahip olan her ailede yoğun olarak, acı çekme ile gözlenen tepkilerdendir Anne babaların çocuklarındaki özüre kendilerinin neden olduklarını düşünmelerinden ya da bazı hatalı davranışları sonucunda tanrı tarafından cezalandırılmış olabileceklerine inanmalarından kaynaklanabilmektedir 5Kararsızlık: Özürlü çocuğa sahip olan bazı anne babalarda, duruma hemen uyum sağlama gözlenirken, bazılarında bu süreç daha uzun sürmektedir Kabullenmede görülen kararsızlık, aile bireylerinin birbirlerini suçlamalarından kaynaklanabilmektedir 6Kızgınlık Duyma: Kızgınlık duyma, genellikle anne babaların kabullenme sürecinde yaşanılan ve kabullenmeyi engelleyici duygudur"Neden ben?", "neden benim/bizim çocuğumuz" soruları sıklıkla sorulur Kızgınlığı kişi kendine yöneltebileceği gibi ailenin diğer üyelerine, özürlü bireye ve diğer insanlara yansıtabilir Doktorlar, eğitimciler ve terapistler de kızgınlık duyulan kişiler olabilmektedir 7Utanma: Her anne-baba kendi çocuğunun başarılı olmasını, onaylanmasını ve kabul görmesini arzu eder ve bundan da son derece gurur duyar Oysa özürlü çocuğun, çevrede kabul görmemesi, hatta alay edilmesi, acınması, korkulması ve reddedilmesi gibi olumsuz tutum ve davranışlar yaşayabilmektedirler Tüm bunlarkarşısında aile, özürlü bireyden utanma duygusu geliştirebilmektedir Sıklıkla,başkaları ile görüşmeyerek, çocuklarını da eve kapatmayı tercih etmektedirler 8Uzlaşma: Bu davranışları gösteren kişiler, sıklıkla "eğer çocuğuma bir çare bulursan, hayatımı sonuna kadar sana adarım" inancını taşımaktadırlar Çocuğun derdine çare bulunması, ailelerde son girişim olarak ele alınmaktadır 9Uyum Sağlama ya da kabul Etme: Anne babanın çocuklarıyla daha olumlu ilişkiler kurabileceklerini fark etmeleriyle başlayan bir süreçtir Aile üyelerinin tümünün, özürlü çocuğun ailelerindeki varlığı gerçeğini kabul eteleri aşamasıdır Kaygılar, korkular azalmış, utanma gibi olumsuz duygularla başedilmiştir Artık aile çocuk için ve çocukla birlikte neler yapılabileceğini düşünür ve planlamaya başlamıştır Böyle bir ortamda çocuğa da kendi özürünü kabul etme ve onunla daha nitelikli bir yaşam sürme şansı tanınmış olacaktır Ailelerin böyle bir süreçte bu aşamalardan geçmesi doğaldır Ancak ailenin bu aşamalardan herhangi birinde takılıp kalması beraberinde ruhsal problemleri getirerek duruma uyum sağlama ve kabul etmeyi zorlaştıracaktır İSTATİSTİKLER Dünyada özürlü insanların çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşamaktadır Onların sayıları hakkında çeşitli tahminler vardır Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) yeryüzünde beş yüz milyondan fazla insanın özürlü olduğunu, toplam nüfusun onda birini özürlülerin oluşturduğunu belirtmektedir Ülkemizde özürlülere ilişkin sayısal verilerin yetersizliği nedeniyle Dünya Sağlık Örgütünün %10'luk oranına göre 6,5 milyon özürlünün olduğu tahmin edilmektedir Bunun anlamı her on kişiden birinin özürlü olduğudur En iyimser tahminle ortalama hane halkı sayısını dört kabul edersek, özürlülüğün, ülkemizde yaklaşık 26 milyon insanı yakından ilgilendirdiğini ifade etmek yanlış olmayacaktır Yakın akrabaların ve çevrenin desteğinin sağlanması, özürlü bireyin günlük yaşama katılımının kolaylaştırarak, toplumsal yaşamda yerini almasına katkı verici çalışmalar gerçekleştirilebilir Bu durum ailenin diğer üyelerini rahatlatacaktır Akrabalık ilişkilerinin yoğun olmadığı toplumlarda özürlü ailelerinin bu türden gereksinimleri, gönüllü aileler organize edilerek, "paylaşılan bakım", "aileden aileye destek ve kendi kendine yardım" gibi gruplar aracılığıyla karşılanmaya çalışılmaktadır Aile yaşamında kardeşler arası ilişkiler, üzerinde durulması gereken önemli konulardan biridir Özürlü birey ve kardeşleri arasındaki ilişki hoşgörülü, sevgi dolu ve paylaşıma dayalı olabildiği gibi öfke ve utanç duygularının hakim olduğu bir yapıda da olabilir Kardeşler arasındaki ilişkinin niteliğini doğal olarak ebeveynin tutumu ve davranışları belirleyecektir Bu konuda, küçük yaşta yapılacak bilgilendirmenin, çocukların sorunlarla baş etme kapasitelerinin daha yüksek olması nedeniyle, etkili olacağı vurgulanmaktadır Aile aynı zamanda sevgi, saygı ve beraberliğin paylaşıldığı en temel yapıtaşıdır Victor Hugo'nun dediği gibi, "Yaşamda en yüce mutluluk, sevildiğini bilmekten geçer" SOSYAL UYUM VE YAŞAMI ANLAMLANDIRMA Var olmak Algılamak ya da algılanmak Sakat olmak demek farklı olmak demektir Diğer insanlar gibi Her insan farklıdır Kimisi uzundur, kimisi kısa Kimisi yaşlıdır kimisi genç Ya da kimisi siyah, kimisi beyaz Öyleyse bireysel bilince erişip kendi kendini kabul edip, kendi kendini tanıyıp, tüm eksiklikleriyle, tüm iyi yönleriyle kabul etmek gerekir Sakat olmak demek, topal, kambur, kör, sağır her neyse işte ben bu şekilde varım demek Ancak kendi kendinizi kabul edip, kendinizi severek toplumun bu kalıplarından kendinizi kurtarabilir ve kendinizi topluma daha iyi anlatabilirsiniz Sakat olması, Shakespear'i dünyanın en iyi oyunlarını yazmaktan alıkoymadı Abraham Lincoln'un bedensel olarak engellerinin olması 4 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletlerini yönetmesini engelleyemedi Kör olmak Aşık Veysel'in "Güzelliğin on para etmez, şu bendeki aşk olmasa" gibi ölümsüz eserler vermesinin önüne geçemedi Stephen Hawking gibi sürekli tekerlekli sandalyede olan birinin 'Hawking Radyasyonu' diye bilinen ve evreni daha iyi anlamamızı sağlayan teori üretmesini ise hiç engelleyemedi İleri düzeyde sağır olan Beethoven'ı şimdiye kadar yapılmış en güzel müziklerin bir çoğunu bestelemekten alıkoymadı Aslında tarih, çok ciddi özürlü olmalarına karşın çok büyük işler başarmış büyük şahsiyetlerle doludur Büyük İskender kamburdu Ünlü bir ozan olan Homer kördü Renoir, en güzel başyapıtlarından bazılarını parmakları romatizmadan çarpılmışken resmetti, resim fırçası eline kayış ile tutturulmuştu Handel en büyük eseri "Hallelujah Korosu"nu bestelediğinde sağ tarafı felçliydi Ve Edison, pikabı icat ettiğinde sağırdı Fakat aklınıza şöyle bir soru gelebilir Bunları başarmak için mutlaka sakat mı olmak gerekir? Öyle olması tabii ki gerekmiyor Bu çok bilinen bir hikaye olan, her an kendisini öldürebilecek ıstıraplı bir hastalığı olan Yunan askerinin hikayesine benziyor Bu asker, her an ölmeyi beklediğinden ,savaşmaktan korkmaz olmuştu Kaybedecek hiç bir şeyi yoktu Generali Antigonus, onun bu denli cesurca savaşmasına öyle hayran oldu ki; hastalığını en iyi doktorlara tedavi ettirdi Fakat, o günden sonra bu yiğit asker, cephelerde görülmedi Hayatını riske atmak yerine uzak durup, kendini savunmaya çabalar oldu Hastalığı iyi savaşmasını sağladı, fakat sağlığına kavuşup, rahata ermesi bir asker olarak yararlılığını yok etmişti Eğer sakat olmasaydık asla meşgul olunmasaydı bir konuda insanlarca yapılanların en iyisini yapmaya çalışılmaz, ihtimallere karşı savaş verilmezdi "Tanrı'nın Dokunuşu" adlı şaheserin şairi Myra Brooks Welch, tekerlekli sandalyesinin koluna vurarak söyle derdi:"Ve Tanrı'ya bunun için şükrediyorum "Bir tekerlekli sandalye için şükretmek! Fakat tekerlekli sandalyeli günlerine kadar o muhteşem kabiliyeti saklı kalmıştı Ve şimdi şiirleri tüm dünyayı şevke boğuyor Harvard Üniversitesi'nin en önemli başkanlarından biri olan Charles Eliot, doğuştan gelen önemli bir yüz çirkinliği nedeniyle, kendini delikanlı iken korkunç hissederdiTa ki; birgün annesi ona hayatını değiştirecek bu öğüdü verene kadar Annesi şöyle demişti:" Oğlum en iyi operatörlere başvurduk Hepsi de senin bu özüründen kurtulmanın mümkün olmadığını söyledi Fakat, Tanrı'nın yardımı ile öyle büyük bir akıl ve ruh geliştirebilirsin ki; insanlar yüzüne bakmayı bile unuturlar! " Ve Eliot da öyle yaptı Evet, kör, topal, sağır vs olunabilirAncak bu varoluşu ve yaşama katılmayı engellememeliHer insanın dünyaya gelmesinin bir nedeni vardır Neden “BEN “ sorusunu sormak yerine toplumun size yüklediği normal ve anormal kalıplarından kurtularak her birimiz farklılığımızı kabullenerek, kendi kendimizle barışık bir birey olma yolunu seçmeliyiz “Ben bu halimle varım, tıpkı diğer insanların kendi halleriyle varoldukları gibi” dediğinizde kendinize olan güveniniz artacak, yapabileceğiniz şeyler fazlalaşacak ve yaşam daha iyi anlaşılacaktır Konuşmamı yine görme ve işitme engelli olan ve 19yy a damgasını vurmuş şahsiyetlerden biri olan Helen Keller ile William Shakespeare'in sözleriyle bitirmek istiyorum; Yüzünü günese çeviren insan, gölge görmez -Helen Keller İnsanların çoğu duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için -William Shakespeare |
|