Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimlerin Hikayeleri..!!!(Süper)
Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim Ama kusurlu çıktı Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu
Ağzından Baklayı Çıkarmak
Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış Zamanla kendine yakıştırılan küfür bazlık şöhretine tahammül edemez olmuş Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek
için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş:
-Şimdi bu bakla tanelerini al Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sende küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden geçeceksin Bakla ağzında
ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin
altına yerleştirirsin
Ad***** şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak,
- Şeyh efendi, biraz durur musun? Deyip pencereyi kapatır Şeyh efendi söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır Sığınacak bir saçak altı da yoktur Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve,
- Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz  
Şeyh içinden "lahavle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır O sıra da küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir:
- Gidebilirsiniz artık! 
Şeyh efendi merak eder ve sorar:
- İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin?
- Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi,
- Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı 
Püf Noktası
Ahi Evran zamanında ( Usta - Çırak müessesesi de diyebiliriz) , çırak ustasından onay ( icazet ) alır ve ancak o zaman ayrılıp kendi dükkânını açabilir Orta Anadolu' da bir camcı ustası vardır Ahilik yapar Zamanı gelen eski çıraklarına " sen oldun " der ve el verir, uğurlar Böylece eski çırak artık yeni bir usta olmuştur Günlerden bir gün çıraklardan birisi ustanın el vermesini bekleyemez Ayrılacağını, onay ve el vermesini ister Ustası da daha olmadığı nedeniyle veremeyeceğini söyler Çırak nesinin olmadığını sorar;
- " İşin en önemli kısmını, yani püf noktasını bilmiyorsun " der Çırak dinlemez, başka bir şehre gider ve dükkan açar Dikiş tutturamaz Yaptığı bütün cam işleri, biblolar, her şey bir müddet sonra çatlamaktadır Esnaf ve halk tarafından ayıplanan çırak, bir yıl sonra iflas etmiş olarak ustasının yanına döner Elini öper, ben ettim sen etme der Ustası da olana kadar yanında çalışması gerektiğini söyler Sonunda bir gün usta çırağına müjdeyi verir Olduğunu, gidebileceğini, el vereceğini söyler Ayrılmadan önce ustası onu karanlık odaya sokar İzin almadan girilmediği üzere daha önce buraya hiç girmemiştir Yeni bitmiş, sıcak ürünler odanın bir kenarında durmaktadır Tavanda bir yerde, toplu iğne deliği kadar büyüklükte bir güneş ışığı huzmesi vardır Usta sıcak bir parça alır, ışığa tutar, evirir çevirir Bakar ki camın bir yerinde gözle görülemeyecek kadar küçük bir hava kabarcığı vardır Püf yaparak üfler ve kabarcık kaybolur Parçayı çırağa uzatır, ayrı koymasını, soğumaya bırakmasını söyler Daha sonra çırak üflemeye başlar Nasıl üfleneceğini, neresinin püfleneceğini iyice öğrenir Ve anlar ki, çatlamaya bu küçük kabarcıklar neden olmaktadır Daha sonra helâlleşirler ve püf noktasının önemini kavramış çiçeği burnunda usta yoluna devam eder her işin ve her şeyin bir püf noktası vardır
AKLA KARAYI SEÇMEK
(Bir işin üstesinden gelene kadar çok zorluk çekmek, güçlükle başarmak)
Dinimize göre, sabah namazının kılınma vakti, güneş doğuncaya kadar geçerlidir Ortalık ağarmaya başlayıp da ak iplik ile kara iplik birbirinden seçilinceye kadar sabah namazı kılma süresi devam eder Ağır hastalar bütün gece sancı ve ızdırap içinde kıvranarak uyuyamadıklarından, sabahı zor ederler
İPE UN SERMEK
(İstenilen işi yapmamak için çeşitli bahaneler uydurmak, güç koşullar öne sürmek, güçlük çıkarmak anlamında bir deyim )
Nasreddin Hocanın, aldığını bir türlü geri vermeyen ya da kırık dökük, delik, kopuk, sakat olarak geri getiren bir komşusu Hocadan bir gün urgan ister Hoca da Bizim hanım biraz evvel urganın üzerine un serdi, veremeyiz Der Komşusu güler;Aman hocam, hiç urgan üstüne un durur mu, ipe un serilir mi? diye sorunca, Hoca cevabı yapıştırır Neden serilmesin Vermeye gönlüm olmayınca, ipe un da serilir elbet
AVUCUNU YALA
"Beklediğin olmadı; umduğunu bulamadın" anlamında kullanılan bir deyimdir Bu deyim, kışın karlı ve soğuk havalarda inine kapanarak, tabanlarının altını yalamak suretiyle karın doyurmaya uğraşan ayıların hareketinden alınmadır Çünkü ayılar kışın arasa da yiyecek bulamaz hareket edecek olsa da, boşuna enerji tüketmiş olur Bunu iyi bilen ayılar kış uykusuna yatar Ayağını yalamakla yetinir yazın gelmesini bekler Başka yapacak bir şeyi yoktur
ÇAM DEVİRMEK, POT KIRMAK
Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyimdir Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı"ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş
Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış
BURNUNDAN FİTİL FİTİL GETİRMEK
Nankörlük, haramzadelik ve ihanet hallerinde beddua manasıyla kullandığımız bu deyimdeki fitil (fetil) kelimesinin eskiden kullanılan 4 anlamı vardır:
1 Lamba fitili
2 Ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir
3 Yaraya konulan pamuk
4 Örgü
Bu anlamların hemen hiç biri yukarıdaki deyime tam uygun gözükmüyor En sondaki örgü anlamı biraz eski işkence tarzlarını hatırlatıyor(yer yer düğüm atılmış olan bir yumak ipliğin ucunu suçlunun burnundan ağzına sarkıtıp bir ileri bir geri sararak işkence yapıldığını Evliya Çelebi yazar ve dolayısıyla bir beddua elverişli görünüyorsa da deyimde geçen fitil kelimesi bir ağırlık ölçü birimi olarak bambaşka bir anlam taşır Dirhemin dörtte birine denk, dengin dörtte birine kırat, kıratın dörtte birine fitil denir Bu durumda fitil dirhemin kesirlerinden biri olarak muhtemelen bir damla kan ağırlığında olmalıdır ki hakkı yenilen kişinin hakkı, eylediği beddua gereği zalimin burnundan damla damla (fitil fitil) gelebilsin
Eli Kulağında
Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında “(Henüz olmadı ama) eli kulağında” deriz Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadet’te Bilal-i Habeşi’ye kadar uzanır İslamiyet yayılmaya başlayıp da müslümanların sayısı artınca, namaz için onları biraraya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için Habşistanlı eski köle Hz Bilal, bu vazifeye seçilmişti Ne var ki Medine’de nmüşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay etmeye başlamışlardı Bunun üzerine Hz Bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı biilahare müezzinler ellerini kulaklarına tıkamyı bir tür Bilal-i Habeşi sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular
Eskiden birisi yakındakine,
- Ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise,
- Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş
KISALTILMIŞTIR
ALINTIDIR
|