Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Forum İslam > İslami Genel Konular

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bakara, meali

Bakara Meali

Eski 07-12-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bakara Meali



Bakara sûresi Medine döneminde hicretten hemen sonra nâzil olmaya başlamış ve takrîben on yıla yayılan vahiy parçaları halinde devam etmiştir Sûrenin ismi, 67-71 ayetlerinde yer alan bakara kıssasından alınmıştır Bir ineği kesmek gibi cüz'î bir vak'anın ayrıntılı olarak anlatılması, hatta bu uzun sûreye adının verilmesi tuhaf gelebilir Fakat Kur'ân temel bir kanun ve prensibin tezahürünü ifade eden cüz'i olayları bazen ayrıntılı olarak anlatarak o genel prensibi zihinlere yerleştirmek ister Kur'ân-ı Kerîm, Hz Mûsâ'nın (as) risaletiyle, İsrailoğullarının seciyelerine girmiş olan sığıra tapınma fikrini kesip öldürdüğünü, bu olay ile anlatmaktadır
Kur'ân-ı Kerîm'in en uzun sûresi olup 286 âyettir Hacim itibariyle Kur'ân'ın 1/12 sini teşkil eder Kur'ân'ın, ayrıntılı bir özeti durumundadır Sûre bir mukaddime, dört ana maksat ve bir neticeden oluşur
Mukaddime: Kur'ân'ın şanını, görevini bildirir ve ondaki hidâyetin temiz kalb taşıyanlar nezdinde âşikâr olup kalbi hasta ve bozuk olanların ondan yüz çevireceklerini bildirir
Birinci maksat:Bütün insanları İslâm'a dâvet eder
İkinci maksat: Özellikle Ehl-i Kitabın yanlışlarını düzeltip Kur'ânı tasdik etmeye çağırır
Üçüncü maksat: Bu dinin ahkâmını ayrıntılı olarak bildirir
Dördüncü maksat: Bu hükümlerin yerine getirilmesini sağlayacak müeyyidelere ve teşvik edici hususlara yer verir Netice: Mezkûr maksatları içeren dâveti kabul edenleri tanıtır; onların dünya ve âhiretteki âkıbetlerini açıklar
Bismillâhirrahmânirrahîm
1 - Elif, Lâm, Mîm
Kur'ân-ı Kerîm'in 29 sûresi huruf-i mukattaa denilen bu münferit harfler ile başlar Müfessirler, bunların mânasız veya tesadüfî olmadığını vurgular, onlar hakkında öne sürülen muhtemel çeşitli izahları nakleder, bununla beraber Allah ile Resulü (as) arasındaki bu şifrelerin kesin mânalarını Allah'a havale ederler Allah Teâlâ bu tonlu seslerle sinyaller verip beşeriyetin dikkatlerini çekmekte, bir an için, her işi bırakıp gelecek muazzam gerçekleri dinlemelerini temin etmektedir Keza Kur'ân'ın da böyle harflerden ibaret olduğunu, yapabileceklerse bu harfleri kullanarak insanlara da benzerini yapma çabaları hususunda meydan okuduğunu hatırlatmaktadır
2 - İşte Kitap! Şüphe yoktur onda Rehberdir müttakîlere! [32,1-2]
el-Kitab: "Yazılı şey" demektir Böylece kitap adı verilerek zımnen Kur'ân vahiylerinin yazı ile tesbit edilmesi emredilmektedir Kur'ân o kitaptır ki kitap denilince, hatıra onun geldiği en mükemmel kitaptır ve diğer bütün kitaplar onun mânasını açıklamak görevindedirler
Takvâ: Korunma, sakınma demektir İnsanın, başta küfür ve şirk olarak kendisine zarar veren her türlü kötülükten, haram ve isyandan korunarak, ta nihayette cehennem azabından da korunmasını sağlayan değer sistemidir Muttakî ise, takvâ sıfatını taşıyan kimsedir
3 - O müttakiler ki görünmeyen âleme inanırlar Namazlarını tam dikkatle ifa ederler Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden hayır yolunda harcarlar
Gayb sözlükte: "Görünmeyen, gözden gizli kalan şey" demektir Terim olarak "Duyulardan ve insanın ilminden gizli kalan" şeye denilmiştir Bir şeyin gayb olması, insanlar yönündendir; yoksa Allah için gayb yoktur Allah Teâlâ da bize göre gaybdır, fakat O'nun hakkında "gâib" denilemez
4 - Hem sana indirilen kitabı, hem de senden önce indirilen kitapları tasdik ederler
Âhirete de kesin olarak onlar inanırlar
Burada Tevrat, İncil, Zebur gibi kitapların asıllarının Allah tarafından gönderildiğine iman etmenin, dinin temellerinden olduğu bildiriliyor
5 - İşte bunlardır Rableri tarafından doğru yola ulaştırılanlar Ve işte bunlardır felâh bulanlar
6 - İnkâra saplananları ise ister uyar ister uyarma onlar için birdir, imana gelmezler [10,96]
7 - Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir Gözlerine de bir perde inmiştir Bunların hakkı büyük bir azaptır [61,5; 6,110; 4,155]
Bu mühürleme, batılda ısrar etmelerinin sonucu olarak ilâhî bir cezadır İnkâra saplananlardan burada maksat, Ebû Cehil, Ebû Leheb gibi imana gelmeyeceklerini Allah'ın bildiği muayyen kâfirlerdir Bütün kâfirler değildir Aksi halde dini tebliğ emri, manasız olurdu
Bakara sûresinin ilk beş âyeti müminlerin, müteakip iki âyeti kâfirlerin, gelecek 8 âyetten itibaren on üç âyet ise münafıkların bariz sıfatlarını anlatmaktadır
8 - Öyle insanlar da vardır ki "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler; Oysa iman etmemişlerdir [63,1]
9 - Akılları sıra Allah'ı ve iman edenleri aldatmayı kurarlar Kendilerinden başkasını aldatamazlar da farkında değiller [58,18]
10 - Kalplerinde bir hastalık vardır Allah da onların hastalıklarını daha da ilerletti
Bu yalancılık (ve samimiyetsizlikleri) sebebiyle bunlara gayet acı bir ceza vardır [9,124-125; 47,17; 47,20]
11 - Ne zaman onlara: "Yeryüzüne fesat saçmayın!" denilse "Biz sadece barışçıyız, ortalığı düzeltmekten başka işimiz yok!" derler [8,73; 47,11; 2,205]
12 - Gözünüzü açın, bunlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin şuurları yok, farkında değiller
13 - Ne zaman onlara: "Şu güzel insanların iman ettiği gibi siz de iman edin" denilse "Yani o beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanalım?" derler Asıl beyinsizler kendileridir de farkında değiller
14 - Bunlar iman edenlerle karşılaştıkları vakit "Biz de müminiz" derler Fakat şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında da: "Emin olun, biz sizinle beraberiz, biz onlarla alay ediyoruz" derler
Şeytan: "Azgınlıkta, şer ve kötülükte kendi benzerlerini çok geçmiş kötü, inatçı" anlamında cins ismi olup cinlerden olduğu gibi insanlardan da olabilir Cin şeytanlarının ataları İblis olup, bazen özel isim olarak İblîs yerine eş-Şeytan kullanılır
15 - Allah da kendileriyle alay eder ve azgınlıklarında onlara mühlet verir; böylece onlar bir müddet başıboş dolaşırlar
Allah'ın alay etmesinden maksat, münafıkların alay etmelerinin karşılığını vermesidir Müşâkele babından olarak, benzer lafızla, tamamen farklı mâna kasdetme söz konusudur Mesela haylazlık ederken sinsice gülen çocuğunu tehdid eden annesi "Sen gül, ben de sana gülerim!" derken, onun gülmesinin tamamen farklı şekilde olması gibi
Kalbinde iman etmediği halde Müslüman görünen kimseye münafık denir Bunlara İslâm toplumunda Müslüman muamelesi yapılır Böylece:
1 İslâm'ın sabır ve müsamahası uygulanır
2 Onların nesillerinden gerçek müminlerin yetişmesine imkân hazırlanır
16 - İşte onlar hidâyeti verip, dalâlet satın aldılar Ama bu, kârlı bir ticaret olmadı Çünkü kâr yolunu tutmadılar
17 - Bunların durumu, aydınlanmak için ateş yakan bir kimsenin durumuna benzer Ateş çevresini aydınlatır aydınlatmaz Allah onların gözlerinin nurunu giderir ve karanlıklar içinde bırakır, onlar da göremez olurlar [63,3]
18 - Sağır, dilsiz ve kördürler onlar Onun için hakka dönmezler [22,46]
19 - Yahut onların durumu gökten sağanak halinde boşanan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan, parmaklarını kulaklarına tıkarlar Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır [63,4; 9,56-57; 57,13-15]
20 - Şimşek nerdeyse gözlerini köreltecek Önlerini aydınlattı mı ışığında yürürler, (şimşek sönüp) karanlık çökünce de dikilir kalırlar Allah dileseydi kulaklarını sağır, gözlerini kör ederdi Allah gerçekten her şeye kadirdir
21 - Ey insanlar! Hem sizi, hem de sizden önceki insanları yaratan Rabbinize ibadet ediniz Böyle yapmakla her türlü zarardan korunmayı ümid edebilirsiniz [32,3; 30,41; 39,28]
Âyetin son kısmındaki ümidi ifade eden kelime lealle olup Arapçada tereccî yani ümit ifade eden başlıca edatlardan biridir Allah Teâlâ'nın sözünde tereccî, ilk bakışta tereddüde yol açabilir Hâşâ, sanki O'nun neticeleri kesin olarak bilmediği zannını uyandırabilir Fakat bu sathî bir anlayıştır Doğrusu şudur: 1 Birçok durumda tereciyi muhataplar bakımından anlamak gerekir Nitekim meali buna göre vermiş bulunuyoruz 2Tereccî üslûbu, hem Allah, hem de kul yönünden matlub olan tutumdur Zira kulluk tavrı, ümit ve korku arasında olup âkıbetten emin olmamayı gerektirir Öte yandan bu üslupla, Allah, ilâhî iradeyi hiçbir şeyin sınırlandırmayacağını bildirmek ister Kul: "Ben Rabbimin şu emrini yaptım, O da benim için şunu yapar" diyemez
22 - O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı
Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı
Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın
Atmosfer tabakası, portakalın kabuğunun portakalı sarması gibi dünyayı çevrelemektedir
Bu âyette i'caz delillerinden bir cüz vardır Yer küresini çevreleyen ilk kısımda çeşitli hava tabakaları bulunur Bu tabakalar, evrenin muhtelif yerlerinden gelen zararlı ışınlardan dünyayı korur Sadece dünyadaki hayat için faydalı olanları geçirirler Binaenaleyh bunlar tavan veya gölgelik durumundadırlar İşte bulut ve yağmur da göğün bu tabakasında meydana gelir
23 - Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'ân'ın Allah'ın sözü olduğu hakkında şüpheniz varsa, haydi onun sûrelerinden birine benzer bir sûre meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, iddianızda tutarlı iseniz [10,37; 11,13; 17,88; 28,49]
Hz Peygamber (as)'ın nübüvvetinin başta gelen delili, Allah tarafından kendisine verilen Kur'ân-ı Kerîm'dir Kur'ân'ın Allah'ın sözü olması, i'caz vasfına sahip olmasıyla tezahür etmiştir İ'cazı da, itiraz eden kâfirlere tehaddi etmesi, yani benzerini yapmaları konusunda onlara meydan okuması ile ortaya çıkmıştır Bu âyet, tehaddi safhalarının sonuncusudur Şöyle ki: 1 Kur'ân ilk meydan okuduğunda, Kur'ân'a benzer bir söz istedi (Tur, 33-34) 2 Uydurma hikâyelerden de olsa on sûrenin benzerini (Hud, 13-14) 3 Hiç değilse bir sûrenin mislini getirmelerini istedi (Yunus, 38) 4 Tam misli olmasa da kısmen olsun, Kur'ân'a benzer bir söz söylemeye dâvet etti Ne nüzul asrında, ne de ondan sonra bir cevap çıkmadığından i'cazı sabit oldu
24 - Bunu yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- çırası insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının
25 - İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır Öyle cennetler ki, ne zaman meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse: "Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!" diyecekler Oysa bu, onların aynısı olmayıp, benzeri olarak kendilerine sunulacaktır Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır
Cennetlikler için, cennetlerde tertemiz, eşler vardır Bunlar sadece temiz değil, her yönden temizlenmiştirler Hem her türlü maddî pisliklerden hem de ahlâksızlık, geçimsizlik gibi manevî kirlerden Dünyada da bu mutlulukların benzeri bulunabilir Fakat başta gelen önemli fark, dünyanın geçiciliğine karşı, cennetin daimî olmasıdır Birtakım kimseler, bu gibi müjdelerde, bilhassa yemek içmekten, kadınlardan bahsedilmesine itiraz etmek istiyorlar ve: "Dine ait duygular, insanı bunlardan kesip, yalnız ruhanî lezzetler ile uğraştırmalı" diyorlar Fakat şurası gariptir ki, böyle diyenlerin hepsi, bedene ait bu iki çeşit zevk peşinde koşanlardan çıkmaktadır Halbuki bu müjdeler, görüldüğü üzere, her yönü kapsayan eksiksiz zevkleri bir araya getirmektedir Ve âhiret zevklerinde dünyadaki zevklerden hiçbirinin benzerinin eksik olmadığını ve bunun karşısında dünyaya ait şehvetlerin âdiliğini, çirkinliğini de gösteriyor
26 - Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez İman edenler onun Rab'lerinden gelen gerçek olduğunu bilirler Kâfirler ise "Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor?" derler Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz [22,73; 29,41; 14,24; 74;31; 13,19-25]
Fısk kelimesinin sözlük anlamı "çıkmak, huruc etmek" tir Nitekim delikten çıkan farelere "fâsıklar" denir Dini terim olarak fâsık "büyük günah işlemek suretiyle Allah'a itaat çizgisinden çıkan" mânasınadır ki, küçük günahlarda ısrar etmek de bu bölüme girer Şer'î bakımdan fıskın üç derecesi vardır Birincisi: Günahı çirkin saymakla beraber, ara sıra günah işlemek İkincisi: Üzerine düşerek devamlı günah işlemek Üçüncüsü: Çirkinliğini inkâr ederek yapmaktır Bu üçüncü tabaka küfür derecesidir Fâsık bu duruma gelmedikçe Ehl-i sünnet mezhebinde kendisinden mümin adı alınmaz Şu halde fâsık vasfı içinde kâfirler bulunacağı gibi, imanını kaybetmemiş olanlar da bulunabilir Mu'tezile mezhebindekiler bu kısmı ne mümin, ne kâfir saymayıp, ikisi ortası saymışlar Hâriciler ise, üçünü de kâfir saymışlardır
27 - Bu fâsıklar o kimselerdir ki, Allah'a kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler Allah'ın, kurulmasını istediği bağları koparır ve yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar İşte bunlar ziyana uğrayanların ta kendileridir [2,63]
28 - Ey kâfirler! Allah'ı nasıl inkâr edebilirsiniz ki, siz ölü iken size hayatı veren O'dur Şunu bilin ki, tayin ettiği vâde gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O'nun huzuruna götürüleceksiniz [52,35; 76,1; 40,11; 45,26] {KM, Hezekiel 37,1-14; İşaya 26,19; Daniel 12,2-3; Yuhanna 5,21; Romalılara 4,17}
29 - O'dur ki yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yarattı Sonra iradesi yukarıya yönelip orayı da yedi gök halinde sağlamca nizama koydu O her şeyi hakkıyla bilir [41,9-12] {KM, Tesniye 10,14; I Krallar 8,27}
Yeryüzünde mevcut her şeyden insanlar için bir faydalanma yönü vardır Bu faydalanma şekli bazısında müsbet, bazısında menfi bir durumdadır Hepsinin faydalı olması, her birinin, her şekilde ve herkes için faydalı olması demek olmaz Bir kısmında zararlı olma durumu da vardır
Haram kılınan şeyler ile başkalarına ait kazanılmış şahsî mallar dışında dünyadaki her şey mübahtır Buna Fıkıh ilminde ibahe-i asliyye denir ki, dayandığı başlıca naslardan biri bu âyet-i kerimedir "Canlar, ırz ve namusun dışında, varlıkta aslolan, mübah olmadır Özel bir haram delili bulunmadıkça, mübah ile amel olunur," şeklindeki fıkıh kaidesi bu âyetten alınmıştır Yalnız akıllara kalsaydı kimi hep mübah der, kimi hep haram der, kimi de şaşırır kalırdı Nitekim vahiy aydınlığından uzak yerlerde böyle olmuş ve olmaktadır Burada şuna dikkat etmek gerekir ki bu serbestlik, insanların tümüne eşit olarak yapılmış, insanlar insan için yaratılmamış ve birbirlerine mübah kılınmamıştır Bunun için insanların canları, ırzları birbirlerine mübah değildir Hatta bir insan kendi canını, ırzını bile dilediği gibi kullanmaya izinli değildir İnsanlar, kendileri için değil Allah'a kulluk için yaratılmışlardır
Yedi gök: Müfessirlerin çoğuna göre dünyanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddî âlemin hepsi bir gök olup, yedi semanın birincisidir Ve bunun ötesinde bundan başka altı sema daha vardır "Biz yere yakın semayı yıldızlarla süsledik" [37,6] âyeti de bu mânada açıktır
30 - Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği vakit onlar: "Â! Oradaki nizamı bozacak ve yeryüzünü kana bulayacak bir mahlûk mu yaratacaksın? Oysa biz sana devamlı hamd, ibadet yapıp, Sen'i tenzih etmekteyiz!" dediler Allah: "Ben, sizin bilmediğiniz pek çok şey bilirim" buyurdu {KM, Tekvin 1,26}
Tesbih: Allah Teâlâ'yı tenzih etmek, yani Zatını i'tikad, söz ve amel bakımından şanına lâyık olmayan her türlü kusurdan yüce tutmaktır
Hilâfet, "vekâlet" yani başkasına vekil olmak mânasına gelir Bu vekâlet, ya aslın kaybolmasından veya bir ihtiyaçtan veya aczden, yahut da sırf, asilin, vekiline bir şeref bahşetmek lütfunda bulunmasından ileri gelir Ve işte Cenab-ı Allah'ın yeryüzünde velilerini halife seçmesi, bu son nevidendir
31 - Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti Müteakiben önce onları meleklere göstererek: "İddianızda tutarlı iseniz haydi Bana şunları isimleriyle bir bildirin bakalım!" dedi {KM, Tekvin 2,20}
32 - "Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki?Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin" dediler
33 - Allah: "Âdem! Eşyanın isimlerini onlara sen bildir" dedi O da isimleriyle onları bildirince Allah buyurdu: "Ben size demedim mi ki, göklerin ve yerin sırlarını Ben bilirim!" Ve Ben sizin gizli açık yapmakta olduğunuz her şeyi de bilirim!" [20,7; 27,25]
34 - O vakit meleklere: "Âdem'e secde edin!" dedik İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu [7,11; 15,29; 20,116; 38,72]
35 - Ve dedik ki: "Âdem! Eşinle birlikte cennete yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz" [7,19-20; 20,120] {KM, Tekvin 3,6; 3,22; 2, 15-17}
"Bu cennet, dünyada bir bahçedir Zira Hz Âdem (as) dünyada yaratılmıştır" diyen müfessirler vardır Fakat ekseri müfessirlere göre maksat ebedî cennettir
36 - Derken Şeytan onların ayaklarını kaydırarak içinde bulundukları nimet yurdundan çıkardı Biz de: "Haydi, dedik, birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin! Siz orada belirli bir süre ikamet edip yararlanacaksınız"
37 - Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti Rabbine yalvardı Allah da tövbesini kabul etti Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur [9,104; 25,71; 4,17-18] Tevrat Hz Adem'in tövbe etmesinden bahsetmez
Allah insanın dünyadaki çilesini geçici kılmıştır Halife olmak üzere yaratılan Âdem'in fıtratından ilim gücü yok edilmemiştir Vuku bulan zelle henüz tabiat (huy) haline gelmemiştir Onun için bu musîbetten hemen sonra, bu yaratılışıyla Rabbine döndü ve O'nun kendisine bazı kelimeler telkin ettiğini sezdi, o kelimeleri alıp onlarla amel etti Bu kelimeler 7,23'de bildirilmiştir
38-39 - Dedik ki: "İnin oradan hepiniz! Artık ne zaman Ben'den size doğru yolu gösteren rehber gelir de kim ona uyarsa, onlara hiç bir korku olmayacak, hiç üzülmeyecekler de İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlar ise cehennemliktirler, hem de orada ebedî kalacaklardır" [20,123; 7,24-35]
40 - Ey İsrail'in evlatları! Hatırlayın ve düşünün size ihsan ettiğim nimetimi!
Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki Ben de size karşı ahdimi yerine getireyim ve yalnız Ben'den korkun! [44,30-34; 5,20] {KM, Tekvin 15,18; 17,2-14}
İsrail, Yâkub (as)'ın lakabı olup İbranîce'de "Allah'ın kulu" "Allah'ın seçkini" mânasına geldiği bildirilir Bu hitap tarzında, Yahudileri iman etmeye bir teşvik vardır Yani: "Ey Allah'ın seçkin bir kuluna evlatlıkla bağlanmış olan Tevrat Ehli! Bu vasfınıza ve o aslınıza lâyık bir tutum izleyin!"
Allah Teâlâ Hz Âdem ve evladından, Kendisi tarafından gelecek olan talimata uymalarını istemiştir Bunu bir ahid tarzında bildirmiştir (2,38) İsrail evlatlarının Tevrat'ı kabul etmeleri ile de, bu ahid Tevrat'la pekiştirilmiş, geleceği bildirilen peygamberlere ve son peygamber HzMuhammed (as)'a iman ederek bu ahdi yerine getirmeleri emredilmiştir
41 - Sizin yanınızda bulunan Tevrat'ı tasdik etmek üzere indirdiğim Kur'ân'a iman edin, onu inkâr edenlerin başını siz çekmeyin Âyetlerimi az bir fiyatla, yani dünya menfaati karşılığında satmayın Asıl Bana karşı gelmekten sakının [2,899197101; 3,81; 4,47; 5,48; 6,92; 35,31; 46,1230]
Maksat: Tevrat'ın asli şeklidir
42 - Batılı hakka karıştırmayın, bile bile gerçeği gizlemeyin!
43 - Hem namazı tam kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber siz de namaz kılın
44 - Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?
Halbuki siz Tevratı okuyup duruyorsunuz
Artık aklınızı başınıza almayacak mısınız? [11,88]
45 - Sabır göstererek, namazı vesile ederek Allah'tan yardım dileyin! Gerçi bu çok zor bir iştir, fakat içi saygı ile ürperenlere değil [29, 45]
Bütün bu emirler ve yasaklar İsrailoğullarına hitab etmekle beraber, hükmü onlara mahsus değildir "Bunlar İslâm şeriatında da vardır Siz de bunlara İman ve itaat ediniz!" demektir Zira Tefsir usulündeki bir kurala göre "Sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine mani değildir"
46 - İçi saygı dolu olan bu müminler, Rab'lerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini iyi bilirler
47 - Ey İsrail'in evlatları! Size ihsan ettiğim nimetimi ve vaktiyle sizin atalarınızı diğer insanlara üstün kıldığımı hatırlayın!
Kendi zamanlarında yaşayan insanlara üstün kılınmışlardı
48 - Öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse başkasının yerine birşey ödeyemez, kimseden şefaat kabul edilmez, hiç kimseden fidye alınmaz, hem onlara yardım da edilmez [31,33; 26,100-101; 37,25]
Mu'tezile bu âyetten, büyük günah işleyenlere şefaatin fayda vermeyeceği sonucunu çıkarmıştır Ehl-i sünnete göre âyet, kâfirler hakkındadır ve hitap, küfürde ısrar edenlere mahsustur Zira İsrailoğulları, kendilerinin babaları ve dedeleri olan peygamberlerin, her hâl ve durumda, kendilerine şefaat edeceklerini iddia ediyorlardı Bu âyet, bunu reddediyor Yoksa şefaatin muteber olduğuna dair âyetler mevcuttur İleride ele alınacaktır Ayrıca kesin hadisler de vardır Kabul edilmeyecek şefaat, herkesin kendiliğinden ve Allah'ın iznine bağlanmadan, yapılacağı düşünülen şefaatlerdir Şu halde kendiliklerinden şefaat edebilirler zannıyla nebîlere ve velîlere tapılmamalı, ancak Allah'a ibadet etmelidir ki O, istediğine, istediği zaman şefaat ettirir
49 - Hem sizi en feci işkencelere uğrattıkları zaman Firavun'un adamlarından kurtardığımızı da hatırlayın! Onlar sizin dünyaya gelen erkek çocuklarınızı kesiyor, kız çocuklarınızı ise kötülük için hayatta bırakıyorlardı İşte bunda size Rabbiniz tarafından çetin bir imtihan vardı {KM, Çıkış 1,15-16}
Firavun, Mısırda Amalika hükümdarlarının lakabıdır Çoğulu Feraine'dir Nasıl ki Türk krallarına hakan, Rum krallarının bazısına kayser, bazısına herakl (Herakliyus), Habeş krallarına necaşi, Yemen meliklerine tübba', İran hükümdarlarına kisrâ deniliyordu
50 - Yine hatırlayın ki, sizin geçmeniz için denizi yarmış, sizi kurtarıp, siz bakıp dururken gözlerinizin önünde Firavun hanedanını boğmuştuk {KM, Çıkış 14,16; 21-30; Mezmurlar 78,13; 106,9-11}
Bu âyet-i kerime, hürriyetin, başta gelen nimetlerden olduğunu hatırlatıyor İnsanın başka birinin eli altında ve istediği tarzda çalıştırabileceği bir halde bulunması, üstelik bir de ağır, zor, pis işlerde kullanılması, azap şekillerinin en şiddetlilerinden olduğunda şüphe yoktur Hatta buna mâruz kalanlar ekseriya ölümü temenni ederler İşte Cenab-ı Allah'ın burada açıkladığı birinci nimet, bu kötü azaptan kurtulma nimetidir
51 - Ve bir vakit Mûsâ'ya kırk gecelik bir süre ayırmıştık Ama siz Mûsâ'nın ayrılmasından az sonra, buzağıyı ilâh edinip zalim olmuştunuz [7,142; 2,5492; 4,153; 7,148; 20,85-97] {KM, Çıkış 14,18; Tesniye 9,916}
Zulüm, bir şeyi layık olduğu yere koymamaktır İbadeti, layık olan Allah'a yapmayıp mahluka yapmak zulüm ve haksızlıktır
52 - Bundan sonra şükredesiniz diye Biz sizi affettik
53 - Mûsâ'ya Kitap ve Furkan'ı verdik, ta ki doğru yolda yürüyebilesiniz [28, 52-53; 21,48; 3,4; 25,1; 8,29]
Furkan: Tevrat'ın bir sıfatı veya Tevrat'taki şer'i hükümler veya Tevrat'tan ayrı olarak yed-i beyza ve asâ gibi mûcizeler yahut bir zafer ve ferah olabilir
54 - Mûsâ kavmine dedi ki: "Ey kavmim! Sizler buzağıya tutulmakla kendinize çok yazık ettiniz! Derhal Yaradanınıza tevbe edin! Allah yolunda kendinizi öldürün! Böyle yapmanız sizi Yaratan nezdinde daha hayırlıdır" Böylece Allah da sizin tövbelerinizi kabul etsin Çünkü o tövbeleri çok kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur (4,66) {KM, Çıkış 32,27-28, 4,66}
Âyetteki "nefislerinizi öldürün" mefhum olarak üç mânaya gelebilir 1- Hakikî mânası ki herkesin kendi kendini öldürmesi, yani intihar etmesidir Lakin böyle olsaydı muhatap olacak kavim kalmaz veya ancak âsiler kalırdı Şu halde kasdedilen mâna bu değildir 2- Esasen kardeş olan bir kavmin fertlerine, haydi bakalım şimdi birbirinizi öldürünüz"! demektir Tefsirciler çoğunlukla bu mânayı gözetmişlerdir Tur'a giden Hz Mûsâ (as)'ın arkasından Samirî, altından buzağı heykeli yapmış, önce bağırtmış ve Apis öküzüne tapan Mısırlılar ve diğer puta tapıcılar gibi İsrailoğullarının bir kısmını, "İşte Mûsâ bunu aramaya gitti" diyerek ona taptırmış, çok yakın bir zamanda bizzat şahid oldukları nimetlere karşı nankörlük edip bir bozgun ve karışıklık çıkarmış, kavmin diğer bir kısmı Hz Harun (as) ile beraber bu gidişi önleyememişlerdi Hz Mûsâ'nın dönüşüne kadar bu şirk iyice yayılmıştı O dönünce Furkan'ın hükmüyle, hem buzağıya tapanlara, hem de onları önlemeyip bekleyenlere hemen tövbe etmelerini ve tevbe edenlerin, etmeyenleri derhal öldürmelerini emretmiştir Bu iç savaş Allah'ın izniyle zaferle sonuçlanmıştı ki ,burada o nimet hatırlatılıyor 3- Sırf mecazî mânası ile "nefsani isteklerinizi öldürünüz" Bu gerçek tefsir olmayıp işarî bir mânadır "Yani günahlarınıza pişman olarak gam ve kederden canınızı çıkarın yahut şehvetlerden menetmekle riyazet ediniz!"
55 - Bir zaman da: "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız!" dediniz Bunun üzerine derhal sizi yıldırım çarptı, siz de bakakaldınız
56 - Siz bir müddet ölü vaziyette kaldıktan sonra, şükredesiniz diye sizi dirilttik
Bunu yapanlar, elbette İsrailoğullarının hepsi değildi Bu ısrar üzerine mikatta yıldırıma yakalananlar, seçilen yetmiş kişi idi
57 - Üzerinize bulutları gölge yaptık
Size kısmet ettiğimiz helâl hoş rızıklardan yiyesiniz diye kudret helvası ve bıldırcın indirdik
Fakat nankörlük etmekle onlar Biz'e değil, kendilerine yazık ediyorlardı [7,160; 20,80] {KM, Çıkış 13,21; 16,13-15}
58 - Bir zaman da şöyle dedik: "Şu şehre girin ve orada istediğiniz yerden bol bol yiyin!
Şehrin kapısından secde ederek, saygılı bir tavırla girin ve "Affet bizi ya Rebbenâ (hıtta)" deyin ki suçlarınızı affedelim; iyilik yapanların mükâfatlarını daha da artıracağız [4,154; 7,161]
Maksat: Beyt-i Makdis veya Eriha şehridir
Hz Peygamber (asm) bu ayetle ilgili şu açıklamayı yapmıştır: "Onlar secde etme yerine kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler "Hıtta" demek yerine ise "habbe fi sa're" dediler" [Buhari ve Müslim Bakara sûresinin tefsirinde]
59 - Ne var ki o zalimler kendilerine söylenen sözü değiştirip başka şekle koydular
Biz de o zalimlere, itaat dışına çıktıkları için, gökten acı bir azap indirdik
60 - Bir zaman da Mûsa, kavmi için su arayıp Allah'a yalvarmıştı
Biz de: "Asanı taşa vur!" demiştik
Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti
"Allah'ın rızkından yiyin için, fakat sakın yeryüzünde fesat çıkararak taşkınlık yapmayın!" demiştik [7,160; 20,20; 26,45] {KM, Çıkış 17,6; 15,27}
61 - Bir vakitşöyle dediniz: "Mûsa! Biz bir çeşit yemeğe imkânı yok katlanamayız
O halde bizim için Rabbine yalvar da yerin bitirdiği sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın"
Mûsa da: "Ne o! dedi Siz, daha üstün olanı vererek daha düşük olanı mı almak istiyorsunuz?
Pekâla, şehre inin, işte istediklerinizi orada bulursunuz"
Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası basıldı ve neticede Allah'tan bir gazaba uğradılar Evet öyle oldu! Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı
Öyle oldu; çünkü onlar isyan ediyor ve haddi aşıyorlardı
Mısr: hem özel isim olarak bu isimle bilinen bir ülke, hem de cins ismi olarak "şehir" anlamına gelebilir Fakat İsrailoğulları, Mısır'dan çıkışlarından sonra, oraya tekrar dönmediklerinden, tefsircilerimiz bunun cins isim olarak, Kudüs diyarındaki kasabalardan herhangi birinin olabileceğini söylemişlerdir M Hamidullah âyetin tefsirinde şöyle der: "Yahudiler, Kudüs diyarını çevreleyen şehirlere hücum etmekten korkuyorlardı Hz Mûsa, onlara: "Canınız o sebzeleri istiyorsa onlar o şehirde Sıkı ise gidin oradan temin edin!" demek istemişti
62 - İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiîler Her kim Allah'a ve âhiret gününe (gerçekten) iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rab'leri yanında mükafatları vardır Onlar için herhangi bir korku olmadığı gibi kendilerini üzecek bir şeyle de karşılaşmazlar [7,158; 11,17; 10,62; 41,30; 569, 22,17] {KM, Matta 2,23; Resullerin işleri 2,22}
Âyetin ilk kelimesindeki "İman edenler"den maksat, birçok müfessire göre, dış görünüşte iman ettiklerini söyleyen münafıklardır Zira daha sonraki kısımda gerçek iman edenlerin bulunması, bu tefsire bir karine teşkil etmektedir Âyetteki "Her kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve amel-i sâlih işlerse" cümlesiyle beyan buyurulan gerçek iman edenlerin, Hz Muhammed (as)'ın peygamber olarak gönderilmesinden sonrakiler diye tefsir edilmesi lâzım geldiğinde hiç şüphe yoktur Hz Muhammed'in nübüvvetinden önce Allah'a ve âhirete iman eden ve iyi amel işleyenler bile, Tevrat ve İncîl hükmünce geleceğin büyük Peygamberine iman ile yükümlü idiler Böyle iken Hz Muhammed'in peygamberliğinden sonra onu inkâr edenler arasında gerçek iman ehli bulunduğu varsayımına imkân kalır mı?
Âyette zahirî îman sahipleri, Yahudi, Sabiî ve Hıristiyanlarla bir tutulmuş ve hepsinin kurtuluşu, Kur'ân'da bildirilen rükünleriyle kâmil iman ve amel-i salih şartına bağlı kılınmıştır Bu da, dince makbul sayılan güzel davranışlardandır Böylece İslâm dininin dâvet ve hidâyetinde, bütün insanlara açık evrensel bir din olduğu âşikâr olmaktadır Demek doğumla ilgili olan, ırk gibi bir din anlayışı değil, tahkikî bir iman esastır
Yahûd: Arapçada bu kelime "tövbe etmek" veya "Yahudi olmak" anlamına gelir Yahut cins ismi olup kavmin veya boyun adıdır Tekili ise Yahûdi olup o kavme mensup olan kişiye denilir
Nasârâ: Tekili nasrânî olup, Hıristiyanlar mânasına gelir Hz Îsâ (as)'ın yaşadığı Nâsıra şehrine mensubiyeti belirtir
Sabiîn: Dilde "Sabie" "bir dinden çıkıp başka dine girmek" demektir Bazı Tefsirler İslâm, Yahudi ve Hıristiyanların dışında kalan diğer dinlerin mensupları diye açıklarlar Ayrıca meleklere veya yıldızlara tapan insanlar olduğu söylenmiştir Âlemin tek Yaratıcısına inanmakla birlikte, dünyanın ve insanların yönetiminin gök cisimlerine bırakıldığını ileri sürerler Hz İbrâhim (as), bunları irşad için gönderilmişti Günümüzde yıldız falına inanma ve yıldızların gücüne sığınma bunlardan kalmadır
63 - Ey İsrail'in evlatları! Bir vakit de Tevrat'ı uygulayacağınıza dair sizden söz almış, sonra bu ahdi bozduğunuz için Dağı üzerinize kaldırarak demiştik ki: "Size verdiğimiz Kitaba kuvvetle sarılın ve muhtevasını iyi inceleyip ders alın ki ,kötü akıbetten korunasınız!" [7,171; 23,20; 95,2] {KM, Çıkış 34,27}
Dağı: Yani "Sina dağını" (Tur-i Sinâ)
64 - Bundan sonra yine yüz çevirdiniz! Eğer üzerinizde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz
65 - İçinizden cumartesi günü haddi aşanları elbette bilirsiniz Biz böyle yapanlara "Aşağılık maymun olun!" dedik [7,163-166; 5,60]
66 - Bunu, hem bu hâdiseye şahit olanlara, hem de sonradan gelecek olan nesillere bir ibret ve Allah'a karşı gelmekten korunacaklara da bir öğüt kıldık
67 - Bir vakit de Mûsâ kavmine: "Allah, bir sığır kesmenizi emrediyor" demiş, onlar da: "Ay! Sen bizimle alay mı ediyorsun?" diye cevap vermişlerdi Mûsâ da "Öyle cahillere katılmaktan Allah'a sığınırım!" demişti {KM, Sayılar 19,1-3; Tesniye 21,1-38}
Sûrenin adı, bu âyette başlayan bakara kıssasından alınmıştır Bakara, "bakar"ın müennesi veya tekilidir Bakar, manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir Buna göre bakara: erkek veya dişi sığır, yani bir inek veya bir öküz, bir düve veya bir tosun veyahut bir manda olabilir
68 - Bunun üzerine Mûsâ'ya: "Peki öyleyse Rabbine yalvar da onun ne olduğunu bize açıklasın!" dediler Mûsâ: "Rabbim şöyle buyuruyor: O sığır ne pek geçkin, ne de körpe olmayıp orta yaşta dinç bir inek olacaktır" Haydi size emredilen işi yapın bakalım" dedi
69 - Bu sefer: "Rabbine yalvar da onun rengini bize bildirsin" dediler O da: Allah "O, bakanların içini açan parlak sarı bir inek olacaktır, buyuruyor dedi
70 - Onlar yine dediler ki: "Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun nasıl olacağını bize iyice bildirsin
Zira: "Nasıl bir sığır istendiği konusunda tereddütte kaldık Ama inşaallah matlup olanı bulabiliriz"
71 - Mûsâ: "Rabbim şöyle diyor: O inek, ne toprağı sürmek için çifte koşulmuş, ne de ekin sulamada çalıştırılmış olmayan, salma ve her kusurdan uzak, hiç alacası bulunmayan bir inek olacaktır"
Onlar: "İşte şimdi gerçeği tam anlayacağımız tarzda bildirdin!" diyerek nihayet sığırı kestiler ki nerdeyse bunu yapmayacaklardı
Tevrat bu olaya değinir (KM, sayılar 19,1-3) Fakat, Yahudilerin gereksiz sorularla işi uzatıp bu görevi savsaklamaya çalıştıklarına yer vermez Fakat bir çok bölümde, onların isyan ve inatlarını bildirir (Çıkış 32,9; 33,3; Tesniye 9,6-8; 23-24)
72 - Hani siz bir adam öldürmüştünüz de peşinden katilin kim olduğu hakkında birbirinizle atışmış, suçu üzerinizden atmıştınız
Halbuki Allah sizin gizlediğinizi meydana çıkaracaktı{KM, Tesniye, 21,1-9}
73 - Bunun üzerine: "Kestiğiniz ineğin bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun" dedik (Vurulunca da o diriliverdi)
İşte Allah bunu nasıl dirilttiyse ölüleri de öyle diriltir
Aklınızı iyice kullanasınız diye mucizelerini size gösterir [2,259-260]
Allah Teâlâ inek kesme emri ile onların içlerine yerleşmiş sığıra tapma geleneğini kesmek istiyordu Taptıkları nesnenin âcizliğini gösteriyordu Ayrıca onun parçalarından biri ile ölüye vurulmasını emredip bir ölüyü dirilterek mûcize göstermek istiyordu Bunun topluca görülmesi için, böyle bir merasim düzenlendiği anlaşılıyor Buna benzer bir kıssa Tevrat'da yer alır (Tesniye, 21,1-9)
74 - Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı, artık onlar taş gibi, hatta ondan da katı!
Çünkü öyle taş var ki içinden ırmaklar fışkırır
Öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar
Ve öylesi var ki, Allah'a olan tazimi sebebiyle yukarıdan düşüp parçalanır
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir
75 - Nasıl olur onların size güvenmelerini bekleyebilirsiniz ki? çünkü onlardan bir zümre vardı ki Allah'ın kelamını işitip akılları aldıktan sonra, bile bile onu değiştirirlerdi [3,78; 4,46; 5,13] {KM, Yeremya, 8,8; 7,22-24}
76 - Onlar iman edenlerle karşılaştıklarında "Biz de iman ettik" derler
Kendi aralarında kaldıklarında ise: "Ne yapıyorsunuz? derler, Rabbinizin huzurunda aleyhinize hüccet edinsinler diye mi tutup Allah'ın size açtığı gerçeği onlara söylüyorsunuz?
Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?"
77 - Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir, açıkladıklarını da?
78 - Onların bir kısmı da ümmîdir Kitap nedir bilmezler
Bütün bildikleri, kendilerine anlatılan birtakım kuruntu ve uydurmalardır
Onlar sadece bir zan içindedirler
79 - Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: "Bu Allah tarafındandır" diyenlerin vay haline!
Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara!
Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!
80 - Bir de derler ki: "Cehennem ateşi, sayılı birkaç gün dışında bize asla dokunmayacak"
De ki: "Buna dair Allah'tan garanti mi aldınız? Aldıysanız ne âla, Allah vâdinden asla caymaz"
Yoksa kesin bilmediğiniz şeyi mi Allah adına söylüyorsunuz?
81 - Hayır, durum hiç de öyle değil!
Günah işleyip de günahın kendisini her taraftan kuşattığı kapladığı kimseler var ya, işte onlar cehennemliktir
Hem de orada ebedî kalacaklardır
82 - İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise,
İşte onlar da cennetliktir
Hem de orada ebedî kalacaklardır [4,124]
83 - Bir vakit İsrailoğullarından söz alıp: "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin!
Anneye babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara güzel muamele edin,
İnsanlara tatlı söz söyleyin, namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin!" demiştik
Sonra pek azınız hariç, sözünüzden döndünüz Hâlâ da yüz çevirmektesiniz [17,23-26; 31,13-15]
84 - Hani sizden, "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi ülkenizden çıkarmayın!" diye söz almıştık, siz de bunu kabul etmiştiniz
Buna siz de şahitlik edersiniz
85 - Ama işte siz birbirinizi öldürüyor, bir kısmınızı yurdunuzdan çıkarıyor, onlara karşı günahta ve zulümde birbirinizi destekliyorsunuz
Bununla beraber, onlar esir olarak gelirlerse fidyelerini verip onları kurtarıyorsunuz
Halbuki aslında onların çıkarılması size haram kılınmıştı
Ne o, Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını red mi ediyorsunuz?
İçinizden böyle yapanların elde edeceği netice, dünya hayatında rüsvaylıktan başka bir şey değildir
Kıyamet günü ise en şiddetli azaba itilirler
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir
Hicretten önce Medine'deki Yahudi kabilelerinden Benî Kurayza Evs, Benî Nadîr ise Hazrec ile anlaşma yapmışlardı Bunlar, birbiri ile savaşınca Yahudi müttefikleri de savaşa katılıyor, Böylece Yahudiler de birbiri ile savaşıyorlardı Fakat esir düşenler arasında Yahudi varsa fidye alarak serbest bırakıyorlardı Fidye almaları ayıplanınca "Cevaz var" demeleri üzerine, onlar "savaşma" yasağını ne yapacaksınız?" diye sıkıştırılıp çelişkileri sergileniyor
86 - İşte onlar âhiretlerini verip, karşılığında dünya hayatını satın almışlardır
Onun için, bunların cezası asla hafifletilmez, kendilerine yardım da edilmez
Dünya, ednâ ism-i tafdilinin müennesi olup "en yakın" veya "pek alçak" mânasına bir sıfattır Kur'ân'da geçen el-hayatu'd-dünya aslında "dünya hayatı" değil, dünya hayat, yani aşağılık ve alçak hayat anlamındadır Veyahut bugün fiilen içinde bulunulmak itibariyle "en yakın bulunan hayat" demek olur
87 - Biz Mûsâ'ya kitap verdik Ondan sonra peş peşe peygamberler gönderdik Meryem'in oğlu Îsâ'ya da mûcizeler, açık deliller verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs (Cebrâil) ile destekledik
Demek size her ne zaman bir peygamber gelip de nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirirse kafa tutacak, onların kimine yalancı deyip kimini öldüreceksiniz ha! [5,44; 2,117; 3,4759; 19,35]
Hz Meryem, Kur'ân'da adı geçen tek hanımdır
Ruh'ul-Kudüs hakkında: 2,253; 5,115; 16, 102 {KM, Mezmurlar 51,13; İşaya 63,10-11}
Îsâ: Süryanîce İşû'dur Nitekim bazı Hıristiyanlar Yesû, Frenkler Jesus derler Bunun ism-i mensubu (sıfatı) olan Jezvit (Jesuite) İsevî, diğer bir tabirle Yesûî demek ise de, Katolik papazların özel olarak kurdukları cemiyete has bir isim olmuştur
Meryem: Süryanî dilinde "hizmetkâr" demektir Ruhu'l-kudüs: Kelime olarak, fevkalâde temizlik, nezahet yahut bereket ruhu veya mukaddes ruh mânasına gelir Ekseri müfessirlerce Cebrâil (as) olarak tefsir edilmektedir
88 - "Kalplerimiz perdelidir" dediler Öyle değil! Kâfirlikleri sebebiyle Allah onlara lânet etti
Onun için pek az iman ederler [41,5; 4,155] {KM, Tekvin 17,7; Levililer 12,4; Tesniye, 30,6; Yeremya 9,26}
Âyette geçen gulf, ağlef'in çoğuludur Gulfe veya gılaf'dan "kabuklu" yani "sünnetsiz" ya da "kılıflı" demektir ki, burada kelime "kaşarlanmış" mealindedir O Yahudiler böyle diyerek Hz Muhammed (as)'ın dâvetine karşı kalplerinin kapalı olduğunu ve bunları dinlemeye, anlamaya yanaşmak niyetinde olmadıklarını, alay ve küçümseme ile söylemek ve akıllarınca iftihar etmek istediler
"Sünnetsiz kalb" tabirinin "nankör, inkârcı kalb, Allah'a verdiği ahdi bozan kalb" mânasına Tevrat'ta da kullanıldığını görmekteyiz Bazı Beni İsrail peygamberleri Yahudileri "sünnetsiz kalb" taşıdıklarından ötürü acı bir şekilde kınamışlardır (Tesniye 30,6; Yeremya 9,26)
89 - Onlara, Allah tarafından, ellerindeki Tevrat'ı tasdik eden bir kitap gönderildiği zaman
Daha önce kâfirlere karşı zafer kazanmak için "ahir zaman Peygamberi hakkı için" diye dua ettikleri halde
Evet o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, onu inkâr ettiler
Bu sebeple sebeple, Allah'ın lâneti de kâfirlerin boynuna olsun!
Kur'an'ın Tevrat'ı tasdiki: 1- Allah'a, peygamberlere, meleklere, ahirete, kadere iman gibi Tevrat'ta yer alan din esaslarını vurgulaması 2- Hz Muhammed (asm)'ın gelmesiyle Tevrat'ta son peygamberin geleceğine dair yer alan haberlerin gerçekliğini fiilen ispatlaması tarzında olur
Yahudilerin kendi kitaplarındaki bilgilere dayanarak, yakında gelecek bir Peygamber bekledikleri Medine'de meşhur idi Şu söz devamlı ağızlarında idi: "Şu putperestler biraz daha hükmetsinler bakalım! Peygamber geldiğinde onların hesabını göreceğiz" Fakat o gelince, sırf ırkçılık sebebiyle ona düşman oldular
90 - Bunların, kendilerini uğruna sattıkları şey ne kadar da fena!
Allah'ın kullarından dilediği birine kendi lütfundan vahiy indirmesini kıskanarak,
Allah ne indirdiyse hepsini inkâr ettiler de gazap üstüne gazaba uğradılar!
Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap da vardır
91 - Onlara: "Allah'ın indirdiği bu Kur'ân'a da iman edin!" denildiği vakit:
"Biz sadece bize indirilene inanırız!" derler
Kur'ân, ellerindeki Tevrat'ı tasdik eden hak kitap olmasına rağmen,
kendi kitaplarından başkasını inkâr ederler Onlara de ki: "Size gönderilen Tevrat'a inanma iddianızda samimi iseniz,
peki ne diye daha önce, Allahın nebîlerini öldürüyordunuz? [61,6]
92 - Mûsâ size en açık delil ve mûcizelerle geldi de, sonra kalkıp, onun yokluğunda buzağıyı tanrı edindiniz
Siz öyle zalimlersiniz işte!"
93 - "Size verdiğimiz kitaba kuvvetle sarılın ve onu dinleyin" diye Tur'u (Dağı) tepenize kaldırıp sizden (atalarınızdan) kesin söz aldık
Onlar: "Dinledik ve fakat isyan ettik" dediler
Çünkü kâfirlikleri sebebiyle buzağıya tapma sevgisi iliklerine işlemişti
De ki: "Eğer mümin iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!"
94 - De ki: Eğer Allah katında âhiret yurdu (cennet) bütün insanlar içinde yalnız size ait ise ve bu iddianızda samimi iseniz haydi ölümü istesenize! [62,6-8; 19,75; 3,61]
95 - Fakat elleriyle yaptıkları işler ortada iken, ölümü asla istemezler
Allah o zalimleri pek iyi bilir
96 - İnsanlar içinde dünya hayatına en hırslı olanların onlar olduğunu görürsün
Hatta bu hırsta müşriklerden bile daha ileridirler
Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister Fakat uzun ömür onu cezadan uzaklaştıracak değildir
Allah, onların bütün yaptıklarını görür
"Âhiret sırf bizimdir" demek, öldükten sonra herkes ya mahvolup yok olacak, sadece biz kalacağız; ya da herkes cehenneme gidecek, yalnızca biz cennete gideceğiz ve orada biz mutlu olacağız" demek olur Ölümden sonra böyle ebedi bir mutluluğun yalnız kendilerine ait olduğuna cidden inanmış olanların, zahmetler, elemler ve kederlerle dolu olan şu üç - beş günlük dünya hayatına sımsıkı sarılmalarının hiçbir anlamı yoktur Bu düşüncede olanların bir an önce ölümü temenni etmeleri gerekirken, onlar asla istemezler Zira âhiret için hazırladıkları şeyler; zulümler, cürümler, cinayetlerdir Yani bunlar zaten sabıkalı kimselerdir O kirli ellerin neler yaptığını, âhirete ne yüzle varacaklarını vicdanları duyar da dünya cennetinden vazgeçmezler, ölümü isteyemezler Allah o zalimleri bilmez mi sanıyorlar ki, âhiret yurdu bizimdir, diyorlar Oysa Allah bütün zalimleri bilir
Bu ruh hali, kaçınılmaz olarak iki sebebin birinden ayrı değildir Ya bunlar: "Âhiret sırf bizimdir" derken, bunun yalan olduğunu bilerek söylüyorlar Böylece âhirete asla inanmıyorlar demektir Ya da bunların maksadı gerçek âhiret olmayıp bekledikleri dünyevî bir gelecektir Gerçekten Yahudiler son devirlerde âhiret kavramını tahrif ve tevil ederek şu ideale sahip olmuşlardır: Kendilerine vaad edildiğini ileri sürdükleri kutsal topraklarda devlet kurduktan sonra, bütün dünyayı istila edecekler, dünyanın tek devleti olacaklardır
97 - De ki: "Kim Cebrâil'e düşman ise iyi bilsin ki, bu Kur'ân'ı daha önceki kitapları tasdik etmek, inananlar için bir rehber ve müjde olmak üzere, Allah'ın izniyle senin kalbine o indirmiştir [4,150-151; 19,64; 66,4] {KM, Daniel 8,16-26; 9,21-27; Luka, 1,26-37}
98 - Kim Allah'a, meleklerine, resullerine, Cebrâile, Mikâil'e düşman ise, iyi bilsin ki, Allah da kâfirlerin düşmanıdır
Peygamber Efendimiz (as) Medine'ye hicret buyurduklarında Fedek Yahudilerinin bilginlerinden Abdullah ibn Sûriya, münazara için bir grupla geldi Sorduğu dört müşkil soruya doğru cevaplar aldıktan sonra; vahiy getiren meleği sorup "Cebrâil" cevabını alınca "O bizim düşmanımızdır, o savaş ve şiddet getirir, bizim elçi meleğimiz Mikâil'dir ki; o, müjde, bereket, ucuzluk getirir Eğer sana o gelseydi iman ederdik" Bu uzun kıssa üzerine bu âyet nazil olmuştur Hz Ömer'le ilgili başka bir nüzul sebebi daha rivayet edilir
99 - Biz sana apaçık âyetler indirdik
Onları yoldan çıkan sapıklardan başkası inkâr etmez
100 - O fâsıklar hem bunları reddedecek, hem de ne zaman bir anlaşma yapsalar, içlerinden bir güruh onu bozup atıverecek öyle mi?
(Hatta sadece az bir güruh da değil), onların ekserisi ahit tanımaz imansızlardır
101 - Onlara, Allah katından, ellerinde ki Tevrat'ı tasdik eden bir Peygamber gelince, O Ehl-i kitaptan bir kısmı, güya gerçeği hiç bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın kitabını arkalarına atarak ondan yüz çevirdiler de [7,157; 2,89-91]
102 - Tuttular, Süleyman'ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurdukları sözlere tâbi oldular
Halbuki Süleyman küfre gitmemişti Fakat asıl o şeytanlar küfre gittiler
Halka sihiri ve Babil'de Hârut ve Mârut adlı iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı
Oysa o ikisi: "Biz sırf imtihan için gönderildik, sakın kâfir olma!" demedikçe hiç kimseye sihir öğretmezlerdi
İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı
Fakat Allah'ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi
Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı
Büyüye müşteri olan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını pek iyi biliyorlardı
Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı! [17,10]
Yahudiler dünya ülkelerine dağılıp parçalanınca (özellikle Babil esareti sırasında) büyü kabilinden şeyleri öğrendiler Bu sihiri de HzSüleyman (as)'a bağladılar Allah'ın kitabından uzaklaştılar Kur'ân Hz Süleyman (as)'ın, sadece büyüden değil, Tevrat'taki diğer bazı isnatlardan da beri olduğunu bildirir Büyüden başlıca maksatları, karı kocayı ayırmaktı Bu da onların ahlâkça ne derece düştüklerini gösterir
103 - Şayet onlar iman edip (sihir gibi) haramlardan sakınmış olsalardı, Allah katından kendilerine verilecek mükâfatlar elbette haklarında daha hayırlı olurdu
Keşke bunu bilselerdi!
104 - Ey iman edenler! (Siz, onların böylesi kötü etkilerine karşı uyanık olun, mesela) "Râina" demeyin, "Unzurna" deyin ve dinleyip itaat edin
Kâfirler için acı veren bir azap vardır [4,46]
Bu âyetten itibaren, müminler Yahudilerin kurdukları tuzaklara karşı uyarılıyorlar Onlar Hz Peygamber'e görünüşte saygı gösterseler de, daima onun bir açığını yakalamak için pusuda bekliyorlardı Kaypak, müphem kelimeler kullanıyorlardı Mesela: Müslümanlar, Efendimize: "Bizi gözet, himmet et" anlamında râina derlerdi Buna benzer raina kelimesi İbranîce'de hakaret ifade eder Bunu fırsat bilerek, ağızlarını eğip bükerek, bu kelime ile Hz Peygamber'e hitap ederlerdi Âyet, onların maskelerini indiriyor
105 - Gerek Ehl-i kitaptan gerek müşriklerden olsun, kâfirler,
Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler
Fakat Allah rahmetini dilediğine seçip ihsan eder
Allah büyük lütuf sahibidir
106 - Biz, daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir âyetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz
Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? [16, 101; 22,52]
Hem nesheden, hem de neshedilen âyetler, Kur'ân metni olma bakımından eşit değerdedirler Daha hayırlı olma, o hükmü uygulayanların elde edecekleri sevap yönündendir
Nesh: Dilde nakil veya izale anlamındadır Istılahta: "Şariin, şer'î bir hükmü, daha sonraki şer'î bir delille kaldırması"dır Allah Teâlâ insanlığı Cahiliye anarşisinden İslâm'a çıkarırken köprü konumundaki sahâbe neslini eğitmede neshi bir metod olarak kullanmıştır Geçiş döneminin, muayyen bir vakit için yapılmış bazı istisnalar ihtiva etmesi kaçınılmazdır Esasen nesh, bir yönü ile, vahyin bölüm bölüm indirilmesinin bir tezahürüdür Biz insanlara göre değiştirme görünen durum, Allah Teâlâ bakımından nihaî hükmü beyan etmedir Ancak bize, ilk hükmün sona ereceği vakit bildirilmediğinden, sınırlı ilmimiz, bu işi yürürlükten kaldırma sanmaktadır Allah, mahlûkatı yaratmadan önce nâsihi de mensûhu da bilir Fakat yüce hikmetiyle, mensûh olan ilk hükmün, muayyen bir vakitte sona erecek bir hikmet ve maslahat (işlev) ile sınırlı olduğunu da bilmektedir Neshe bir misal verelim: Miras paylarındaki nihaî hüküm (4,11-12) gelmeden önce, anne ve baba gibi yakınlara vasiyetle mal bırakma farz kılınmıştı (2,180) Neshin çok az örneği vardır İtikadî bir konu değil, ilmî bir değerlendirmedir
107 - Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır
Sizin O'ndan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur
108 - Yoksa siz daha önce Mûsâ'dan istendiği gibi Resulünüzden de olur olmaz şeyler istemek, onu sorguya çekmek mi istiyorsunuz?
Kim imana bedel inkârı alırsa, artık doğru yoldan sapmış olur [4,153]
109 - Sırf nefislerinden ileri gelen bir kıskançlık sebebiyle, Ehl-i kitaptan birçok kimse, gerçek kendilerine ayan beyan belli olduktan sonra, sizi imanınızdan uzaklaştırıp kâfir haline çevirmek isterler
Yine de Allah bu husustaki emrini bildirinceye kadar affedin ve hoşgörün
Şüphesiz Allah her şeye kadirdir [3,186]
110 - Namazı hakkıyla eda edin, zekâtı verin
Dünyada hayır olarak ne yapıp gönderirseniz, mutlaka onun mükâfatını âhirette Allah katında bulursunuz
Zira Allah işlediğiniz her şeyi görmektedir
111 - Bir de: "Yahudi veya Hıristiyan olanlardan başkası cennete asla giremez!" dediler Bu onların kendi kuruntuları Sen de ki: "İddianızda tutarlı iseniz haydi delilinizi ortaya koyun!" [5,18]
112 - Hayır, iş öyle değil! Kim halis olarak kendisini Allah'a teslim edip güzel davranışlarda bulunursa Rabbinin nezdinde onun mükâfatı olacaktır Onlar ne korkacak ve ne de üzüntü duyacaklardır [3,20; 4,142]
Cibril hadisi diye meşhur olan ve Cebrâil (as)'ın İslâm'ı mükemmel bir özetlemesini ihtiva eden hadîs-i şerîfe göre İhsan: "Senin Allah'ı görüyormuşçasına O'na ibadet etmendir Çünkü sen O'nu göremiyorsan da O seni görüyor" Burada bu anlamda veya geniş mânası ile ihsan (iyilik yapmak, iyi davranışlarda bulunmak) kasdedilebilir
113 - Yahudiler: "Hıristiyanlar hakikî bir din üzere değil"
Hıristiyanlar ise: "Yahudiler hakikî bir din üzere değil" dediler
Halbuki her iki topluluk da kitabı (Tevrat ve İncîl'i) okumaktalar
Dini bilmeyenler de onlarınkine benzer sözler söylediler
Allah, kıyamet günü anlaşamadıkları hususlarda hükmünü verecektir [22,17; 34,26; 2,62]
Okudukları kitaba uysalardı böyle bir iddiada bulunmazlardı
Bilmeyenlerden maksat: Arap müşrikleri, putperestler, dinsizler olup bunlar da, Yahudiliğe, Hıristiyanlığa, semâvî dinlere karşı "hiçbir hakikate istinad etmez, aslı yoktur" dediler
114 - Allah'ın mescitlerinde Allah'ın adının anılmasını engelleyip oraların ıssız ve harap hale gelmesine çalışanlardan daha zalim kim olabilir?
Bunlar oralara ancak korka korka girebilirler
Onlar için dünyada zillet, âhirette ise müthiş bir azap vardır [9,17-18-28]
115 - Doğu da Batı da Allah'ındır
Hangi tarafa dönerseniz, orada Allah'a itaat ve ibadet ciheti vardır
Muhakkak ki Allah'ın lütfu ve rahmeti geniştir, ilmi her şeyi kuşatır
116 - Bir de: "Allah evlat edindi" dediler
Hâşa! O böyle şeylerden münezzehtir
Bilakis göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nun mahlûkudur
Hepsi O'nun emrine boyun eğmektedir [19,88; 112,1-4; 13,15] {KM, Tekvin 6,24; Eyup 1,6; Mezmurlar 2,7 Luka 3,38; Matta 26,63; 5, 44-45; Luka 6,35}
117 - O, gökleri ve yeri yoktan var edendir
Bir şeyi yaratmak isteyince sadece "ol!" der, oluverir [36,82; 16,40; 54,50]
118 - Gerçeği bilmeyenler dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir mûcize gelmeli değil miydi?"
Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi
Kalpleri nasıl da birbirine benziyor!
Gerçekleri iyice bilmek isteyenler için delilleri apaçık gösterdik [74;52; 6,124; 51,52-53]
119 - Biz seni sırf Kur'ân'la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik
Yoksa sen cehennemliklerden ötürü sorguya çekilecek değilsin [3,20; 88,22; 50,45]
Onun hak peygamber olduğunun en bariz delili, kendi şahsîyetidir Mekkeliler, hayatı boyunca, onun ahlâkını biliyorlardı İnsanlara bile hiç yalan söylemeyen bu faziletli ve dine bağlı insanın, uydurduğu birtakım sözleri Allah'a mal etmesi aklın alacağı bir şey değildir
120 - Ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar, sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar
Sen de ki: "Allah'ın hidâyet yolu olan İslâm, doğru yolun ta kendisidir
Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan,
Allah'a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın
121 - Kendilerine verdiğimiz kitabı, lâyık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onu tasdik edenler onlardır
Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir [5,66-68; 17,107-108; 28,52-54]
Abdullah İbn Selâm (ra) gibi, hem Tevrat'ı hem de Kur'ân'ı ve son Peygamberi tasdik eden zevat buna dahildir Cafer İbn Ebi Talib (ra) beraberinde Habeşistandan, bir gemi ile gelip Ashab-ı sefîne denilen (32'si Habeşistan'lı, 8'i Şam rahiplerinden olan) kırk kişi de bu cümledendir
122 - Ey İsrail'in evlatları! Size ihsan ettiğim nimetimi
Ve sizi vaktiyle diğer insanlara üstün kıldığımı hatırlayın
123 - Öyle bir günden sakının ki,
O gün hiçbir kimse bir başkasının yerine ödeme yapamaz,
Hiçbir kimseden fidye kabul edilmez
Ve kendisine şefaat fayda etmez
Onlara yardım da edilmez
124 - Şunu da hatırda tutun ki: Bir vakit Rabbi İbrâhim'i birtakım emirlerle sınamıştı
O da onları hakkıyla yerine getirdiğinden Rabbi kendisine: "Seni insanlara önder (İmam) yapacağım" dedi
İbrâhim: "Ya Rabbî, neslimden de önderler çıkar!" deyince, Allah: "Zalimler ahdime (nübüvvete) nail olamazlar" buyurdu [6,161; 16,120-123; 3,67-68; 37,113; 14,40; 22,78] {KM, Tekvin 12,1; 17,11; 22,1-10; Matta 3,9; Luka 1,73}
125 - Biz Beytullâh'ı insanlara sevap kazanmaları için toplantı ve güven yeri kıldık
Siz de Makam-ı İbrâhim'i namazgâh edininiz! İbrâhim ile İsmâil'e de: "Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu Evimi tertemiz bulundurun!" diye emretmiştik [14,35-41; 9,109; 22,26-29; 2,187, 3,97] {KM, Tekvin 17,223}
İtikâf: Cemaatle namaz kılınan bir mescitte, ibadet niyeti ile belirli bir zaman kalmak demektir
126 - Ve o vakit İbrâhim: "Ya Rabbî, burayı güvenli bir şehir yap
Buranın halkından Allah'a ve âhiret gününe iman edenleri çeşit çeşit mahsullerle rızıklandır!" dedi
Bunun üzerine buyurdu ki: "Onlardan inkâr edeni dahi rızıklandırıp az bir zaman hayattan nasip aldırır, sonra da onları cehennem azabına sürerim
Orası varılacak yer olarak ne fena bir yerdir!" [14,35; 27,91; 28,57; 29,67; 95,3]
127 - İbrâhim ile İsmâil beytullah'ın temellerini yükseltirken şöyle dua ediyorlardı
"Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Yaptığımız bu işi kabul buyur bizden!
Hakkıyla işiten ve bilen ancak Sen'sin"
128 - Ey bizim Kerîm Rabbimiz! Bizi, yalnız Sana boyun eğen müslüman kıl
Soyumuzdan da yalnız Sana teslimiyet gösteren bir Müslüman ümmet yetiştir
Ve bizlere ibadetimizin yollarını göster, tövbelerimizi kabul buyur
Muhakkak ki tövbeleri en güzel şekilde kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin!" [14, 40; 25,74]
129 - "Ey bizim Hakîm Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki;
Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin
Ve onları tertemiz kılsın
Muhakkak ki azîz Sen'sin, hakîm Sen'sin! (Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin!)"
Hz İbrâhim (as)'a bu duayı yaptıran Cenab-ı Allah, Hz Muhammed (as)'ı yaratıp Peygamber yapmakla onu kabul etmiştir Vermek isteyince, istemeyi ilham etmiştir
130 - Kendini bilmeyen ahmaktan başka kim İbrâhim'in dininden yüz çevirir ki?
Biz onu dünyada nübüvvetle müşerref kılıp seçtik O âhirette de sâlihlerden olacaktır
131 - Rabbi ona: "Kendini canı gönülden Hakka teslim et!" deyince o derhal: "Âlemlerin Rabbine teslim oldum" demişti [6,79; 16,120-122; 11,7]
132 - Bu dini İbrâhim kendi evlatlarına vasiyet ettiği gibi Yâkub da böyle yaptı ve: "Evlatlarım! dedi, Allah sizin için bu dini seçti
Sakın Müslümanlıktan başka bir din üzere ölmeyin" [21,72; 3,33-34]
İsrailoğulları Hz Yâkub (as)'ın neslinden geldiklerinden, özellikle onun adı zikrediliyor Tevrat'ta Hz Yâkub'un vefatı anlatılırken onun bu son isteği yer almaz Fakat Talmud ayrıntılı bir şekilde anlatır (Mevdudî, Tefhim)
133 - Ne o, yoksa siz ölüm Yâkub'a gelip çattığında, o evlatlarına: "Benim ölümümden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde siz orada mı bulunuyordunuz?
Onlar cevaben şöyle demişlerdi: "Senin İlahına, senin ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak'ın İlahı olan Tek İlaha kulluk ederiz
Ve biz ancak O'na teslim olan müslümanlarız" {KM, Tekvin 49,1; 48,15}
134 - İşte onlar bir ümmetti, geldi geçti
Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir
Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz
135 - Bir de: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız" dediler
De ki: "Biz bütün batıl dinlerden uzaklaşmış olarak İbrâhim'in dinine tâbi oluruz
O hiçbir zaman müşriklerden olmadı"
136 - Deyiniz ki: "Biz Allah'a, bize indirilen Kur'ân'a,
Keza İbrâhim'e, İsmâil'e, İshak'a, Yâkub'a ve onun torunlarına indirilene
Ve yine Mûsâ'ya, Îsâ'ya,
Hülasa bütün peygamberlere Rab'leri tarafından verilen kitaplara iman ettik
Onlar arasında asla bir ayrım yapmayız
Biz yalnız O'na teslim olan Müslümanlarız" [4,150; 2,285] {KM, Tekvin 56 ve 59 bölümler; Yuşa 3,12}
137 - Eğer onlar da sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, doğru yolu bulmuş olurlar
Yok yüz çevirirlerse, mutlaka size karşı bir ayrılık ve düşmanlık içindedirler
Bu takdirde ise onların hakkından gelmek için Allah sana yeter O hakkıyla işitir ve bilir
138 - Siz Allah'ın verdiği rengi alınız
Allah'ın boyasından daha güzel boya vuran kim olabilir?
"Biz ancak O'na ibadet ederiz" deyiniz
Hrıstiyanlar çocuklarını sarımtırak renkteki vaftiz suyuna daldırmakla onların gerçek anlamda dine girdiklerine inanırlar Dini boyaya benzetmek gerekirse: "Biz, Allah'ın doğuştan her insana verdiği temiz fıtrat olan "Allah'ın boyasıyla boyandık" demenin uygun olduğu bildiriliyor
139 - Ve de ki: "Allah hem bizim Rabbimiz, hem de sizin Rabbiniz olduğu halde,
Siz bizimle Allah hakkında mı münakaşa ediyorsunuz?
Bizim yaptıklarımızın karşılığı bize, sizin yaptıklarınızınki ise size ait
Biz tam bir samimiyetle yalnız O'na bağlıyız" [10,41; 3,20; 3,67-68]
140 - Yoksa Siz İbrâhim, İsmâil, İshak ve Yâkub'un ve onun evlatlarının Yahudi veya Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?
De ki: Siz mi daha iyi bileceksiniz yoksa Allah mı?
Allah'ın, kitabı vasıtasıyla kendisine ulaştırdığı hakikati gizleyenden daha zalim kim olabilir?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir [3,67]
Yahudilik özel âyinleri ve düzenlemeleri ile MÖ dördüncü asırda şekillenmiştir Hıristiyanlık Hz Îsâ'nın dünyadan ayrılıp göğe yükseltilmesinden çok sonra şekillenmiştir Dolayısıyla bu tarihlerden önce yaşamış olan peygamberlerin, tarihî olarak bu dinlere mensup olmaları mümkün değildir Hal böyle olunca Kur'ân, Allah nezdinde makbul olmak için, Allah'ın bütün peygamberleri tarafından bildirilen ve bütün çağlarda yaşayan iyi insanların uyduğu evrensel yolu kabul etmelerinin gerekli olduğunu vurguluyor
141 - İşte onlar bir ümmetti geldi geçti
Onların kazandığı kendilerine, sizin kazandığınız da sizedir!
Siz onların işlediklerinden sorguya çekilmezsiniz
142 - Akılsız insanlar: Bu Müslümanları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?" diyecekler
De ki: "Doğu da Batı da Allah'ındır O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir {KM, Tekvin 2,8; Çıkış 26,22; Hezekiel 47,1 Luka 1,78}
Buharî'nin Berâ (ra)'dan naklettiği bir hadiste o şöyle demiştir: "HzPeygamber (sas) Medine'ye ilk teşrifinde, Ensar'dan olan dayılarının yurduna misafir oldu ve on altı, on yedi ay Kudüs'te bulunan Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kıldı Halbuki kıblesinin, Mekke'deki Beytü'l-Haram'a doğru olmasını arzu ederdi Kâbe'ye yönelerek ilk kıldığı namaz, ikindi namazı olmuştu Bir cemaat da onunla birlikte kıldılar Ondan sonra, birlikte namaz kılanlardan biri çıktı Mescidin birinde bulunan bir cemaate, onlar namazda iken uğradı Onlar "Resulullah (sas) ile Mekke'ye doğru namaz kıldığıma Allah için şâhitlik ederim" deyince, onlar namazlarını bozmadan Kâbe'ye döndüler" Bu mescid, Beni Hârise mescidi olup, Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli) mescit olarak günümüzde de Medine-i Münevvere'de bulunmaktadır
Âyetin son kısmı, kıble yönünün, Allah'ın sadece o tarafta olduğu mânasına gelmediğini kesin bir tarzda belirtmektedir
143 - Ve işte böylece Biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk'ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun
Senin arzulayıp da şu anda yöneldiğin Kâbeyi kıble yapmamızın sebebi, sırf Peygamberin izinden gidenlerle ondan ayrılıp gerisin geriye dönecekleri meydana çıkarmaktır
Gerçi bu oldukça ağır bir iştir Ancak Allah'ın doğru yola erdirdiği kimseler için mesele teşkil etmez
Allah imanınızı zayi edecek değildir
Çünkü Allah insanlara karşı pek şefkatlidir, çok merhametlidir [17,82; 41,44; 4,115]
Müslümanlar, Allah'ın hidâyetine tâbi olarak örnek ümmet haline geldiler Kıblenin değiştirilmesi, önderliğin İsrailoğullarından alınıp İslâm'a verilmesini simgeliyordu Allah Teâlâ âhirette peygamberlerin hakkı tebliğ ettiklerini belgelemelerini isteyeceği gibi, ümmetten de peygamberlerinden aldıklarını değiştirmeden tebliğ edip etmediklerinin hesabını soracaktır
Bir hadiste Hz Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: "Siz Allah'ın yeryüzündeki şahitlerisiniz, neye şahitlik ederseniz gerekli olur" Müminler, Allah'ı görüyorcasına yaşama, hâl ve davranışları ile insanlara Allah'ı tanıtma görevindedirler Öyle ki, onları gören, Allah'ı hatırlamalıdır
"Ümmetim dalalet üzerinde ittifak etmez" hadisi icmâ delilinin esas kaynağıdır
144 - Elbette ilâhî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp durduğunu görüyoruz
Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz!
Haydi yüzünü Mescid-i Harâm'a doğru çevir!
Siz de ey müminler, nerede olursanız olunuz yüzünüzü oraya doğru çevirin!
Kendilerine kitap verilmiş olanlar, kıbleyi çevirmenin gerçekten Rab'leri tarafından olduğunu bilirler
Allah onların yaptıklarından habersiz değildir
{KM, Yuhanna 4,21}
145 - Kendilerine kitap verilmiş olanlara her türlü delili de getirsen onlar senin kıblene yönelmezler
Sen de onların kıblesine dönecek değilsin
Zaten onların da bazısı bazısının kıblesine yönelmez ki!
Faraza, sana gelen bunca ilimden sonra onların keyiflerine uyacak olursan,
Bilmiş ol ki, o takdirde sen de zalimlerden olursun! [10,96-97]
146 - Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu (Muhammed'i) tıpkı evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar
Böyle iken, onlardan bir kısmı, bile bile gerçeği gizler
147 - Hak ve gerçek olan, Rabbinden gelendir, bunda hiç tereddüdün olmasın
Resûlullaha hitaben "Hiç tereddüdün olmasın" hitabı tehyic kabilindendir Yoksa, bundan, onun tereddüt ettiği mânasının çıkarılması doğru değildir İnsanın bir arkadaşına te'kid gayesiyle, o hiç endişe ve merak etmese de:" Hiç endişen olmasın, hiç merak etme, ben hallederim, o iş tamamdır!" kabîlinden söz söylemesi, belagat bakımından yerinde bir iştir
148 - Herkesin yöneldiği bir yön vardır,
Haydin öyleyse hep hayırlara koşun, yarışın!
Nerede olursanız olunuz, Allah hepinizi bir araya getirir
Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir
Bu âyet-i kerîme Kur'ân'ın Müslümanların şahsîyetlerini nasıl geliştirdiğini, esasta birleşme ve fazilette yarışma kaydı ile, her bir ferdin değişik bir görüş ortaya koyabileceğini, bunun müminlerin birliğini ve uyumunu bozma yerine daha da güçlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir Vallahu A'lem
149 - Her nereden yola çıkarsan çık,
(namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına döndür!
Şüphesiz ki böyle yapmak, Rabbin tarafından gelen gerçektir
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir
150 - Her nereden yola çıkarsan çık, sen yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir!
Ve siz de ey müminler! Her nerede olursanız yüzünüzü oraya doğru çevirin ki
Halk aleyhinizde kullanacak bir delil bulamasın
Yalnız onlardan haksızlık edenler başka!
Siz de onlardan değil, Ben'den çekinin ve o tarafa yönelin ki
size olan nimetlerimi tamamlayayım
ve böylece siz de doğru yolu tutmuş olasınız
151 - Nitekim, size âyetlerimizi okuması,
Sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti
ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik [3,164; 14,28-29; 62,2]
152 - Öyleyse siz Ben'i zikredin ki Ben de sizi anayım
Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin
153 - Ey iman edenler! Sabır göstererek ve namazı vesile kılarak Allah'tan yardım dileyin
Muhakkak ki Allah sabredenlerle bereberdir
"Namaz müminin miracıdır" Rûhun huzuru, bedenin temizliği ve intizama girmesi, ruhî ve bedenî her vazifenin, dünya ve âhiretle ilgili her türlü mükemmelliği, gerek ferdî gerek toplumsal özellikleri ihtiva eden namaz ile sağlanır Hz Peygamberin tavsifi ile "Dinin direği" olan namaz, imanı besler, kulu Rabbine bağlar Sonsuz elemleri ve emelleri olan âciz insanı, her şeye kadir olan Rabbinin dergâhına ulaştırır
154 - Allah yolunda öldürülenler hakkında "ölü" demeyin
Bilakis, onlar diridirler, fakat siz bunun farkında değilsiniz
155 - Biz mutlaka sizi biraz korku ile, biraz açlık ile, yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz
Sen sabredenleri müjdele!
156 - Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musîbet geldiğinde,
"Biz Allah'a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O'na döneceğiz" derler
Böyle demeye, bu âyetten alınan bir kelime ile istirca' denir Bu âyet, İslâm ümmetine Allah'ın büyük lütuflarındandır Özellikle musîbet ve sıkıntı hallerinde "Biz Allah'a âidiz" diyerek mümin malını, canını, her şeyini Allah'a teslim etmekte, bütün kâinatın O'nun yaratıkları olduklarını, O'nun kendi mülkünde dilediği işi yapmasının yerinde olduğunu hatırlar Kendisini o muazzam kuvvet kaynağına bağlayarak, kazandığı güçle musibetlerin üstesinden gelir
157 - İşte Rab'leri tarafından bol mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır
Doğru yolu bulanlar da ancak onlardır
158 - Safa ile Merve Allah'ın belirlediği nişanelerdendir
Kim hac veya umre niyetiyle Kâbe'yi ziyaret ederse oraları tavaf etmesinde bir beis yoktur
Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür
Zira Allah şükrün karşılığını verir O, az amele çok mükâfat veren ve her şeyi bilendir [4,40]
Müşrikler de Safa ile Merve arasında sa'y ederlerdi Müşriklerin bunu yapmaları, bu iki tepeyi Allah'ın şeâiri olmaktan çıkarmaz
159 - İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya,
işte onlara Allah lânet ettiği gibi,
Lânet edebilecek herkes de lânet eder
160 - Ancak onlardan tövbe edip hallerini düzelten ve gerçekleri açıklayanlara gelince: Ben onların tövbelerini kabul ederim
Zira tövbeleri kabul eden, çok merhametli olan Ben'im
161 - İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya,
İşte Allah'ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir
162 - Onlar bu lânet içinde ebedî olarak kalırlar
Onların azapları hafifletilmeyeceği gibi,
Kendilerine yeni bir mühlet de verilmez
163 - Hepinizin İlâhı tek İlahtır
O'ndan başka tanrı yoktur O,rahmandır, rahîmdir {KM, Tesniye 4,35; İşaya 43,10-11}
164 - Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda,
Ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda,
Elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır
Müşrikler Hz Mûsa ve Hz Îsâ (as)'a verilen mûcizeleri öğrenip o kabilden olarak Safa tepesinin altın olmasını mûcize olarak istediler Allah Teâla: "İstersen yaparım, fakat iman etmezlerse, hiç görülmedik şekilde azap gönderirim" deyince Efendimiz: "O halde benimle halkımı baş başa bırak, onları yavaş yavaş dine dâvet edeyim" demesi üzerine bu âyet indirildi Demek ki bu âyette bildirilen gerçekler Safa tepesinin altın olması gibi harikalardan daha önemlidir Bu, Kur'ân'ın din konusunda insan fikrini ne güzel eğittiğini göstermeye kâfidir
165 - Öyle insanlar vardır ki, Allah'tan başkasını Allah'a denk tutar, tıpkı Allah'ı severcesine onları severler
Müminlerin Allah'a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir
Böyle yaparak kendilerine zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacakları gibi, bütün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabının pek şiddetli olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi! [89,25,26; 6,165]
Bu âyet, ulûhiyyetin en önemli hususiyetlerinden birinin muhabbet yani sevilmek olduğunu gösterir Bundan dolayıdır ki Kur'ân ıstılahında insan, daha çok "kul" vasfıyla anılır Kulluk, kendisine kul olunan varlığa karşı beslenen sevginin en ileri derecesini ifade eder Bu âyet gösteriyor ki, Allah'tan başka herhangi bir şeyi veya kimseyi Allah'ı severcesine seven kimse, Allah'tan başka nid (yani O'na denk tutmuş), sayılmaktadır Bu, sevgide ortak yapmaktır, yoksa yaratma ve Rab olma vasfında denk saymak değildir el-Vedûd Allah'ın güzel isimlerinden olup "Yaratıklarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen" demektir
166 - İşte önderler kendilerini izleyenlerden uzak durdular,
Azabı gördüler ve aralarındaki her türlü bağ kesildi
167 - Bunun üzerine tâbi olanlar şöyle dediler:
"Ah ne olurdu, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi,
Biz de onları bir reddetseydik!
İşte Allah Teâlâ onlara, bütün yaptıklarını, en şiddetli pişmanlıklar halinde gösterecektir
Onların o ateşten çıkacakları da yoktur [25,23; 14,18; 24,39; 23,99; 26,102; 32,12; 39, 58; 42,44]
168 - Ey insanlar! Yeryüzünde olan bütün nimetlerimden helâl hoş olmak şartı ile yiyiniz;
Fakat şeytanın peşinden gitmeyiniz
Çünkü o sizin besbelli düşmanınızdır
169 - O sizi hep çirkin işler ve hayasızlık yapmaya
Bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri iddia etmeye teşvik eder
170 - Onlara: "Gelin Allah'ın indirdiği buyruklara tâbi olun!" denildiğinde:
"Hayır, biz babalarımızı hangi inanç üzerinde bulduysak ona uyarız" derler
Babaları bir şeye akıl erdirememiş ve doğruyu bulamamış olsalar da mı onlara uyacaklar?
171 - İnkârcıları hakka çağıranın durumu, tıpkı bağırıp çağırmadan başka bir şeyden anlamayan hayvanlara haykıran çobanın durumuna benzer
Onlar sağır, dilsiz ve kördürler Bundan ötürü akıllarını kullanıp gerçeği anlayamazlar
172 - Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helâlinden yiyiniz!
Eğer yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, O'na şükrediniz
Peşin hükümle kendilerini gerçeğe kapatanlarla insanlara mahsus iletişim kurmak mümkün değildir Onlara delil getirmenin faydası olamaz, zira bu hususta hayvandan farkları yoktur
173 - O size leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kıldı
Kim çaresiz kalırsa bunlardan yemesinde günah yoktur Allah gafurdur, rahimdir (günahları çok affeder, merhamet ve ihsanı boldur) [5,3; 6,145; 16, 115] {KM, Resullerin işleri 15,19-20}
Çaresiz kalan, zaruret miktarını geçmemek ve başkasının hakkını gasp etmemek şartıyla yiyebilir
174 - Allah'ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar var ya,
işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz
Onlara son derece acı bir azap vardır
Bazı hahamlar, Peygamberimizin Tevrat'ta bildirilen vasıflarını gizleyip maddî bir karşılık almışlardı Ayet buna işaret etmektedir
175 - İşte onlar hidâyeti bırakıp dalaleti, mağfireti verip azabı satın almışlardır
Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı imişler!
176 - Böyle olacaktır: Çünkü Allah kitabı gerçek bir gaye ile hak olarak indirmiştir
Ve kitap hakkında ihtilâfa dalanlar, haktan pek uzağa düşmüşlerdir
Bi'l-hakki: Hakkıyla, hak ile, hak olarak demektir Burada 'bâ' edatı konusunda: mülâbese, musahebe veya sebebiyye olmak üzere birkaç ihtimal vardır Mülabese olursa: hakka mülabis, yani "haklı olarak", "hak olarak iniş" veya "kitabın tam hakkı verilerek" demek olur Sebebiye olursa: "bu hak sebebiyle, hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile" demek olur ki, yerine göre bu mânalardan biri tercih olunur
177 - İyilik (ve hayır), yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir
Asıl iyilik; Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden,
Sevdiği malını Allah'ı hoşnud etmek için
Yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren,
Namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren,
Sözleştiği zaman sözlerinde duran,
Hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde,
Savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır
İşte onlardır imanlarında samimi olanlar
ve işte onlardır Allah'ı sayıp günahlardan korunan takvâlılar! [2,285; 4,136; 22,37; 76,8-9; 3,92; 41,7; 13,20]
Bu bir tek âyet İslâm'ın başlıca inanç (akaid), ibadet ve ahlâk esaslarını toplamaktadır Buna işaret olarak Hz Peygamber (asm): "Kim bu âyete göre hareket ederse imanını kemale erdirmiş olur" buyurmuştur
178 - Ey iman edenler! Öldürülen kimselerin hakkını almak için size kısas farz kılındı
Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile kısas olunur
Ama kim, maktûlün velisi tarafından affedilirse kısas düşer
Bundan sonra, diyeti ona güzel bir şekilde ve tam olarak ödemek gerekir
Bu esneklik Rabbiniz tarafından bir kolaylık ve lütuftur
Artık kim bundan sonra karşıdakinin hakkına tecavüz ederse,
Ona son derece acı bir azap vardır {KM, Levililer 24,19-21; I Samuel 15,33; Matta 5,38-39}
179 - Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır
Böylece korunmayı umabilirsiniz
Kısas hayat hakkının ve canı korumanın gereğidir Gerçi kısasın kendisi, cezayı haketmiş bir hayatı yok etmedir, ama aynı zamanda haksız yere hayatı yok etmeye karşı, hayatın en büyük müeyyidesidir Kısas gibi caydırıcı bir hüküm, toplum ve kişi hayatının garantisidir Böylece dünya hayatınızı olduğu gibi âhiret hayatınızı da korursunuz
180 - Sizden öleceğini hisseden herhangi biriniz, geriye mal bırakacaksa;
Annesi, babası ve akrabaları için, münasip bir tarzda vasiyet etmesi size farz kılındı
Bu, haksızlık yapmaktan korunan takvâlılar üzerine borçtur [2,240; 4,7-13176]
Bu farz, 4,11-12'de miras paylarını kesin olarak bildiren hükümle neshedilmiştir
181 - Kim bu vasiyeti işittikten sonra değiştirirse, artık vebali değiştirenlerin boynunadır
Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir
182 - Vasiyet edenin hataya düşüp haksızlığa kaymasından
veya günaha girmesinden endişe edip ilgililerin arasını bulan kimse, hiçbir vebale girmez Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur
183 - Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı
Böylece umulur ki fenalıklardan korunursunuz
Orucun sayısız hikmetleri vardır: Mümin topluluk, yanı başındaki nimetlere el uzatmak için, nimet sahibinin iznini bekler Böylece oruç Allah'ın, kâinatın Rabbi olduğu gerçeğinin daha geniş çapta anlaşılmasını sağlar İnsanın rûhunu kötü etkilerden, hırslardan korur Bedenine iyi bir perhiz olarak zararlı maddeleri atmasına vesile olur İnsanlara açların ve fakirlerin sıkıntılarını tattırarak toplumdaki dengesizlikleri gidermeye katkıda bulunur, Haramlardan uzaklaşmaya vesile olarak, kişinin ebedî hayatını korur Hülasa bütün bu gayeleri Kur'ân, korunma (ittika) kelimesiyle özetlemiş olmaktadır
184 - Oruç sayılı günlerdedir
Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar
Oruç tutamayanlara fidye gerekir
Fidye bir fakiri doyuracak miktardır
Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır
Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır
185 - O sayılı günler, ramazan ayıdır
O ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren
Ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur'ân o ayda indirildi
Artık sizden kim ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruca başlasın
Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar
Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez
Oruç günlerini tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah'ı tazim etmenizi ister
Şükredesiniz diye bu kolaylığı gösterir [2,200; 62,11] {KM, Tesniye 9,918; I Krallar 19, 8Matta 4,2}
186 - Kullarım Ben'i senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım Bana dua edenin duasına icabet ederim
Öyleyse onlar da dâvetime icabet ve Bana hakkıyla inanıp tasdik etsinler ki doğru yolda yürüyerek selâmete ersinler
187 - (Ey kocalar), oruç tuttuğunuz günlerin gecelerinde, eşlerinize yaklaşmak size helâl kılındı
Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz
Allah nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp, size bu lütufta bulundu
Artık bundan böyle onlara yaklaşıp Allah'ın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun!
Şafak vaktine, günün ağarması gecenin karanlığından fark edilinceye kadar yiyin için
Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın!
Mescidlerde itikâfta bulunduğunuz sırada eşlerinize yaklaşmayın!
Bunlar Allah'ın yasak sınırlarıdır, sakın o hudutlara yaklaşmayın!
İşte böylece Allah insanlara, zararlardan sakınıp korunmaları için âyetlerini iyice açıklar
Oruç ilk farz edildiğinde, yatsı namazından itibaren ertesi günün orucu başlardı Bazı Müslümanlar dayanamayıp eşlerine yaklaştılar Allah Teâlâ bu ayeti indirerek orucun başlangıcının fecir vakti olduğunu bildirdi
188 - Bir de, birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin
Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere koşmayın
189 - Sana hilâlleri sorarlar De ki: Onlar insanlar için; özellikle hac için vakit ölçüleridir
Evlere arka taraftan girmeniz fazilet değildir
Asıl fazilet, haramlardan sakınan insanın gösterdiği fazilettir
Öyleyse evlere kapılardan girin
Allah'a karşı gelmekten sakının ki umduğunuza kavuşasınız [6,96; 10,5; 17,12]
Hilal ve ayın safhalarını soranlara verilen cevapta, insanların genelinin anlayabilmeleri için hilal'in işlevine dikkat çekiliyor Ayrıca hac dönüşündeki yanlış bir Cahiliye uygulaması değiştiriliyor
190 - Sizinle savaşanlara karşı, siz de Allah yolunda savaşın
Fakat haksız yere saldırmayın
Muhakkak ki Allah haddi aşanları sevmez [9,36]
191 - Onları nerede yakalarsanız öldürün
Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın
Fitne (dinden döndürmek için işkence yapmak), adam öldürmekten beterdir
Yalnız, onlar, Mescid-i Haram'ın yanında sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın,
Fakat onlar size savaş açarlarsa siz de onlarla savaşın
İşte kâfirlerin cezası böyledir [48,24]
Fitne: Dilde, yabancı maddelerden arıtmak için altını ateşe sokmaktır Sınama, imtihan etme, işkence, ayrıca musibet, belâ, günah, fesat mânalarına gelebilir Şirki ve dinsizliği yaymak, dinden döndürmek, Allah'ın haramlarını çiğnemek, asayişi bozmak, vatandan çıkarmak birer fitnedir Bu âyette hak dinden döndürmek için işkence etmek mânasınadır
Mekke müşrikleri, ashabdan bazılarına hürmetli aylarda işkence etmişler, onlar da dayanıp şehid olmuşlardı Bu âyet, böyle bir işkencenin, hürmetli aylara riayet edip etmemeden daha mühim olduğu gerekçesiyle, işkenceyi durdurmak için savaş ilanına cevaz vermiştir Nüzul sebebi özel ise de, söz fitnenin mahiyetinin, öldürmenin mahiyeti ile karşılaştırılmasını ifade ettiğinden, hüküm geneldir
192 - Şayet onlar vazgeçerlerse (siz de savaştan vazgeçin) Zira Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur
193 - Bu fitne (işkence) ortadan kalkıp din ve itaat yalnız Allah'a mahsus oluncaya kadar onlarla savaşın
Eğer inkârdan ve tecavüzden vazgeçerlerse, bilin ki zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur [2,191; 16,126; 42,40]
194 - Haram ay, Haram aya bedeldir
Hürmetler karşılıklıdır O halde kim size saldırırsa siz de aynısıyla karşılık verin
Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah bu sakınanlarla beraberdir
Haram ay: Saygı gösterilmesi gereken güvenli aylar olup Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır
195 - Allah yolunda malınızı harcayın da, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın
Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever
196 - Haccı da, umreyi de Allah rızası için tamamlayın
Eğer engellenecek olursanız, o durumda kolayınıza gelen bir kurban gönderin
Kurbanlık, yerine varıncaya kadar başınızı tıraş etmeyin
Aranızda hasta, yahut başından rahatsız olan varsa, ona fidye olarak; oruç tutmak, sadaka vermek, yahut kurban kesmek gerekir
Hastalık veya yol emniyeti olmaması gibi sebeplerle haccınızın engellenmesinden emin olduğunuz zaman ise,
her kim hacca kadar umre (Temettu) yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir
Kurbanlık temin edemeyen kimse, üç gün hacda yedi gün de döndüğünüz zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar
Bu (temettu' ve kurban), Harem bölgesinde (Mekke'de) ikamet etmeyenler içindir
Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın cezasının, çetin olduğunu iyi bilin
Hac: Şartlarına sahib olan Müslümanın, ömründe bir defa hac aylarında ihrama girip kurban bayramı Arefe günü Arafat'ta vakfe yapıp, sonra Kâbe'yi ziyaret etmesidir Umre ise Kâbe'yi, hac ayları dışında, sünnet kabilinden ziyaret etmektir
197 - Hac mâlum aylardadır
Kim o aylarda haccı ifaya azmederse bilsin ki hac esnasında
Ne cinsel yaklaşma, ne günah sayılan davranışlarda bulunma, ne de tartışma ve sürtüşme caiz değildir
Siz hayır olarak her ne yaparsanız, Allah mutlaka onu bilir
Azıklanın ve bilin ki azığın en hayırlısı kötülüklerden korunmadır
Öyleyse Bana karşı gelmekten korunun ey akıl sahipleri! [22,25; 9,36]
Buradaki "korunma" başlıca iki tarzda tefsir edilir: 1- Başkalarına yük olmaktan ve istemek zilletinden korunma, 2- Genel olarak Allah'ın razı olmadığı her türlü halden korunma
198 - Hac mevsiminde ticaret yaparak, Rabbinizden size gelecek kâr ve yarar taleb etmenizde size bir vebal yoktur
Arafat'ta vakfeden ayrılıp sel gibi Müzdelife'ye doğru akın ettiğinizde, Meş'er-i Haram'da Allah'ı zikredin
O size nasıl güzelce doğru yolu gösterdiyse, siz de öyle güzel bir şekilde O'nu zikredin!
Bilirsiniz ki, O'nun yol göstermesinden önce siz yolu şaşırmış kimselerdendiniz
Arefe günü vakfeden sonra güneş batınca Arafat'tan Müzdelife'ye doğru akın edilir Meş'er-i Haram Müzdelife'dedir Müzdelife'de akşam ve yatsı namazları birlikte kılınır Gece orada geçirilerek, bayramın birinci günü sabah namazının peşinden Mina'ya doğru hareket edilir, orada kurban kesilip, Kâbe tavaf edilerek ihramdan çıkılır
199 - Sonra, insanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin ve Allah'tan af dileyin! Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur
200 - Hac ibadetlerinizi tamamlayınca, vaktiyle atalarınızı anıp onlarla öğündüğünüz gibi,
Hatta daha fazla, daha hürmetle Allah'ı anın!
Bazı kimseler: "Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!" derler
Bunların âhirette nasipleri yoktur
Haccı tamamlayınca araplar Mina'da toplanıp, bilhassa atalarının yaptıkları işleri anlatarak övünmeyi âdet edinmişlerdi Bu âyet ona bedel Allah'ı zikredip O'nun hidâyetini anlamak, onun eserlerini tefekkür, nimetlerine şükretmeye teşvik ediyor
201 - Bazıları da, "Ey bizim (Yüce) Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver,
Ve bizi cehennem ateşinden koru!" derler [22,72]
202 - İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler
Allah hesabı çok çabuk görür
203 - O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah'ı zikredin!
Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur
Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok
Allah'a karşı gelmekten korunun ve bilin ki
Hepiniz neticede diriltilip O'nun huzurunda toplanacaksınız!
Sayılı günler: teşrik günleridir Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4 günü ikindi vaktine kadardır (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2, 3 ve 4 günleri olarak da tefsir edilmiştir
204 - İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider
Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah'ı da şahit gösterir
Halbuki gerçekte o, düşmanların en yamanıdır
205 - Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,
Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır
Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez
Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir
206 - O adama: "Allah'tan kork da fesat çıkarma!" denildiğinde,
Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler
Böylesinin hakkından cehennem gelir
Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!
207 - İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah'ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder
Allah da kullarına pek merhametlidir
208 - Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin de şeytanın adımlarını izlemeyin
Çünkü o, sizin aranızı açan belli bir düşmandır
209 - Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,
İyi bilin ki: Allah azîz ve hakîmdir (son derece güçlü, tam hüküm ve hikmet sahibidir)
210 - Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?
Onlar (akılları sıra), buluttan gölgelikler içinde Allah'ın ve meleklerin gelip,
Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?
Bütün işler ve hükümler Allah'a aittir (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler) Yahudilerde Allah'ın ceza hükmünün gelmesi hakkında böyle bir tasavvur bulunmaktadır {KM, Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}
211 - İsrailoğullarına sor, onlara nice açık belgeler verdik!
Her kim, Allah'ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah'ın cezası pek şiddetlidir [14,28]
212 - Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler
Halbuki Allah'a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir
Allah dilediğine hesapsız nimetler verir
213 - Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı
Aralarında ihtilâflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi
Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilâf ettikleri konularda aralarında hükmetsin
Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,
sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilâfa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi
Allah da, onların hakkında ihtilâf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi
Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir [10,19]
İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilâfa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini "müşterek hak söze" (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir
214 - Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?
Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,
Peygamber ile yanındaki müminler bile "Allah'ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?" diyecek duruma geldiler
İyi bilin ki Allah'ın yardımı yakındır
Bu âyet, ilâhî terbiye metodunu açıklamaktadır Allah'ın rızası ve cenneti ucuz değildir Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir Allah bu dünyaya sa'y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir Mükâfat yurdu ise âhirettir Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi Âyet, başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır
215 - Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar
De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere verilmelidir
Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir
216 - Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı
Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur
Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur
Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz
217 - Sana haram ayda savaşmanın hükmünü sorarlar
De ki: "O ayda savaşmak büyük bir günahtır
Fakat insanları Allah yolundan engellemek,
Allah'ı inkâr etmek,
Mescid-i Haram'ı ziyareti yasaklamak,
o mescidin cemaatini yani Müslümanları oradan çıkarmak ise,
Allah nazarında daha büyük günahtır
Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir
Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar
Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,
âhirette de yaptıkları boşa gider
Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır [2,194]
218 - İman edip (gerektiğinde) Allah yolunda hicret ve cihad edenler var ya, işte bunlar Allah'ın rahmetini umabilirler Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur
219 - Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar
De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır
Fakat günahları faydalarından daha çoktur
Bir de senden hayır olarak ne harcayacaklarını sorarlar
De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın
Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}
Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır (5,90-91)
220 - Sana yetimler hakkında da soru sorarlar
De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir
Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir
Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir
Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir
221 - Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin!
Mümin bir cariye, hoşunuza giden hür bir müşrik kadından daha hayırlıdır!
Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;
Mümin bir köle hoşunuza giden hür bir müşrikten daha hayırlıdır
Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler Allah ise sizi Kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder
ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}
222 - Bir de sana kadınların ay halini sorarlar
De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın!
Temizlendikten sonra, Allah'ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın!
Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}
Cahiliye Arapları ve Yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar İslâm istikamet ve itidali gösteriyor Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz
223 - Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın
Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın
Allah'ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O'nun huzuruna varacağınızı iyi bilin (Ey Resulüm)! müminleri müjdele!
Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır
224 - Bir de Allah adına yemin ederek; iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O'nun adını engel yapmayın
Allah hakkıyla işitir ve bilir [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}
Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz Nitekim Hz Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin"
225 - Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlere uymazsanız sizi sorumlu tutar Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır)
226 - Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır
Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur
Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı Buna îla denir Kur'ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırladı Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini boşamak zorundadır
227 - Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir
228 - Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler!
Allah'a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah'ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz
Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler
Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır
Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır
Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir [4,34; 65,1-4]
229 - Boşama hakkı iki defadır
Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut eşini güzellikle salıvermedir
Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;
Fakat Allah'ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır
Şayet siz de onlar gibi, onların Allah'ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur
İşte bunlar Allah'ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah'ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir
Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul' veya muhala'a denir Cemile, kocası Sabit b Kays'ı sevemiyordu Hz Peygambere gelip: "Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum Ancak İslâm'dan sonra küfre dönmek istemiyorum" deyip ayrılma talep etmişti Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul' olmuştu {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13 Matta 5,32; 1,19; I Korintos 7,10-11}
230 - Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz
Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah'ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur
İşte bunlar Allah'ın belirlediği hudutlardır ki, bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır
231 - Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz!
Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın!
Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur
Sakın Allah'ın âyetlerini şakaya almayın!
Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetleri
ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,
Allah'a karşı gelmekten sakının ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bildiğini pek iyi bilin!
Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor
232 - Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın
Sizden Allah'a ve âhiret gününe iman edenlere bu ayetlerle öğüt verilir
Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir Allah bilir, siz bilemezsiniz
İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır Ma'kıl ibn Yesar'ın eniştesi kız kardeşini boşadıktan sonra tekrar nikahlamak istediğinde o, buna mani olmak istemiş, bu ayet indirilince Allah'ın hükmüne boyun eğmişti
233 - Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir
Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir
Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz
Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir
Bu yükümlülük, babanın varisine de düşer
Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur
Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,
Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur
Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir [65,7]
"Babanın varisi"nden maksat, küçük çocuktur Dolayısıyla çocuğun malına nezaret eden velisi bu malından onun için harcamada bulunur
234 - Sizden vefat eden erkeklerin eşlerinin evlenebilmeleri için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir
Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur Allah yaptığınız her şeyden haberdardır
Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır
235 - Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur
Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir
Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin!
Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin!
Allah'ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O'nun emrine aykırı davranmaktan sakının!
Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz [27,74; 60,1]
236 - Henüz kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda size günah yoktur
Zengin kudretince, eli dar olan, kendi halince olmak üzere onlara münasip tarzda müt'a versin
İyiliği şiar edinenlere, bunu yapmak bir borçtur
237 - Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir
Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözü tok davranırsa başka! (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir)
Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer!
Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın Allah sizin bütün işlediklerinizi görür
238 - Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkıp huşû ile Allah'ın divanında durun
Salat-ı vustâ hakkında farklı görüşler vardır Beş vakit namazdan, cuma veya kuşluk namazlarından her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur
Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar Esasen bir hadis de ikindi namazı olduğunu ifade etmektedir
Fakat Kur'ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir Zira beş vakit namazdan her birinin, cuma ve kuşluk namazlarının "salat-ı vusta" olma ihtimali mevcuttur
239 - Eğer bir korku halinde iseniz, yaya olarak veya binek üzerinde namaz kılın
Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah'ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin!
240 - Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar,
eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp bıraktıkları maldan geçimlerini sağlamasını temin edecek şekilde vasiyette bulunsunlar
Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir
241 - Boşanmış eşlere de örfe göre gönüllerini alacak hediye vermek gerekir Bu, haksızlıktan sakınan takvâlılara bir borçtur
242 - Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar
243 - Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!
Allah onlara: "Ölün!" dedi sonra onları diriltti
Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler
Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah'ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah'ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir
244 - Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, her şeyi hakkıyla bilir!
245 - Kimdir o yiğit ki Allah'a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır
Allah rızkı kısar da, bollaştırır da
Zaten hepiniz döndürülüp O'na götürüleceksiniz [5,12; 57,1118; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}
246 - Mûsâ'dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerine dikkat ettin mi?
O vakit onlar aralarındaki Peygambere:
"Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim!" demişlerdi
O cevaben: "Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?" deyince
onlar: "Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki
vatanlarından çıkarılan biz,
çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz!" dediler
Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler
Allah o zalimleri pek iyi bilir [KM; Çıkış 24, 19; Sayılar 11,1624-25]
Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir MÖ 1000 yıllarında Amalika'lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi Halk Samuel'e başvurmuştu (Bkz KM, Eski Ahit, I Samuel, 7,8 ve 12 bölümler)
247 - Peygamberleri onlara dedi ki: "Allah size hükümdar olarak Talut'u tayin etti"
Onlar ise: "Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!
Üstelik servetten de nasibi fazla değil!" dediler
Peygamber şöyle cevap verdi: "Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi
Allah hakimiyeti dilediğine verir
Allah'ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatlari de bilir" [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]
248 - Peygamberleri devamla şöyle dedi: "Onun hükümdarlığının alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile
Mûsâ ve Harun'un manevî mirasından bir bakiyyenin bulunduğu
ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir
Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır" [KM, Çıkış 25,10; I Samuel 14,18; II Samuel 6,2]
249 - Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:
"Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir: İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;
Sadece avucuyla aldığı miktar muaf olmak üzere,
Kim onun suyunu içmezse o da benden sayılacaktır"
Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler
Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince
O vakit beri yanda kalanlar "Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur" dediler
Ölümden sonra diriltilip Allah'ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:
"Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah'ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir
Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir" [KM, Hakimler 7,4-7]
250 - Talut'un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki:
"Ya Rabbenâ, üstümüze (gürül gürül) sabır yağdır,
Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!" [KM, I Samuel 17,32-54]
251 - Derken Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar
Dâvud Câlut'u öldürdü,
Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti
Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu
Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir [KM, II Samuel 5,3 I Korintos11,3]
Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar
Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır
252 - İşte bunlar Allah'ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz
Sen elbette resûllerdensin
253 - Biz, o peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti
Meryem'in oğlu Îsâ'ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik
Eğer Allah dileseydi, onların peşlerinden gelenler kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, birbirleriyle savaşmazlardı
Lâkin ihtilâfa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti
Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar [17,55]
254 - Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı bir gün gelmeden önce, size nasip ettiğimiz şeylerden harcayın!
Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir [2,101]
255 - Allah o İlâhtır ki Kendisinden başka ilâh yoktur
Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz
Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur
İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?
Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir
Mahlûklar ise O'nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar
O'nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır
Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]
Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi
Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir
Bu âyete Âyetü'l-kürsî denilir Bu âyet, Allah'ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır Ezcümle: "Kur'ân'da en büyük âyet, Âyetü'l-kürsî'dir Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terk eder O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez Ey Ali! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret"
256 - Dinde zorlama yoktur
Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur
Artık kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse,
işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır Allah her şeyi işitir, bilir
Tağut: Azgınlık mânasına gelen bir masdardır Belagatta sıfat yerine masdar kullanmak, o sıfatla nitelendirmenin pek ileri bir derecede olduğuna delalet eder Biri hakkında "güzel" demekle, bir başkası hakkında "güzelliğin ta kendisi" demek arasındaki fark pek bârizdir Allah'tan başkasına ibadet edene tağî (âsi, azgın) denir Ama azgınlığın ta kendisi kesilmiş, kendisini tanrılaştırıp başkalarını kendisine kul yapmak isteyen ise "tağut" olur [39,17] {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}
Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır
257 - Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır
İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler
İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedî kalacaklardır [5, 16; 6,1-153; 14,15; 33, 43; 57,9; 65,11]
258 - Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!
İbrâhim ona: "Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır" deyince O: "Ben de yaşatır ve öldürürüm" dedi
Bunun üzerine İbrâhim: "İşte Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım!"der demez kâfir donakaldı
Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz {KM, Tesniye 32,39} Rivayete göre Nemrut hapishaneden iki adam getirterek birini öldürüp öbürünü hayatta bıraktıktan sonra, demagoji kabilinden böyle söylemişti Fakat güneş deliline karşı hiç bir şey söyleyemedi
259 - Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı
Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu
"Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?" dedi
Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti
"Ölü vaziyette ne kadar kaldın?" diye sorunca o: "Bir gün veya daha az" diye cevap verdi
Allah ona: "Hayır! yüz sene kaldın
İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış
Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) Seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik
Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!"
Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:
"Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir" dedi {KM, Hezekiel 37,6}
260 - Bir vakit de İbrâhim: "Ya Rabbî, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?" demişti
Allah: "Ne o, yoksa buna inanmadın mı?" dedi
İbrâhim şöyle cevap verdi: "Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim" Allah ona: "Dört kuş tut, onları kendine alıştır Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy
Sonra da onları çağır! Koşa koşa sana geleceklerdir İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir) {KM, Tekvin 15,9-1017}
261 - Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer
Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir Allah'ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar
262 - Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu,
işte onların Rab'leri katında mükâfatları vardır
Onlara hiçbir endişe yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir
263 - Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir
Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez)
264 - Ey iman edenler! yardım ettiğiniz kimselere minnet etmek ve incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın!
Allah'a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin!
Onun durumu, üzerinde azıcık toprak bulunan kaygan bir kayanın durumuna benzer ki, şiddetli bir yağmur iner inmez toprağı kayıverir, cascavlak kalır
Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler
Zira Allah inkârcıları emellerine kavuşturmaz [4,38142] {KM, Matta 6,25; II Korintos 9,7}
265 - Allah'ın rızasını kollamak
Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için
Mallarını harcayanların durumu ise,
Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer
Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir
Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir
Allah ne yaparsanız hepsini görür
266 - Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:
Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun,
Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulatı bulunuyor
Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var
Derken ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?
İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir Olur ki iyi düşünürsünüz [59,21]
267 - Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyi olanlarından Allah yolunda harcayın!
Siz göz yummadan, gönlünüze yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın!
İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır) [22,37]
268 - Şeytan sizi (hayırda harcamakla) muhtaç olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder
Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur
Allah'ın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir
269 - Ohikmeti dilediğine verir
Kime hikmet nasib edilmişse, doğrusu ona pek çok hayır verilmiştir Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler
270 - Hayır olarak harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir
Fakat zalimlerin âhirette yardımcıları olmaz
271 - Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!
Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,
Bu sizin için daha hayırlı olur
Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder
Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır
Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır
272 - Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah dilediğini doğru yola getirir
Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir
Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz
İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]
273 - Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir
Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar
Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır
Ey Resulüm, sen onları simâlarından tanırsın!
Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler
Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir
Sadakalar din uğrunda kendilerini ilme, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir
Bu âyette Allah Teâlâ, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir Ashab-ı Suffa (ra) bu sınıfın başında gelirdi Efendimiz (asm) onlara İslâm'ı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu
274 - Mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâr olarak hayra harcayanlar var ya,
işte onların Rab'leri katında mükâfatları vardır
Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir
Bu âyet'te teşvik edilen hayırlardan, birinci derecede zekât kasdedilir İslâm'ın emrettiği şekilde zekât noksansız verilirse fakirlik son derece azalır Ancak zekâtın harcanacağı yerler sınırlı olduğundan, zekât sarf edilmeyen yerlere ayrıca teberrûlar yapılır Hayır dernekleri ve vakıflar bunların başında gelir
275 - Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar
Bu, onların "Alış veriş de faiz gibidir" demelerindendir
Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır
Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah'a aittir
Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}
Burada kıyamette faizcilerin kabirden kalkma sırasında sar'a nöbetine tutulan hasta gibi olacakları bildirilmektedir
Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilâfların sebebi şu iki kelimedir: 1-"Sen çalış ben yiyeyim" 2- "Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün" İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir
Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevk etmekle riske mâruz kalır, değeri artar Dördüncü yol faiz olup üretken değildir Faizde risk yoktur Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir Geri dönmesi garantili sayılmaktadır Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider Fakirlik, işsizlik artar İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur
276 - Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır
Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiçbir kimseyi sevmez
277 - İman eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla ifa eden, zekât verenlerin
İşte onların, Rab'leri nezdinde mükâfatları vardır
Onlar için hiçbir endişe yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir [5,100; 8,37; 30,39]
278 - Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin!
279 - Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından size savaş açıldığını biliniz!
Eğer faizcilikten tövbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir
Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız
280 - Eğer borçlu sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya kadar ona mühlet verin!
Şayet bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır
281 - Öyle bir günde rezil olmaklıktan sakının ki,
O gün Allah'ın huzuruna çıkarılacaksınız,
Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek
Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir
282 - Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin!
Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın!
Kâtip, Allah'ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın!
Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın!
Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,
onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın!
İçinizden iki erkek şahit de tutun!
İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın!
(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir
Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar!
Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin!
Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur
Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur
Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun!
Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin
Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah'a itaatin dışına çıkmış olursunuz Allah'a itaatsizlikten sakının!
Allah size en uygun tutumu öğretiyor Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15Matta 18,16; Yuhanna 8,17}
Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır
Kur'ân-ı Kerim bu âyette nüzul ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları göz önünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur'ân'ın evrensel boyutunun delillerinden biridir
Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1 Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır 2 Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır 3 Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur
283 - Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığıda rehin alırsınız
Şayet birbirinize güvenirseniz,
güvenilen kimse Rabbi olan Allah'tan korksun da
Üzerindeki emaneti ödesin!
Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin!
Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur
Allah her ne yaparsanız bilir [5,106; 4,135]
284 - Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır
Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır
Doğrusu Allah her şeye kadirdir
Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan "ihsan" maksadını gerçekleştirir Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâm'a dâveti ihtiva etmişti Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah'ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır
285 - Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de!
Onlardan her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti
"O'nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz" dediler ve eklediler:
"İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır"
286 - Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz
Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir
Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma!
Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!
Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma!
Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!
Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]
Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir Sûrenin mukaddimesinde, bu kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felâh bulacakları bildirilmişti İşte hatimesi de ona iman eden cemaatin oluştuğunu ve Rab'lerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir
Hz Peygamber (asm), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur:
1 "Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter"
2Allah Teâlâ Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş'ın altındaki bir hazineden verdi Bunları öğreniniz; kadınlarınıza ve çocuklarınıza belletiniz, öğretiniz Çünkü bunlar hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur'ân'dır"
3Hz Ömer ile Hz Ali (ra) demişlerdir ki: "Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun"

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.