Prof. Dr. Sinsi
|
Padişah Ve Câriye
Çok eski zamanlarda bir padişah vardı Dünyada padişah olduğu gibi, mânevî yönden de çok üstün bir kişiliğe sahipti
Padişah bir gün, atına binerek bazı yakınlarıyla ava çıktı Yolda giderken bir câriye gördü Görür görmez âşık oldu Bir kuş kafeste nasıl çırpınırsa padişahın ruhu da beden kafesinde öyle çırpınmaya başladı Parasını vererek cariyeyi satın aldı
Padişah arzusuna kavuştuğu için mutluydu, fakat kader bu ya, câriye hastalandı Padişah batıdan, doğudan, kısacası her taraftan hekimleri bir araya getirdi Onlara,
''Her ikimizin canı da sizlerin ellerinde Onsuz hayatımın hiçbir önemi yok Çünkü hayatımın canı odur Dertliyim, yaralıyım, hastayım, ama dermanım o Kim benim canıma derman bulur, iyileştirirse inci ve mercan hazinemi ona vereceğim '' Hekimler,
''Bu uğurda canımızı feda edercesine çalışalım Aklımızı, tecrübemizi ve bütün hünerlerimizi bir araya getirelim Beraber düşünelim, tedaviyi beraber yapalım Her birimiz hastalıkların tedavisinde, bu zamanın İsâ'sıyız Elimizde her derdin merhemi vardır'' dediler
Gurura kapılarak, her şeyin kendi ellerinde olduğunu sandılar ''İnşâllah iyi ederiz'' demediler Bu nedenle Hak Teâlâ onlara insanların âciz olduğunu gösterdi Hekimler ne ilâç verdiyseler, tedavi için ne yaptıysalar da hasta iyileşmedi Aksine hastalığı arttı
Bu arada zavallı câriye günden güne eridi, kıl gibi inceldi Padişahın ise gözlerinden de ırmaklar gibi yaşlar akıyordu
Padişah hekimlerin bu hastalık karşısında âciz kaldıkların görünce yalınayak doğru mescide koştu
Mihrabda secdeye kapandı Secde ettiği yer göz yaşlarıyla sırılsıklam ıslandı Padişah Hakk'ın huzurunda kendini kaybetti Bir müddet sonra, battığı yokluk denizinden çıktı Kendine geldi Güzel bir dille Allah'a hamdetmeye ve dua etmeye başladı
''Ey en az bağışı dünya mülkü, dünya padişahlığı olan Allahım! Ben ne söyleyeyim? Sen zaten gizlediklerimizi de bilirsin Ey Allahım! Bütün arzu ve isteklerimizde sana sığınmamız gerekirken, biz yine yolumuzu şaşırdık Bir câriyeye gönül verdik Hastalanınca da, sen varken hekimlere başvurduk Gerçi sen, ‘Ey kulum, ben senin gizlediğin bütün sırları bilirim ama sen yine onları dile getir, meydana dök' buyurdun ''
Padişah canı gönülden yalvararak coşkuyla dua edince; Allah'ın lutuf ve bağışlama denizi de coştu, köpürdü
Padişah göz yaşları içerisinde ağlayarak yalvarırken bir ara kendinden geçti Uykuya daldı Rüyasında bir pîr gördü O pîr padişaha, ''Ey padişah! Sana müjdeler olsun, dileğin kabul olundu Yarın sana garip kılıklı, çok değerli bir hekim gelecek Hekimlikte çok bilgilidir Doğru, emniyetli ve güvenilir bir kişidir Onun vereceği ilâç, hiçbir sihrin tesir etmeyeceği bir sihir gibidir'' dedi
Padişah, rüyasında kendisine söylenen zatı, pencere önünde beklemeye başladı Gölge içinde güneş gibi parlayan bir zat gördü Faziletli, hünerli, bilgili birine benziyordu Bir görünür, bir görünmez gibiydi Sanki bir hayal, hem vardı hem yoktu
Kapıyı açmak için görevlilerden önce kendisi koştu Ötelerden gelen misafirini karşıladı Padişah da misafir de ayrı ayrı vücutlarda tek bir ruh ve birbirini tanıyan birer mâna denizi gibiydiler İki can birbirini kavuşmuş, birleşmiş, bir olmuştu sanki Padişah, ''Benim asıl sevgilim câriye değil senmişsin İşte Allah'ın hikmeti; dünyada işten iş çıkar, sebeplerden sebep doğar'' dedi
Padişah kollarını açıp, o ilâhî hekimi kucakladı Aşk gibi onu gönlüne, ta canının içine soktu
Buluşma, ağırlama, hatır sorma ve yemek gibi işler bitti Sonra padişah hastanın ve hastalığın durumunu anlatarak onu hasta câriyenin yanına götürdü Hekim hastanın yüzüne baktı, nabzını dinledi Hastalığının belirtilerini sordu, sebeplerini dinledi ''Diğer hekimlerin yaptığı tedaviler faydalı olmamış, iyi edeceklerine hastalığını artırmışlar'' dedi
Hekim hastalığın ne olduğunu anlamıştı, fakat padişaha söylemedi Hüznünün ve üzüntüsünün çokluğundan câriyenin gönül hastası olduğunu tesbit etti Hastanın bedeni sağlam, yaralı olan gönlüydü Sonra şöyle dedi:
''Sarayı boşalt, içeride kimseler kalmasın Köşede bucakta bizi kimse dinlemesin Hastaya soracağım bazı sorular olacak Alacağım cevaplara göre tedavimi belirleyeceğim ''
Hekim istediği gibi hastayla baş başa kaldı Yavaşça yanına yaklaşarak tatlı ve yumuşak bir sesle,
''Nerelisin? Memleketini bilmem gerek Çünkü her memleketin ilâcı başka başkadır Memleketinde akrabalarından kimler var? Kime yakınsın? Özlediğin arkadaşların var mı?'' diye sordu
Hekim elini kızın nabzına koymuştu Soru sorarken bir yandan da nabzını kontrol ediyordu
Câriye; evine, efendilerine, hemşehrilerine ait olayları bir bir anlatıyor, başından geçenleri hikâye ediyordu
Hekim bir taraftan câriyenin anlattıklarını dinliyor, diğer taraftan nabzının atışına dikkat ediyordu
Hastanın nabzını tutmaktan maksadı; konuşma sırasında hangi isim geçtiğinde câriyenin nabzının hızlanacağını tesbit etmekti Çünkü câriyenin nabzını hızlandıracak olan isim, onu sevgi uğruna yataklara düşüren kişinin de kim olduğunu ortaya çıkaracaktı Hekim,
Kaynak: Wardom http://www wardom org/showthread php?t=333704
Kaynak: Wardom http://www wardom org/showthread php?t=333704
''Kendi memleketinden nasıl çıktın? Daha önce hangi şehirde idin?'' diye sordu Câriye bir şehir adı söyledi, fakat ne yüzünün renginde ne de nabzında bir değişiklik oldu Daha sonra sırasıyla gittiği şehirleri, orada bulunanları, oturup tuz ekmek yediği yerleri birer birer sayıp döktü, ancak durumunda bir değişiklik olmadı
Hekim çok hoş bir şehir olan Semerkant'tan soruncaya kadar câriyenin nabzı sağlıklı bir insanın nabzı gibi attı Semerkant'ın adı geçince, kızın nabzının atışı hızlandı ve yanakları al al oldu Çünkü o, Semerkantlı bir kuyumcuya âşıktı Ondan ayrı düşmenin ıstırabını çekiyordu
Hekim câriyeyi yatağa düşüren derdin sebep olanını bulunca; o kuyumcunun şehrin hangi semtinde ve hangi mahallesinde oturduğunu sordu, öğrendi Câriyeye,
''Senin hastalığının ne olduğunu şimdi anladım Allah'ın yardımıyla seni bu hastalıktan kurtaracağım Yalnız sakın bana anlattıklarını kimseye söyleme Padişaha hiç söyleme Gönlün sırlarının mezarı olsun'' diye tembihledi
Hastanın yanından ayrılan hekim, doğruca padişahın yanına vardı Meseleyi biraz ona anlatarak,
''Tedavi için yapılacak olan iş, bir an önce o kuyumcunun buraya getirilmesidir Hediye olarak altınlar ve süslü elbiseler göndererek kuyumcuyu kandır Semerkant'tan buraya davet et'' dedi
Bunun üzerine padişah becerikli iki adamını Semerkant'a gönderdi Elçiler kuyumcunun yanına varıp padişahın hediyelerini takdim ettiler Ona sanatının şehirler aşarak herkes tarafından bilindiğini, bu nedenle padişahlarının kendisini kuyumcubaşı olarak sarayında görmek istediğini bildirdiler Padişahlarının cömertliğini ve bol ihsanda bulunduğunu söylediler
Kuyumcu göz kamaştıran hediyelere, gururunu okşayan iltifatlara ve vaad edilen makamların çekiciliğine kapıldı Bulunduğu şehirden ve çoluk çocuğundan ayrılarak padişahın sarayına geldi
Saraya gelen kuyumcuyu hekim karşıladı Alıp padişahın huzuran çıkardı Padişah kuyumcuya pek çok iltifat ve ihsanda bulundu Altın hazinesinin sorumluluğunu ona verdi Hekim bunun üzerine;
''Ey büyük sultan! O câriyeyi de bu kuyumcuya ver ki, câriye de iyileşsin'' deyince; padişah, o ay yüzlü güzel câriyeyi kuyumcuya bağışladı Altı ay kadar muratlarına erdiler Câriye de tamamen iyileşti
Daha sonra hekim kuyumcu için bir şerbet hazırladı Kuyumcu şerbeti içince, günden güne erimeye başladı
Kuyumcu zayıflayınca, iyice çirkinleşti Yüzü sararıp soldu Kızın gönlü de ondan tamamen soğudu Bir süre sonra da kuyumcu ölünce, kızın aşkı tamamen sona erdi
O dünyalar güzeli aşktan ve hastalıktan kurtuldu Arınıp tertemiz oldu
***
Bu hikâyede geçen padişah ruhumuz, câriye nefsimiz, hekim mürşid-i kâmildir Kuyumcu ise, dünya sevgisinin ve dünyalık arzuların sembolüdür
Padişah olan ruh her bakımdan üstün özelliklerle yaratıldığı halde, câriye olan nefse gönül vermiştir Ruh aslının ne olduğunu hesaba katmadan, nefsinin esiri olmuştur Nefis, yaratılışı icabı gözü aşağılardadır Câriyenin kuyumcuya olan aşkı, nefsin dünyaya olan meylini sembolize eder Ruh, nefsin kendisine yar olmamasından ve hastalığından dolayı üzgündür Bunun için çare arar Nefsi, birçok hekime gösterir Nefsi tedavi edemeyen hekimler, sahte şeyhlerdir Ruh becerikli ve mahir bir hekim arar O da ilâhî bir yardım olarak gönderilen mürşid-i kâmildir Ruh, mürşid-i kâmille karşılaşınca gerçek sevgilisinin o olduğunu anlar Gönül verdiği nefsin de mânevî hastalıklardan kurtulmasını ister Ruh, mürşidinin tavsiyesine uyarak nefsi, dünyevî arzularıyla buluşturur Bu kavuşma, nefsin maddî arzulardan bıkmasını sağlar Mürşidin verdiği ilâçlarla dünyevî arzular tamamen yok olur Sonuçta dünyevî arzuların ve zenginliğin sembolü olan kuyumcu yok olunca, nefis düştüğü hatayı anlar Şehvetten ve ihtirastan kurtulur Ruha lâyık, tertemiz bir sevgili olur
Ruhlar âleminde mutlu bir yaşantısı olan ruhun, dünya âlemine geldikten sonra, maddî arzulara kapılmaktan dolayı çektiği ıstıraplar, uğradığı belâ ve musibetlerle birlikte, bunlardan kurtuluş çareleri hikâye edilmiştir
|