Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
kadın, sokak, yalnızlık

Bir Kadın, Bir Sokak, Bir Yalnızlık

Eski 07-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bir Kadın, Bir Sokak, Bir Yalnızlık



--------------------------------------------------------------------------------

Bir Kadın, Bir sokak yağmurlu, ıssız, Bir adam Kısacası İstanbul sonu yalnızlık


--------------------------------------------------------------------------------




Küçük aceleci ilk yağmur damlası Garip bir heyecanla vurdu cama Bilinmeyenin o tuhaf hazzıyla titredi

Şaşkın ve heyecanlı oyalandı biraz düştüğü noktadaYağmur gözleriyle süzdü düştüğü cama açılan odayı Odada bir kadın vardı bir de yalnızlıkZaman kaybetmek istemedi Sıkıldı Keşfetmeliydi bu yeni dünyayıUmarsızca süzüldü bilmediği bir yoldaKorkmadıRotasını çizmemiş bir salyangoz gibi sağa, sola yalpalayarak şaşkınca ilerledi Kırılgan bir titremeyle

aktı, aktı, aktıVe kimbilir kaç yağmur damlasının bu ilk ve son yolculuğuna şahitlik eden camın kırık dökük tahta

pervazında son buldu yaşamı Ölürken hiç ağlamadıPeşi sıra takip etti onu başka küçük, aceleci yağmur damlaları Ve küçük yağmur damlasının çizdiği ince çizgiyi takip ederek öldüler birbiri ardına İstanbul' da her sokakta her cam pervazında Ölüm sonatları söyledi her bir damla çığlık çığlık camda yankılanan aryalar eşliğinde Ölü yağmur damlaları birikti arnavut kaldırımlı sokakta, ölü yağmur

damlalarından nehirler aktı apartma oluklarından, ölü yağmur damlalarının gözyaşı izleri kaldı camda


Kadın usulca sokuldu cama Tıpkı bir yaprağın üzerindeki çiğ tanesi aktı akacak Taze, kırılgan, naifBir dokunsan dağılıp binbir damlaya dağıldı dağılacak Bir gölge gibi sessiz Bir orman kadar ıssız Ürpererek seyretti sokağı Bedeni bir mermer kadar soğuk Sımsıkı sarıldı kendine Her yağmur da olduğu gibi Usulca o adamın dizleriymişcesine dayadı başını pencerenin

kenarına Uzaklarda ama cok uzaklarda bir yeri düşledi Birini belkide Siyah tüllerle örtülü yeşil iki bıçak vardı gözçukurlarında Kana bulanmış iki yeşil hançer yanyana Yasla bilemiş gözleri hüzün sarısından solgun papatya teninde, çifte su verilmiş çelikten keskin iki kılıç gözleri kınında


Düşündü Şehri, şehri yıkayan yağmur ölülerini düşündü İlk ölümünü düşündü Bugünü, yarını birazda dünü

Kaç gün, kaç hafta, kaç ay yada kaç yıl geçmişti bu şehirde Kaç yıl olmuştu öleli Ne kadar uzundu bu şehrin sokaklarıyla tanışıklığı Ve daracık arnavut kaldırımlı bu sokakBirbirine yaslanarak güç almaya çalışan yaşlı cifler gibi birbirine yaslanmış yorgun evleriyle sıralı bu sokak Karanlık gecelerinin tek ışığı, kah yanan kah yanmayan sokak lambasına dayanmış o adamın hayalini saklayan sokak Geçip giden zamana karşı direnen eski badem ağacının zamansız çiçeklerine kucak açan sokakVe her akşam sarabı şişesini kaybetmiş ayyaşlı sokak DüşündüKaç sokak vardı yaşadığı Ve yaşayan kaç

sokak


Bu sokağa ilk geldiği günü hatırladı Üşüdü Daha sıkı sarıldı kendineAkşam inmek üzereydi Üşüdü Ağır ağır cıkmıştı yokuşu arkasında Kızkulesiyle, Üsküdar Bitkindi cok bitkin Bacaklarımı onu yoksa o mu bacaklarını tasıyor du bilemedi ?

"Ne zor şeymiş ölmek dedi " içinden Ne zorYokusun basında karsılamıstı onu carpık, curpuk sıra, sıra, kara kuru ahşap evler Zamansız açmış bir badem ağacı ve hafif kaykık bir sokak lambası Kursuni bir gri giymişti gökyüzü Denizin o sinsi uğultusu Gökyüzüne asılmıs martı çığlıkları sıra sıraDalga çırpıntısına karısan kalp çırpıntısı İlk aşk gibi

İlk ölüm gibi

İlk öldürdüğü aşk yada kalbine ilk gömdüğü adam gibi


Uzaktan bir ezan sesiyle irkildi Ardından bir zangocun caldığı eski kilisenin çanı Sıyrıldı bir anda tüm o anlardan, o adamı düşlediğinde nasıl sıyrılıyorsa tüm kabuklarından Nasıl caresiz , korumasız kalıyorsa öylece kala kaldı Daha hızlı carpıyordu damlacıklar cama Daha hızlı ölüyorlardı peşpeşe, sıra sıraUzaklaştı penceredenSaate baktı Aslında kaçı kaç geçtiğinin ne önemi vardı ki Zaman akıp geçiyordu işte3 yada 5 O saatini aşka 5 kala durdurmustuYakamozlarla yıkandığı bir gece

Boşverdi Usulca oturdu cam önündeki eski kanepeyeKaç kanepe gözyaşıyla yıkanmıştı ki?Gözü afrika menekselerine takıldı Nasılda yabani, nasılda güzellerdiGölgede açan yaban çiçekleri Bir zamanlar onun da oldugu gibiOnun peşine takılmasaydım diye geçirdi bir an aklından Bu şehrin arka sokaklarında kaybolmasaydım bir zamanlar

ÜşüyorduVazgeçti düşünmektenÜşüyordu Ama üşüyen neydi Bedenimi, yüreğimi yoksa ruhumu bilemediBir kaç odun attı sobaya Ateş böcekleri misali dağıldı kıvılcımlarUçustu, dağılıverdiler odanın dört bir yanınaO adamın gözlerindeki gibi

Nihavent makamı bir şarkı tutturdu sobanın üstünde çaydanlıkYüreği hüzzam, gözleri buselik

Ölülerin ellerine ihtiyacı varmıdır? diye düşündüSonra cevabını veremiyeceği sorulardan vazgecti Tekrar başladı düşünceler geçidi


- Al kızım demişti ihtiyar madam eEleniKendi yaptığı o vişne likörünü uzatırken billur bardaklarda Bana dost lazımıdirYoldaş, arkadas para değil Konusmuşlardı saatlerce Elleri paltosunun kollarına saklı bası önünde konusmuşlardı saatlerce

O sokakları anlatmıstı EleniyeO adamı Perde perde çılgınlığıDeliliği İstanbul'un o karanlık sokaklarını anlatmıstı günlerce

Eskiden karaladığı bir şiiri bile okumuştu Eleni yeGünün geceye ağıdını okumuştuYaldızları dökülmüş istanbul'u

okumuştu

" Zil zurna sarhoş,

adsız çıkmazında işedi “burıya işyen ibnedir !*?… “ yazılı apartmanın duvarına

Eceli gelen köpek, Cihangir'de bir cami duvarına eceli geldiğinden olsa?

Her şeyden bi haber uyurken, kırık dökük yatağında çingene gözlü çocuk

Kulağını hem üfledi, hem dişledi fare

Sırf o çocuğun kulakları kendininkinden daha kepçe diye

Gece konmuş kondunun- tahta tuvaletini mesken tutmuş iki salyangoz-

en sehvetli sevişmelerinde yeni bir gece yarısı, salya sümük içinde

Boya sarısı saçlı fahişe, dişler kankırmızı rujlu dudaklarını,

demir karyolanın gıcırtı senfonisi ve üstündeki adamın çoktan saymayı bıraktığı geliş gidişleri eşliğinde

Bir tinerci arnavut kaldırımlı sokak arasında ölürken,

bir bebek rüyasında

meleklerin çizdiği mutluluğun en güzel resmini görür

Yeni bir gün doğumunun sancısını çekerken İstanbul

Taze mezarında bir adam ağlar kendi ölümüne


Dayanamış sormuştu eleni o adamıBilmem demişti Öyle bir adam hiç oldumuEllerini paltosunun kollarına saklayarak

ve düşünmüştüÖlülerin ellerine ihtiyacı olurmu diye


Uzaktan vapur düdükleri geldi Saat gene kaçı bilmem kaç geçiyordu Zifiri bir karanlık cökmüştü sokağaSonuna kadar actı perdeleri

Cılız ısığıyla sokak lambası hergeceki ıssızlığıyla üşüyordu Aşağıda ayın savkı vurmuş bir deniz

Balıkcı sandallarının uzak fenerlerinin ışıklarıÇinekop gözleri Balık kanatlarına yüklü balıkcı hayallari

Masal gibi biten son bulan yasamlar, öyküler gibi

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.