Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Sinsi Eğlence > Bir Tutam Hikaye

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
iğde, kokuları

İğde Kokuları

Eski 07-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İğde Kokuları



Gece, damlaları iğdeçiçeği kokan lacivert bir nehir gibi sakin bir vakarla akıyor, kızıl sardunyaların arasından Mahzun bir genç kız gibi duran limon ağacı, bir türlü çiçeklenemeyen hanımeli, annesinin allığını sürmüş bir kız çocuğuna benzeyen, açtığı zaman bile boyu bir tomurcuğun boyunu geçmeyen minik çiçekleriyle gül fidanı uzun bir uykuya dalmışlar


İnsanların, seslerin, ışıkların çekildiği bir zamandayız


Kokular imparatorluğunun bendeleriyiz artık, ruhumuz bir buhurdan gibi tüten kokularla dalgalanıyor


Ne kadar kalabalık bir yalnızlığa sahibiz


Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz


Kendi yıldızlarıyla çoğalan karanlık kainat gibi uzak şimdi dünya, iğde, limon, hanımeli ve gül kokularıyla bezenmiş tehlikeli yalnızlığımızda geçmişimiz de geleceğimiz kadar muğlak ve meçhul gözüküyor


Hatalarımızı ve pişmanlıklarımızı çıkarsak bizden geriye ne kalır


Hayatımıza alevli galaksiler gibi ışıklar içinde giren nice insan, çarptığı yeri kanatan, ateşini kaybetmiş bir taşa dönmedi mi?


İşlediğimiz günahlar değil mi, bizi başkalarının günahkârlığına inandıran?


Kendimizi affetmemizdeki bu korkunç hoşgörü değil mi, başkalarını affetmemizi bu kadar zorlaştıran?


Kendimizle her karşılaştığımızda sevimsiz bir yabancı görmüş gibi başımızı çeviriyoruz, kendi yüzümüze yerleştireceğimiz bir başka yüz arıyoruz


"Bu değil benim yüzüm" diyoruz, "bu olmamalı" Kendimizin çocuğu gibiyiz, her gece kendimize kendimizle ilgili bir masal anlatıyoruz, bir prens oluyoruz, bir prenses, dürüst, içten, cesur oluyoruz, iyiliklerle donanıyor, sevecenliklerle yüceliyoruz


En çok yalanı en yakınlarımıza söylüyoruz Önce kendimize, sonra en sevdiğimize, ihanetin zamanını biliyorum


Sizi vuran hançeri, size en yakın olan tutacak, size en yakın olan ona en çok sokulduğunuzda vuracak


Ve, siz içinizdeki hançeri çıkartıp vurmak için onun size sokulduğu zamanı bekleyeceksiniz


İhanet hançerini sokmak için, dokunabilecek kadar yakın olmak gerektiğini sezeceksiniz Şöyle haykırmayı öğreneceksiniz: "Yaralanmışlardan korkun" Yaralanmamış kim var peki?


Ve, yaralanmamış kimse yoksa siz kime sarılacaksınız? İğde kokularının içine incecik limon çiçeği kokuları sızıyor, minicik bir gül var, koyu karanlığın içinde, çiçeksiz bir hanımeli


Sessiz ve mükemmel gece Ve, biri eksik Biri her zaman eksik Biri, geldiğinde bile eksik


Öyle eksildik ki yaşarken, bize dokunan herkesi eksiltiyoruz


Yalnızlığımızla çoğalıp kalabalığımızla eksiliyoruz ve öylesine kalabalık ki yalnızlığımız


Ne yana dönsek kendimize çarpıyoruz


Hayat bize hep aynı şeyi öğretiyor, "Mükemmel biri yok"


Ve, en maceraperest olanlarımız, en gözü karalarımız, en çılgınlarımız şöyle diyor:


"Biri var ve ben onu bulacağım"


Ve, o zaman bir ses bize diyor ki:


"Sen mükemmel değilsen başkası niye olsun?"


Ve, o zaman biz diyoruz ki:


"Ben mükemmel olsaydım, mükemmel birini niye arayacaktım?"


Hepimiz kendimizde olmayanı arıyoruz


Ve, hepimiz ancak kendimizde olanı buluyoruz


Yaralanıyor ve yaralıyoruz


Gökyüzü karanlık ve yıldızlar parlıyor


Ruhumuz karanlık ve iyiliklerimiz mi parlıyor, yoksa geniş bir iyiliğin içinde kristal iğneler gibi parıldayanlar kötülüklerimiz mi?


Sonsuz, sessiz ve geniş bir iyiliğin içine mi yerleştirilmiş kötülüklerimiz, yoksa sonsuz kötülüğün içinde parlayan ışık vahaları mı iyiliklerimiz?


Ve biz bunlardan hangisini isteriz?


İyiliklerimizin parıldamasını mı, yoksa kötülüklerimizin parıldamasını mı?


Niye hepimiz birbirimize benziyoruz?


Nasıl oluyor da bir vakit yaşadıktan sonra insanların ne zaman, ne yapacağını öğreniyoruz, nasıl oluyor da birbirine hiç benzemeyen insanlar bile birbirine benzer şeyler yapıyor?


Başkalarının da bize benzediğini görmekten bir teselli mi bulmalıyız, yoksa başkalarına bu kadar benzemek bizi utandırmalı mı?


Zehirin panzehirini de zehirden yaptıkları gibi acının panzehirini de acıdan mı yapıyorlar?


Canımızı acıtanın canını acıtmak geçiriyor mu acımızı?


Yaralandıkça yaralıyoruz


Yaraladıkça yaralanıyoruz


Bu kadar basit mi gerçekten yaşadıklarımız?


Böylesine ufuksuz bir gerçeği gördüğümüzde bütün gerçeği görmüş mü oluyoruz?


Ve, biz bu kadar sığ mıyız?


Peki, ya kendimize ve sevdiklerimize anlattığımız o oymalı masallar, içimizi serinleten o, "ben farklıyım" inancı


Şöyle mi demeliyiz:


"Ben farklı değilim ve kimse farklı değil" Acaba onun için mi filmleri ve romanları seviyoruz, bize farklı olanları anlattıkları ve bizi farklı birilerinin de olabileceğine inandırdıkları için mi?


Yeryüzünde dürüst birilerinin de olabileceğine inanıp onu mu aramalıyız, yoksa acının başladığı her yerde dürüstlüğün bittiğini kabul edip dürüstlüğü istemekten vaz mı geçmeliyiz?


Herkes yalan söylüyorsa en dürüstümüz, "Ben yalancıyım" diyenler mi?


Dürüst olduğunu söyleyenlerden mi korkmalıyız, yoksa yalancı olduğunu söyleyenlerden mi?


Kendimizi kimden sakınmalıyız?


Ve, kendimizi sakınmalı mıyız?


Neden dürüst birine, güvenebileceğimiz birine bu kadar ihtiyacımız var, kendimize ve dürüstlüğümüze güvenemediğimiz için mi?


Bizi, dürüstlüğün gerçekten var olduğuna inandırması, bizi de dürüstlüğün güvenilir sularına çekmesi için mi insanlara dürüst olmaları için yalvarıyoruz?


Niye kendimizde olmayanı başkasından istiyoruz?


Kendimizde olmadığı için mi?


Yalandan en çok yalancılar, günahtan en çok günahkârlar, ihanetten en çok hainler mi korkuyor?


Yalanın, günahın ve ihanetin çizgisini ne kadar çabuk ve kolay geçtiğimizi bildiğimizden mi başkalarının da o kadar kolay ve çabuk o çizgileri geçeceğine inanıyoruz?


Günahın ve ihanetin o muhteşem lezzetini tattığımız için mi başkalarının da onu tatmak isteyeceğini düşünüyoruz?


Hiç yalan söylemeyen, belki de başkasının yalan söyleyebileceğini hiç düşünmez


İhaneti aklından geçirmeyen, başkasının da ihanetinden o kadar kuşkulanmaz


Bu sorularla ne kadar yalnızız


Ve ne kadar kalabalık yalnızlığımız


Herkeste kendimize çarpıyoruz


Ve, bir ses bize diyor ki:


"Sen mükemmel değilsen, başkasının mükemmel olmasını niye istiyorsun?"


Ve, biz diyoruz ki:


"Ben mükemmel olsam, başkasının mükemmel olmasını niye isteyeyim?"


Kara ipekten bir yorgan gibi üstümü örtüyor, iğde kokuları, limon çiçeklerinin incecik kokusu, kızıllığı karanlığın içinde bile sezilen sardunyalar, minicik saplarının ucunda sessizce duran minicik güller, çiçeklenmemiş bir hanımeli


Sessiz, sakin ve mükemmel gece


Kokular imparatorluğunun bendeleriyiz bu saatlerde, ruhumuz kokularla dalgalanıyor


Ne kadar kalabalık yalnızlığımız


Hepimiz yaralanmayı biliyoruz


Yaralamamayı bilen birisini arıyoruz hepimiz

Ahmet Altan


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.