Prof. Dr. Sinsi
|
Ayrılık Hatıraları 1
Ayrılık Hatıraları Hikayesi - Uçurtma Hastalığı Hikayeleri - Aynur Engindeniz - Aynur Engindeniz Yazıları
1-UÇURTMA HASTALIĞI
İlkokul üçüncü sınıfa geçtiğim yaz idi Annem ve babam, uzun tartışmalardan sonra, yaz tatili boyunca din eğitimi almam için köye gönderilmeme karar vermişti
Babama göre, fen ilimleri yanında dini ilimler öğrenmeyen bir nesil, daima eksik tekerlekli bir araba gibiydi Arabanın bir tekeri eksik olunca da, kaza daima kaçınılmaz olurdu Şehirdeki para meraklısı imamlara güvenmiyor, ille de memleketteki Hafız Hocadan ders almam için ısrar ediyordu
Annem, dinimi öğrenmemi istemekle beraber, bensiz geçireceği günlerin hesabını yapıyor, ayrılık kısa dahi olsa, bu hasrete dayanamayacağını söylüyordu
Neticede okulların tatil edilişinin ikinci haftası, köye gitmek üzere biletim alındı Annem ve babamın işleri dolayısıyla, beni köye götürme işi, akrabadan bir kadına düşüyordu O vakit, hiç görmediğim köy hakkında ne düşündüğümü hatırlamasam da, yanına eklendiğim kadına karşı hissettiğim güvensizlik ve bunun getirdiği huzursuzluk, üstüne üstlük bir de ailemden ilk kez ayrılacak olmanın kederi, hafızamın silinmez levhalarında kalmıştır hep
O güne dek yabancıları düşman belleyerek büyütüldüğüm için, bir yabancıyla seyahat etmek düşüncesi, gecelerime bir kabus olarak çöküyordu Bir gece ıssız bir diyara kaçırılıyor, ertesi gece derin bir açlık dakikasında, tanımadığım akraba tarafından çiğ çiğ yeniyordum Neyse ki tüm bu vesveseler güleç yüzlü Şadiye Teyzeyi görünce kaybolup gitti
Yolculuk vakti geldiğinde, bir kısım eşyam valizlere dolduruldu Valizlerin çokluğu, çocuk kalbimde, sonsuza kadar geri dönemeyeceğim hissini uyandırmıştı Annemin usulca yanaklarından süzülen yaşları ve kapalı kapılar arkasında babamla fısıltıyla konuşmaları, bu korkumu daha da kuvvetlendiriyordu
Otobüse binerken, annemin, bütün kemiklerimi olduğu bölgelerden daha içeri kaydıran sarılışını, ayrılık hatıralarımın miladı olarak bilirim
Yol boyunca Şadiye Teyzenin Şark masallarını dinlemiş, için için, daha önce onunla ilgili kabuslarıma gülmüştüm Bunun dışında yolculukla ilgili hafızamda kalan tek şey, küçük bir hırsızlık vakasıdır Muavinin yolculardan birinin çantasını çalması sebebiyle iki saat otobüste mahsur kalmıştık Bereket versin ki, muavin tez zamanda bulunmuş, yolcuya çantası tam olarak iade edilmişti de, biz de yolumuza devam edebilmiştik
Bir çocuğa göre oldukça uzun ve müşkül sayılabilecek bir yolculuktan sonra ilçeye vardık Şadiye Teyze, yanaklarımı öperek beni dedeme teslim ederken, hayatın, parçaları zamanla birleştirilen koca bir yap-boz olduğunu düşünüyor, dedemin avuçlarındaki sıcaklıkla, içimdeki tuhaf hisleri bastırmaya çalışıyordum
Yeni bir yer, tanımadığım insanlar, alışık olmadığım daha doğrusu nasıl yaşanıldığını bilmediğim bir kültürdü beni telaşlandıran O güne dek köy hayatını, okul kitaplarının sevimli resimlerle süslenmiş kısa ve nasihat dolu hikayelerinden tanıyordum Bir de, bütün ömrümce, duyduğum anda, iliklerime kadar hüzünle dolduğum, “Orda bir köy var uzakta “şarkısından Evet, orda bir köy vardı uzakta, gitmiyor, görmüyorduk ama, bizim köyümüzdü Belki Karstaydı, belki Rize’de…Ve biz istediğimizde, oradaki köye ve içindeki evlere teklifsiz gidebilirdik Kimse bize, yan gözle bakmaz, kimse bizi kendinden yana, ya da kendinden olamayan, diye sınıflara bölmezdi Böyle düşünürdük, çünkü çocuktuk biz…
Anneannem beni görünce “ Benim küçülmüş Eminem” diyerek boynuma sarıldı Onun kucağı da, dedemin ellerindeki sıcaklığa benzer bir güven hissi uyandırdı bende
Anneannemin yüzü, gözüme kareli defterim gibi görünse de, anneme olan müthiş benzerliği bana ayrı bir sevinç yaşatmıştı
Ben anneme benziyordum, annem de annesine…Aklıma matruşkalar geldi o an İç içe geçmiş Rus bebekleri gibiydik, en büyükten en küçüğe doğru, şekli aynı ama ebadı gittikçe küçülen…
Bir hafta süren “sıkılganlık” devresinden sonra, içimdeki meraklı çocuk dirilmiş, ele avuca sığmaz bir yaramaz oluvermiştim Evdeki katı kurallar benim dışımda bir daire çizdiği için, kendi evimde olmadığım kadar özgür ve mesut günler geçiriyordum
Evdeki katı kurallardan hafızamda kalanlar; erken kalkmak, erken yatmak, iş bölümü yapmak gibi genel kaidelerle beraber, bir de yalnızca kadınları kapsayan, her söze karışmama, izinsiz dışarı çıkamama gibi, bana son derece tuhaf gelen şeyler oldu Tuhaf gelmişti çünkü; bizim evimizde annemle babam -genelde-beraber karar alır, ama ekseriyetle de annemin dediği olurdu Sonra annem dışarı çıkacağı zaman babamdan izin almak zorunda değildi
Bir biyoloji dergisinde okuduğum yazıları aklıma getirmişti bu durum: Bir gül çiçeği tohumu, ana vatanından başka bir yere dikilirse eğer, farklı renklerde ve farklı biçimlerde çiçek açabilirdi Annem ve babam, bu coğrafyanın tohumları olduğu halde, ihraç oldukları memlekette farklılaşmışlardı…
Tüm aykırılığına rağmen, aksaksız işleyen köy düzeni beni kendine hayran bırakmıştı Hem kimsenin kimseye, itirazı da yoktu Sakin, yorucu ama huzurlu geçen hayat, tüm mağdur evlatlarını teskin ediyor gibiydi bu köyde O yüzden ömrümce düşünmüşümdür, kentin hakları çantasında gezen, asri ama buhranlı kadını mı, köyün, özgürlüğü erkeğinin cebinde gizli, cefakar ama sakin kadını mı daha mutluydu? O vakit, çocuk aklımın terazisinde, köy kadını daha mutluymuş gibi görünüyordu gözüme…
Dayım, kamyonuyla uzak köylere ve ilçelere yük taşırdı Her akşam, yaşıtım olan kızı Rafika’ya ve bana getirdiği şekerlemelerden midir bilmem, en çok onu severdim bu evde
Köyde bir çok arkadaşım ve kuzenim olmasına rağmen, en çok Rafikayla vakit geçirmek hoşuma gidiyordu Beraber tarlalara gidiyor, dönüşte koyunlardan ayrılan küçük kuzuları otlatıyor, bize verilen küçük işler bitince, evin arkasındaki dereye kadar uzanan geniş çayırlıkta gönlümüzce koşup eğleniyorduk Belimize kadar gelen kurumaya yüz tutmuş çayırlara ellerimizi değdirerek koşmak, kendimizi uçurtma gibi hayal etmemize neden oluyordu Kuyrukları hiçbir engele takılmayan, küçük uçurtmalardık biz…
Yine böyle bir günde, Refikayla, çayıra oturmuş, elimizdeki çalılarla otları döverken:
“ Sen hiç uçurtma gördün mü, Refika” diye sordum
“Nerden göreceğim akıllım” dedi “Uçurtma şehirde uçarmış ”
“Hayır, uçurtma en güzel köyde uçar Çünkü şehirde bu kadar büyük gökyüzü yok”
“ Ama, Nurdan Teyzem dedi ki, uçurtma şehir işiymiş ”
“ Seni kandırmışlar Refika! Komiksin Nasıl da bebek gibi inandın…”
Refika darılmıştı Koşarak eve döndü Yatağına girip, yüzünü keçi kılından yapılmış battaniyesiyle kapattı Ne kadar özür dilediysem kar etmedi Ben de gönlünü alabilirim ümidiyle onun için uçurtma yapmaya karar verdim
Bir keresinde öğretmenimiz, nasıl uçurtma yapılacağını anlatmıştı Ama bunun için renkli kağıtlar gerekliydi Ne kadar çekmeceleri karıştırdıysam nafile…O renkli kağıtlardan bulamadım Ben de, çiçek desenli alışveriş poşetlerini kullanmaya karar verdim Dışarıdan topladığım düzgün ağaç dallarını iple birbirine bağlayıp, uçurtmanın iskeletini yaptım Sonra da kestiğim poşetleri iskelete bağladım Ucuna uzunca bir ip, kuyruk kısmına da, saçımdaki kurdelaları ekleyince, ortaya güzel bir uçurtma çıktı Hayatımda, hiçbir meşgalenin beni, o uçurtmayı yapmak kadar mutlu ettiğini hatırlamıyorum
Elimde uçurtma olduğu halde Refikanın odasına gittim Uyumuştu Seslendim, uyanmadı Ben de uçurtmayı başucuna bırakıp çıktım İçimde muzaffer komutanların, göğüs kabartan başarılarından duyduğu gurura benzer duygular vardı
Mutfağın, avluya bakan penceresinden, dışarıda akşamın getirdiği telaşla sağa sola koşuşturan ev ahalisini izlemeye başladım Ev halkından başka, tavuklar, civcivler, kuzular, hatta köpekler bile kendilerine düşen vazifenin icrasına düşmüşlerdi Gökyüzüne başımı kaldırıp, akşam rüzgarının etkisiyle, uçarmışçasına bir tarafa doğru sürüklenen bulutları görünce, aklıma annem geldi O an ben de, o bulutlarla beraber anneme gitmek istedim sanırım
Akşam yemeği için herkes sofra başına toplandığında, Refika hala odasından çıkmamıştı Dedem, yengeme, Refika’nın neden yemeğe gelmediğini sordu Yengem, “Karnı ağrıyormuş” dedi Çabucak yemeğimi bitirip, Refikanın odasına gittim Yatağının üzerine oturmuş, uçurtmayı inceliyordu Beni görünce uçurtmayı elinden bıraktı
“ Refika, bırak naz etmeyi, küs müyüz?”
“ Hayır, küsmüştüm ama geçti Bu uçurtmayı sen mi yaptın?”
“ Evet Hem de senin için Burada da uçurtma uçabildiğini göreceksin yarın ”
Hüzün dolu gözlerle uçurtmaya bakıyordu
“ Ama bu uçurtma değil ki, uçurtma böyle olmaz Resmini görmüştüm ”
“ Olsun, gerçek bir uçurtma kadar güzel değil ama, yine de güzel değil mi? Hem dedemle pazartesi ilçeye gideceğiz ya, o zaman daha güzel malzemeler alır, beraber yaparız ”
Yorgun bir şekilde başını salladı
……………………………… 
Ertesi gün erkenden uyandım Çayırda uçurtmamızı tecrübe etmek için sabırsızlanıyordum
Ev halkı çoktan kahvaltı yapıp işine dağılmıştı Evde küçük teyzemden başka kimse kalmamıştı Bize yemek verdikten sonra, o da tarlaya gidecekti Refika da ortalarda görünmüyordu Oysa o herkesten evvel kalkar, hatta bu yüzden bir araba yükü azar işitirdi Çünkü kalkar kalkmaz ilk işi, tavuk kümesinin kapısını açmak olurdu Vaktinden önce dışarı çıkan tavuklar, komşu bahçelere saldırır, bir daha balık ağıyla çevrelenen bölüme sokmak, son derece müşkül bir hal alırdı
Bir de kurbağa merakı vardı ki, hala hatırlayınca tüylerim diken diken olur Sabahın köründe irili ufaklı bir sürü kurbağa toplar, evden aldığı boş salça kutularına doldururdu Sonra da, üzerlerini bezle kapatıp, kutuları yumurta foluna koyardı Teyzem de, hemen her sabah bu tuzağa düşer, yumurta toplamak için folluğa soktuğu eline kurbağa gelince keskin bir çığlık atarak eve kaçardı
Kahvaltı sofrası hazır olduğunda Refika’yı çağırmak için odasına gittim Perdeler hala çekik, uçurtma hala başucundaydı Refika hiç kalkmamıştı Battaniyesini açtığımda, terden sırılsıklam olduğunu gördüm Ağlamakla inlemek arası garip sesler çıkartıyordu
“ Refika, uykucu kalk! “
“ Hastayım ”
“ Oncacık sözümden hasta mı oldun?”
“ Nazlı, annemi çağır ”
“ Ama onlar, yevmiyeye gitti Nasıl çağırırım, çok uzaktalar Haydi kalk, çayıra gidelim Orda iyi olursun Hem uçurtmamızı da uçurturuz ”
Zorla da olsa, ısrarıma dayanamayıp kalktı Sofrada hiçbir şey yemedi Yüzü solgun, vücudu titrekti Teyzem ona bir aspirin verdi Biraz düzelir gibi olunca, beraberce çayıra gittik
Uçurtmayı eline verdim
“Haydi Refika koş…Koş ve uç!”
“ Sen koş Nazlı, ben yorgunum Hem bu gerçekten uçar mı dersin?”
“ Uçar elbet akıllım Bak da gör şimdi ”
Uçurtmanın ipinden tutup, bütün hızımla koştum Ama nafile, uçurtma havalanmak bir yana dursun, yerden kalkmadı bile Defalarca denedim Boş…Uçurtma uçmuyordu İşte o an, ilk defa Allah’a ihtiyacım olduğunu hissettim Hiç dua bilmediğim için, nasıl yalvaracağımı da bilmiyordum Sadece “ Lütfen Allah’ım, bir kerecik…” diyebildim Ama yine uçmadı Kendi kendime dedim ki, Hafız Hocayla dalga geçtiğim için Allah benim duamı kabul etmiyor…Ya da gerçekten uçurtma şehir işiydi
Refika yere oturmuş, üzgün gözlerle bana bakıyordu
“Uçmaz demiştim “
“ Boş ver, çarşıdan gerçek bir uçurtma aldırırız dedeme Hem iki tane aldırırız Üzülme ”
“Üzülmüyorum ki, biz zaten uçurtmayız, öyle değil mi? “
“ Elbette ”
“ Nazlı…”
Bu Refika’nın ağzından çıkan son kelime olmuştu Bir tüy gibi olduğu yere yığılıp kaldı Ne uyandırabildim, ne kaldırıp eve taşımaya gücüm yetti Ağlayarak eve koştum, teyzem hala evdeydi Ona olanları anlattım O da Refika’yı kucağına alarak eve getirdi Annesi, dayım, dedem eve ne zaman geldi hatırlayamıyorum ama, Refika bir daha gözlerini açmadı
Dedem, üşütmüştür, uyusun geçer, dedi Bir sürü ot kaynatılarak çay kaşığıyla ağzına döküldü Başına tütün sarıldı Bütün bunlar ateşini düşürmek içinmiş Ama işe yaramadılar Son çare sabahı beklediler Doktora gitmek için, sabahı beklemekten başka çareleri yoktu çünkü
Sabaha karşı Refika öldü…
Bu olay, ömrümün en hazin tablosu olarak acılarla döşenmiş galerimde yerini aldı Refika, uçurtma hastalığından ölmüştü Ben ona, komiksin demeseydim, o hastalanmayacaktı Bütün bu karanlık vehimler okuyup doktor oluncaya kadar zihnimden çıkmadı
Şimdi her uçurtma gördüğümde, “Uç Refika, uç” diye bağırırım içimden Bilirim ki, o benden daha şanslı bir çocuktur Sonsuza kadar semada uçacaktır Oysa ben, kuyruğumu, yerde dikenli tellere, gökte ağaç dallarına, yahut elektrik tellerine kaptırmama telaşında, ne uçtuğumdan anlayacağım, ne yerde olduğumdan…
Aynur Engindeniz
|