Prof. Dr. Sinsi
|
Ayrılık Hatıraları 3
Ayrılık Hatıraları Hikayesi - Doğrular Hikayeleri - Aynur Engindeniz - Aynur Engindeniz Yazıları
3-DOĞRULAR
_Bey insaf buyur! Yapma  Yazıktır!
_ Lütfen yapma baba!
Sabahın karanlık vaktinde evdeki bağırışmalarla uyandım Anneannem ve teyzem dedeme yalvarıp duruyordu Dedemden gelen tek ses " Beni öldürecek misin kız sen" oldu Sonra dış kapının açıldığını duydum, ardından bağırışmalar, yerini sessiz hıçkırıklara bıraktı
Salona gittim Teyzem anneanneme sarılmış, ağlıyordu
_Anne sen söyle, ne kötülük yaptım ben  Ne vardı böyle yapacak Ben onları alabilmek için, iki ay ele güne yevmiyeye gittim  
Neden söz ettiğini anlamıştım Dün çarşıdan aldığı ayakkabılar için ağlıyordu
_Ne oldu teyze, neden ağlıyorsun?
_Deden ayakkabıları parçaladı
_Neden ama?
_Hem buzdolabında gördüğü için, hem de topuklu oldukları için  
Teyzem biriktirdiği paralarla, kendine, çok istediği ve o günün modası olan, apartman topuklu, kırmızı bir çift ayakkabı almıştı Eve geldiğinde yüzünde öyle çocukça bir sevinç vardı ki, saatlerce ayakkabıları ayağından çıkarmadı Ta ki dedem tarladan dönünceye kadar, kendi kendine şarkı söyledi ve dans etti Hem dedem görmesin diye, hem de açılır ve ayaklarını sıkmaz düşüncesiyle ayakkabıları, buzdolabının buzluğuna yerleştirmişti Aksilik bu ya, dedemin dolaptan buz alacağı tutmuş Ayakkabıları görünce de olanlar olmuş
Bu, otuz yedi yaşında, bir çift ayakkabı için gözyaşı döken geçkin kıza bakınca, annemin alıp da hiç giymediği ayakkabılar aklıma geldi Sırf moda diye onlarca ayakkabı alıyor, ama birisinde ayakkabıların aynısını gördüğü anda, onları vestiyerin en ücra köşelerine sıkıştırıyordu Babam, hanım yazıktır, bari bir muhtaca ver, dediğinde ise, "Billahi vermem! Ben onlara tonla para verdim" diye çıkışıyordu Oysa, o da vakti zamanında yokluk görmüş, bu topraklarda yamalı lastik ayakkabılar sürütmüştü Tabi ki, bunları ondan değil, anneanenmden duymuştum Bir keresinde anneannem, elbise isterim, diye tutturduğum için beni dizine oturtmuş, para kazanmanın zorluğunu, annemin genç kızken halasının İzviçreden yolladığı eskilerle büyüdüğünü, elimde olanlar için Allah’a şükretmem gerektiğini anlatmıştı
Şükür, benim yaşımda bir çocuk için, ağır bir mevzuydu O vakitler, nasıl insanlar arasındaki talih dengesizliğine anlam veremiyorsam, kanaat ve tevazu arasındaki derin manayı da tahlil edemiyordum Ruh inkılabım, ne vakit bedenimi de sardı, işte o vakit, bu sırra mazhar oldum Ama dediğim gibi, rızkın taksimindeki sırrı anlamak için, çok küçüktüm Bu yüzden ve biraz da teyzemin gözyaşlarının tesiri altında anneanneme:
_ Ne olmuş, ayakkabı almışsa! Güzel görünmek onun da hakkı değil mi, diye sitem ettim İkisi de bu çıkışa şaşırmış olacaklar ki, bir müddet kimseden cevap gelmedi Sükûnet teyzemin asabi kahkasıyla bozuldu
_İlahi, Nazlı! Dilin nelere dönüyor senin Bu yaşımda aklımdan geçirmeye korktuğum cümleleri, ne de rahat söyleyiverdin
Anneannem yüzünü ekşiterek:
_Tevekkeli dememişler, sırkanın dibinde sırkan biter, diye  Anasının kızı ne olacak  
O gün ayakkabı konusu, bir daha meclise gelmeyecek şekilde kapatıldı Ne teyzem babasına saygıda kusur etti, ne de dedem surat yaptı Öğleye doğru, ne ağlayan teyzemden, ne kükreyen dedemden eser kaldı Böyle olmalıydı, çünkü; o topraklarda hayat sergüzeştine, başka surette devam edilemezdi
Öğleye doğru, Hafız Hoca topallaya topallaya avluda takvim yaprağı okuyan dedemin yanına geldi Hemen her namaz öncesi bize gelir, dedemle memleket meselelerini tartışır, demli çaylarını içtikten sonra, beraberce, kapısında ihtiyarların çoktan uyumaya başladığı köy camisine doğru yol alır lardı Camiye varıp, ihtiyarların halini görünce de, gülmeden edemezlerdi Zavallı ihtiyarların, kimisi avlu direğine, kimisi caminin gölgelik her hangi bir yerine yaslanır, vakti bekleyinceye kadar içleri geçerdi Hafız Hocanın oğlu, caminin alt katında küçük bir köy kahvesi işletirdi Ekseri müşterisi olan ihtiyarları, ezana kadar hayrına dağıttığı demli çaylar bile ayınık tutmaya kafi gelmezdi
_Muhtar Ahmet, dinledin mi? Ajans, Erbakan’ın mecliste esip gürlediğini söyledi
_Deme! Bak kaçırdım ben Köylüyü sakal tıraşı etmekten vakit kalmıyor elhamdülillah  
Dedemin bir meşgalesi de, hayrına köylüye berberlik yapmaktı Yaşlısı genci, saçlısı keli, bitlisi kirlisi demeden, herkesi tıraş ederdi Onun bu misafirşinaslığı, yardımseverliği, ev kadınlarına "illallah" dedirtmişti Gelene gidene sofra kurulur, tıraş olacaklara temiz havlu ve sıcak su hazırlanır, iş bitince çay faslına geçilirdi Bu tip görevler genelde teyzeme ait olsa da, bütün kadınlar, gelen gidene karşı sessiz bir kin beslerlerdi
_ Demek Erbakan meclisi inletmiş he?
_Mübarek ağzından bal damladı hacı, bal  Neler dedi, neler  Milletin selahiyeti için ne icapsa bir bir saydı
_Allah razı olsun Ölmüşlerine rahmet  
Evin duvarları boy boy Erbakan posterileyle kaplıydı İlk gördüğümde, bu tot ton dede de kim, diye sormuştum teyzeme O da dili döndüğünce kim olduğunu anlatmıştı Bizim evimizde siyaset konuşulduğuna şahit olmadığım için, ne siyasetçileri tanıyordum, ne de mensubu oldukları partileri Birgün dedeme sordum:
_Dedeciğim, şu duvardaki üstü örtülü çerçevede ne var?
_Büyük anneannenin resmi var
_Peki neden üzeri örtülü Küs müydünüz?
_Yok kızım, resim olan yerde namaz olmaz, onun için örttük
_İyi ama, üzeri örtülünce yok olamaz ki
Duvardaki fotoğrafın yüzü örtülüydü ama, kitaplığın camına sokuşturulmuş Erbakan kartpostalıyla, kapının üst tarafına tutuşturulmuş, Atatürk’ün ve milletvekillerinin ilk meclis açıldığında çekilen resmi, gayet açık bir şekilde odayı süzüyordu Lafı geçmişken; dedem, meclis açılışında çekilen o resmi, tarladan dönerken yolda bulmuş, kimse basıp çiğnemesin diye de kapı üstüne tutturmuştu Onlar gaziydi, memleket için uğraşmış güzide insanlardı Yere atmak olmazdı
Dedem ya sorularımdan sıkıldığından, ya da verecek cevap bulamadığından konuyu değiştirmişti Üzeri örtülü resim, örtüsüyle birlikte çocuk kalbimin içine gömülü kaldı
Hafız Hoca, çayından son bir yudum daha içerek ayağa kalktı Dedem de elindeki takvim yaprağını duvardaki su borusuna sıkıştırarak peşinden gitti
Ev, yol üzeri olduğu için gelen geçeni seyretmek bu hanenin en lüks sosyal faaliyetlerindedi Bir süre sonra, ben de onlara uymuş, bir gölge görsem kim acaba diye merak eder olmuştum Dedem, sırf oturduğu yerden gelen geçeni görebilmek için perdeleri bile çektirmezdi
Teyzem, anneannem ve ben dedemden ve Hafız Hocadan boşalan yere oturduk Demliğin dibinde kalan çay bizimdi artık Teyzem danteliyle meşguldü, anneannem eteğindeki sökükle uğraşıyordu Öğle sıcağından olsa gerek, yoldan kimseler geçmiyordu Tam sıkılıp kalkacağım vakit, Remziye ile annesi karşıdan göründü Kadın söylene söylene yürüyor, Remziye başı önde mahçup bir edayla arkasından geliyordu Bizi görünce yanımıza geldiler Anneannem herzamanki merakıyla sordu:
_Songül, nerden böyle bu sıcakta?
_Sorma Havva Teyze, bizimki bitlenmiş yine Ebeden bit ilacı aldım
_E kızım, süyerdin bir avuç DTT hiç bir şey kalmazdı alimallah
_Sürmedim mi sanıyorsun, ne DTT’ler ne sinek ilaçları kar etti Kaç kere dedim ona, Keziban’da bit var, dolaşma onla diye
İçimden gülüyordum Daha bir kaç gün önce, aynı yoldan elinde bit ilacıyla, Keziban’ın annesi geçti ve o da kızına Remziye ile gezmemesini tembihledi Onun kanaatine göre de, Remziye Keziban’a bit bulaştırmıştı Bu basit mevzuda bile, doğru bir, ama meçhul, kanaatler ise farklı farklı idi Küçük olan meselelerde dahi kimse haklılık sıfatından feragat etmezdi O iki kadın bir araya getirilse, ikisi de çetin bir münazaraya tutuşur, dilleri damaklarına yapışıncaya kadar laf yetiştirirler de, alt kalmayı asla kabul etmezlerdi Oysa, bitin temiz saçta yaşadığını bilselerdi  
Remziye ve annesi fazla eğlenmeden gittiler Arkalarından bakarken anladım ki, ne kadar insan varsa, o kadar sözde doğru var Ama bir de pek az kişinin kavrayabildiği esas doğrular var  Bizler askeri olduğumuz doğrularımız için çarpışıp, şehit ya da gazi olduğumuzu düşünürken, pisi pisine de gidebiliyormuşuz meğer  Ne gam, ne gam!
Aynur Engindeniz
|