Prof. Dr. Sinsi
|
Mecburiyetten Sevmek
Zahide hanım ve Yusuf bey  
Küçücük kasabamızın en sevimli ,en sevdalı , en uyumlu ,otuz sekiz senelik evliliğin getirip götürdüklerine inat, en el ele çiftiydi onlar Kasabanın sokaklarında minik köpekleri kucaklarında, geçmişleri ardlarında, gelecekleri önlerinde sarmaş dolaş gezdiklerinde; taze sevdalılar gıpta ile bakardı onlara
Zahide hanım, sarıya boyanmış kısacık saçlarını her sabah fönler, her gün podyuma çıkacakmışcasına itina ile giyinirdi Yusuf bey, üzerindeki jilet gibi ütülenmiş siyah pantalonuyla övünür; " Zahide’m kadar güzel ütü yapabilen var mı? " diyerek biricik eşiyle böbürlenirdi Yusuf beyin sır gibi sakladığı rahatsızlığından dolayı evde oturması, çalışamaması ise eşini hiç rahatsız etmezdi O sabahları işine gider; öğleden sonra evine döndüğünde, sevgili eşinin özenle pişirdigi Osmanlı mutfağından seçme yemeklerini yerdi Masayı toplayıp ,bulaşıkları yıkamak da Yusuf beyin görevleri arasındaydı, nitekim var gücüyle çalışan, ona destek olan Zahide’sinin elini, sıcak sudan, soğuk suya sokturmazdı Bilakis, camları silmeye bile erinmezdi Onlar gördüğüm en güzel çiftti Onlar masal gibiydi
Bizler; onlara gıpta ile bakanlar, bu huzurun sonsuz olduğunu düşünür, bir gün bitebileceği ihtimalini düşünemezdik bile Ama, gün geldi, çattı Kara bir gündü o gün Yusuf bey karaciğer yetmezliğine yenilip, Zahide’sini yarı yolda bıraktı Biz kasabalılar havalimanında uğurladık onu, eşi ise ona eşlik etti Ne tuhaf bir duyguydu Zahide hanım için kim bilir, ilk kez yan yana uçmadılar
Aylarca dönmedi Zahide hanım, belki de bir sene, zaman mefhumum biraz zayıftır Zamanla uzaktakilerin varlığını dondururuz ya hafızamızda, ben de Zahide hanımın varlığını unutmuştum sanırım Hayat kusursuz çiftimizin yokluğunda devam ediyor, biz de onun ritminde sallanıyorduk
Bir pazar sabahı, bisiklet turuna çıktım dere kenarında Pek huzur verir ördeklerle sohbet, kibirli kuğulara daha kibirli bakışlarla tepeden bakmak Else’nin kıyısında  
Zahide hanım dönmüş!
Minik köpeği kucağında, en köşedeki banka oturmuş, yüzünde tuhaf bir huzur, biraz da dalgınlık Bisikletten inip yanına gittim "Merhaba Zahide hanım, döndünüz mü? "gibi alâlade, cevabı baştan belli bir cümle ile selamladım "Döndüm " dedi gülümseyerek Sapsarı, kısacık saçları uzamış, kestane rengine boyanmıştı Üzerinde yaşına aykırı bir jeans pantalon, ayaklarında hiç alışkın olmadığım cıvıl cıvıl sandaletler vardı " Değişiklik güzeldir " derken, şaşkınlığımı gizleyemedim sanırım "Pek değiştiğim söylenemez, kendime döndüm diyelim istersen " diye yanıtladı beni
Meraklı halimi sezmiş olmalı "Otur,dertleşelim! " dedi Oturdum
"Biliyor musun, hayatımın yarısından fazlasını toprağa verip, üzerine çiçekler ekip, bir yerlerde bıraktığım gençliğimi alıp geldim Ben, Yusuf’la evlenmeden önce semtin en uçarı gencine aşıktım, kör gibi, sağır gibi, deli gibi  Onu bana yakıştıramayan ailem ise, aklı başında bir eş bulabilmek için seferber olmuşlardı
Yusuf iki sokak ötede otururdu, birlikte büyüdük sayılır Ailesi Osmanlı hanedanından gelirmiş, katı kurallarından nefret ederdi hanedanının; dertleşirdik zaman zaman Evde isminin geçmesi bile kızılca kıyamete neden olan aşkımı Yusuf’a anlatırdım, dinlerdi o beni Yusuf da aşıktı, bir Rum kızına sevdalıydı Maria   
Kısacık kesilmiş, sapsarı saçları vardı Maria’nın, moda dergilerinden fırlamış gibi giyinirdi Yusuf Maria’sını anlatırken kalp çarpıntısını duyardım oturduğum yerden Ancak ne onun, ne de benim ailem kalp çarpıntılarımızı duymadı, belki de kulaklarını kapattılar İkimiz de istemeden ayrıldık sevdiklerimizden Yusuf alkole vurdu kendini, ben içime kapandım Ama Yusuf’la bağımız hiç kopmadı, bizi saydam ve kuvvetli bir gemici düğümü bağlamıştı Ne kadar zaman geçti bilmem ama, bir zaman sonra ailelerimiz bizi birbirimize uygun gördü İkimiz de itiraz etmedik, evlendik birbirimizin yarasına tuz basarak Kendi yolumuzu çizdik el ele, zincirlerimizden kurtulduk, tutunup birbirimize Almanya’ya göçtük Yusuf alkolden vazgeçmedi, kurtulamadı diyelim Haftalarca mola vermeden içip, kendini dağlayıp, benimle tek kelime konuşmadığı zamanlar oldu Yaralandım,kızılcık şerbeti içtim dedim Onu gördükçe çaresiz, ben kedere düştüm Onun için bir şeyler yapmalıydım Elim kolum bağlı, çöküşünü izleyemedim Ve ben, Maria olmaya karar verdim Kısacık sarı saçlı, moda dergilerinden fırlamış kadar kendine özenli, başı dik bir kadın, içi yaralı Zahide, dışı ateş kadın  
Bu durum Yusuf’a iyi geldi, biraz daha ılımlı oldu sanki Zaman zaman, alkollü hallerinde, bana Maria diye hitabına aldırmadım Defalarca alkol komasına girdi, defalarca tedavi gördü, yine sevdiğine döndü Ben elini bırakmadım, çünkü bana tutunmazsa düşecekti Biz sevdadan evlenmedik, biz düşmemek için birbirimize tutunduk, onu bırakırsam, ikimiz de düşerdik, yıllar içerisinde birbirimizi mecburiyetten sevdik
Biliyor musun, Yusuf öyle sandığınız gibi karaciğer yetmezliğinden de ölmedi O akşam, otuz dokuzuncu evlilik yıldönümümüzdü Gene çok alkollüydü, mumları yakıp, karşısına oturdum Bir kadeh şarapla ben de ona eşlik etmek istedim ’Az kaldı Yusuf bir yastıkta kırk yıla’ diye geçirdim içimden,ne çok örttük birbirimizin yara izlerini, nasıl bir olduk hayata karşı ve neden yine de sevemedik üzerimize biçilen mutluluk kostümünü Mutsuz muyduk? Mutluysak, neden sahte gülüyorduk? ’Ben de bu gece içeceğim Yusuf’ dedim, "kadehini uzat Maria" diye karşılık verdi
Kadehini uzat Maria!  
Otuz dokuz koca seneden sonra yine Maria! Yok, bu sefer çok ağır geldi, bu kez saklayamadım yaramı  Öfke doluydum otuz dokuz koca seneye, öfke doluydum kendime, ona ve beni bu oyuna iten herkese Kadehimi yere attım, önündeki şişeyi de, ayağa fırladım Artık bu oyuna bir son verme, artık Maria’yı da, bu aşkı da gömmenin zamanı gelmişti Evlilik yıldönümümüz, toplu bir cenaze törenine dönüşmüştü ’Senden nefret ediyorum Maria!’ evet , herşeyi bir anda yıkan bu dört kelimeyi ben söylemiştim Evde ne kadar alkollü içecek varsa hepsini, hepsini döktüm Bu trajikomik oyunu bitirip, perdeyi indirdim Kapıyı çarpıp, yatak odama, yalnızlığıma çekildim Ağladım çok ağladım Bütün gece ağladım  Sabaha doğru yanıma uzandı, "Ağlama Zahide’m, ne çok çektirdim sana" dedi Sarıldı bana, öyle sıkı sarıldı ki, sanki son gibi, sanki bir daha hiç sarılamayacak gibi Huzurlu uyudum Sabah uyandığımda Yusuf yanımda yoktu, köpekle dışarı çıktığını düşündüm,ayık olduğu zamanlar, bana kıyamaz, Yusuf çıkartırdı köpeği Yeni bir gündü, kim bilir güzel bir gün bile olabilirdi Sabah kahvemizi hazırlamak üzere mutfağa yürüdüm Mutfak kapısının önünde yatıyordu öylece Yusuf, hiç hareketsiz yatıyordu Seslendim, sarstım, bağırdım Duymuyordu Uyan dedim, uyanmıyordu Yusuf kalk, kahve içelim dedim, kıpırdamıyordu Gözlerimden yaşlar sicim gibi akarken, bir damla yaşıma dayanamayan Yusuf oralı olmuyordu Yusuf gitmişti  Benden gitmişti  
Mutfakta boş bir ispirto şişesi buldum hastaneden döndükten sonra Yok, böyle bir ihtimal olamazdı, ispirto içmiş olmazdı değil mi? Beni bile bile yalnız bırakmış, bile bile ölüme gitmiş olamazdı değil mi? Bu olasılığa inanmıyordum
Beni bilinçli terkettiğine inanmak istemedim Yapmazdı, Yusuf bunu bana yapmazdı Maria’yı sevdiği gibi olmasa da, mecburiyetten olsa da, beni sevmişti o
Ertesi sabah otopsi sonucu tersini söyledi, inandığım her şeyin yalan olduğunu  
Gitmişti Yusuf, bile isteye gitmişti, beni terk etmişti Yaşananlar aslında sizin uzaktan izlediğiniz bir oyundu
’ İşte böyle; sizlerin inandığı gibi bir ölesiye aşk yok, mecburi sevgiler var kızım" dedi  
Gitmek üzere ayağa kalktı ve gülümsedi
Yüzündeki ifade benim tanıdığım sevdalı Zahide hanım’ın değildi  
Zeynep Süberk
|