Prof. Dr. Sinsi
|
İçimdeki
içimdeki yazısı - Aynur engindeniz yazıları
Umudu simgeleyen çisesiyle mavi kirpikli bir düştü o…
Serçeler kondu cılız tellerine,
Ve çisesiyle düştü o…
………………………………………………………………………………………………
Onu birkaç gündür hep aynı yerde görüyorum Kalabalık bir semtin sanat sokağında…Hiç göz göze gelmedik ama…Aslında yüz yüze bile gelmedik Eski fotoğrafların sergilendiği vitrinin önünde, hep aynı noktada, hep aynı pozisyonda duruyor Boynu bükük bir sessizlikle hep aynı yöne bakıyor
Akşam telaşıyla geçip gittim hep yanından Adımlarım kaba sayılabilecek kadar hızlı, zihnim bulanık, bakışlarım kaldırımlara kilitli, geçip gittim sessizce…Ama, iki alakasız insan gibi görünsek de, bir şey var onda bana ait…Bir yan belki…Belki sesteş ya da anlamdaş bir hüzün   
O da beni görmüş müydü acaba? Onca kalabalık içinde, hem arkası sokağa dönükken…Belki de, yol üzerinde sohbet eden gençlerden sıyrılırken değmişimdir ona Belki ben ilerledikten sonra dönüp bakmıştır ardımdan…
Şimdi niye bunları düşünüyorum ki…Hava çok soğuk, bu akşam sanat sokağından geçmeyeceğim Nafile yere yolumu uzatıyorum oradan geçerek Ama ya o kız… Onu görmeden bir gün biter mi? Kalbimi yokluyorum: “hayır” diyor içimden bir ses İyi de ben hangi ara bu kadar bağlandım ona?
Yorgun ve miyop gözlerimle sokağa giren dar yola bakarken “Delirme dostum” diyorum kendi kendime … “Bu çok saçma! Sanırım çok çalışıyorum Ya da olması gerekenden biraz fazla yalnızım ” Geri geri birkaç adım atıyorum Öyle meşgul ki zihnim, ne şişman bir kadına çarptığımı hissediyorum, ne de onun yüksek perdeli küfürlerini duyuyorum…
Onu merak ediyorum Onu düşünüyorum Neden hep o saatte orada? Nereye bakıyor öyle ağlamaklı Bana ne ondan…Düşünüyorum…Ona karşı hissettiklerimin anlamlı bir açıklaması var mutlaka Olmalı…
Aslında beni ilgilendirmeyen bu soruların cevaplarını öğrenmenin tek yolu onunla konuşmak Evet, bu akşam mutlaka onunla konuşacağım
Nedense belirgin bir naiflik sirayet ediyor adımlarıma, hatta soluk alışlarıma…Kendimi onunla karşılaşmaya hazırlıyor gibiyim Ama bir türlü hazır olup olmadığımı kestiremiyorum Her adımda geri dönmek geliyor içimden Gizli mi kalsa acaba sırırı?
Bir adım, bir kaç zoraki adım daha…Sonunda sokağın başındayım Evet, tahmin ettiğim gibi yine aynı yerinde Aramızdaki mesafeye rağmen boynunun dünkünden daha ziyade eğik olduğunu fark ediyorum Yaklaştıkça, hızla çarpan kalbimin aksine yavaşlıyor adımlarım Bir insan ancak zorla ayırdıkları sevgilisine kavuşacağı an bu kadar heyecanlanabilir Ama ben daha çok annesi gibi hissediyorum kendimi Sanki beni görünce kollarıma atlayacak Sanki cebinden çıkartacağı eski bir bebeğin bulaşmış saçlarını ördürecek bana…Sanki dizlerinde biriktirdiği yara izlerini öptürecek…
Sahiden iyi değilim galiba…Kendimi hiç bu kadar yabancı görmemiştim
Sokaktaki kediler bile donmamak için grup halinde gezinirken ben ve kız tek…Keşke yanıma birilerini alsaydım Şöyle; arada aklımın hala yerinde olduğunu hatırlatacak birini…Daktilograf Selma olabilirdi mesela Zira o hayata pek ciddi bakar Onun girdiği en lakayt ortamlarda bile ab-u hava doğal bir şekilde değişir Dudaklardaki tebessümler bile donar ve hatta köşeli bir hal alır En billur şiirler en makbul kimya denklemlerine dönüşür Bunu nasıl başardığını bilmeyiz hiç birimiz Ortama dahil sonra da müdahil oluşu ve bu durumun biz de en küçük rahatsızlık uyandırmayışı, sezdirilmeden yapılan kansız devrimleri çağrıştırır zihnimizde
Şimdi yanımda olsaydı o dört kenarlı gülüşüyle benle alay eder “Akıl akıl, gel bana takıl!” derdi Olmadığı isabet olmuş
İşte tam önümde duruyor Üzerinde sarı bir elbise var Bir eli eteklerinde diğer elini göremiyorum Benden başka meraklısı var mı diye sağa sola bakıyorum Yok, herkes yolunda…Belki de onu da bu sokağın sanat ürünlerinden biri olarak gördüler Bir heykel, ya da karakalem bir tablo…Başka nasıl bir cisim bu kadar kıpırtısız durabilir ki? Ama ben soluklarını duyuyorum
Nasıl seslenmeliyim ona? “Bayan” desem olur mu? Yok bu çok alaturka… “Hanımefendi” desem…Bu da çok yaşlı göstermez mi beni? En iyisi hiç ses etmeden omzuna dokunmak Sağ elimdeki çantayı sol elime devşirip omzuna dokunmak için hamle yapacaktım ki, hafifçe bana doğru dönüyor Ama hala tam manasıyla yüzünü görüyor değilim Ne garip; içimde şiddetli bir sarılma arzusu var…Korkmuş bir bebeği avutmak ister gibi…Oysa ben insanlarla teması sevmem Aslında insan sevmediğim bile söylenebilir Bir delileri, bir de çocukları severim Onlar da pek insan sayılmadıkları için…Çocuklar duru, lekesiz; deliler insanlıkla meleklik arasındaki araf’ta sıkışmış hilkat garibeleri…
Yüzü hala benden yana dönük Bir şeyler söylemem icap ettiğini biliyorum, yoksa adi bir sarkıntı gibi görüneceğim gözüne Kadın olmam bile kurtaramayacak beni
Biraz daha yanına sokulup, günlerdir göz kırpmadan baktığı noktayı bulmaya çalışıyorum Ne yazık ki vitrinde hayranlıkla seyredilebilecek hiçbir şey yok Hepi topu kime ait oldukları dahi belli olamayan birkaç siyah beyaz fotoğraf Öyle, sıradan çerçevelere geçirilmiş, yanmış, solmuş insan suretleri falan…
Kendisiyle bir alakam olmadığını düşünmüş olacak ki, tekrar önüne dönüyor ve vitrini daha iyi görebilmem için biraz kenara çekilip bana yer açıyor Ben sezdirmeden yüzüne bakmaya çalışıyorum Ama ne var ki boynu bükük ve saçları yüzüne dökük olduğu için yine simasını seçemiyorum Yalnız bu kez nereye baktığı belli gibi…Yana çekilip bana bıraktığı taraftaki fotoğraflardan bağımsız bir çerçevenin önünde duruyor Boş çerçevenin önünde, bir fotoğraf kadar hüzünlü ve güzel duruyor İnsan az hayal gücünü zorlasa, pek ala onun o gümüş çerçeveden yansıdığını düşünebilir
Artık söze girme vakti Hava kararmak üzere ve o her an gidebilir Benimse ondaki sırrı çözmek için yarını bekleyecek tahammülüm yok
“Ne güzel fotoğraflar değil mi?” diyorum Az bir zaman sonra cevap veriyor Sanki onun yaşadığı alemle benimki arasında saniyelik bir zaman farkı var Sanki ses ona geç gidiyor gibi…
“ Güzeldir fotoğraflar ”diyor Tuhaf, içimde garip bir hayal kırıklığı hissediyorum Sanki ondan başka bir dilde cevap bekliyordum Hiç duyulmamış, belki hiç söylenmemiş bir dilde Hüzünlü ve sırlı duruşuna yaraşır bir dil
Gözlerimi baktığı çerçeveye çeviriyorum Mantık minderine oturtmak istiyorum çerçeveyle arasındaki manasız görünen ilişkiyi Mümkün değil, beceremiyorum Şimdi tam zamanıydı Daktilograf Selma’nın O kesin bu vakadaki esrarı çözer, olanları kabulü mümkün bir izahata sokardı
“Şey…Ne zamandır burada görüyorum seni Yani hep burada…Resim sergisinin önünde ya da dantel tezgahında falan değil Burada ve hep aynı yerde…”
Cevap vermiyor Sanırım ürküttüm onu Onu sevdiğimi göstermek için omzuna dokunuyorum Köze değmişçesine irkiliyor…
“Bak…Belki biraz karmaşık geldi sana sorularım İstersen susabilirsin…‘Sana ne’ diyebilirsin Ama bilmeni isterim ki, sende bana ait bir şey var gibi hissediyorum ” Cümlem bitince bir de aklımdan tekrar ediyorum söylediklerimi…Hala çok sessiz…
Son bir umutla tekrar dokunuyorum omzuna Bu kez tepki vermiyor Bundan aldığım cesaretle soruyorum:
“ Söyle ne var baktığın yerde? Neden buradasın?”
Konuşuyor:
“Alemin alelade bir günü mü bugün?” Şimdi ne bu? Bir soru, yahut bilmece mi? Hakikaten günleri karıştırmış olabilir mi? Ne diyeceğimi bilememenin rahatsızlığı sarıyor dilimin kenarlarını Ya bu, bir soru yahut bilmece değil de, gerçekten özel bir anlam taşıyan, şifre misali bir şeyse…Ya verdiğim cevap çok basit kalır da, beni onun karşısında talihsiz bir hale düşürürse…İçimdeki mihnet yüzüme de yansımış mıydı acaba?
“Ben…Ben ne demek istediğini anlayamadım ”
“Ruhumdaki korun yıkıntılarına sığınmak adına…”
“Ne?”
“Soruna cevap verdim ”
Cevabı bir kanara bırakıp en son ne sorduğumu hatırlamaya çalışıyorum Evet, neden burada olduğunu sormuştum Peki o ne cevap vermişti… “Ruhumdaki korun yıkıntılarına sığınmak adına…” Çok anlamlı geliyor bana bu söz Sanki çok yıllar evvel duymuşum gibi hüzünlü bir tesir bırakıyor kulaklarımda
“Ya sen? Sen neden buradasın?” diyor
“Benim yolum buradan geçiyor Yani kasıtlı değil, mecburi buradaki varlığım Yalnız…İtiraf etmeliyim ki; seni gördükten sonra bu sokakta olmanın bir manası oldu Sen ne vakittir buradaydın?”
“İnsanlık ölürken, can çekişen çiçeklerin çığlığını duydum gecenin ıslak sokaklarında Yangın vardı…Fakat yanan ben miydim, yoksa yüreğini dağa kaldıran gölgeler mi bilemedim…Yürüdüm, burada durdum, gidemedim…”
Sesi gittikçe belirginleşen bir acı barındırıyor Belki o bile bunun farkında değil Biraz daha soru sorup, onu ağlatmaktan korkuyorum Ben ağlayan insanları severim oysa…Ağlayan ben olmadıkça severim ağlayanları İçlerindeki kansız yara iyileşiyor derim gözyaşları yanaklarından süzülürken Hem ağlamaktan ne zarar gelir? Daha hiçbir şey bilmiyorken ağlattılardı ya bizi, ölmüş müydük?
Sormaya kıyamadığım bir şeyler geldi dilimin ucuna Elim hala omzunda Birkaç soruyu pas geçiyorum Ama bunu sormam lazım:
“O boş çerçevede ne görüyorsun?”
Derin bir sessizlik…Bu dakikada anlıyorum ki; sokaktan hiçbir ses çalınmıyor kulağıma Geçip gidenleri hatta bana çarpanları dahi görüyorum ama, ses yok Kızla ben sanki arka görüntüsü buğulandırılıp, varlığı daha da belirginleştirilen bir obje fotoğrafı gibiyiz Belki tomurcuğa durmuş çiseli bir erik dalı…Ne garip şeyler düşündüğümün farkına varıyorum Aslında ben sevmem sıradan olmayan şeyler düşünmeyi ‘Ötekileşmekten’ korkarım Hayatın koynuna ‘başkalaşım kayası’ gibi dikilmekten…Canı sıkılanların ‘geyiği’ olmaktan korkarım Tekrar ve daha yumuşak bir sele soruyorum:
“Ne görüyorsun baktığın yerde?”
“Yangın…Yangın, çocuk yanımın kanatlarını yakıyor tek tek ”
Yüzünü çevirmeden ellerini uzatıyor bana…Bir bebek eli kadar beyaz ve buruşuklar
“Zamanın her bir basamağına ıslak düşlerim düştü Bak…Şimdi avuçlarımda bir ben, bir ben daha…İçimde yeri hiç dolmayan duyguların bile saçları üşüyor ”
Elleri titriyor Avuçlarında göstermek istediği her ne varsa bana görünmemekte direniyor olmalı Zorlamalı mıyım? İlle de öğrenmeli miyim ne gördüğünü? Ya küserse sonra…
Susmalıyım…
Vitrinin el izleriyle dolu camına dokunuyor ve anında buharlaşıyor dokunduğu yer Küçük hareketlerle siliyor buharı O da ne? Çerçevede bir siluet! Hiç görmediğim ama yabancısı da olmadığım bir gölge…
Eğiliyor ve çerçeveyle aynı hizaya getiriyor yüzünü
“Pencerenin buğusuna yaslanan gözyaşlarına anlam veremeyen yüreğim, şimdi o buğulara kendi yazgısını yazıyor anne…Kim bilir; yaşanmışlıklar, yaşanacakların rehberidir belki de Büyürken kokunu yitirdiğim yaşamın, kırılmış aynalarında sustum anne…”
Ağlıyorum ben…Nice zamandır ilk kez…
“Küçük kız! Hadi gel kaldığın yerden büyüteyim seni Belki…Yok, belki değil…Bu söyleyeceğim kabili mümkün olamayacak bir şey…Sana o yangını unutturamaz hiçbir şey biliyorum Hadi bana bak Gözlerini sileyim hiç değilse…”
Her saniye kendime bir kat daha hayret ederek bekliyorum bana dönmesini Gözlerini siliyor ve doğruluyor Tam yüzünü bana döneceği sırada, giydiğim onca kalın giysiyi delip omzuma sirayet eden bir soğuklukla irkiliyorum
“Bayan…Bayan, iyi misiniz ”
Bu kalın ve kaba bir ses…İstemeyerek de olsa sesten yana çeviriyorum başımı İşte o dakikada sokaktaki bütün mahlukatın sesi geliyor kulaklarıma Yırtılırcasına bağıran simitçinin, dantel tezgahının başında yanındaki kadına alt komşusunu çekiştiren teyzenin ve hatta epey ilerideki sokak ressamlarının tuvallerinden gelen fırça sesini bile duyuyorum
Karşımdaki zayıf, orta yaşlı, çökük yüzlü adam, en eskilerin ervah, biraz eskilerin ruh, yeni neslin hortlak dedikleri türden bir şey görmüşçesine bakıyor yüzüme
“Bayan, iyi misiniz? Kusura bakmayın ama, kaç gündür gelip gidip dükkanın önünde duruyor, fotoğraflara garip garip bakıyorsunuz Bugün yaptığınız şeyse…”
İçimden bir ses kıza bakmamı söylüyor Pencereye konmuş bir serçeyi dahi tedirgin etmeyecek bir yavaşlıkta kızın olduğu yöne doğru döndüğümde gitmiş olduğunu görüyorum Ürküp gitmişti benim yaralı kızım…
İçimde adama karşı büyük bir öfke kaynıyor Oysa ben sevmem öfkeyi…Hep abuk sabuk konuşur öfkelenenler…Ben abuk sabuk konuşanları da sevmem…
“Kaçırdınız onu O zaten korkuyordu ” diye bağırıyorum adama Biraz daha kendimde olsam yapışıp yakasına sallayacağım biraz…
Adam daha da şaşkın bakıyor bana
“Hanımefendi, kendinize gelin Bu kadarı da fazla!” diye bağırıyor nihayet “O camın önünde sizden başka kimse yoktu ”
“Bak hala konuşuyorsun! Ne yani ben aklımı mı kaçırdım? Bunu mu demek istiyorsun?”
Cevap vermesini beklemeden ağır adımlarla uzaklaşıyorum oradan Diyeceklerinden korkuyorum belki de… Her adımda arkama dönüp vitrindeki boş çerçeveye bakıyorum Siluet hala yerinde O halde hayal görmüş olamam ben Adamın simitçiye anlattıkları geliyor kulağıma:
“Abi siz de gördünüz…Camdaki gölgesiyle konuşmuyor muydu?”
  ENGİNDENİZ  
* "Hayal kızın" verdiği cevaplar, sevgili Mehtap ALTAN’ın yazılarıma yapmış olduğu yorumlardan derlenmiştir
**Ab-u hava: İklim
Aynur Engindeniz
|