Prof. Dr. Sinsi
|
Mor Başlı Şeker Ördek
Mor Başlı Şeker Ördek - Şule Meryem Canpolat
küçükken bilmezdim; mor, kırmızı, beyaz ve siyah renkli adamları birbirini sevdiğini söyleyip, birbirine atanları dostluğa, kardeşliğe bakmadan birbirini satanları 
daha çok küçüktük o zamanlar ve amca, hala, komşu çocuklarıyla her akşam harmanda saklambaç oynardık hint filmlerindeki dans şölenlerini andırırdı coşkumuz biz büyük bir ekiptik ellerimizde dedemden emanet bir gaz lambası ya da el fenerleri olurdu bahçeyle harman arasındaki geniş arazide sık ağaç topluluklarının altlarına, arkalarına gizlenirdik heyecan içinde 
bazen de küçük ot yığınlarının diplerine gömülür, dedem görecek diye ödümüz kopardı eğer etrafı talan etmişsek ve biçilmeden otları çiğnemişsek seyreyleyin gümbürtüyü dedem bizi harman boyu kovalardı bu, saklambaçtan daha heyecanlı daha korkulu olurdu ama dayağını yemedim hiç elinde sopası olurdu kovalarken (:dedem çerkez bu arada heybetli ve uzun boylu gözleri yeşil ve bakışları keskin korkmayan ölsün 
bahçenin altı ufak bir dere  dere boyu dizilmiş kavaklar ormanda yolculuk adeta dereye ellerimi yıkamaya gittiğimde dönmek istemezdim yeşillerin içinde doğaya dalıp hayal kurmak ne güzeldi dere; çeşmeyi andıran el yapımı bir oluktan avuçlarımıza dökülürdü ben yosunların ve kırmızı çamurların içinde çimlere dalardım havlu görevi gören büyük yapraklar, sabun görevi gören ıslak kumlar, dünyada maddeye bağımlı olmadan da yaşanıldığını öğretiyordu adeta 
ben köyümü çok severdim anaokulu gibi güne bir sürü akaraba çocuğuyla uyanmak farklı bir duyguydu çünkü öyle ki; ailem beni merkeze getirdiğinde, rüyalarımda yeşil köyü görebilmek için dualar ederdim eğer görmüşsem uyandırıldığımda sitemler 
biz çamurdan evler yapmayı bu köyde öğrendik tencereler, ocaklar telaş içinde oyuncak hayatları canlandırdık, çocuksu rollerde  ama mutluluklar doğal ve gerçekti 
akşamın karanlığında bize en çok eşlik eden iki şey de, yüksekde olduğumuz için, ay ve yıldızlardı sanki elimizi uzatsak tutacakmışız gibi biz gökyüzüne bakmayı çok severdik 
dedem anlatırdı bazı akşamlar;
-bakın bu samanyolu, şu kuyruklu yıldız diye bizim köy galaksiyi andırırdı 
saklambaç oynarken karanlıkta ağaca çıkan bile vardı ben bisiklet kullanmayı ve ağaca çıkmayı öğrenemedim bir tek ama cesur arkadaşlarıma imrenirdim ben hep kenarda oynamayı severdim sobelenmekten korkardım kah, kah da beceriksizliğimden oyunlar konusunda yeteneksizdim hantal oluşuma verrirdim bunu hızlı koşamazdım (:
bizim köyde evin içinde odalara monte edilmiş makad( oturmalık) sedirler olurdu bir baştan bir başa eğer zorla içeri alınmışsak, o zaman da dede hikayeleri, savaş anıları ve çerkezlerin göç anıları eşlik ederdi mutluluğumuza hepimiz susup dinlerdik 
bir fırsat bulmuşsak, sedirler arasında koşar, sedir direklerine tutunur, kovalamaç oynardık duvardaki harita bulmaca oyunu çocukluğumun en güzel oyunlarından biriydi yine de büyüyünce coğrafya derslerim o kadar güzel olmadı biz küçükken hep birlikte TRT radyosundan solo şarkılar ve kasetten türküler dinlerdik itina ile teybe yerleştirilen teybimizin örtüsü bile vardı tozlanmaması için 
çok yaramazlık yapmışsak diğer odaya alınırdık demir süngülü ahşap kapımızı içerden kilitler, dışarda kalanı içeri almazdık gülmece, şamata fasılasız sürerdi bu sefer de gece lambası ışığında ebeleme oynardık odada kimse bizi durduramazdı ebe, sobenin farklı versiyonu (:
tilki yavrusunu, yılanı, renkli ve farklı kuşları bu köyde gördüm ben tavuskuşu ahenginde bir kuşu, komşu kedinin avlayışına şahit oldum  elinden aldıysak da az bir zaman yaşadı kuşcağız ilahi nizamın tecellilerini ve hoş zincirini burada keşfettim ilkin 
ben küçükken bilmezdim insanların, mor, yeşil, kırmızı ya da siyah başlı olduğunu büyüdükçe farkettim bu çok renkliliği! ben tek renk görürdüm oysa küçükken dünyayı dünya benim için "sevmek" demekti sevginin rengi "paylaşmaktı" bencillik bizlmezdik bizler çamurlarla oynarken hamurlarımızı esirgemezdik birbirimizden ocağımız ortaktı ve hepimiz aynı tatlı aşı yerdik bir tabaktan 
insanların sıkıntılı olduğunu büyüyünce gördüm ben büyüdükçe aslında ne kadar küçüldüğümüzü tüm güzel şeyleri geride bıraktığımızı, hırslarla örülü bir dünyaya alıştığımızı, geliştiğimizi sandıkça daraldığımızı şimdi anladım 
ben neden mor renkli olduğumu çözemedim hala? beyazın neden beyaz, siyahın neden siyah olduğuna değil sadece insan oluşuna ve kalbine bakıldığı bir dünyayı bulamadım hala?
kırmızı olduğu için, sevgiyi aşkı anlattığı için dışlanan, vahşice yalnızlığa terkedilen kalpzedelerin terkedilmişliğini çözemedim hala? 
bu da mı ilahi olanın bir sırrı? yoksa insanların insafsızlığı mı? "kızılderilinin, kendi topraklarında özgürce dolaşmasına" izin vermeyen, bir beyazi zihniyetin ürünü mü ya da? yoksa yoksa bu; adaleti, atalete, sevgiyi, nefrete çevirmek steyen şeytani güçlerin bir oyunu mu?
bir melek düşlüyorum şimdilerde
geceleri üstümü örten,
korkunca ansızın, yanağıma bir öpücük konduran 
bir hayat düşlüyorum şimdilerde,
zulümlere dur diyen,
renk, kalp, dil ayırmadan hep seven 
bir dünya düşlüyorum şimdilerde
insanların dostluğa kanat çırptığı,
şeytanların tatile çıktığı 
bu dünya bizim dünyamız olsun 
içinde saf çocukluklar,
sobelenmekten korkmayan yürekler olsun 
Şule Meryem Canpolat
|