Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
medeniyetler, tarihi

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Abbasiler

Hz Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Ebul Abbas’ın kurduğu halife hanedanı (750-1258)

Emeviler halifeliği, Hz Muhammed'in amcaoğlu ve damadı, dördüncü halife Ali'den zor ve hile kullanarak almışlar, bununla da yetinmeyerek peygamber ailesine karşı kanlı bir siyaset gütmüşlerdi Bu yüzden Emevilere karşı düşmanlık artmış, özellikle Hicaz, Irak ve İran'da büyük hoşnutsuzluklar baş göstermişti Abbasoğulları bu düşmanlıktan yararlanarak, halifeliğin peygamber ailesinden en lâyık olana geri verilmesi gerektiği yolunda propagandaya giriştiler

Emevilerin, özellikle çoğunluğu Türk olan bölgelerde (Horasan, Toharistan, Sogd) uyguladıkları vergi soygunculuğu ve Arap olmayanları aşağı görme siyaseti bu propagandayı daha da güçlendirdi Horasanlı Ebu Müslim adında bir Türk, Emevilere karşı ilk ayaklanmayı başlattı Önceden Türklerin Müslüman olanları ile olmayanlarını barıştırmış ve bunları İranlı Şiilerle birleştirerek güçlü bir birlik hazırlamış olan Ebu Müslim, Arap ordularını yenerek Emevi saltanatına son verdi

Peygamber sülâlesinden Ebul Abbas Seffah halifeliğe getirildi (750) İlk Abbasi halifesi olan Ebul Abbas, Emevileri acımadan yok ettiği için kendisine kan dökücü anlamına gelen el-Seffah adı verildi

BERMEKOĞULLARI

Abbasiler ilk dokuz halife zamanında (özellikle Harun Reşit [786809] ve Memun [813833]) bütün İslâm dünyasını kapsayan (Endülüs hariç) bir egemenlik kurdular Ancak Anadolu'ya ve Akdeniz Bölgesi'ne hiç bir zaman egemen olamadılar

Türkler ve İranlılar tarafından iktidara getirilen Abbasiler, Araplara güvenemediklerinden yönetim işlerinde Türklerden ve İranlılardan yararlandılar Yeni devletin maliye ve yönetim işleri, özellikle Toharistanlı Bermekoğullarınca düzenlendi Bağdat bu dönemde kuruldu ve başkent oldu (762); kısa sürede saraylar, resmi kurumlar ve askeri kışlalarla donatıldı

Daha sonra gelen halifeler döneminde Abbasi egemenliği zayıfladı, İslâm İmparatorluğu'nda bağımsız hükümetlerin sayısı çoğaldı (Samanoğulları, Karahanlılar, Büveyhoğulları, Fatımiler vd) Kuruluştan 150 yıl sonra, Bağdat'ın egemenliği sadece Irak ve İran bölgelerinde geçerliydi Zamanla Abbasi halifelerinin yalnız manevi değeri kaldı Büveyhoğulları 945'te Bağdat'ı ele geçirdiler, siyasi çıkarlarını düşünerek, Abbasi hanedanını yıkmadılar, ama onların elinde halife unvanından başka bir yetki de bırakmadılar

1055'te Selçuklular, Bağdat'ı ele geçirerek Büveyhoğulları Devleti'ne son verdiler, ama yine halifeleri hoş tuttular Moğol istilâsı ile Abbasi hanedanı kesin olarak son buldu Hulâgu, Bağdat'ı alarak son Abbasi halifesi Mustasım'ı öldürdü (1258) Öldürülmekten kurtulup kaçan Abbasoğullarından biri, Mısır'da Memlûklere sığınarak orada halife oldu

Abbasiler döneminde İslam’ın Arap ve İran kesimi büyük ölçüde birliğe kavuştu Halifelik Arap özelliğini kaybederek, Sasani Krallığı'nın kurumlarını, saray geleneklerini ve uygarlık zenginliğini edindi



Samarra'da (Irak) Cafer El-Mütevekkil Camii'nin kalıntıları Irak Abbasileri sanatının belirgin örneklerinden olan bu cami,

«ziggurat» (çok katlı kule) biçimi tuğla minaresiyle ünlüdür



Abbasiler döneminde İslam İmparatorluğu

ABBASİ SANATI

Abbasiler dönemi İslâm İmparatorluğu’nun en parlak dönemidir; öyle ki, bu dönemde hemen her bölge bağımsız bir sanat merkezi durumundadır Bu dönemde edebiyat (özellikle şiir), bilim, fen, müzik, kısaca bütün güzel sanatlar büyük bir gelişme gösterdi Yunan, Süryani, Fars ve Sanskrit dillerinde yazılmış bilim, fen ve felsefe kitapları Arapça’ya çevrildi IX yüzyılda halifelerin oturmuş olduğu Samarra'da bulunan kalıntılar, Abbasi sanatının başlıca özelliklerini yansıtan belgelerdir



Kayrevan Camii (Tunus) kubbeleriyle dikkati çeker Mimber ve mihrabın yarım kubbesi oymatik ağacındandır; mermer levhalar kakma çinilerle bezenmiştir Temeli 670 yılında atılan cami, XI yya kadar birçok kere onarılmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Deniz Kavimleri

Mısır yazılı kaynaklarına göre MÖ 13 yy sonları ile 12 yy başlarında birçok Yakındoğu devletinin yıkımına neden olan ve "kuzeyden ya da kuzeydeki denizden gelen halklar"ın göçü olarak nitelenen "Kavimler Göçü" olayı gerçekleşmiştir

Tarihte daha çok "Deniz Halkları Göçü" adıyla tanınan bu göç hareketi, "Deniz Budunları Göçü", "Deniz Kavimleri Göçü", "Ege Göçleri", "Ege Halkları - Budunları, Kavimleri - Göçü" ya da yalnızca "Kavimler Göçü" gibi farklı adlarla da anılırlar Gerçekte "Sea People" yani "Deniz Halkları" terimi, Fransız bir Mısır tarihi ve dili uzmanı olan Gaton Maspero tarafından ilk kez 1881 yılında ortaya atılmış "yeni" bir adlandırmadır Mısır yazıtları üzerinde genellikle "adalardan" ya da "denizin ortasından" geldikleri ifade edilen bu halkların tek tek isimleri de verilmiştir

Adlandırma tartışmaları ne olursa olsun, bu olayın incelenmesi söz konusu olduğunda göçten önce, göç olayının seyri sırasında ve sonrasında, Ege Havzası, Anadolu, Kuzey Suriye ve Doğu Akdeniz'deki ne kadar halk ve devlet adı ve varlığı varsa hepsi işin içine girer ve bunların tarihsel, toplumsal, siyasi, kültürel ve konumlanmalarına (lokalizasyon) ilişkin durum ve tartışmalar da kendiliğinden konuya dahil oluverir

Toplumların yer değiştirmesi olayına, bir de söz konusu bölgeleri ve çağı ilgilendiren kronolojik, teknolojik değişmeler ve gelişmeler ve toplumlararası ilişkiler boyutu da eklendiğinde, gerçekte çok geniş bir bölge ve karmaşık bir dönemin sorgulandığı açıkça ortaya çıkar

Bu olayla birlikte Tunç Çağlar'ın bittiği ve Anadolu'nun doğusu hariç tümünde Demir Çağlar'ın başladığı kabul edilir Demir ya da daha doğru bir deyişle metal işleme teknolojisindeki köklü dönüşümler ve sonucunda meydana gelen savaş aletlerindeki değişim, yeni başlayan dönemin özelliklerini ve önemini gösterir Tüm bu olgulara ek olarak bu göç olayının, eski ve köklü doğu dünyasının karşısına yeni bir Ege dünyasının doğuşunu hazırlayan etmenleri içinde barındırmış ve Eski Doğu ile Eski Batı arasındaki ilişkileri birbirine daha çok yaklaştırmış olması da, konunun bir çok araştırmacı tarafından ilgiyle incelenmesine neden olmuştur

Ege Göçleri'nin ve konuyla ilgili çalışmaların bir başka özelliği ise, 13 yy sonlarındaki tüm Yakındoğu'nun Tunç Çağ kültürleri ve göçler sırasında adı geçen halk, devlet ve ülke isimleriyle, olayların gerçekleştiği dönemden sonraki gelişmeleri "Karanlık Çağlar" ve hatta 400 500 yıl sonrasındaki Frig, Muşki, Lydia vb uygarlıkların tarihini ve onlarla ilgili bazı sırları da ilgilendiriyor olmasıdır

Yukarıda aktarılan tüm bu olguları ortaya koyabilmek için, bu göçlerin nereden ve ne sebeple başladığını, nasıl bir gelişim çizgisi izlediğini ve ne gibi sonuçlan olduğunu ortaya koymak oldukça ayrıntılı ve uzun süren bir araştırma süreci isteyeceği gibi, konuyu aydınlatabilmek için şimdikinden daha güvenilir ve zengin arkeolojik verilere de ihtiyacımız olduğu ortadadır

Bu nedenle bu çalışmada daha çok göçler öncesi Ege ve Yakındoğu Dünyası ile Göç olaylarına ilişkin bilgi veren yazılı ve arkeolojik kaynaklar ve Göç'lerin etki ve sonuçlan üzerinde genel nitelikleriyle durulacak ve konunun detayları ve özellikle de lokalizasyon tartışmaları üzerinde çok fazla yoğunlaşılmayacaktır


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Kavimler Göçü

MÖ III yy ile IV yy arasında Avrupa'yı istilâ eden, Akdeniz dünyasına yabancı kavimlerin akımı

Miladın ilk yüzyıllarında, Roma imparatorluğu döneminde, Ren ve Tuna nehirlerinin ötesinde Germenler yani, Burgondlar, Franklar, Alamanlar, Vizigotlar, Ostrogotlar yaşıyordu Bunlar mükemmel savaşçı olduklarından kendilerinden korkulan kavimlerdi Kabileler halinde toplanmışlardı ve kaynakları yetersiz, yoksul topraklardan geçimlerini sağlamağa uğraşıyorlardı Açlığın dürtüsüyle, yeni yeni otlaklar aramağa çıktılar ve II yydan itibaren, zenginlikleri karşı konulmaz biçimde onları çeken Roma İmparatorluğu topraklarına zorla girmeğe başladılar

Sınırlarda ve İmparatorlukta

Miladın ilk yüzyıllarında Avrupa'ya korku salan ve kendilerine batılılarca barbarlar da denen (Yunanca «yabancı» [Yunanlı olmayan] anlamına, barbaros sözcüğünden) bu kavimlerin yıkıcı akınlarını önlemek için, Roma imparatorları sınırları tahkim ettiler IV yy a kadar, Germenleri püskürtmeyi başardılar ve aralarından birçoğunu tutsak aldılar Bu tutsakları, ya ekilmemiş topraklarda köle olarak ya da orduyu güçlendirmek için asker olarak kullandılar Böylece, bu yağmacıların bazıları köylü oldu; bazıları da, batı orduları başkomutanlığına kadar yükselen Vandal Stilicho (360-408) gibi Roma subaylığı rütbesine çıktılar

Büyük İstilâlar

IV yy sonlarında, Ren ve Tuna nehirleri boyunca, büyük bir barbar baskısı kendini göstermeğe başladı Bu baskı, kralları Atillâ'nın yönetiminde, Asya'dan gelen Hunların etkisiyle oluşmuştu Hunlardan kaçıp kurtulmak için Vizigotlar 376 yılında Tuna Nehri'ni aştılar «Got zehiri» artık, imparatorluğa girmiş oluyordu: 200,000 savaşçı, Roma eyaletlerini yağma etti ve 410 yılında Roma'yı ele geçirdi

Bu tarihten kısa bir süre önce, çeşitli kavimler, 406 yıllarından itibaren, Ren Nehri'ni aşmış, Galya'ya girmiş, sonra İspanya ve Kuzey Afrika'ya geçmişlerdi Bir yüzyıl sonra Batı Roma İmparatorluğu ortadan kalktı, toprakları istilâcıların eline geçti Barbar krallar artık duruma egemen olmuşlardı 496 yılında Hıristiyanlığı benimseyen Clovis, Frank monarşisini kurarak Galya'da hüküm sürdü Barbarlar yeni bir dünya düzenlediler ve böylece Ortaçağ başladı



(Solda) Vandal asıllı Stilicho ile karısı Serena'yı ve oğulları Eucherius'u tasvir eden fildişi kabartma Tamamıyla Romalılaşan Stilicho gene de küçümsenecek, Romalı soyluların nefretine hedef olacak ve 408'de ailesiyle birlikte öldürülecektir Monza Katedrali hazinesi

(Sağda) Kavimler göçü


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Atilla

Hun imparatoru (400-453)

Amcası Küba'nın ölümünden sonra, Doğu Hun İmparatorluğu'nun yönetimini ele aldı (434) Batıda hüküm süren ağabeyi Bleda'yı 445'te öldürerek imparatorluğun tek hâkimi oldu Sahip olduğu geniş topraklarla yetinmedi Hükümdarlığı süresince Bizans'ı ve Batı Roma İmparatorluğu'-nu ele geçirmeğe çalıştı Bunun için de sürekli bir anlaşmazlığı körükledi Bizans'ı vergi ödemek zorunda bıraktı; Batı Roma'da hak iddia ederek toprak istedi, istekleri yerine getirilmedikçe de saldırdı

Üstün savaş gücü sayesinde Roma ve Bizans'a korkulu günler yaşattı 450'de Roma ordusuyla birleşen Gotlar karşısında çarpışarak Roma'ya kadar ilerledi Batı Got Krallığı'nın sınırlarını zorladı, Catalaunum Ovası'nda yapılan kanlı çarpışmalarda her iki taraf da kayıp vermişti ama, Attilâ 452'de İtalya'ya ikinci bir saldırı yapmaktan vazgeçmedi Milano'yu aldı Roma'ya doğru ilerledi Fakat açlık ve salgın hastalık yüzünden ordusunun kırılması onu papa Leo'nun teklifini kabul etmek zorunda bıraktı Üçüncü bir saldırıya geçemeden de öldü



Attilâ bir diktatördü, çevresinde âdeta dini bir korku uyandırırdı, ama adalete saygılı ve iyiliksever bir yöneticiydi Gururluydu, pek az gülerdi Hurafelere inanır, durmadan falcılara danışırdı Roma'yı ele geçirmekten vazgeçmesine de boş inançlara bağlılığı sebep oldu


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Romalılar

Romalılar, Roma şehrinin M Ö 753'teki efsaneli kuruluşundan sonra, iki yüzyıl boyunca, gelecekteki sitenin yedi tepesi üzerindeki küçük köylerde, tahta veya kerpiçten, yoksul evlerde yaşadılar Bu köylü halk birkaç yüzyıl içinde, ışıklarını İskoçya'dan Afrika'ya, Atlantik'ten Küçük Asya'ya kadar saçacak olan büyük bir uygarlık yaratacaktı

Başlangıçta, bu çok gösterişli gelişme Romalıların niteliklerinden do­ğuyordu: tokgözlü ve çalışkandılar, lüksten kaçınıyor, sade bir yaşam sürüyorlardı Baba, bütün aile üzerin­de mutlak otorite sahibiydi (pater familias), kadın da çocukların eğiti­miyle uğraşıyordu Din, gerek özel hayatta, gerek devlet gidişinde önem­li bir yer tutuyordu

Toplum sıkı sıkıya örgütlenmişti Kölelerden başka, iki ayrı sınıfı içeriyordu: siyasî iktidarı kullanan toprak sahibi zengin patriciler ve yok­sullukları nedeniyle iktidardan uzak tutulan, köylülerle, küçük esnaf ve zanaatçılardan oluşan plepler Cumhuriyet döneminde, uzun bir müca­deleden sonra, plepler siyasî eşitlik ve devlet memurluğuna (majistralık) girme hakkını elde edeceklerdir

DEV BİR ESER

Etrüsk hükümdarlarının birkaç yüzyıl süren krallığı döneminden sonra, MÖ 509'da, cumhuriyet kuruldu Artık bütün vatandaşlar korniş adlı meclislerde toplanan populus romanus'u (Roma halkı) meydana getiri­yordu Bunlar her yıl, ülkeyi yönet­mekle görevli majistraları seçiyorlardı: quaestorlar (maliye), aedilisler (idare), praetorlar (adliye) Bunların üstünde, iki konsül, yürütme yetkisini ellerinde tutuyor, ordulara kumanda ediyor ve devlet başkanı görevi yapıyorlardı Bu çeşitli görevlere birbiri ardından yükselmek cursus honorum oluyordu Nihayet bütün eski majistralar da iç politikayı denetleyen ve dış politikayı yöneten senato'yu oluşturuyorlardı

Serüven düşkünü fatihler, uyanık tacirler veya çiftçiler olan Romalılar, kılıcı da, pulluğu da aynı coşkuyla kullanıyorlardı Topraklarını bu yöntemlerle genişlettiler Romalılara bo­yun eğen her ulus onlara çok sayıda asker ve köle sağlıyordu Yurttaşlar sayıları gitgide artan kölelere yavaş yavaş kendi işlerinin çoğunu yüklemeğe başladılar Bu sistem yüzyıllar boyunca sürüp gidecek ve Romalılara geniş bir imparatorluk çerçevesinde çok yönlü dev bir eser yaratma olanağını verecekti: sayısız anıtların, yolların, sukemerlerinin yapılması; madenlerin ve taş ocaklarının işletilmesi, sulama işleri Ama, yine aynı sistem, Romalılardaki çaba harcama duygusunu silecek, onları kavimler göçü karşısında silâhsız bırakacak ve bu kavimler Miladın IV yy dan itibaren, Romalıların nüfuzunu tamamen yok edeceklerdi

YÜKSELİŞ VE GERİLEME

MÖ III yydan itibaren girişilen büyük fetihler döneminde Roma, bütün «eyaletler»den gelme karmakarışık bir kalabalığın kaynaştığı, pek canlı bir kenttir: ustaca sarılmış togaları içinde ağırbaşlı yurttaşlar; Galya'lı, Daçya'lı veya Nübya'lı köleler; Fenike'li tacirler; iş arayan Sicilya ve Afrika köylüleri biraradadır

Akdeniz dünyasında, fethedilen bütün ülkeler Romalıların parlak uygarlığından yararlanıyor, onların mitolojisini, sanatını ve tekniklerini benimsiyorlardı: yollar ve köprüler yapılıyor; şehirler amfiteatrlarla, zafer taklarıyla, hamamlarla, tapınaklarla ve bazilikalarla süsleniyordu Zengin evler gözalıcı fresklerle veya renkli mozaiklerle kaplanıyordu Nihayet Latince (Latium'un anadili) hemen hemen her yerde yöresel lehçelerin yerini alıyor ve bütün başeğmiş ulusların resmî dili oluyordu

Patriciler ve plepler arasındaki geleneksel çatışmayla büsbütün alevle­nen toplumsal haksızlıklar, sonunda cumhuriyetin bağrında gittikçe ciddileşen kargaşalıklara yol açtı Uzun iç savaşlar MÖ 31 yılında, Sezar'ın yeğeni Augustus'un bir imparatorluk kurmasıyla sonuçlandı İktidarın görkemi içinde başlayan bu yeni rejim, altı yüzyıl sonra, gerilemeyle son bulacaktı (Son imparatorluk) Bu arada, değişen Roma toplumu da artık üç sınıfa ayrılıyordu: sayıları gittikçe azalan kentliler, büyük toprak sahipleri ve toprağı işleyen kolonlar


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Bambaralar

Afrika'da yaşayan toplumlar arasında elde edilen en iyi ve en eksiksiz mitoslar Bambaralarınkidir Bu toplulukla ilgili mitoslar dünyanın yaradılışı ve gelişmesini temellendiren mitoslardır Bambara mitoslarına göre başlangıçta gla denilen sonsuz bir boşluk vardı Gla'da meydana gelen bir iç devinimle ortaya sağlam ve parlak cisimler çıktı Bu cisimler, birbirini izleyen iki evrede eridiler Bu erimeden sonra gla ile ikiz kardeşi dya dört yönü belirlediler Bu yönlerden ilki, varlıkların ilk kaynağı olan yöne, yani doğuya yöneldi Bundan sonra gla aşağıya ve yukarıya doğru yaptığı devinimlerle zincirlerini kopardı ve böylece varlıklar birer ruha kavuştu

Aynı anda, iki gla arasında meydana gelen temas sonucu büyük bir patlama oldu; bu kez ortaya "sağlam ve güçlü bir madde" çıktı Bu madde henüz yaratılmamış nesnelerin üzerine çöktü, ve her nesneyi adlandırdı Bundan sonra da bütün nesneler gla'nın düşüncesine uygun olarak yavaşça devinmeye başladı

Kısa süre sonra, gla'dan bir başka unsur daha ayrıldı ve varlıkların üzerine gelip kondu: bu, insan bilincinin sembolü olan "insan ayağı"ydı Başlangıçta birbirine benzeyen herşey gla'ların "zo"ya sorumluluk yuKiemesıyle değişmeye başladı Zo, her nesneye gelecekte bir özgürlük tanımakla yükümlüydü Zo, kendisine verilen bu görevi kabul etti ve nesnelere sahip çıkarak onların ilkelerini "görünmeyen Yo" anlamına gelen "Yo yebali" adlı geniş bir küre içinde toplandı Yo, ruh, daha doğrusu "bir düşünce ve devinim"di

Evrenin yaratılışı yo'dan başlayarak "düşünce"nin bir bileşimi olarak kabul edilmektedir Bu "düşünce" üç bölümden oluşmaktadır: yo, iç söz; o, sessizlikten işitilebilecek şeye geçiş; yereyereli, yaratıcı titreşim Bu gelişim, 7 işaretle gösterilmekteydi 7, insanı temsil eden bir rakamdı: 3 (erkeğin işareti) ile 4 (kadının işareti) rakamlarının toplamayla meydana gelmişti

Yo, bir ruh olarak, kararlarında ve yaratıcı iradesinde özgürdü Tam beş kez dört yöne gitmiş ve uzay fikrini yaratmıştı 22 rakamıyla temsil edilen uzay, Yo'nun bir ruh olarak içerdiği bütün niteliklere sahipti: Nugu, (iç) kendinde bütün varlıkları ve insanı bulundururdu; yala "havanın tohumu" idi ve bütün boşlukları uzayın dört bir tarafına yerleştirirdi; faya "rüzgârın tohumu", sani "suyun tohumu", yere "ateşin tohumu", yelegu ise oyeryüzündeki maddelerin tohumu "ydu Bu son dört terim aynı zamanda yaradılışın dört temel öğesi olan hava, toprak, ateş ve suyu da belirtirdi

Hava ve ateş erkek, su ve toprak ise dişiydi Yo, kendi çevresinde yirmiiki kere dönerek uzayı yaratmış ve dört dünya düşünmüştü; Dye mana, "dünyanın tösâi"; dye, gale, "ilk dünya"; dye bana, "istenmeyen dünya"; dye nata, "geleceğin dünyası" Yereyereli'nin bağrında ruh (miri) bulunuyordu Ruhun içinde "vali" adı verilen eylem vardı; eylemin içinde nesnelerin gelişimi, nali yatmaktaydı Nali'de ise, nesnelerin kökeni bulunuyordu

Miri, aynı zamanda, içinde doğanın yattığı dünyanın yumurtasıydı Miri, birbirinin içine geçmiş üç oval ile temsil edilirdi Dye ko (dünyanın kapısı) adı verilen dış oval devamlı devinim durumundaydı Boğa'nın doğuşu ve ölüşüne uygun olarak o da kendi ekseni çevresinde dönerek genişler yada daralırdı So de (evin oğlu) adı verilen orta oval'den sonra Dye vali gale (dünyanın ilk devinimi) denen ve verimliliği temsil eden iç oval gelirdi Parçalanıp düzenli bir biçimde uzaya dağılan 22 öğe dış oval Dye ko'dan doğmuştu Bambaralarm anlayışına göre bu öğelerin sınıflandırılması çok çeşitliydi

Bu 22 öğenin ilk yedisine bomıana adı verilmekteydi ve bunlar, varlıklarla nesnelerin genel karakterlerini özetlemekteydi: Kelena, birlik; Makari, dindarlık, merhamet; Mako, gereklilik; Sinaya saldırganlık, kıskançlık; Fadena, rekabet; Maloya, utanç; Şia, ırk, tür, soy

Baugini adı verilen 12 öğe, insanların nitelik ve alınyazılarını belirtirdi: Ma ye ma ye, yetenek, imkân, eğilim; Mako, karşılıklı hizmet, sadelik, ağırbaşlılık, bilgelik, eğitim; Sebaya, kuvvet, kudret, egemenlik; Dyuguya, kötülük, güçlük; Kunanguya, kötü talih; Sira, yol, kılavuz, itaat, disiplin; Nafolo, zenginlik, bereket, sağlık; Adama-dena, kardeşlik, insanlık, özgürlük, iyilik; Dahirime, gıda, mal mülk; Saya, ölüm, hastalık, sakatlık, delilik; Su, gece, karanlık ve ışık, sır, büyü; Kle, gün, güneş Jiginî adı verilen son üç öğe ise şunlardı: Kun, dünyayı düşünen kafa; Ba, kendisini meydana getiren kalıp; Fo, kendisini yaratan söz


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Feodolite
Roma İmparatorluğu yıkıldıktan sonra barbar kavimler, Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde devletler kurdular Krallar, Roma kanunları ile kendi geleneklerini birleştirerek yeni düzenlemeler yaptılar ve ülkelerini kontluklara, onları da daha küçük idari birimlere ayırdılar Buralara barbar şeflerini atayarak bazı ayrıcalıklar verdiler

Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıkların etkisiyle büyük toprak sahipleri ve çiftçiler, hayatlarını devam ettirebilmek için güçlü kişilerin koruması altına girdiler Halkın himayesi altına girdiği kişilere süzeren, himaye edilen halka da vassal adı verildi Senyörler, bağlılıkları karşılığında sahip oldukları toprağın işleme hakkını kira karşılığında verdiler

Feodalitenin temel özelliği siyasi bölünmüşlük ve sosyal eşitsizliktir Senyörler, topraklarında yaşayan insanların üzerinde mutlak haklara sahiptirler Her senyör, ayrı bir silahlı güce sahiptir ve her senyörün bölgesinde ayrı kurallar geçerlidir

Avrupa'da siyasal ve sosyal bölünmüşlük, bölgesel ekonomik faaliyetler, insanlar arasında dil, davranış ve dünya görüşü bakımından farklılıklar doğmasına neden olmuştur

Feodalite, bütün Ortaçağ boyunca devam etti 15 yüzyılda; barutun ateşli silahlarda kullanılmasıyla sona erdi Feodalitenin yıkılması, mutlak krallıkların güçlenmesini sağladı Yeniçağ başında Almanya dışında feodalite yıkıldı Almanya'da ise Yakınçağ'da ortadan kalktı Feodalite devam ettiği süre içerisinde Avrupa'da sosyal adalet kurulmamış, bu nedenle halk, çeşitli sınıflara ayrılmıştır:

Asiller

Ortaçağ Avrupası'nın en imtiyazlı sınıfı asillerdi Bunların en üstünde senyör denilen derebeyleri bulunurdu Senyörlerin en büyüğü kraldı Derebeylerden sonra sırasıyla dükler, kontlar, baronlar, vikontlar ve şövalyeler yer almıştır Asiller, her türlü hakka sahipti

Rahipler

Asillerden sonra en imtiyazlı sınıftı Papa'ya bağlı olarak çalışırlardı Kilise topraklarında senyörler gibi yaşarlardı Ortaçağ'da önemli miktarda toprak elde ederek zenginleşmişlerdi Vergi ve askerlikten muaf tutulmuşlardı Hem devlet hem de din işleriyle uğramışlardır

Burjuvalar

Kasaba ve şehirlerde oturup ticaret ve sanayi ile uğraşanlara burjuva denirdi Senyörlere belli miktarda para vererek onların himayesinde yaşarlardı Zamanla zenginleşen burjuvalar, senyörlerden para ile bağımsızlıklarını satın alarak tam serbestlik gibi imtiyazlar elde etmişlerdir

Köylüler

Ortaçağ Avrupası'nda en kötü şartlar altında bulunan sınıftı Köylüler iki kısma ayrılmıştı Serf adı verilen köylülerin hiçbir hakları yoktu Efendileri için tarlalarda çalışırlar ve kazançlarını onlara verirlerdi Toprakla beraber alınıp satılırlardı Araziden ayrılma imkânları kesinlikle yoktu Serbest Köylüler, ekip biçtikleri topraklardan kazandıklarının bir kısmını senyöre vergi olarak verirlerdi İstedikleri zaman başka bir yere gidebilirlerdi Malları da çocuklarına kalırdı


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Gronikos Çatışması

İÖ 334 yazı başları), Pers İmparatorluğu'nun istilası sırasında Büyük İskender'in kazandığı bir zafer Sayıları büyük olasılıkla 40 bini bulan Persler, Granikos ırmağı (Kocabaş Çayı) kıyılarında mevzilenmişti İskender'in hücum tabur, karşı kıyıdan yağan kargılara karşın ırmağın sığ yerinden öbür tarafa geçti Onları izleyen İskender, Pers hattının sol merkezini vuracak biçimde yerleştirdiği komutanlarını harekete geçirdi

İskender, Pers Kralı III Dareios'un iki akrabasını öldürdü; kendisi ise süvari birliği komutanı Kleitos (Kara) sayesinde ölümden kurtuldu Persler bundan sonra dağıldı İskender'in biyografisini yazan Arrhionos'a göre (İS 2 yy) bu savaşta Makedonyalılar yalnızca 115 kayıp verdiler

BÜYÜK İSKENDER'İN GRANİKOS SAVAŞI

(Valerio Massimo Manfredi'nin Büyük İskender adlı romanından Can Yayınları) Peritas yüzünü yalayarak sahibini uyandırdı; İskender ayağa fırladığında, zırhını giydirmek için yardımına gelmiş iki askerini gördü Leptine, gümüş bir tepside ona 'Nestor Lokması' getirmlşti; kahvaltısı peynir, un, bal ve şarapla çırpılmış çiğ yumurtaydı
Hükümdar zırhı ve dizlikleri bağlanır, kemeri beline geçirilir, kılıcı takılırken, ayaküstü kahvaltı etti "Bukefalos'u istemiyorum," dedi çıkarken "Irmağın kıyıları fazlasıyla kaygan ve o çamura gömülebilir Bana doru Sarmaçya atımı getirin"

Yardımcıları onun seçtiği atı almaya gittiler İskender tolgasını sol kolunun altına sıkıştırıp kamp alanının ortasına doğru yürüdü Adamları sıra sıra dizilmişlerdi; her an yeni askerler gelip arkadaşlarının yanındaki yerlerini alıyorlardı İskender getirilen atına bindi, önce Makedon ve Thessalialı süvari birliklerini, sonra Yunan piyadelerini denetledi

Uç birliklerinin süvarileri kampın ötesinde, doğu kapısına yakın bir noktada, mükemmel düzende beş sıra olmuş bekliyorlardı Kralları geçerken, sessizce mızraklarını havaya kaldırdılar İskender hareket buyruğunu verdiği anda, Kara onun yanındaki yerini aldı Yürümeye başlayan binlerce atın ve savaşçıların mızraklarının sesi karanlıkta yankılanmaya başladı

Granikos'un birkaç stadyon ötesinden gelen nal seslerinin ardından dört haberci karanlıktan sıyrılıp İskender'in önünde durdular "Kralım," dedi en öndeki, "barbarlar henüz yerlerinder kımıldamadılar; ırmaktan üç stadyon ötede alçak bir tepenin üzerine yerleştiler Kıyıda Med ve İskit gözcüler var onlar bizim kıyıyı da gözlem altında tutuyorlar Onları bütünüyle habersiz yakalayamayacağız"

"Elbette hayır," dedi İskender, "ama onların orduları doğu kıyısıyla aralarındaki üç stadyonu kapatana dek bizler ırmağın sığ yerinden karşıya geçmiş olacağız O nokta da olan olacak zaten" Sonra özel korumalarına yaklaşmaları için işaret etti "Elverişli bir yer bulur bulmaz karşıya geçeceğimizi tüm birlik komutanlarına bildirin Borazanla çalar çalmaz kendimizi ırmağa atacağız ve olanca hızımızla karşıya geçeceğiz Önden süvariler gidecek"

Korumalar uzaklaştılar; az sonra piyadeler durarak yanlarındaki süvarilere, Granikos'a doğru ilerlemeleri için yol verdiler Gökyüzü, doğudan hafifçe aydınlanmaya başlamıştı "Güneşin gözümüzü yakacağını sanıyorlardı, ama ay bile göremedik," derken, İskender Phrygia tepelerin ardından, güneyden batan hilali gösteriyordu Elini kaldırarak yanında Kara ile birlikte atını ırmağa sürükledi; tüm Uç Birliği onunlaydı Aynı anda karşı kıyı da bir nara işitildi, sonra bağırışlar giderek çoğalıp kalabalıklaştı; sonunda bir kornonun sesini uzaktan gelen sesler yanıtlamaya başladılar Med ve İskit gözcüler alarm veriyorlardı

Irmağın ortasında olan İskender, "Borazanlar!" diye haykırdı Ve borazanlar boğuk, iç paralayıcı tek bir nota ile çalmaya başladılar Sanki karşı kıyıya yanıt verir gibiydiler; çevredeki tepelerde hem kornoların, hem borazanlarıN sesleri yankılanıyordu

Hükümdar ve askerleri olabildiğince çabuk karşı kıyıya geçmeye çalışırlarken Granikos (Kocabaş çayı) köpürüyordu Bir bağırış işitildi ve bir Makedon asker yaralanarak suya devrildi Med ve İskit keşif kolları kıyıya yığılmış, hedef bile almadan ok yağdırmaya başlamışlardı Başka askerler de boyunlarından, karınlarından, göğüslerinden yaralandılar İskender kalkanını kaldırdı, doru atını mahmuzlayıp asker kalabalığından sıyrıldı Şimdi dışarıdaydı!

"İleri!" diye haykırdı "İleri! Borazanlar!"

Borazan seslerinin daha tiz ve etkileyici olarak yükselmesiyle, atlarını kamçılayarak suyun girdabından kurtarmaya çalışan binicilerin bağırışlarına, karmaşadan dolayı heyecana kapılan atların kişnemesi de katıldı Şimdi üçüncü ve dördüncü sıra sudan çıkmıştı; dördüncü, beşinci ve altıncı sıra süvariler ırmağa giriyorlardı İskender bu arada kendi birliği ile kaygan kıyıyı tırmanmaya başlamıştı

Arkasından savaş düzeninde yürümekte olan piyadelerin haykırışları ona eşlik ediyordu Düşman öncüler, okları tükenince atlarına atlayarak, son hızla kamplarına doğru kaçmaya başladılar; kamptan da gürültüler, silah sesleri geliyordu Savaşçı gölgeleri ellerinde meşalelerle, karanlığın her yanında koşuyor, havayı değişik dillerde naralar dolduruyordu İskender, Uç Birliği'ni savaş düzenine sokup başına geçti

Bu arada iki hetairoi birliğiyle iki Thessalialı süvari birliği onu arkadan ve yanlardan komutanlarının buyruklarına göre korumaya aldılar Makedonlara Krateros ile Perdikkas, Thessalialılara Prens Amyntas ve subayları Enomaos ile Ekekratides komuta ediyordu Borazancılar, hareketi başlatmak için Hükümdar'ın buyruğunu bekliyorlardı

"Kara!" diye seslendi İskender "Bizim piyadeler neredeler?"

Klitos, safları sonuna dek gözden geçirdikten sonra ırmağa doğru baktı ve, "Tırmanmaktalar, Kralım," dedi "Tamam o zaman, haydi borazanlar! Dörtnala ileri!" Borazanların yeniden çalmasıyla on iki bin süvari aynı anda ileri atıldılar; atlar kişniyor, İskender'in gösterişli ve ağır Sarmaçyalı dorusunun adımlarına uyarak ilerliyorlardı

Öte yanda, Pers süvarileri telaşla toplanırlarken belli bir karmaşa yaşamıyor değillerdi: Düzene girmiş olanlar Komutan Spithridates'in buyruğunu bekliyorlardı İki öncü heyecan içinde onların yanına varıp, "Saldırıyorlar efendim!" diye bağırdı

"Haydi, beni izleyin!" diye buyurdu Spithridates, daha fazla oyalanacak zamanı olmadığını anlamıştı "Şu yauna'ları kovalım, onları yeniden sulara döküp balıklara yem edelim! Haydi! İleri!"

Kornolar çaldığında toprak, ateşli atların yeri çekiç gibi döven nalları altında titriyordu İlk sırada Medler ve çift kıvrımlı büyük yaylarıyla Horazmiler vardı, arkadan kıvrık palalarıyla Oksian ve Kaduslar, en arkadan da Sakalar ve ellerinde devasa kılıçlarıyla Drancanlar gelmekteydiler Süvariler yola çıkınca, çoktan düzene girmiş olan Yunan paralı askerleri de onları sıkı saflar halinde izlemeye başladılar

"Anadolu'nun askerleri!" diye bağıran Memnones, onları yüreklendirmek için mızrağını havaya kaldırdı "Satılık kılıçlar! Sizin geri dönecek bir eviniz ve vatanınız yok! Siz yalnızca kazanabilir ya da ölebilirsiniz Bunu unutmayın, bizlere kimse acımaz, çünkü Yunan da olsak, Büyük Kral'ın yanında savaşmaktayız Erkekler, bizim ülkemiz onurumuzdur, mızrağımız ekmeğimizdir Canınız için sava-şın: Elinizde kalan bir tek budur!

Alalalái! Sonra öne atıldı; önce hızlı adımlarla, sonra koşarak ilerlemeye başlayınca adamları da ona yanıt verdiler: Alalalái!

Cephe düzenini bozmadan komutanlarının arkasından giden askerlerin ayakları toprağa değdikçe, müthiş bir demir ve bronz gürültüsü duyuluyordu İskender bir stadyon uzaklıktan beyaz toz bulutunu gördü ve borazancılara bağırdı: "Savaş adımları!" Borazan öyle bir çaldı ki, Uç Birliği iyice coştu Süvariler mızraklarını indirip öne atıldılar Sol elleriyle atlarının dizginlerini ve yelelerini tutuyor, böylece çarpışma ânında, insanlarla hayvanlar birbirlerine dehşet verici seslerle bağırır, dişbudak ve kızılcıktan yapılmış mızraklar birbirine çarpar, Pers ciritleri havada uçarken hayvanlarına destek oluyorlardı

İskender, kılıcı al kana boyanmış Spithridates'in öfkeyle sağ yanında savaştığını gördü, dev Rheonıithres onun solunu korumaya almıştı; bunun üzerine atını o yana sürdü "Dövüş barbar! Cesaretin varsa Makedon Kralı'yla dövüş!"

Bunun üzerine Spithridates de atını Kral'a doğru sürüp kılıcını sallamaya başladı Kılıcın ucu İskender'in zırhının omuzluğunu sıyırıp boynu ile kaval kemiği arasına battı, ama kılıcını kınından çeken Hükümdar ötekine öyle şiddetle saldırdı ki, atının üzerindeki dengesini bozdu Vali, yere düşmemek için atına tutunmak zorunda kalınca yanı açıkta kaldı: O anda İskender kılıcını onun kolunun altına sapladı, ama artık tüm Persler ona doğru gelmeye başlamışlardı Bir ok doru atını yaralayınca, hayvan dizleri üstüne çöktü; o da Rheomithres'in baltasından kurtulamadı

Kalkanı, darbeyi bir noktaya kadar engelleyebildi; balta metali yardı, keçesini kesip kafa derisine çarptı; bunun üzerine artık atıyla yere düşmüş olan Kral'ın başından fişkıran kanlar yüzüne akmaya başladı Rheomithres baltasını yeniden havaya kaldırdı, ama Kara o anda deli gibi bağırarak onun üzerine atıldı ve ağır İllyria kılıcıyla kolunu kökünden kesiverdi Barbar, çığlıklar atarak atından yuvarlandı; kesik koldan fışkıran kan onu henüz öldürmemişti; o anda yeniden ayağa dikilen İskender, kılıcını göğsüne sokarak ona öldürücü darbeyi vurdu

Sonra Kral, alanda başıboş koşan bir ata atlayıp tekrar kalabalığın içine daldı Komutanlarının ölümüyle korkuya kapılan Pers askerleri gerilemeye başladılar; bu arada Uç Birliği'ne desteğe gelen hetairoi'ler ve Amyntas'ın komutasındaki Thessalialı süvariler de çarpışmaya katıldılar

Perslerin süvarileri cesurca savaştılarsa da, giderek içeri dalan Uç Birliği yüzünden dağılmaya başladılar; Makedonların hafif süvarileri de yanlara doğru dalga dalga yayılmaya başlamışlardı Bunlar hayvan gibi yabanıl Trakyalı ve Triballi savaşçılardı; ok ve mızrak yağmuruna aldırmadan ilerliyorlardı; düşmanla yüz yüze gelip onu kan revan içinde bırakmak için atılıyorlardı İskender'in arkadaşları Krateros, Philotas, Ephestione, Leonnatos, Perdikkas, Ptolemaios, Seleukos, Lysimakhos krallarını örnek alarak ön safta savaşıyor, büyük kayıpla veren düşman komutanlarla yüz yüze gelmeye çalışıyorlardı Bunların aralasında Büyük Kral'ın yakın akrabaları dı vardı

Sonra Pers süvarileri kaçmaya başlayınca hetairoi'ler Thessalialılar, Trakyalılarla Triballilerin hafif süvariler onların peşine düştüler Şimdi önde pezhetairoi zırhlı piyadeleri, bir de Memnones'in saflarını bozmadan, omuz omuza, gövdelerini büyük dışbükey kalkanlarla yüzlerini Korinthos tarzı maskeyle koruyan paralı askerleri vardı Her iki ordu avaz avaz:

Alalalái! diye bağırıp mızraklarını uzatarak öne atıldılar Memnones'in bir buyruğuyla Yunan paralı askerleri mızRaklarını hep birlikte kaldırıp düşmanın üzerine fırlattıktan sonra, ellerini bellerindeki kılıçlara attılar Piyadelerin toparlanmasına fırsat vermeden aralarına daldılar Düşman cephesini yarmak için Makedonların kendilerine özgü o uzun mızraklarını kırmaya uğraşıyorlardı Parmenion, tehlikeyi sezerek vahşi Agrianları işin içine soktu; Agrianlar saldırınca, Memnones'in paralı askerleri savunmaya geçtiler

Böyle olunca Makedon piyadeler de toparlanıp ön cepheden mızraklar fırlatmaya başladılar Yunan paralı askerleri ise Persleri kovalamış geri gelen süvariler tarafından da kuşatıldılar ama son soluklarına dek savaştılar

Güneş ovayı ışınlarıyla aydınlattığı zaman cesetler yerde üst üste yığılmıştı Veterinerler yaralı dorusuyla ilgilenmeye başlayınca, İskender Bukefalos'unu istedi ve atıyla muzaffer ordusunun önünde bir geçit yaptı Başındaki yaradan ötürü yüzü kan kırmızısıydı; zırhı Spithridates'in kılıcıyla yırtılmıştı; bedeni de ter ve toz içindeydi ama o anda askerlerinin gözünde o bir ilahtı Hepsi birden, Philippos'un onun doğuşunu müjdelediği gün yaptıkları gibi mızraklarını kalkanlarına vuruyor,

İskender! İskender! İskender! diye coşkuyla bağırıyorlardı Kral gözlerini pezhetairoi saflarının en arkasına çevirip yetmiş yaşındaki General Parmenion'un, bedeninde eski savaşların izleri, elinde kılıcıyla yirmilik bir asker gibi duruşunu seyretti Onun yanına gidip atından indi, generalini kucaklarken askerlerinin haykırışları gökyüzüne ulaşıyordu


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Hititler

Hititler'in Anadolu'ya göç tarihleri kesin olarak bilinmemektedir MÖ 2000 yıllarında Hint-Avrupa kavimlerinin doğuda Kafkasya üzerinden Anadolu'ya girdikleri en kabul gören tezlerdendir Tezlerden bir diğeri Çanakkale Boğazı'ndan, bir başkası ise, Karadeniz'den geldikleri varsayımıdır Yeni gelenler yerli Anadolu Hatti Beylikleri'ni egemenlikleri altına almışlar, kısmen politik ve askeri, bir dereceye kadar da ekonomik gücü ellerinde tutmuşlardır

MÖ IIbin başlarında, Yukarı Mezopotamya'daki Assur şehrinin zengin tüccarlarının Anadolu ile yoğun bir ticari ilişkiye girmiş olduklarını görüyoruz Orta Anadolu'nun geniş toprakları üzerinde kurulan küçük krallık veya beylikler, "Karum" adı verilen pazar yerleri ile son derece canlı birer ticaret merkezleriydiler

Assurlu tüccarlarla birlikte gelişen bir başka ve çok önemli olgu ise, MÖ II bin de Anadolu'da bilinmeyen fakat Mezopotamya'da MÖ 3000 yılından beri kullanılan çivi yazısının Anadolu'ya gelişidir Böylece Anadolu tarihi çağlara girmektedir Kilden yapılmış tabletler üzerine yazılan mektuplardan, Assurlu tüccarların Anadolu'ya kumaş, koku ve kalay madeni getirerek yerli krallara ve halka sattıklarını, karşılığında altın, gümüş ve bazı tunç malzeme aldıklarını öğreniyoruz

Koloni Çağı'nı izleyen Eski Hitit (MÖ 18yy) ve Büyük Hitit Krallığı dönemleri sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam etmişlerdir

Başkentleri: Hattuşa

Anadolu'da ilk kez organize devlet kuran Hititleri'in başkenti olan Boğazköy (Hattuşa), dağlık-engebeli bir arazi kurulmuş olup Çorum,a uzaklığı 82 km'dir Boğazköy'ün gerçek tarihi MÖ 1900'den az sonra başlar Geç Hitit ve Asur belgelerinden öğrendiğimize göre Boğazköy; Hattuştu ve Pijusti adlı krallarla son bulan bir hanedanlığın merkezi idi MÖ 19 ve 18 yy'da Hitit öncesideki dönemde Boğazköy'de, Hattiler ve Asurlu tüccarlar da konaklamaktaydılar

Şehirde Asurlu tüccarların ticaret yaptıkları "karum" denilen bir pazar yeri bulunmaktaydı Boğazköy, MÖ 1200 yıllarına kadar Hititler'in başkenti olma özelliğini korumuştur İlk Hitit kralı olarak Hattuşa'lı anlamına gelen Hattuşili'yi görüyoruz Kentin asıl merkezini büyük kale teşkil eder Büyük kalenin kuzeybatı yamacında Hitit İmparatorluk dönemine ait özel evler ile Büyük Mabed'in yer aldığı "aşağı şehir" bulunmaktadır

Şehrin güney kısmını teşkil eden "yukarı şehir"; MÖ 13 yy kralları tarafından yapılmış sandık şeklindeki surlarla çevrilmiştir Bu surda Kral Kapısı, Potern, Sfenskli Kapı, Aslanlı Kapı yer almaktadır Yukarı şehir içinde Yenice kale ve Sarıkale tahkim edilmiş olarak yapılmıştır Hitit Krallığı; MÖ 1200'deki Deniz Kavmi Göçleri sonunda Trak asıllı kavimlerin baskıları sonucu yıkılmış olup, dolayısıyla Boğazköy de başkent olma özelliğini kaybetmiştir MÖ 750 yılında Friklerin yerleşimine sahne olmuştur

Hellenistik çağda ise Boğazköy; büyükçe bir yerleşim alanı olmaktan öte gidememiştir Bizans çağında da iskan edildikten sonra Boğazköy'e 18 yy'da bugünkü sakinleri yerleşmiştir Antik Hattuşa harabeleri ile Yazılıkaya Açık Hava Mabedi birer açık hava müzesi olarak önem taşımakta olup, ayrıca; Milli Park projesi kapsamına alınmış ve Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir

COĞRAFYA

Küçük Asya'ya İÖ 2 binyılın başlarında gelen Hititler egemenliklerini İÖ 13 yüzyıl sonlarına kadar sürdürdü Bu uygarlığa ait kalıntılar Anadolu'nun büyük bir kesimine yayılmış olmakla birlikte, günümüzde özellikle dikkat çekenler Boğazkale, Yazılıkaya, Alacahöyük ve Ortaköy gibi Hitit merkezleri

Konya'nın Halkapınar ilçesine bağlı Aydınkent köyü yakınında İvriz Kaya Kabartması, Kayseri'nin Develi ilçesine bağlı Gümüşören köyündeki Fraktin Anıtı gibi Hatti kalıntılarının yanı sıra Gaziantep'in İslahiye ilçesindeki Zincirli Höyük, Karkamış, Adana'nın Kadirli ilçesindeki Karatepe gibi geç Hitit beyliklerine ait kalıntılar da görülmeye değer Hitit kazılarındaki buluntuların büyük bir kısmının sergilendiği Ankara Anadolu medeniyetleri Müzesi, Hititlerin izini sürenlerin ilk durağı

KÖKENLERİ

İndo-German kökenli Hititlerin tarih sahnesine çıkıp İsa'nın doğumundan 20 yüzyıl önce KüçükAsya topraklarında yaptığı işlerde, İsa'nın doğumunda 20 yüzyıl sonrasının insanları bizler için de ibret alınacak çok şey bulunur Çünkü Hititolog Albrecht Götze'nin dediği gibi "Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititlerle başlar; bu da onların ilginçliğini daha da arttırmaktadır" Hititler kuzeydoğudan mı gelmişlerdi, yoksa kuzeybatıdan mı?

Bunu henüz kesinlikle öğrenemediğimiz gibi, geldikleri zaman asıl adlarının da ne olduğunu bilmiyoruz Kuşkusuz birkaç bin kişiden fazla değildiler, fakat buranın yerli halkı Proto-Hatti'lerden daha gelişmiş ve daha becerikli oldukları hemen anlaşılıyor Meydana çıktıkları andan itibaren siyasal yönetim ile askeri güç arasında çok ender dengesizlikleri var Başka bir deyişle, öylesine güç kazanıyorlar ki, yayılmalarına karşı çıkmayı kimse göze alamıyor Ayrıca siyasal açıdan büyük yetenek sahibi oldukları besbelli Öyle ki, çiğneyip geçtikleri ulusları köle yapmıyorlar, aksine onları bir sadakat ilişkisi içinde eritmeyi başarıyorlar

BOĞAZKÖY (HATTUŞAŞ)

Orta Anadolu'da küçük bir şehrin İÖ 1700'lerde sonu gelmiş gibiydi "Hattuş şehrini geceleyin yaptığım bir saldırı ile aldım Yerine yaban otu ektim benden sonra her kim kral olur ve Hattuş'u yeniden iskan ederse Gökyüzünün Fırtına Tanrısının laneti üzerine olsun" Kuşşara şehri kralı Anitta bu dileğini bir tablet üzerine çiviyazısıyla yazdırdı Ancak Hatti krallığı'nın ve başkenti Hattuş'un yerle bir edilişi üzerinden yüz yıl bile geçmeden, yine Kuşşara kökenli bir soylu, sonradan aldığı adıyla 1 Hattuşili, bu tehdidi kulak arkası yaparak burayı Hitit Krallığı'nın başkenti yaptı ve 400 yıldan uzun bir süre, antik dünyanın süper gücü olarak varlığını sürdürecek bir imparatorluğun merkezi haline getirdi

1834'te Texier, Boğazköy harabelerini görmüş, Hattusas'ı tanımıştı, ve 1907'de Winckler Hattusas'ın Hitit İmparatorluğun başkenti olduğunu tanıtladı Medeniyetlerin yoğrulduğu bir kazandı Anadolu, Hattusha da tam ortasındaydı onun Geçtiğimiz yüzyılda fark edildi, ancak yüzyılımızın başında Hitit başkenti olarak tanımlandı Bugün, UNESCO'nun Dünya Kültür Mirasları listesinde ve bu kazılar Anadolu'nun Karanlık Çağ'ını aydınlatmayı sürdürüyor

ANADOLU'NUN DİLİ

Hattuşa'da bulunan belgeler, Anadolu'da aynı dönemde (İÖ 2 bin yılda) Hint-Avrupa dillerinin en eskisi Hititçeden başka, yine aynı dil grubuna ait Luvi ve Pala dillerinin, ayrıca Hurrice, Hattice ve Akadca'nın yazı dili olarak kullanıldığını gösterir Hepsi de çiviyazısıyla yazılan bu dillerde her işaret bir heceyi simgeler Hititlerin kullandığı bir başka yazı da Luvi dilinde yazılan ve hiyeroglif denen resim yazısıydı

Mısır hiyerogliflerinden tamamen farklı olan bu biçimde heceler hatta kelimeler tek bir işaretle temsil edilebiliyordu Hiyeroglif daha çok mühürlerde ve kaya anıtları gibi büyük yazıtlarda tercih edilirdi ve büyük olasılıkla daha büyük kesim için anlaşılabilir nitelikteydi Hititlerde okuryazarlığın yalnızca küçük bir gruba ait beceri olduğu kabul edilir Çiviyazısını kralların bile okuyamadıkları, aldıkları mektupların sonunda yer alan ve yazıcıya hitap ettiği anlaşılan "sesli oku" ibaresinden anlaşılır

BİN TANRILAR TOPRAĞI

Antikçağın pek çok toplumunda olduğu gibi Hiitlerin de çok tanrılı inanç sistemleri vardı Yendikleri komşularının tanrılarını kızdırıp, gazaba uğramaktansa, armağan ve dualarlaonlara saygılarını dile getirip panteonlarına, yani kendi tanrıları arasına almayı gelenek haline getirmişlerdi Bu da zamanla yabancı inançların Hitit dininde etkinlik kazanmasına sebep oldu Hitit inancında, özellikle komşu Mitanni ülkesi halkı Hurrilerin etkisi önemli boyutlardaydı Hatta bir dönem kendi tanrılarını bile Hurrice adlarla andılar

Her şehrin bir baştanrısı, her kralın bir koruyucu tanrısı vardı Ülkenin en büyük iki tanrısı Göklerin Fırtına Tanrısı Teşup ile Güneş Tanrıçası Hepat'dı Bunlar bölgelere göre değişik isim alıyorlardıysa da, aynı tanrı-tanrıça esasına dayanan bir inanç tüm ülkede geçerliydi Devletin en üst düzey yöneticisi, askeri önder ve yüksek yargıç olan Hitit kralları, aynı zamanda Fırtına Tanrısı'nın yeryüzündeki temsilcisi sayılır, öldüklerinde de tanrı katına yükselir

KADEŞ SAVAŞI

Mısır'ın üstünlüğünü yeniden kurmakta olağanüstü atılımlara girişen II Ramses ve eskiçağın bu en güçlü hükümdarının karşısına dikilmesi gereken de Muvattalis'ti Yalnızca piyadelerin savaştığı dönemler, İÖ 2000 binyılın ortalarında kalmıştı, çünkü artık savaş arabaları kullanılıyordu

Mısırlıların hafif ve sürücü dışında yalnızca bir savaşçının binebileceği arabalarına karşı, Hititlerin daha ağır ve sürücü dışında iki savaşçı taşıyabilen arabaları vardı Bu arabalar, Mısırkılarınkinden daha ağır olmakla beraber, üzerindeki savaşçı sayısı açısından orduya üstünlük sağlıyordu Mısır kaynaklarına göre Kadeş savaşına giden Hitit ordusunda 3 bin 500 araba, ve 17 bin yaya asker bulunuyordu

KRONOLOJİ

Kralların egemenlik sürelerini gösteren tarihler Dr Sidney Smith ve Prof Albrecht Götze'nin çalışmalarından alınmıştır Kesin yılların eksik olduğu yerlerde, ortalama insan ömrüne göre yapılmış boşlukları zaman bakımından ihya edilmesi çalışmaları DrOR Gurney'e aittir Dr Gurney 1590 ve 1335 tarihlerini her bakımdan güvenilir sağlam yıllar saymaktadır Öteki tarihlerin hepsi, yaklaşık olarak doğru kabul edilmektedir

Teşup: Boğa, Hititlerin en büyük tanrısı Teşup'un kutsal hayvanı ve simgesiydi Boğazköy'de bulunan, sunu kabı formundaki bir çift boğanın koşum kayışlarıyla betimlenmesi, Fırtına Tanrısı'nın arabasına koşulu olabileceklerini akla getiriyor


Hitit Mimarisi
Hitit Krallığı mimarisi, eski Doğu Yapı Sanatı içinde, hem Batı Anadolu, hem de Mezopotamya mimarlığından ayrılan, önemli ve kendine özgü bir gelişim gösterir Bu mimarlığın kökenleri Anadolu yaylasının yapı geleneklerine dayanır ve en geç İÖ 3 binde, İlk Tunç Çağı'nda belirgin biçimini almıştır

İÖ 2 bin sonunda, Batı Anadolu'nun özgün ev biçimi olan bağımsız uzun dikdörtgen, önavlulu evi, (Megaron) İç Anadolu'ya ne denli az girebilmişse Hititler'in büyük taş bloklarından örülmüş bindirme kemer yapma sanatı da taş yönünden zengin olan Troya'da o denli az kullanılmıştır Mezopotamya da çok bol sayıda zorlayıcı bir bakışımlılık sistemiyle yapılmış tapınak ve saray mimarlığı da yine İç Anadolu'daki Hitit Krallığının ana ülkelerinde görülmez

Bir yandan karşılıklı canlı bit ticaret, öte yandan komşu ülkelerle belirgin bir kültür ilişkisi kurulmuş olmasına karşın, mimarlık alanında karşılıklı etkilenme çok kısıtlı bir ölçüde gerçekleşmiştir Yalnız, kısa bir süre sonra Hitit egemenliği altına girecek olan Kilikya - Kuzey Suriye bölgesinde karışık mimarlık öğeleri ortaya çıkmaktadır Bu öğeler Hitit Krallığı sona erdikten sonra 1 bin Geç Hitit - Arami Küçük Krallıkları döneminde de varlıklarım sürdürmüşlerdir

Bugün, 3 binyıl ve 2 binyıl başına tarihlenen çok sayıda büyükçe yerleşmenin varlığı bilinmesine karşın, bunların yalnız birkaçı araştırıldığından, yapı sistemleri, görünüşleri ve özellikle yapıları üstünde konuşmak olanağı yoktu? Tüm Önasya'da olduğu gibi, burada da genellikle en eski yerleşme yerleri varlığını sürdürmüştür Bu yerleşmeler ovalara ya da koyaklara açılan dağ sırtlarında, çevrenin kolaylıkla gözlenebileceği yerlere kurulmuştur Bu Höyük ya da Teli olarak adlandırılan yerleşmelerin özgün bir örneği Fırat'ın yukarı kesiminde Altınova'daki Norşuntepe'dir

Bu höyük üstünde İç Anadolu'nun Son Tunç Çağına ilişkin şimdiye dek bilinen tek sarayı kazılarak ortaya çıkarılmıştır Bu sarayda en büyük bölümün erzak depolarına ayrılmış olması çok ilgi çekicidir Bu döneme tarihlenen başka belirgin tapınak ya da kutsal alan şimdiye değin bulunmamıştır Savunma sisteminde bir yenilik yoktur: Tarsus'taki testere biçimli sur duvarlarıyla ağır bir savunma sistemi oluşturan İlk Tunç Çağı sistemi II, 5 binyılda görülen Mersin sistemi ile (Tabaka XVI) karşılaştırılabilir Konutlar kural olarak dikdörtgen, ender olarak da yamuk planlı, gelişigüzel yanyana dizilmiş odaları kapsamaktadır Her avlunun kendi dış duvarı vardır Yapı gereci olarak çamur ve kerpiç kullanılmıştır, ancak 3 binyıl sonuna doğru taştan alçak temellere rastlanır

2 binyılın ilk yüzyıllarındaki örnekler, öncelikle Eski Asur Ticaret Kolonilerinin evleri, iş yerleri ve bunların kurulmasında destek sağlamış yerli prenslerin sarayları olarak karşımıza çıkmaktadır Kaneş, Karahöyük ve Acemhöyük sarayları, bugün bildiğimiz kadarıyla bir orta mekân ya da avlu çevresine dizilmiş odalardan oluşmuştur

Kültepe'deki temelleri bulunmuş bir yapının sağlam köşe çıkmaları, yapı ustalarının anıtsal yapı kurma yeteneğini kanıtlamaktadır Boğazköy'de de daha sonra Hitit kral sarayının kurulacağı Büyükkale tepesinde yerli bir prensin konağı (Tabaka IV d) bulunmaktadır Bu prensin desteklediği Asurlu tüccarların kurduğu Karum Hattuş bu kale tepesinin eteğindedir

En eski tabakalarındaki mimarlık Batı Anadolu bölgesi kapsamı içine giren Beycesultan'da hem Girit mimarlığı hem de yukarıda adı geçen ve daha geç döneme tarihlenen Hitit sistemleriyle bir dizi benzerlik gösteren bir saray bulunmaktadır (Tabaka V) Karum Kaneş ticaret kolonisi evleri tüm yapılarıyla Orta Anadolu geleneğindedir : Dörtgen bir avlu çevresinde az ya da çok gelişi güzel dizilmiş değişik sayıda odalar Şimdiye değin avlunun bir bölümünün üstünün, bir ön avlu oluşturacak bir biçimde kapalı olduğu görülmüştür, ancak bu Batı Anadolu'daki örneklere benzemez

Yapıların kurulmasında ahşap önemli bir yer tutmaktadır Duvarların önüne dikilmiş olan ahşap destekler kerpiç ve kırıktaş duvarların beslenmesine ya da sık sık rastlanan üst katın ağırlığını taşımaya yarıyordu Bu dönemin kült yapılarının varlığı yazılı kaynaklarla kesinlikle kanıtlanmışsa da, görünüşleri konusunda bir şey bilinmemektedir Bunlar kurallara uygun tapmak yapısı olamazlar, daha çok biçimi eve benzeyen kült hücresi ya da bir evin bir odası olabilirler

İÖ 1600 dolaylarında Hitit Krallığının kurulmasıyla yapılarda da birtakım yenilikler" gözlemlenmektedir Evlerde oda düzenlemeleri ve yapı gereçleri genellikle değişmemiştir, ama savunma yapılarında yenilikler vardır Alişar'da daha çok önce, yan yana dizilmiş, çok hafif karşılıklı kaydırılmış, düzenli aralıklarla burçlarla desteklenmiş sandık duvarlardan oluşmuş anıtsal bir duvar sistemi ortaya çıkmıştı Bu yapıya Konya Karahöyük'de ve Korucutepe'de daha belirginleşmiş olarak rastlanmaktadır; burada Hitit Krallığı'nın tipik sandık duvar sisteminin tüm öğelerinin temel çizgilerinin kurulduğu görülüyor

Bu kenemden Boğazköy ve Alacahöyük'de saraylar bilinmektedir, ancak bunlar daha sonra Büyük Krallık dönemindeki geniş yapı girişimleri sırasında geniş ölçüde yıkılmıştır Alacahöyük'de 14 ve 13 yüzyıllara özgü ayaklı geçitlerle çevrili orta avlu ve bunu çeviren ayri oda topluluklarından oluşan evlerin bu dönemdeki örneklerine yapı kalıntılarında rastlanır Bunların duvar yapısında bol ocak taşı kullanılmıştır

14 ve 13 yüzyıllarda, daha doğrusu Hitit Büyük Krallığı çağında mimarlık kesin ve yerleşmiş özellikler gösterir Hattuşa merkezi bir yönetim sisteminin başkenti olarak mimarlık ve sanat yaratıcılığının odak noktasıdır Burada, hem işlevleri açısından (savunma sistemleri, tapmak, saray) hem de yapı tekniği ve kuruluşu açısından (duvar yapısının yapısal ve biçimsel kuruluşu), yapı sanatının en etkileyici örneklerine rastlanır

Yukarıdaki Büyükkale ile kentin en alt terası arasında 14 yüzyılda kurulmuş, Poterneli Sur adım taşıyan kent duvarının yeniden yapımı sırasında, yığma toprak üstünde iki kabuklu, taş örgüsünden oluşmuş bir sandık duvar kurulmuştur Bu duvar düzenli aralıklarla dizilmiş burçlar ve kulelerle doldurulmuş ve poternelerle donatılmıştır Bu poterneler, kenti ana duvarlar altından öndeki araziye bağlayan, Dindirme tekniğinde sağlam kemerlerden tünel gibi yapılmış, duvarların önündeki hendeğe açılan gizli kapılardır (huruç kapısı)

Biraz değişik bir yapıda olmakla birlikte, buna benzer daha eski bir poterneye Alişar'da, daha sonra da Korucutepe, Alacahöyük ve Büyükkaya tepesinde (Boğazköy) ve ayrıca Kuzey Suriye'deki birkaç savunma sisteminde rastlanmıştır Hitit başkentinde, 13 yüzyılda bir kez daha bu tür poternlere kentin rahatça genişletildiği yukarı kentin savunma sisteminde rastlanmıştır Bu dönemin birkaç kapı sistemi başka bir görünümdedir: Hattuşa ve Büyükkale Yukarı Kent kapılan, Alacahöyük Sfenksli Kapısı, Alişar Güney Kapısı bir ön avlu bir oda ve iki anıtsal kule arasında çift kapı kanadından oluşur

Bunlann duvarı ya büyük taş bloklarından çokgen oluklu örülmüştür ya da kesme taş olarak tabakalanmıştır; iki çeşidin birbirine karıştığı da görülür Kapı söveleri ortostatlıdır, bunun üstüne ya tek bir taştan yontulmuş kapı kirişi uzatılmıştır ya da Hattuşa Yukarı Kentindeki dört kapıda olduğu gibi bindirme tekniğinde parabol biçimli bir kemer oturtulmuştur Bu kemer biçimi, kabartma duvar süsleri, duvarın kente bakan yüzündeki geniş duvar ayakları ve kapıların bakışımlı planı Hitit mimarlarının yaratıcılığını kanıtlar

Büyük Hitit Krallığı saraylar da bu konuda benzer kanıtlar vermiştir Büyükkale ve Alaca Höyük'de saraylardaki bağımsız yapılarda düzgün bir oda planlaması uygulanması ve bağımsız kurulmuş geçitlerle çevrili avlular çevresine toplanmış bağımsız yapıların ustalıkla birleşmesi gibi özellikler görülür Büyük Hitit tapınakları da aynı özellikleri gösterir Şimdiye değin bulunmuş beş yapı da krallığın başkentindedir, hepsi aynı oda gruplarından oluşmuş ve aynı düzende kurulmuştur

Dış görünüşleri bakımından birbirlerinden kesinlikle ayrılmaları ise, yapı ustalarının katı yapı kurallarına bağlı kalmadıklarının yeterli bir kanıtıdır Kapı, avlu, önavlu, cella, cella ön odası ve yan odaları tüm yapılarda kullanılmış öğelerdi? Kapıdan geçen yol doğrudan doğruya avluya girer Cella'ya hiçbir zaman doğrudan doğruya Önavludan girilmez, ancak önavluya açılan birkaç yan odadan girilir

Kült odalarından oluşan grup tüm yapının içinde belirgin olarak ayrılır Odalara ve oda gruplarına ne de tüm yapıya bir bakışım düzeni egemen değildir Yalnız Tapınak Tin kapısı ve depoların oluşturduğu çembere giriş bakışımlı yapılmış ve bu nedenle de kent kapıları gibi anıtsallık kazanmıştır

Temiz bir işçilikle yerleştirilmiş ve birleşme olukları iyice kapanmış yer yer beş metreyi geçen kireçtaşı bloklardan kurulmuş ortostatlı duvar döşeğinin yapı özellikleri el becerisi, ustalık, etkileyici bir görünüme ve dayanıklılığa ulaşma isteği belirtir Tapınağın ve depoların tüm dış duvarlarını bölen geniş duvar çıkıntıları da özgün biçimlendirme öğeleridir

Kütlesel temel döşekleri üstünde bugün de görüldüğü gibi, bu çıkıntılar kerpiç duvar boyunca dama kadar yükselmekteydi Bunun dışında bu çıkıntılara ya da duvar ayaklarına hem birtakım odaların iç duvarlarında hem de Hattuşa Yukarı Kent surlarının kapı ve kulelerinde rastlanmaktadır Bu, başkentin büyük devlet yapılarında birkaç kâtı kapsayan yüksek duvarlarında kullanılmış bir yapı türü, ahşap hatıl sistemiyle desteklenmiş kerpiç duvar yapısıdır

Bu tür duvarların ayrıntılı biçimi konusunda kanıtlar azdır Keramikler üstündeki betimler ve kabartmalar duvarların bölümlenmesi, pencere burç ve mazgalların biçimleri için ipuçları verir Yazılı belgelerde üstüne çıkılabilen düz damdan sık sık söz edilmektedir Bu anıtsal tapınaklar dışında şimdiye değin çok az sayıda Hitit kült yeri kanıtlanmıştır Yazılıkaya, bir grup doğal kaya odasının kabartmalarla süslenip ek yapılarla genişletilmesi sonucunda oluşmuş bir doğal kutsal alandır

Eflatunpınar anıtı bir kaynak kutsal yeridir Alacahöyük'deki sarayın bir bölümü de tapınak olarak yorumlanabilir, çünkü Hitit Büyük Krallık Çağında bile konutlarda tek odalı kült hücreleri olduğu varsayılmalıdırYapı sanatının Anadolu yaylası dışına yansıması sınırlı olmuştur Hatti krallığına sıkı sıkıya bağlı Kilikya'da Mersin savunma sistemi ve Tarsus sarayları başkent mimarlığıyla kesin ilişkiler gösterirken, Kuzey Suriye bölgesinde benzer etkilerin önemsiz kaldığı gözlemlenmektedir Kargamış ve Sam'alda 2 binyıl tabakalarında yapı üslubu daha kazılarda ortaya çıkarılmadığından bu sav şimdilik çekingenlikle geçerlidir

İÖ 1200'de Büyük Hitit Krallığının yıkılmasından sonra İç Anadolu Batı'nın etkisine girer Bu, bundan sonraki yüzyılların mimarlığına yansıyan bir gelişmedir Güneydoğuda Geç Hitit-Arami beylikleri kurulmuştur Kuzey Suriye, Hitit ve Arami özelliklerinin birleşmesi sonucu mimarlıkta kısa süreli bir olgunluk çağı yaşanmıştır

Karkanuş'tan iki örnekte görüldüğü gibi, tapınak yapısında Kuzey Suriye'nin küçük tek odalı sisteminin geleneği sürdürülmektedir Hatay bölgesinde Teli Tayinat'daki önavlu, adyton (en kutsal oda) ve cella planıyla Ege bölgesinin Megaron'unu anımsatan uzun dikdörtgen tapınağın bu bölgede İÖ 2 binyıl içine tarihlenen öncüleri vardır Saraylar genellikle ön avlu, buna genişlemesine yerleştirilmiş ana oda ve birkaç yan odayla Hilani olarak karşımıza çıkmaktadır

Hilaninin kapalı biçimi, genişlemeyi olanaksız kılıyordu, ancak birkaç Hilaninin birleştirildiği büyük yapılar vardır Önyüzü iki ya da üç sütunla bölünmüş olan Hilani önavlusu Büyük Krallık döneminin tapınaklarının önavlusuna, Hilammar'a benzerlik göstermektedir Savunma sistemlerinde, örneğin Sam'al'da Anadolu yaylasının iki yüksek kule arasında dar kapı odalı kapı tipine rastlanırsa da, ana kapı arkasına genişlemesine yerleştirilmiş odası olan kapı daha yaygındır

Bu sistemde, Karatepe'de elverişsiz arazide olduğu gibi, kapı odasının kulelerden uzağa çekildiği de görülmüştür Kent planının, örneğin" Sam'alda olduğu gibi, geometrik bir biçim alması da değişik bir özelliktir Bu dönemin mimarlığında, özellikle çok sayıda resmi yapı, saray, tapınak ve anıtsal kapılardaki ortostatlarda görülen kabartma süslemelerde bakışımlı düzenlemelerin kullanılmış olması değişik bir yaratıcılık gücünü göstermektedir Buna karşılık Hitit ana ülkesinden yalnız Alaca Höyük'de Sfenksli Kapı'da bu tür kabartma süslerin varlığı bilinmektedir

Kuzeydeki 2 binyıl süssüz sütunlan yerine, Torosların bu tarafında 1 binyılda yontularla ve geometrik bezemelerle süslü tabanlara oturtulmuş sütunlar ortaya çıkmıştır Büyük Hitit Kralları'nın başkentinin ağır ve içe dönük yapı sistemleri karşısına güneyde 400 yıl sonra süslü, bağımsız yapılardan oluşmuş hafif dokuda bir mimarlık çıkmıştır


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




İasos
Kalıntılar, Milas'a 18 kilometre uzaklıkta yer alan Kıyıkışlacık Köyü'nde bulunmaktadır 1929 yılında Asın Kuren adıyla kurulan köyün adı 1960'lı yıllarda Kıyıkışlacık olarak değiştirilmiştir Yaklaşık 2000 kişinin yaşadığı köyün en büyük geçim kaynağı balıkçılık ve zeytinciliktir

Güllük Körfezi'nin kenarında yer alan köy, karşı sahildeki komşularının aksine sakin bir yerleşim yeri Mitolojiye göre, İasos, Mandalya Körfezi'nde Güllük'ün karşısında Kıyıkışlacık Köyü'nde bir yarımada üzerinde Yunanistan'dan gelen Argoslu Kolonistler tarafından kurulmuştur Sonraki dönemlerde Milet'ten gelen göçmenler gelip buraya yerleşmişlerdir Kentin tarihi, MÖ 3 binin sonuna kadar uzanmaktadır

Batı Anadolu kıyılarındaki en başarılı arkeolojik çalışmalardan biri olan Iasos araştırmaları Charles Texier ile başlamış, Profesör Doro Levi'nin ardından Profesör Clelia Laviosa tarafından sürdürülmüştür İtalyan kazı ekibinin başkanlığını günümüzde Profesör Fede Berti yapmaktadır

Dış Surlar

İlk çağ kentinin biraz dışından başlayan ve yaklaşık 1,5 kilometre devam eden surlar, tamamlanamamış bir ön savunma düzenine aittir

Bouleuterion

Agoranın güneyinde dikdörtgen biçiminde bir yapıdır Yapımı, İasos'un Miletlilerin kontrolü olduğu dönem olan MS 1 yüzyıla dayanmaktadır Birisi binanın kuzey tarafında, diğeri de binanın ön duvarında bulunan iki girişle toplantı odasına ulaşılabilmektedir Bu bölümden dar bir geçit kullanılarak Agora stoasının doğusunda bulunan arşive ulaşılmaktadır Binanın Roma döneminden kalan son hali Milet Bouleuterionu'na benzemektedir Günümüzde bina duvarının kalıntıları, oturma bölümünün bazı parçaları ve kapalı koridor görülebilmektedir

Tiyatro

Çevresi büyük boy taşlarla harçsız olarak yapılan tiyatro çok eğimli bir bölüm üzerine yapılmıştır Yirmi bir sıra olan merdivenler hepsi beyaz mermerden yapılmıştır ve epeyce sağlam olarak günümüze kadar ulaşmıştır

Balık Pazarı

İlk kazı çalışmaları sırasında kentin biraz dışında yer alan bu yapının, eski dönemde balık ticareti için yapılan bir Pazar olduğu düşünülmüştü Ancak daha sonra ele geçirilen bulgularla buranın Roma döneminden kalma bir anıt mezar olduğu anlaşıldı Ancak belki daha romantik geldiğinden dolayı hala bu adla anılmaktadır Son dönemlere kadar kazı deposu olarak ta kullanılan yapı, burada kazı yapan İtalyan heyetinin desteği ile bir açık hava müzesine dönüştürüldü Bir bekçi bulunamadığından dolayı çoğu zaman kapalı olan yapı köyün girişinde, kalıntılardan uzak olmasına rağmen önemli ilgi alanlarından birisi

YUNUSLU ÇOCUK

Tarihçi George Bean'in ''Karia'' adlı kitabında yazdığı; ''Büyük İskender'in ilgisini çeken bir başka İasoslu da, yunus tarafından sevilmek gibi bir şansa sahip olan erkek çocuktu'' satırları, İasos halkının denizle ve balıkçılıkla nasıl bütünleştiğini daha iyi anlatıyor Hem yerli hem yabancı turistlerin büyük ilgisini çeken ''Yunuslu Çocuk'' öyküsü, İasos'ta asırlardır dilden dile, kulaktan kulağa aktarılıyor

Olay, İasos'ta ki erkek çocukların gimnazyumda çalıştıktan sonra denizde yıkanmaları geleneğinin sürdüğü günlerde yaşanıyor Çocuklar denizde yıkanırlarken, kıyıya yaklaşan bir yunus çocuklardan birini sırtına alıyor Çocukla birlikte açıklara giden yunus, bir süre sonra çocuğu yeniden kıyıya bırakıyor Bunu duyan İskender, çocuğu Babil'e getirtiyor ve deniz tanrısı Poseidon'un rahibi yapıyor

Bununla ilgili anlatılan bir efsanede şöyledir: Bir yunus balığı, annesinin kucağında dolaşan Hermiyas'ı denize çağırır Çocukta bu çağrıya uyarak denize atlar Denize açılan bütün balıkçılar annesine Hermiyas'ı gördüklerini söylerler, ancak kadın hala deniz kıyısında çocuğunu beklemektedir


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




İskenderiye

Amatör dalgıçların yıllardır bildikleri, sık sık dalış yaptıkları bir bölgeydi Limanın birkaç kilometre açığında ve sadece 8 metre derinlikte gördüklerine de bir isim takmışlardı: "Kaya Ormanı" Binlerce dev granit taştan, sütun parçalarından, sfenks heykellerinden ve mini dikilitaşlardan söz ediyorlardı, ama kimse onları ciddiye almıyordu Ta ki, 1962 yılında, içlerinde birkaç arkeologun da bulunduğu bir grup profesyonelin dalışına kadar

Onlar gözlerine inanamamışlardı; suyun dibinde bir tarih yatıyordu Ancak, hemen önlem alınması gerekiyordu Bazı parçalar yavaş yavaş kuma gömülmeye başlamıştı bile Ayrıca kalıntılar oldukça sığ bir bölgede bulunduğu için, dalgaların sürtünmesi kayaları aşındırıyordu

Mısır hükümeti, ilk önlem olarak binlerce metreküp çimento bloku dökerek bölgeyi küçük bir limana dönüştürdü ve böylece dalgaların etkisini ortadan kaldırdı Oysa, tam 22 yıl sonra suyun dibindekiler çıkartılmaya başlandığında, ekibi bir başka sürpriz bekliyordu Dalgıçlar biraz daha derinlerde, kiloları 10 ile 75 ton arasında değişen pembe granitten dev bloklara rastlamışlardı Çalışmaları denetleyen İskenderiye Araştırmaları Merkezi müdürü Jean Yves Empereur ve ünlü bir mısır bilimci olan Jean Pierre Corteggiani'ye göre, bu dev granit bloklar dünyanın 7 harikasından biri olan İskenderiye Feneri'ne aitti

Şimdiye kadar bu bölgeden çıkarılan parça sayısı 34 Araştırmayı yürüten Fransız bilim adamları, denizin dibinde daha böyle en az 2000 parça olduğunu ileri sürüyorlar Ancak bölgedeki tüm parçaların İskenderiye Feneri'ne ait olup olmadığı konusunda fikir ayrılıkları söz konusu

Bir grup arkeolog, bu iki bin parçanın büyük bir çoğunluğunun Fener'e ait olduğunu iddia ederken, Jean Yves Empereur, bu 2000 parçadan sadece 20 tanesinin Fener'in orijinal parçası olabileceğini söylüyor Örneğin geçen Ekim-Kasım aylarında çıkarılan ve şu sırada müzede saklanan 12 ton ağırlığındaki başsız insan heykelinin (torso) Fener'e ait olduğu kesin, Yine denizden çıkarılan bir sfenksin ise, Fener'in sağında ve solunda bulunan iki ünlü sfenksten biri olduğu tahmin ediliyor

Çıkarılan bu parçaların İskenderiye Feneri'yle hiçbir ilgisi olmadığını iddia edenler de var Eski Mısır uzmanı, Mısırlı bilimadamı Abdül Halim Nureddin, denizin dibinde bulunan blok granit kayalarının Fener'e ait olmadığını ileri sürüyor Ona göre, bu blok granit parçaları liman savunmasının bir unsuruydu Limana saldıran gemilerin çarpıp batmaları için, 8 metre gibi bir derinliğe özellikle konulmuştu

Abdül Halim Nureddin iddiasını şöyle destekliyor: Bir kere, bugüne kadar yapılan sualtı kazılarında üzerinde Yunanca yazı bulunan tek bir kaya ya da heykel parçasına rastlanmış değil İkinci olarak, denizin dibinde bulunan dev granit blokları pembe granitten Oysa tarihçiler, Fener'in renginin beyaz olduğunu yazıyorlar Bu da, yapımında beyaz taşların ya da beyaz mermerin kullanıldığını gösteriyor

İster İskenderiye Feneri'ne ait olsun ister olmasın, şu ana kadar denizin dibinden çıkarılanlar her açıdan tarihi bir öneme sahip 12 ton ağırlığındaki, Tanrı Osiris giysileri içindeki II Ptoleme heykeli başlı başına bir tarihi belge Firavun L Seti dönemine ait bir dikilitaş, Firavun II Ramses dönemine ait bir sfenks de az şey değil Çıkarılan malzemenin çeşitliliği ve farklı dönemlere ait olması kuşkusuz kafaları biraz karıştırıyor Bu gerçeği araştırmaları sürdüren Fransız ekip de kabul ediyor

İskenderiye sualtı kazıları, şu anda iki Fransız şirketi tarafından finanse ediliyor Ne var ki, bu iki şirketin 340 bin doları bulan katkısı daha kapsamlı bir çalışma için yetersiz kalıyor Arkeologların amacı, bu parçalar aracılığıyla İskenderiye Feneri'ni yeniden orijinal büyüklüğünde ve modelinde oluşturmak Böylece antik dönemin yazarlarının aktardıklarından hareketle, Fener'in biçimine ilişkin yapılan tarifleri de yeniden gözden geçirmek Ancak, madalyonun bir başka yüzü daha var Bu iş için milyarlarca dolar gerekiyor

Böyle bir yükün altından da ne Mısır Hükümeti, ne de kazılan finanse eden Fransız firmaları kalkabilecek durumda İskenderiye ve çevresi, Mısır'da en önemli bölgeyi oluşturduğundan, bölgeyi anlatmaya buradan başlayacağım Pelusium'dan itibaren kıyı boyunca yürürseniz, Canobik ağzına kadar yaklaşık 150 stadia etmektedir (28 km, l stadium: 185 m) Nil Delta'smdan Pharos Adası'na kadar ise, 103 stadia (20 km) eder Pharos, dikdörtgen biçiminde, anakaraya çok yakın ve iki limana sahip bir adadır

İskender, önceleri basit bir kasaba olan bölgeyi ve konumunun avantajlarını gördüğünde, kenti liman bölgesinde güçlendirerek, buraya bir kent kurmaya karar verir Tarihçilerin anlattığına göre, kente geldikten sonra buraya yerleşme hazırlığı yaparlarken iyi talihi işaret eden şöyle bir olay olmuştur: Mimarlar tebeşirle, bölgeye çizgiler çekerlerken, tebeşirleri biter Kralın yanlarına gelmesi üzerine, yardımcıları işçiler için hazırladıkları arpa ununu tebeşir yerine kullanmaya başlarlar

Sonuç olarak, işaretleye çekleri sokak sayısı artar Bu, tanrıların onların yanında olduğunu gösteren bir olaydır (Bu öykü Plutarkos'a göre; "her cinsten kuş bölgeye doluşmuş ve arpa ununu yemeye başlamıştı Bunun üzerine İskender, olayın kötü bir kehanetin işareti olup olmadığını sormuş, ama kahinler kehanetin olumlu olduğunu belirtmişler Arpa ununu, bereketi artırsın diye yanlarına almışlar" şeklindedir) batıdan eser

Etesian, "yıllık" anlamındadır) yaz mevsimi, İskenderiyeliler'in en rahat ettikleri zamandır Kentin yerleşim açısından avantajları oldukça fazladır Öncelikle, iki taraftan denize açıktır; kuzeyde Mısır Denizi dedikleri, güneyde Mareotis denilen Mareia Gölü Burası Nil Nehri'nden gelen pek çok kanala da sahiptir Özellikle yaz başlarında Nil Nehri iyice gürleşip bu gölü doldurduğunda, yükselen buğudan ötürü geriye hiç balçık bırakmaz

Bu mevsimde, kuzeyden ve denizden esen Etesian rüzgarından dolayı (Mısır musonları bütün yaz kuzey Kentin planı, "chlamys"e benzer (Makedonyalılara özgü pelerin ya da Yunanlılar'ın kullandıkları askeri manto): Uzun kesimi iki yandan denize açıktır, kısa kenarlar ise kıstaklardır ve bunların bir tarafı denize, diğer tarafı göle değmektedir Kentin tamamı, atların ve at arabalarının bir arada geçebileceği genişlikte, birbirini dik açıyla kesen caddelere sahiptir "Sema" da kraliyet saraylarına aittir (Mezar)

Burası kralların ve İskender'in gömülü olduğu yerdir; Ptolomaios'a göre, erken davranan Perdikas onun canını alıp bedenini Babil'den Mısır'a getirdiğinde, kentin artık orıa kalacağını düşünerek büyük bir ihtirasla yürüyordu (Söylentiler çeşitlidir; Diodorus Siculus'a göre, Arrhidaeus, İskender'in cesedini getirmek için iki yılını çeşitli görüşmelere ayırmıştı Ve I Ptoleme, onunla tanışmak için Suriye'ye kadar gitmiş ve cesedi yakmak için Mısır'a getirmiştir Pausanias'a göre ise, I Ptoleme onu Memphis'te gömmüş, ama II Ptoleme İskenderiye'ye aktarmıştır)
Girişteki Büyük Liman'ın sağ tarafında ada ve Pharos Kulesi (İskenderiye Feneri) yer alır

İskenderiye Feneri Bir mimari harikası

Yapımına MÖ 3 yüzyılda Kral I Ptoleme zamanında başlanan ve oğlu II Ptoleme zamanında bitirilen (MÖ 297 ile MÖ 280 arası) İskenderiye Feneri, bütün limanı aydınlatması amacıyla, liman girişindeki Pharos Adası üzerine kurulmuştu

Bugün kullandığımız "fener", "far" kelimeleri bu adanın isminden geliyor Knidoslu ünlü mimar Sostratos tarafından inşa edilen üç katlı fener kulesinin yüksekliği, bir iddiaya göre 120, bir başka iddiaya göre ise 140 metreydi Diktörtgen tabanını çevreleyen terasın uzunluğu da 340 metreyi buluyordu Tabanın genişliği 30, uzunluğu ise 61 metreydi Bugün, birinci katın yüksekliğinin 71 metre olduğu tahmin ediliyor

Kulenin ikinci katını oluşturan merkez gövde ise sekizgen biçimindeydi ve 34 metre yüksekliğe sahipti Asıl fener görevini gören üçüncü kat ise bir silindiri andırıyordu Bu bölümü koni biçiminde bir çatı örtüyordu ve bunun üzerinde de bir Zeus heykeli bulunuyordu Firavunlar ülkesindeki dev bir eserin tepesindeki Zeus heykelinin anlamı ise şuydu: Mısır'da o dönemde hüküm süren Ptolemeler aslında bir Makedonya hanedanıydı Mısır'ı ele geçirdikten sonra, gerçek birer firavun gibi davranmalarına karşılık, dini inançlarını korumuşlardı

Fenerin içinde ta tepeye kadar çıkan taş bir merdiven bulunuyordu Bu merdiven öylesine genişti ki, odun yüklü iki yük hayvanı rahatlıkla çıkabiliyordu Fenerin ateşi, bu hayvanlarla taşınan reçineli odunlarla besleniyordu Bir başka varsayıma göre de, Mısırlılar'ın o dönemde petrolü bildikleri ve kullandıkları sanılıyor Üstelik bu petrolü yukarı kadar taşımayıp, hidrolik pompalarla aşağıdan yukarıya pompaladıkları ileri sürülüyor

Fenerin ateşinin ışığı, çeşitli aynalarla artırılıyordu Eski tarihçiler bu ışığın 30 mil uzaklıktan rahatlıkla görüldüğünü yazmışlardı Öte yandan, fenerin kendisi de beyaza boyalı olduğu için hayli uzaktan seçilebiliyordu

Ancak, o dönemde fenerin sadece gemileri kayalıklardan uzak tutmak için inşa edildiğini söylemek çok zor Fener, aynı zamanda bir savunma görevi görüyordu; limanın girişini savunan bir kale gibiydi Savaş sırasında Mısırlılar, fenerdeki asker ve mancınık sayısını artırırlardı Yapı öylesine güçlü bir stratejik konumdaydı ki, görevlilerinin izni olmadan hiçbir geminin limana girmesi mümkün değildi

1000 yıl kadar kullanıldığı sanılan bu gökdeleni daha sonra depremler sallamaya başlıyor MS 700 yılındaki deprem, yapının fener bölümünü yıkıyor Ardından MS 1100 yılında tüm Kuzey Afrika'yı yerle bir eden büyük bir deprem felaketi daha geliyor ve bu kez de fenerin sekizgen gövde bölümü sulara gömülüyor

Son olarak MS 14 yüzyılda bakımsızlıktan temel bölümü yıkılıp gidiyor 15 yüzyılda Mısır'da hüküm süren Memluklar, fenerin bulunduğu yere bir kale ve cami inşa ediyorlar Dörtgen bir sütun biçimindeki minaresiyle Arap ülkelerinde görülen cami tiplerinden ayrılan bu yapı, bugün Müslüman Afrika ülkelerindeki camilere örnek oluşuyla hatırlanıyor


Alıntı Yaparak Cevapla

Medeniyetler Tarihi

Eski 06-27-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Medeniyetler Tarihi




Haçlı Seferleri

Hıristiyan Avrupa'nın XI-XIII yylar arasında kutsal yerleri kurtarmak amacıyla, Türklere karşı açtığı askeri seferlerdir Papa Urbanus II ilk Haçlı Seferi tasarısını Papalık Meclisi'ne sunduğu zaman (1095) Hıristiyan dünyasının durumu ciddîydi: Kuzey Afrika, İspanya ve Sicilya iki yüzyıl önce Müslümanların eline geçmişti; Kudüs ve Hıristiyanların kutsal yerleri ise zaten çoktan beri Müslümanların elindeydi Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti Bizans, yıllardan beri İslâm ordularını püskürtmek için çaba harcıyordu

XI yyın sonlarına doğru Selçukluların yönetiminde Yakındoğu'ya inen Türkler bütün bu bölgeyi egemenliklerine alarak, Hıristiyan dünyasının en güçlü ve en zengin devleti olan Doğu Roma İmparatorluğu'nun doğudaki topraklarını ele geçirdiler Bu başdöndürücü ilerleme, iktisadî bakımdan çok kötü durumda olan Avrupa'da büyük telâş uyandırdı

Kudüs'ün Türkler eline düşmesi batıda büyük şaşkınlık yarattı O çağda din düşüncesi milliyet düşüncesinin çok üstündeydi Kutsal Kudüs'ü Türklerin elinden geri almak düşüncesi Avrupa'da hızla yayıldı

Batı için amaç Müslüman dünyasına karşı saldırıya geçmekti Din heyecanının yanı sıra uzak diyarların çekiciliği ve zenginliği de bu işte önemli rol oynadı Doğuda kendine bir derebeylik edinmek umudu besleyerek yola çıkan beyzadelerin sayısı az değildi İtalya'daki büyük ticaret kentleri de (Cenova, Pisa, Venedik) doğuya giden ticaret yollarını Müslümanların elinden almak amacıyla Haçlı Seferleri'ni desteklediler

Kutsal Toprak

Pierre l'Ermite adında basit bir rahip Avrupa'yı dolaşarak fakir halkı ayaklandırdı; zengin doğu ülkelerinin hayalini onların gözlerinde canlandırdı Bu heyecanla büyük kitleler toplandı Sayısı bir milyona varan bir kalabalık Anadolu'ya kadar ilerlediyse de Selçuklu Türkleri tarafından yok edildi (1096)

Bunun üzerine bu işin ancak düzenli askeri birliklerle başarılabileceği anlaşıldı Ertesi yıl askerî kuvvetlerle harekete geçen Haçlılar, Anadolu'da Türklerin çete saldırılarıyla büyük kayıplar verdiler, ancak Kudüs'e de ulaştılar Şehri ele geçirip Müslümanları kılıçtan geçirdiler (1099)

Sonucu bakımından başarılı olan bu Birinci Haçlı Seferi sonunda Ortadoğu'da birtakım devletler ve derebeylikler kuruldu: Kudüs Krallığı, Antakya, Urfa, Trablus ve Kıbrıs, Mora, Atina vb prenslik, kontluk ve dukalıkları Fakat bu Latin devletleri hem Türklerin saldırıları, hem de aralarındaki rekabet yüzünden zayıfladı

Kudüs'ü de, kendi yerlerini de çok geçmeden kaybettiler Kutsal yerlerin savunması askerî tarikatlara kaldı Bunların en ünlüleri önce Akkâ'da, sonra Rodos'ta ve Malta'da devam eden Saint-Jean şövalyeleriydi Bunlar Osmanlı Devleti'ne düşman kesildiler Sultan Cem'i ele geçirip papaya teslim eden bu tarikattır

İki Uygarlık Arasında Bir Köprü

1096-1270 arasında, 174 yıl içinde Hıristiyanlar Türklere karşı 8 büyük askerî sefer düzenledi Bu seferlerin çoğu tam başarısızlıkla, bir kısmı yarım başarılarla sonuçlandı Bu arada İstanbul'un Hıristiyan Bizanslılardan alınıp yağma edilmesi ve burada bir Latin İmparatorluğu kurulması gibi gariplikler de oldu

Son Haçlı Seferi'ni düzenleyen Fransa kralı Saint-Louis 1270'te Tunus önlerinde öldü 20 yıl sonra Latin doğu devletlerinden hiç biri ortada kalmadı Haçlı Seferleri ne dinsel, ne de siyasal amaçlarına ulaşabildi Buna karşılık doğu ve batı uygarlıkları arasında iktisadî ve kültürel bağların doğmasına yaradı Avrupa bu bağlardan fazlasıyla yararlandı; kilisenin otoritesi sarsıldı, körükörüne Müslüman düşmanlığı geçerliliğini kaybetti

Çocukların Haçlı Seferi

1212 yılında binlerce çocuk, genç mürşitlerin yönetiminde Güney Fransa'nın yolunu tuttu Marsilya'dan gemiye binip Kudüs'e giderek İsa'nın mezarını kurtarmak istiyorlardı Şaşkına dönen anne ve babaları, çaresiz kalarak izin verdiler, papa İnnocentius III de bu izine katıldı; yalnız, Fransa kralı Philippe Auguste, çocuklara, evlerine dönmelerini emretti, ama söz dinletemedi

Marsilya'da bazı tacirler bundan yararlanarak genç hacıları gemilerle Mısır'a götürüp köle olarak sattılar Bunların çoğu sonradan fidye ödenerek geri alındı, ama 1229'da İskenderiye paşasının hizmetinde 700 kadar çocuk bulunuyordu

Haçlılardan Avrupa'ya Kalan Miras

Flamalı mızrak, kundaklı yay, trampet ve borazan, arma, kayısı, karpuz, yabanî sarımsak hep Haçlıların Kutsal Ülke'den getirdikleri yeniliklerdi Ayrıca, Haçlı Seferleri'yle, «doğu biçimi» sakal koyverme de moda oldu; o tarihe kadar Avrupalılarda Romalılar ve Franklar gibi tıraş olurlardı



Birinci, İkinci ve Üçüncü Haçlı Seferleri (XI-XII yy)



Papa Urbanus II'nin öncülüğüyle başlayan Birinci Haçlı Seferi sonunda, 1099'da Kudüs'ün alınışı: resmin solunda ünlü rahip Pierre l'Ermite, ortada Kudüs krallık tacını giymiş olan Godefroi de Bouillon



(Solda) Fransa kralı Genç Louis VII ile Germanya kralı Konrad III'ün İstanbul'a girişleri görülüyor Papa Eugenius III'ün isteği üzerine Aziz Bernard, İkinci Haçlı Seferine önayak oldu, ancak bu girişim yenilgiyle sonuçlandı: Kudüs'ü kaybeden Hıristiyanların elinde üç Filistin kenti kaldı: Tur, Trablusşam ve Antakya

(Sağda) Fransa kralı Saint-Louis'in Dimyat'a girişi (1249)


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.