Prof. Dr. Sinsi
|
Ortaçağ Felsefesi
Ortaçağ felsefesi tarihsel dönem itibariyle ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar İ S 2 yüzyıldan 15 yüzyıl sonlarına-16 yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır Bir çok felsefe tarihi kitabında ortaçağda felsefe yok sayılır ya da ortaçağın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür Bunun yanı sıra ortaçağda felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da sözkonusudur
Ortaçağ felsefesinin genel özellikleri
Ortaçağ felsefesi, klasik batı felsefesi tarihi ekseninde bakılacak olunursa, Antikçağ felsefesinin sonlarında belirginleşmeye başlayan din yönelimli ya da dinsel içerikli felsefe tarzının gelişmesi olarak gerçekleşir Bu noktada belirgin bir özellik olarak felsefenin dinsel tartışmaların bir aracı durumuna gelmiş olduğu, genel Batı felsefesi tarihçilerinin ortak saptamasıdır Sözkonusu olan din Hıristiyanlıktır Ortaçağ boyunca dinsel öğretileri temellendirmek ya da dini dünya görüşüne kategorik bir temel sağlamak, felsefe yapma tarzının genel bir görünümü olmuştur Hıristiyan dininin kendisine felsefe aracılığıyla bir açıklayıcılık sağlamaya, geçerliliğini temelendirmeye yöneldiğini görmekteyiz Bu dönem boyunca inanç-bilgi-akıl-Tanrı ekseninde yürütülen tartışmaları görmekteyiz Din ile felsefe ilişkisi bu dönem boyunca çatışmalı durumlarda gösterir; bazı din bilgeleri felsefenin dinden, Hıristiyanliktan uzak tutulmasi gerektiğini söyler ve buna çaba gösterir, buna karşılık başka bazıları inancın ce dinin temellendirilmesinde felsefenin gerek olduğunu söyler
Batı Roma İmparatorluğunun çöküşü meydana getirdiği kaotik ortamda kültürel ve düşünsel gelişmelerde bir bir kesintiye yol açmıştır Antikçağda oluşan ve süregelen düşünsel gelişmelerden belirgin bir uzaklaşma ve bu gelişmelerin reddedilişi görülür Din-felsefe ilişkisi bu ortamda grift bir görünüm sunar; bir yanda felsefe din içerisinde kaybolmuş gibi görünürken, bu kayboluş aynı zamanda felsefenin din içinde saklanmasını ve korunmasını getirir Dinsel düşünce kendisini temelendirmek için felsefeyi muhafaza ederken, bilgi sevgisi olarak anlaşılan haliyle olmasa ve dini amaçlara hizmet için kullanılsa bile belirli bir ölcüde antikçağda şekillenen felsefi düşüncenin korunmasını sağlamıştır Felsefe bu dönemde açıkca görünür olmasa bile içkin özelliklerini tamamen yitirmemiştir Bu bağlamda, ortaçağ felsefesi, Kilise öğretileriyle varlığını sürdürmüş, fakat Rönesastan itibaeren bilimsel ya da eleştirel düşünceye yönelmeye başlamıştır Bu sözkonusu nitelikteki ortaçağ felsefesini Macit Gökberk "Hıristiyanlaştırılmış Antik Felsefe" olarak değerlendirmektedir Belirtilmesi gereken başka bir nokta ise, bu felsefenin öteki dönemlerde görülen felsefe yapma tarzından farklı olarak statik nitelikte oluşudur
Ortaçağ felsefesinde Arap felsefesinin ya da İslam felsefesinin etkisini de belirtmek gerekir İslam felsefesi Batı düşüncesinde bu ttür gelişmeler olurken, Antikçağ felsefesi ile irtibatlı olmuş, kaynakları çevirmiş, islama özgü iç tartışmalarda bu kavramsal ve yöntemsel araçları kullanmıştır 1200'lü yıllardan itibaren bu alandaki kaynaklar batı'ya yönelim gösterir, ki felsefe tarihcilerinin çoğu, Batı'daki din-felsefe ayrımlaşmasının hızlanmasında bu etkinin belirgin bir yeri olduğunu söylerler İslam filozofları da benzer şekilde inancı antikçağ felsefesinden alınan kavramlarla temellendirmeye, akıl ve mantık yoluyla açıklık sağlamaya yönelirler Bu yönelimle kutsal metinleri yorumlama, tevsir ve mantık ya da dil analizlerinin ortaya konulduğu görülür Bu yaklaşım ortaçağ felsefesinin genel karakteristiğidir bir anlamda Yorumsamacılık'ın kökleri ortaçağ felsefesine uzanır Diğer ortaçağ filozofları gibi onlarda tanrı'dan hareket ederek, varlığa ve avroluşa, insan varlığına ve düşüncesine açıklık getirmeye çalışırlar Bunlarla birlikte antikçağ düşüncesinin taşınması ve geliştirilmesi bakımından Farabi, İbni Rüşt, İbni Sina, İbni Arabi gibi filozofların Batı felsefesi üzerinde etkisi birçok bakımdan belirleyici olmuştur
Ortaçağda felsefe gelenekleri
Ortaçağ felsefesinin genel özelliklerden anlaşılacağı üzere, genel bir din eksenlilik durumu sözkonusudur Buna bağlı olarak belirgin felsefe geleneklerini belirtecek olursak, şöyle sıralayabiliriz:
* Hıristiyan felsefesi
* İslam felsefesi
* Yahudi felsefesi
* Bunlara eklenebilecek bir başka gelenek ise, Bizans İmparatorluğu içinde grekce yapılan felsefe olduğu için Bizans felsefesi olarak adlandılan felsefedir
Bu geleneklerin farklılıklarına rağmen ortak felsefi özellikleri Antikçağ felsefesine dayanıyor olmalarından ileri gelir;bu gelenekler antikçağ felsefesini kendi dinsel niteliklerine göre sürdürür durumdadırlar ve birbirlerini bu temelde sürekli etkilemişlerdir Ortaçağ felsefe geleneklerinde, antikçağın önemli filozoflarının ve felsefe akımlarının çoğu görülür, şüphecilik hariç Din temelli felsefe tarzının şüpheciliği tamamen dışlaması anlaşılır bir durumdur Merkezinde Tanrı olan bir felsefe geleneğinin şüpheciliğe imkan tanımayacağı açıktır Bunun dışında Platon; Aristo, Stoacılık vb varlıklarını sürdürür
Ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde Apologiacılar'ı ele almak gerekir Bunlar Hıristiyan dininin savunusunu yapmaya, Hıristiyanlığın söylendiği gibi bir kötülük ve dinsizlik olmadığını kanıtlamaya çalışırlar Bunun gibi Patristik felsefe'de din adamlarının Hıristiyanlik öğretisinin temellerini kurmaya yönelik bir girişim olarak belirir Ayrıca dinsel-mistik bir eğilim olarak Gnostisizm'i de ortaçağ felsefesinin başlangıç evrelerinde görmek mümkün Sözkonusu eğilimin doruğu St Augustinus'tur Augustinus, inancın kavramsal formunu oluşturmaya çalışarak Hıristiyan düşüncesini temelendirmeye yönelmiş ve bu noktada ortaya kyoduğu eseriyle ortaçağ felsefesinin en önemli isimlerinden biri olmuştur Hıristiyan felsefesinin temsilcisi ve temeli olmakla birlikte Augustinus'un pek çok tartışması modern düşünce içinde varlığını sürdürmüştür
Bu sırada Augustunus'un yaklaşımı karşısında Yeni-Platonculuk vardır denilebilir Augustinus, felsefenin görevinin Kilise öğretisini akılcı bir yolla temellendirmek olduğunu söylerken, Yeni-pLatonculardan bireyden hareket ederek, kişisel din arayışını dile getiriler Böylece ilk yaklaşım felsefeyi Skolastisizme, ikincisi ise Mistisizm'e yöneltir
Augustinus
Augustinus (354-430)Hıristiyan ögretisine bütünlük kazandırmak yolunda en önemli adımları atan kişidir Hıristiyan dogması olarak bilinen düşüncenin temellerinde Augustinus vardır Augustinus'un inancsızlıktan maniciliğe (manicilik), oradan şüpheciliğe ve sonra Platonculuğa gecti ve en son olarak da Hıristiyan olmaya giden yolu, kısa sürede Hıristiyanlık içinde yükselmesiyle birlikte heretik (sapkın) akımlara karşı yoğun bir mücadele ve Hıristiyanlığın birliği icin savaşımın temsilcisi olmaya dönüştü Bu sapkın akımların başında elbette şüphecilik geliyordu Augustinus, bir doğru vardır ve bunun elde edilebileceginden şüphe edilemez şeklinde ifade edilebilecek düşünceyle hareket eder ve ünlü formülü "Şüphe ediyorum, demek ki varım" sonucuna ulaşır Bunun yanı sıra Tanrı'nın varlığı öncesiz ve sonrasız bir varlıktır Her bilgi Tanrı'nın varlığının kanıtı olan zaman dışı doğruluğun aranmasıdır Dolayısıyla Augustinus Tanrı'yı ve insan ruhunun Tanrı'la ilişkisi sorununu temel mesele olarak ele alır Yaradan ile yaratılan arasında varlık niteliği bakımında aşılamaz bir fark vardır Tarih üzerine düşüncelerini ortaya koyarken Tanrı devleti'ni temelendiren Augustinus, böylece Hıristiyan kilisesisini görevini de, bu devletin yeryüzündeki temsilcisi olma, ve Tanrı'nın sözünü bu dünyada egemen kılma olarak belirlemesinde etkili olmuştur
Skolastik Felsefe
Skolastik felsefe, genel olarak bir öğreti durumuna gelmiş olan Hıristiyan inancının temellendirilmesi ve sistematikleştirilmesi girişiminden doğmuş olarak kabul edilir Bu anlamda Patristik felsefenin devamı niteliğindedir Bir başka açıdan Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen Skoilastik felsefedir Bu doğal bir durumdur, çünkü skolastik felsefe hem ortaçağ felsefesinin merkezi konumundadır hem de ona genel karekteri vermiştir Başı ve sonu ortaçağ ile belirlenmiş bir düşünme yönelimidir Üç ayrı dönemde ele alınması genel bir eğilimdir, yaklaşık tarihlerle bunlar;
* Erken dönem Skolastik (800-1200 arası)
* Yüksek dönem Skolastik (1200-1300 arası)
* Geç dönem Skolastik (1300-1500 arası)
Skolastik felsefenin ana yönelimi Aristotales'e yönelmiş olması tarafından belirlenir Patristik felsefede görülen dinsel ağırlıklı Platonizmden ayrılmak üzere, skolastik felsefede bilgi ağırlıklı bir Aristotelizm öne çıkar Hem Hıristiyan hem islam skolastiğinde Aristotales bir başlangıç noktası olarak gönümektedir Bu felsefe daha çok din adamlarının yetiştirildiği manastır ve katedrallerde ortaya çıkmış ve gelişmiştir
Skolastik felsefenin yönelimi rasyonel düşünceyi inanca uygulamak, vahiye akıl aracılığıyla bir kavranılırlık getirmek, inanca akıldan gelen saldırıları yine akıl aracılığıyla engelemeye çalışmaktır "Anlamak için inanıyorum" düsturu bir anlamda Skolastik felsefenin nihai konumunu göstermektedir Bu yönde skolastik felsefe realistik tutum sergilemiştir Bu realistik tutuma göre gerçek Tanrı'ya aittir ve onu bilmek demek, önermelerle ve çıkarsamalarla gerçeği yansılamak demektir Tek bir geçerli doğruluk vardır ve bu nedenle de yalnızca tek bir doğru bilgi sistemi olabilir
Etik anlamda ise skolastik felsefe hem emredici bir ahlakı hem de bir değer ahlakını geliştirmiştir diyebiliriz İyi bir değerdir ve Tanrı iyinin tamamıdır, bu nedenle kişi, bu değere yani "en yüksek iyi"ye ulaşmaya çalışmalıdır
Roger Bacon
Roger Bacon
Başlangıcından en son dönemine kadar başlıca skolastik filozofları şöyle sıralabiliriz:
* Johannes Scottus
* Anselmus
* Petrus Abelardus
* Albertus Magnus
* Aquina'lu Thomas
* Duns Scotus
* Ockhamlı William
* Roger Bacon
|