Prof. Dr. Sinsi
|
Antik Yunan Ezoterizmi

Antik Yunan Ezoterizmi
Günümüz uygarlığının temel iki beşiği olan Mısır ile Yunan uygarlıklan arasında, uzun bir süreç içerisinde büyük bir etkileşim meydana gelmiştir Bu etkileşim daima tek taraflı, yeninin eskiden, öğrencinin öğretmeniden alması gibi, Yunanistan'ın Mısır'dan etkilenmesi şeklinde gerçekleşmiştir
Yunan uygarlığının kuruculanndan Orfe ile, uygarlık yolunda çok önemli birer taş olan Euclides, Çiçeron, Pisagor ve Eflatun gibi felsefe okulu ve din kunıculan hep Mısır'ın o ünlü mabedinde, "Osiris Mabedinde" inisiye edildiler Günümüz uygarlığı üzerinde özellikle son ikisi son derece etkili olmalanna rağmen, Pisagor ve Eflatun okullannın temellerinde Orfeik inanç yattığı için bu ilk ünlü Yıınanlı inisiyeye değinmeden geçemeyeceğiz
Tufandan sonra çok büyük bir gerileme yaşayan insanoğlu, yeniden başlamak zorunda kaldığı için ilkel kabileler dönemini bir kez daha yaşadı Dönam, anaerkil bir dönemdi ve dolayısıyla bu kabilelerde hakimiyet kadınlann elindeydi Mu dininde Tannnın dişil yönünün sembolü olan "Ay", kadınlann yönettiği bu toplumlarda baş tanrıça sıfatna yükseltildi Dinsel yozlaşma neticesinde kimi yerlerde güneş tanrı için insanlar kurban edilirken, bu kez de ay tanrıçası için insan kurban edilmeye başlandı
Yunanistan'da ay tanrıçasına tapınımın geçerli olduğu Baküs dini ile, güneş tanrısına tapınımın ön planda tutulduğu Apollon dini taraftarları arasında sürekli bir çatışma yaşanıyordu Aslında savaşın gerekçesi, düzenin anaerkil mi, ataerkil mi olacağı idi
Apolion kelimesi, Fenike dilinde "Evrensel Baba" anlamına gelen "Ap Olen" den türetilmiştir Apollon'un ilk kez Anadolu topraklarında ortaya çıkmış olması da onun Fenike ile, dolayısıyla da diğer güneş kültlerinin bir nevi merkezi durumunda olan Babil okulu ile bağlantısını gösterrrıektedir Ayrıca, Apollon'a ithafen yapılan "Delf' mabedinde inisiasyon töreninin ilkel bir biçiminin uygulanması da, bu bağlantının bir diğer delilidir
Orfe, Apollon'a adanmış Delf mabedinin bakire rahibelerinden birisinin oğludur Bu mabette görevli rahibelerin bakire olması zarureti, söz konusu rahibenenin tanrı Apoilon'dan hamile kaldığı iddiasını ortaya çıkartmıştır ki, aynı yöndeki iddia diğer birçok dini inanışta da akislerini bulmuştur
M Ö 700'lerde Yunanistan'da Apollon inanırları azınlıktaydı Çoğunluktaki Baküs taraftarlarınca yok edilmek üzereydiler İşte bu ortamda Orfe Yunanistan'dan kaçtı ve Mısır'a geçerek, Osiris rahiplerine sığındı Burada inisiye edilen ve Osiris rahipleri arasında 20 yıl geçirerek sırlar öğretisini alan Orfe, Apollon dinini ihya etmek ve ona yeni bir çehre vermek göreviyle ülkesine geri gönderildi
Osiris'in Atlantis'de yaptığı gibi güçlü kişiliği ve bilgeliği sayesinde kısa sürede çevresine birçok yandaş toplayan Orfe, Baküs dini yandaşlarını yendi Ancak, Orfe kendi dinini öğretirken Mısır'lı rahiplerin yöntemini kullandı ve öğretisini varolan inançlar üzerine, bu arada Baküs dini üzerine kurdu Bunun sonucu olarak ortaya çok tanrılı Zeus ve Diyonizos dini çıktı
Orfeik öğretiye göre, tüm tanrıların en büyüğü olan Zeus, tüm evrenin kendisinden var olduğu Tanrıdır Diyonizos ise onun oğlu, yani tezahür etmiş İlahi Kelamdır Bir diğer adı ile, Horus'dur İnsanlar Diyonizos'dan birer parçadır İnisiyeler ise, insanoğlunun Hermes'leri, yani ikincil tanrılarıdır Orfe, "Tanrılar bizde ölür, bizde dirilir" der Yeniden doğuşa inanan Orfe gerçek Tanrının tek, ancak ikincil tanrıların sonsuz sayıda ve çeşit çeşit olduklarını söyler Orfe'ye göre yarı tanrılar, Kamil İnsan statüsüne erişerek yeniden doğuş zincirinden kurtulmuş ilahi ruhlardır
Orfe, Menfıs'de öğrendiklerini aynen uygulamış ve yandaşlarından uygun gördüğü kişileri seçerek onları inisiye etmiş, böylece kendi okulunu kurmuştur 
"Evohe" kelimesi Orfeik inisiyelerin parolası haline gelmiştir Mısır'dâ "İod-He Vau He" şeklinde telafuz edilen kelimenin Musa tarafından kulanılış biçimine daha Qnce değinmiştik Burada
İod'un Osiris'i, He Vau He'nin de İsis'i temsil ettiğini hatırlatmakla yetinelim Aynı kutsal kelimeyi Pisagor da parola olarak kullanmıştır
Bu arada, aynı dönemlerde tıpkı Orfeik inanç gibi, mesleki kuruluşlar da Mısır yoluya Yurıanistan'a girdi Adlan, Herınes'e atfen "Hetairies" olan bu kuruluşlar inisiyatik yöntemle üye alırlardı Hernıes'i pirleri olarak kabul eden ve ona üç defa ulu anlamında "Trimejit" sıfatını layık gören bu kuruluşların yandaşları kendilerirıi "Diyonizos İşçileri" olarak da çağırmaktaydılar Bugün hayranlıkla izlenen Antik Yunan eserlerinin ve İyonyen başlıklı sütunların altında bu taşçı üstadlarının imzası vardır Bu kuruluşların üyelerine Diyonizos İşçileri denilmesi, onların Orfeik inançlarının bir göstergesidir Birbirlerini tanımak için gizli kelime ve işaretlerden yararlanan Diyonezyen işçilere, işlerini rahat görebilmeleri için Solon Kanunları ile birçok imtiyazlar tanınmıştı Kökeni Antik Yunan'a, belki de Mısır'a kadar inen bu imtiyaz tanınması geleneği, ortaçağda Hristiyan Avrupası'nda da devam etmiş ve Masonluğun varlığın sürdürebimmesine imkan tanımıştır
Orfe'nin Diyonizos'u, Apollon'dan başkası değildir Güneş tanrısı olan Apollon, Işıktır Tanrısal Nur'dur Apollon'a ithaf edilen Delf mabedinin kapısında "Kendini Bil" ibaresi yer almaktadır Dört Dorik sütun üzerindeki üçgen bir çatıdan oluşan Delf mabedi, Ezoterik öğretinin temellerini bünyesinde barındırmaktadır Mabedin üzerine inşa edildiği dört sütun Mu dinindeki dört büyük yaratıcı gücün, Mısır ve Kabala Ezoterizmlerindeki dört temel elemanın simgeleridir Bu dört sütun aynı zamanda, insanın var olduğu fiziki ortamı, dünyayı ve Mikrokozmos'u temsil eder Dört sütunun üzerindeki, ucu yukarı, yani Tanrıya dönük olan üçgen tavan ise, insanın ulaşmaya çalıştığı Tanrının yani Makrokozmos'un sembolüdür Çatının üçgen olması Tanrısal üçlemeyi, eril ve dişil peresiplerle, Kutsal Kelamı yani oğulu ifade eder
Orfe'nin ölümünden sonra, kendilerini gizlemeyi başarmış olan eski Baküs dini yanlıları ortaya çıktılar ve Orfeik inançların yok olmasını sağlamak için ellerinden geleni yaptılar Orfe karşıtlarının bu sistemli çalışmaları meyvasını o denli verdi ki, bir süre sonra "Orfe" adı dahi efsanevi bir varlığın adı haline geldi Günümüz Antik Yunan araştırmacıları bile Orfe'nin yaşayıp yaşamadığından emin değildirler
Bu sistemli yok etme girişimi neticesinde Diyonizos mabedi büyük ölçüde gerilerken, Apollon'a ait olan ve zaten Orfe'den önce de varlığını sürdürmekte olan Delf mabedi ayakta kalmayı başardı Diyonizos rahipleri, Apollon rahipleri tıüviyetine büründüler ve kendilerini çok tanrılı sistemin rahipleri gibi gösterirken, bir yandan da Orfeik inisiasyonlara gizlice devam ettiler
İşte bu ortamda, Orfe'den iki yüzyıl sonra, M Ö 570'de doğan Pisagor , Delf mabedinde inisiye edilerek, Ezoterik doktrin dünyasına ilk adımını attı Orfeik öğretiyi tamamiyle öğrenen Pisagor bununla yetinmedi ve sırlar öğretisini aynı Orfe gibi, kaynağından öğrenmeye karar verdi Genç yaşta Menfis'e giden ve Ezoterik d~ktirin hakkında bilgisinin zaten var olduğu Mısırlı rahiplerce görülen Pisagor'un Osiris kardeşlik örgütüne kabulü de kolay oldu Burada 22 yıl kalan ve Osiris dininin en gizli sırlarını da öğrenen Pisagor'un dikkatini özellikle sayıların Ezoterik kulianımı çekci Pisagor, ileride oluşturacağı sistemin öğrencilerince daha iyi anlaşılması için bu yöntemi kullanmaya karar verdi
Mısır'ın, Babil kralı Kambiz tarafından işgalinden sonra Pisagor, diber birçok Menfıs'li rahiple birlikte Babil'e götürüldü Esir olarak getirilen bu rahipler, yozlaşmış olmasına rağmen asırlardır varlığını sürdüren Babil okulu için de taze kan oluşturdular Diğer rahiplerle birlikte Babil okuluna kabul edilen Pisagor burada, hem bu okulun farklılaşmış öğretilerini hem de Babil'in Persler tarafından işgali sırasında resmi din olarak kabul edilmiş bulunan Zerdüşt dinini inceleme fırsatı buldu Babil'de bulunduğu sırada bir kez Hindistan'a, bir kez de Kudüs'e seyahat eden Pisagor Hindistan'da Kadim "Rama" dininin öğretilerini savunan "Gimnosophistler"le, Kudüs'te de Kabbalacılarla temas kurdu Mistik sayı teknikinin Kabbala'daki yoruınunu da inceleyen PisagoıBabil'de 12 yıl kaldı Daha sonra, Babil okulundan kardeşi olan, kralın özel doktoru Demodes adlı bir inisiyenin özel girişimleri ile kraldan özgürlüğünü elde etti ve ülkesinden ayrıldıktan 34 yıl sonra Yunanistan'a döndü
PisaQor Yunanistan'da ilk iş olarak, Mısır'a gitmek üzere ayrıldığı Delf mabedine geldi Delf rahiplerine Mısır ve Babil'de öğrendiklerinin bir sentezini sunmaya çalışan Pisagor, Ezoterik doktrininin sadece Mısır ekolünü tanıyan Apollon rahiplerine kendi yorum ve fikirlerini kabul ettirmekte güçlük çektiği için bir yıl sonra İtalya'ya geçti ve Yunan kolonisine ait Cratona kentirıde kendi okulunu kurdu Pisagor'un hedefi sadece inisiasyon yöntemi ile seçilmişlere Ezoterik doktrini öğretmek değil, bu doktrini kullanarak yeni bir siyasi örgütlenmeyi gerçekleştirecek ilk nüveyi, bir enstitüyü kurrrıaktı Pisagor bu hedefine kısa sürede ulaştı Kurduğu enstitüde inisiye edilen tüm kardeşler sadece Ezoterik doktrin ile sınırlı kalmayarak, dönemin fizik, psişik, dini ve siyasi tüm bilimlerini öğreniyorlardı Bu tür eğitim tarzı, bilim çağının başlaması için ilk adımı oluşturdu ve yüzyıllar sonra İtalya'da Rönesans'ın doğmasını sağladı
Pisagor, enstitüye girmek isteyen adayları çok uzun süre, bazen yıliarca gözetim altında tutduktan sonra, aralarından ancak layık olduklarına inandıklarını alırdı Enstitünün girişinde Hermes'in bir heykeli bulunmaktaydı ve kaidesinde, "inanmayan uzak dursun" yazıyordu Enstitüye girmeye layık olduklarına inanılanlar bazı denemelere tabi tutuluyordu Bu sınavlar, Mısır'daki inisiasyon sınavlarını andırsa da, bunların çok daha yumuşatılmış şekilleriydi Mesela aday tek başına gecelemek üzere bir mağaraya bırakılıyor, bunu reddedenler veya maâaradan kaçanlar enstitüye kabul edilmiyordu
Bir sonraki sınavda adaya, hiç tanımadığı bir Pisagor sembolü gösteriliyor ve bunun hakkında yorum yapması isteniyordu "Bir dairenin içindeki üçgen neyi anlatır" ya da, "   sayısının anlamı nedir?" gibi Adaya, bu soruların cevarını hazırlaması için 12 saat verilir, bu arada da aç ve susuz bırakılırdı
Üçüncü ve en zor sınav, adayın gururunun ve benliğinin, enstitüye daha önce kabul edilmiş çıraklar tarafından kırılması sınavıydı Bu sınavda adayla alay edilir, küçültücü sözler söylenir, kızdırılırdı Aday, kendisine hakim olmayı başarmak zorundaydı Aksine davranır ve öflcelenir, ağlar veya terbiyesizce cevaplar vermeye başlarsa, kendisini uzaktan izleyen Pisagor tarafından derhal kovulurdu Bu yöntem, son derece kişilikli ve olumlu insanları okul kazandırmış olmasına rağmen, enstitünün yıkılış sebebini de oluşturdu Enstitüye kabul edilmeyen ve bu arada gururu da kırılan adaylar Pisagoı'a ve müritlerine düşman kesildiler Enstitünün yıkılmasına ve Pisagor ile yüzlerce yandaşının öldürülmesine neden olan olayların hazırlayıcılarının başında, işte bunlardan birisi, Silon yer aldı Bu konuya daha sonra dönmek üzere şimdi Pisagor enstitüsünü ve okulun üzerine kurulduğu dört dereceli kardeşlik sistemini inceleyelim
Sınavlardarı geçen ve yapılan özel bir törenle kardeşliğe alınan adaya, acemi ya da çırak anlamına gelen "Novice""Dost bir başka sensin O ve sen aslında birsiniz" şeklinde özetlenebilecek Ezoterik yorum öğretilirdi Novice'lerden ayrıca, üstadlarına sonsuz itaat ve bağlılık göstermeleri, disiplinli davranmaları, sağlık kurallarına uymaları ve devamlı temiz olmaları istenirdi Ruhun arındırılması amacında olan Pisagor müridleri, ruhla beraber bedenin de temiz olması gereğine inanır ve bazen günde birkaç kez yıkanırlardı Müridlerin bedenleri gibi giysileri de tertemizdi ve saflığın sembolü olan beyaz renkteydi Ezoterik inanışlarını Pisagorculuktan alan İsmaili tarikatı müridlerinin ve onların Hristiyan dünyasındaki devamı niteliğinde olan Templier Şovalyelerinin giysileri de, aynı Pisagorcular gibi beyazdı ünvanı verilirdi Novice dönemi, kişinin yeteneğine bağlı olmak üzere, en az iki en çok beş yılla sınırlandırılmıştı Novice'lerden beklenen şey hiç konuşmamaları, soru sormamaları, tartışmaya girmemeleri ve sadece derslerini sükunet içinde dinlemeleriydi Bundan amaç, öğrencinin sezgi yeteneğini geliştirnıekti Görünen alemin üstünde bir başka görünmez alem olduğu gibi soyut bir fikrin sadece sezgi ile algılanabileceğini söyleyen Pisagor, çıraklarından önce Tanrının varlığını sezmelerini sonra da onu sevmelerini isterdi Tüm evrenin sevgi üzerine kurulu olduğunu belirten Pisagor, sevgiyi öğrenmenin ilk adımının aile içinde, anne-baba sevgisi ile başladığını, babanın Tanrının eril, annenin de dişil ifadeleri olduklarını öğretirdi Pisagor'a göre, bu ikisinden doğan insan, Tanrının yer yüzündeki temsilcisiydi Pisagor ayrıca Novice'lerden ikişerli gruplar oluşturnıalarını ve her iki Novice'in birbirlerini çok iyi tanımalarını, dost olmalarını isterdi Dostluğun, karşılıksız sevginini en mükemmel ifadelerinden olduğunu öğrenen Novice'e,
Pisagor müridlerinin evlenmesi zorunluydu Tanrının eril ve dişil ikilemini kabul eden ekol, bunun uzantısı olarak evlilik müessesesini ve aileyi kutsal kabul ediyordu Yine aynı görüş doğrultusunda enstitüye hem erkekler, hem de kadınlar inisiye edilebiliyordu Müridlerden evlilik konusunda uymaları beklenen yegane kural, kendisi gibi bir inisiye ile evlenmeleri idi Çünkü, inisiye edilmemişlerde "Erdemi" bulmak çok zordu
Novice'e öğretilen son şey, tüm tanrıları bir ve tek olarak mütalaa etmesiydi Öğretinin bünyesinde önemli bir yer tutan hoşgörü sayesinde tüm dini inançların hoşgörülmesi gerektiğini öğrenen Novice, aslında tüm tanrıların bir ve tek olduğunu, tüm dini çabaların da bu tek Tanrıya ulaşmak için olduğunu görürdü
İkinci derece saliklerine "Nomoteth" ünvanı verilir ve bu derecedeki inisiyelere "Kutsal Sayılar Bilimi" öğretilirdi İkinci dereceye geçiş için özel bir tören yapılır ve Pisagoı'un da ifade ettiği gibi, gerçeklerin öğretilmesine bu törenle birlikte başlanırdı
Matematikçiler de denilen Nomoteth'lerin ve daha yukarı derecelerdekilerin girebildikleri, Novice'lere yasak olan bir mabed vardı ve adına da "Müzler Mabedi" deniliyordu Yuvarlak olan bu mabedin içinde dokuz Müz ve ilahi prensibin muhafızı Vesta'nın bir heykeli bulunuyordu Müzlerin her biri, birer bilimin koruyucusuydular Bunlardan en önemli üçü, Astronomi ve Astrolojinin koruyucusu Uraniye, öte alem bilimleri ve kehanet sanatının koruyucusu Polimniya ve hayat ve ölüm bilimi ile Yeniden Doğuş biliminin koruyucusu Melpomen'di Ortada duran Vesta'nın bir elinde ateş vardı ve diğer eliyle de gökyüzünü göstererek, herşeyin göklerdeki ateşle başladığını anlatıyordu Bu mabette öğreti, tüm bu Müzlerin ve Vesta'nın sembolize ettiklerinin tamamının insanın yapısında bulunduğu açıklamasıyla başlardı Pisagor, evrenin tüm anlamının sayılar sembolizması içinde var olduğunu söyleyerek Nomoteth'i eğitmeyi sürdürürdü
"Sayılar evrene hükmeder" diyen Pisagor, bu ifade ile, Tanrının sayıları özellikle bir prototip semboller dizisi olarak ortaya koyduğunu bu nedenle sayıların her birinin karakterleri olan birer simge durumunda bulunduğunu belirtirdi Pisagor sayıları, bir, iki, üç, vs şeklinde değil, kendi karakterleri ile, "Monad", "Diad", "Triad" diye ifade ederdi
Pisagor'a göre 1 sayısı "Monad" dı, yani tekti Hiçbir benzeri olmayan önsüz-sonsuz yaşamı, tüm varlıkların bünyesinde çıktığı eril ateşi, Tanrının kendisini simgelerdi Sembolü bir nokta idi ve Yüce Varlığın yaııısıra, İlahi Aklın, yani Hikmetin de simgesiydi Hikmeti sayesinde kendisinden dışarı birşeyler veren ancak bu sırada hiç değişmeyen ve değişmez niteliğiyle eril olan Monad, Tanrı ile birlikte, onun yeryüzündeki tezahürü olan insanın da sembolüydü Diğer bir deyişle Monad, hem Makrokozmosu, hem de Mikrokozmosu bünyesinde barındırıyordu Mikrokozmos'un yegane hedefinin Makrokozmos ile birleşmek olduğunu söyleyen Pisagor, "bu ancak inisiyatik eğitimle, kişinin kendisini olgunlaştırması ile mümkün olur Bunun için bir ömür yetmeyebilir Ama ruh, hedefine ulaşmak için ne kadar gerekiyorsa, o kadar yeniden bedenlenecektir" diyordu
1'den sonra gelen 2 sayısı evrende varolan düaliteyi gösteriyordu Bölünmez öz ile bölünebilir cevher; hayatı bahşeden aktif eril prensip ile hayatın oluşumunu sağlayan pasif dişil prensip; Osiris ile İsis Bir çizgi ile sembolleştirilen 2 "Diyad"dı, hikmetten doğan fikirdi Doğurgandı ve bu vastfıyla dişildi Hayatı içinde barındıran suydu Tanrının dişil yönünün ifadesiydi
Monad ve Diyad'ın birleşiminden ortaya çıkan 3 sayısı, yani "Triad", hikmetten çıkan fikirle oluşan eserdi Osiris ve İsis'in oğlu Horus'du Sembolü bir üçgendi ve yaşam skalasının tüm yasalarını ve özellikle de Yeniden Doğuş yasasını içinde barındıran anahtardı Triad, İlahi Kelamdı, evrenin kendisiydi ve topraktaki yaşam cevheriydi İnsan da, Ateş, Su ve Toprak'tan meydana gelmemiş miydi? Tanrının tüm tezahürlerinde, rutı, can ve beden üçlemesi bulunmaktaydı Ruh Ateşten, can Sudan, beden de Topraktan türetilmişti
4 sayısı, yani "Tetrad", sonsuzluğun ve ölümsüzlüğün sembolü idi Kare ile sembolize edilen Tetrad'ın kainatı kaosan düzene geçiren dört temel gücün ifadesi olduğu kabul edilirdi Daha önce de değindiğimiz bu dört temel güç, yani ateş, su, toprak ve havâ yı, semavi dinler dört baş melek ya da mahşerin dört atlısı olarak isimlendirdiler
"Pentad" olarak adlandırılan 5 sayısı, "İnsanın" ve üzerinde yaşadığı "Dünyanın" simgesiydi ve beş köşeli yıldızla sembolize edilirdi Naacaller döneminden bu yana kullanılan ve Mısır kanalıyla Pisagor okuluna geçen beş köşeli yıldızın her bir ucu, Ateşi, Suyu, Toprağı; Havayı ve bunların toplamından oluşan Dünya'yı gösteriyordu Diyad ile Triad'ın toplamı olan Pentad, dünyasal sevginin ve evliliğin de sembolü olarak görülürdü
6 sayısı, evrenin altı yönünü, kuzey, güney, doğu ve batı ile yukarı ve aşağıyı sinıgeliyordu Altı köşeli yıldızla sembolize edilen bu rakam aynı zamanda İlahi Adaletin de ifadesiydi Günümüzde Hz Süleyman yıldızı olarak tanınan yıldızın, Süleyman'ın adaletini remzettiği kabul edilmektedir
7 sayısının Pisagorcular için önemi çok büyüktü Kutsal üçlü Tı-iad ile, düzeni oluşturucu Tetrad'ın bileşiminden meydana geldi~i için, tekamül yasasının simgesiydi ve sembolü de, dörtgen üzerine kurulu üçgenlerden oluşan pramitti Pisagor böylece, Mısır'daki piramitlerin yapılış tarzlarına da bir açıklama getirmiş oluyoı-du; "İlahi Tekamül" sembolleri  Ayrıca, evrende herşeyin sayılar üzerine kurulu olduğu ispat eden Müzik bilimi de, 7 nota üzerine kurulmuştu Işı~ın yedi renginin bileşiminin beyazı, saflığı oluşturnıası gibi, müziğin yedi notasının da 1/2, 2/3, 3/4 veya 5/8 bibi ölçiilerle çalınması müzikteki mükemmel saflıbı, ritmi ve armoniyi meydana getiriyordu
Ruhun akord edilmesi gereğine ve armonisine inanan Pisagorcular bu nedenle tüm törenlerinde müzik kullanırlardı Bu inanç, klasik anlamdaki ritm ve armoni bilgisinin ve armonik müziğin de gelişmesini sağladı
Bu sayılar dışında ve onların üstünde en önemli sayı 10'du "Kutsal Tetraktis" adı verilen ve dört bölümlü üçgen şekliyle sembolize edilen 10 sayısı, ilk dört sayının yani Monad, Diyad, Triad ve Tetrad'ın toplamından oluşuyordu Kutsal Tetraktis, bu vasfı nedeniyle mükemmelliğin, Kamil İnsanın, Tanrı ile bir olmasının sembolüydü Sıfır ile bir sayılarının yan yana gelmesiyle yazılan 10 sayısı, hiçlikle tekliğin ahengini de ifade ediyordu 10, bu ahengin tezahürü olan Makrokozmos'un da sayısal sembolüydü Tüm varlıkların Makrokozmos'da büyük bir ahenk içinde yeniden biraraya geleceklerini remzederdi
İşte bu sayılar bilimini tam alamıyla öğrenen mürid, ruhun tekamülü yolunda bir adım daha atmaya hak kazanıyor ve üçüncü dereceye yükseltiliyordu Sayılar bilimi ile inisiyatik sırların önsözüne vakıf olan mürid, titizlikle saklanan bu tehlikeli sırları öğrenmeye artık hazırdı Üçüncü dereceye yükseltme töreni, ancak bu dereceye sahip müridlerin girmelerine izin verilen "Seres" mabedinin "Properzin"
salonunda yapılmaktaydı
Bu derecede evrenin yapısı, insanın yeryüzündeki varoluşu, ölüm hali ve ölümden sonraki yaşam, öte dünya, Kamil İnsanların yarı tanrılara dönüşümü ve yaşam skalasının son durağı olan Tanrıya dönüş konuları üzerinde müritler bilgilendirilmekteydi
Pisagor'a göre, evrenin merkezinde ateş vardır Güneş, bu dev ateşin küçük bir yansımasından ibarettir Yeryüzü yuvarlaktır ve diğer gezegenlerle birlikte güneşten sadır olmuşlardır Bu gezegenler ve dünya, güneşin etrafında dönmektedir Yıldızlar, bizim güneş sistemimizi yöneten aynı yasalara tabi olan diğer güneş sistemleridir Uzaydaki tüm varlıklar gibi gezegenler ve güneşler de, evrensel ruhun birer cüzüne sahiptirler Her gezegen Tanrı düşüncesinin değişik bir ifadesidir ve her birinin özel bir fonksiyonu vardır Tüm varlıklar gibi, bu gezegenler de dört elemandan müteşekkildir: Maddenin katı hali olan toprak, sıvı hali olan su, gaz hali olan hava ve ölçüye, tartıya gelmez hali olan ateş Pisagor bu aşamadaki kardeşlerine, yeryüzünde yaşamın ortaya çıkışını da anlatırdı Ona göre bitki ve hayvan alemleri Dünya üzerinde tıemen hemen aynı zamanda ortaya çıktılar Pisagor hayvanların evriminin sadece doğal ayıklanma yasasına bağlı olmadığını, bu temel yasanın yanısıra "Şok Yasası" adını verdiği bir ikinci yasanın da yürürlülükte olduğunu iddia ederdi Pisagor'a göre, yeryüzünden farklı yerlerde yaşayan üstün varlıklar zamanı geldiğinde, evrensel yasalar uyarınca bazı hayvan türlerinin yapı taşlarını değiştirirler ve yeni bir türün ortaya çıkmasını sağlarlardı
İşte insan da, bu üstün varlıkların maymun türü üzerindeki böyle bir uygulamaları neticesinde ortaya çıkmıştı Yerküresel tekamül açısından insan önceki türlerin son aşamasıdır ve Kamil İnsan modeli ile de, Dünya'daki ruhların son durağıdır Pisagor, dünya insanını yaratan varlıkların, Semavi İnsanlık adını verdiği çok üst düzeydeki ruhlar olduğuna inanıyordu
Yerküredeki değişimler hakkında Mısır'lı rahiplerden çok şey öğrenen Pisagor, bir önceki medeniyeti, Atlantis ve Mu uygarlıklarını tanıyordu Bundan önce dünyanın altı kez tufan olayları ile sarsıldığını iddia eden Pisagor'a göre, her tufan arası dönemde insanlık büyük uygarlıklar kurmayı başarmıştı ve bugünkü uygarlık da aynı akibetle son bulacaktı
Pisagor, Yüce Varlığın bir denize benzediğini ve denizdeki dalgalanmaların denizin niteliğini değiştirmemesi gibi evrendeki olayların da Tanrının niteliğini etkilemediğini savunurdu: Yüce varlığın tüm alemleri ve tüm varlıkları sürekli izlediğini, bunun farkına ancak ruhunu en üst düzeyde geliştirmiş Kamil İnsanların varabileceğini söylerdi Pisagor'un en büyük düsturu, "Kendini bil, bu yolla tanrılar alemini de bilirsin" di
Pisagor'a göre ruh, yaşam skalasının en alt basamağından, cansız varlıklardan başlayarak yukarı tırmanırdı Yaşadığı hayat bir üst düzeye geçmeye yeterli ise, ruh, bir sonraki yaşamda daha üstün bir varlık olarak dünyaya gelir, aksine ise, yaşam skalasının bir alt basamağına geri dönerdi İnsanlar tüm yaşam skalasını katederek insan olmaya hak kazanmışlardı Ancak büyük çoğunluk bunun farkında olmadığı için, geri dönmeye mahkumdu Pisagor, ölünce ruhu semaya çıkan ve yeniden doğarken de ruhu semadan gelen yegane varlığın insan olduğunu söylerdi Hernıes ve Orfe gibi Pisagor da müridlerine, "Tannya ancak kendi çabalannızla ulaşabilirsiniz" demekteydi
Pisagor, tüm yaşamların doğum ile ölüm arasında sınırlı bulunduğunu ve bedenin sadece, ölümsüz olan ruhun bir vasıtası olduğunu söylerdi
Ölüm anında ruhun bedenden ayrıldığını ve yaşamı sırasındaki davranışları nedeniyle bir üst basamağa mı, yoksa bir alta mı gideceğine karar verilen bir geçici aleme gittiğini savunurdu İslamiyet'in Araf, Yahudiliğin Horeb, Hristiyanlığın da Pürgatuar (arınma yeri) dediği bu geçici alemde kalma süresi, bireyin yaşamı sırasında yaptıklanna bağlıydı
Bu noktada bir diğer evrensel yasa daha devreye giriyordu ki, bu yasa yaşamların birbirlerine yansıması yasasıydı Bir örnek vernıek gerekirse, bir önceki yaşamını bir hayvanın varlığında yaşamış insanın kendi yaşamında o hayvarıın bazı davranışlarını göstermesi doğaldı Eğer birey bu davranışlarını düzeltirse, bir sonraki yaşamında daha üstün bir insan olabilir, düzeltmezse de hayvansal bedene geri dönebilirdi Bu durumu Pisagor, "her yaşain bir öncekinin ödül veya cezasıdır" diye ifade ederdi
Pisagor’un bir başka iddiası daha vardı; "Hayvanlar nasıl insanların akrabası ise, insanlar da tanrıların akrabalarıdır""o uzak gelecekte tanrılar insanların mabetlerinde ikamet edecekler" demiştir diyordu Bitkiler aleminden hayvanlar alemine, oradan da insanlar alemine birçok yaşam sürecinden geçerek ulaşan insanları sonuçta tanrılar alemine geçiş bekliyordu Çok uzak bir gelecekte insanların tüm evliliklerde spiritüel seçicilik yasasını uygulayarak, insanlığın en olgun düzeyine erişeceği umudunda olan Pisagoi un takipcilerinden Eflatun,
Pisagor'a göre, mükemmel yani Kamil İnsan artık yeniden bedenlenmeyecek olan, bu kısır döngüyü kırnıış insandır Böyle insanların ruhları tamamen saflaşmış ve Tanrısal Işığa ulaşmıştır Genelde Kamil İnsanlar Tanrıya son kez ölümlerinin neticesinde ulaşırlar Ancak bazen, Tannsal Işığı bünyesinde yaşarken barındıran insanlar da vardır Bu tür insanlar, çok özel görevler için dünyaya geri gönderilmiş yan tanrılardır Bu yarı tanrılar dünyaya, güzelliğin ve hakikatin ışığını saçarlar
Pisagorla birlikte inisiasyonun zirvesine varan üçüncü derece kardeşlere, el almış mürid ve üstad olarak dördüncü ve son derece tevdi edilir İnisiasyonla ilgili artık öğrenecek birşeyi kalmamış olan üstadlann vazifesi, kendi iç varlıklarının derinliklerine inerek Tanrısal Işığı görmek, hakikati zekada, fazileti ruhta ve temizliği bedende tahakkuk ettimıektir Üstadlann ikincil görevleri de, alt dereceli kardeşlerine gözetimcilik ve rehberlik yapmak, idari işleri yürütmektir
Ulaştıkları seviyeyi tüm yaşama aktarrrıaları beklenen üstadların ünvanı, aydın kişi anlamına gelen "İntellectuel" dir
Tüm insanları İntellectuel'lerin yönetmesi gerektiğine inanan Pisagor, bu düşüncesini önce enstitünün bulunduğu Crotona kentinde, sonra da tüm güney İtalya'da uygulamaya soktu Crotona'da 30 yıl yaşayan Pisagor, aristokrat bir yönetime sahip bu kentte birçok reform gerçekleştirdi Kenti, yalnız aristokratların üye olabildikleri Binler meclisi yönetiyordu Pisagor bu Binler meclisinin üzerinde ve sadece İntellectuel'lerin girebildikleri bir Üçyüzler meclisi oluşturdu İçerde görüşülen konular üzerinde ketumiyet yeminine kesinlikle uyan Üçyüzler meclisi, kent yönetimini üstlenen hükümeti de bünyesinden çıkartıyordu Crotona bir süre sonra güney İtalya'nın başkenti korıumuna yükseldi Böylece Pisagor da adeta bu devletin büşkanı oldu Pisagorcuların gittikleri her yere adalet ve uyumu da beraberlerinde götürnıeleri, kitlelerin onların sistemini gönüllü olarak kabul etmelerini sağlamıştı
Bünyesindeki sırların halkın merakını çektiğinin ve bu sırların aleyhte birçok dedikodunun doğmasına yol açtığının farkında olan Pisagor bunları engin sabrı ve hoşgörüsü ile karşılamaya çalışti Ama 70 yaşındaydı ve yorulmuştu Enstitüdeki seçkinler ile halk arasında büyük bir kopukluk vardı Halk, enstitüdekilerin kendilerini üstün gördükleri kanaatindeydi Bu arada, okula katılmak için başvuran ancak çeşitli sebeplerle reddedilmiş olan bir grup demagog da sürekli enstitü aleyhinde propaganda yapıyordu Bu grubun başında olan Silon, kamuoyundâki enstitü aleyhtarı havayı çok iyi değerlendirip, muhalif bir klüp kurdu
Demagogların yanısıra halk liderlerini de klubüne alan Silon, Pisagor'u halkın özür iradesini kısıtlamakla, devleti canının istediği gibi yönetmekle, kısacası diktatörlükle suçladı Silon enstitü için, "onlar ortadan kalkmadıkça Crotona'lıların özgür olmaları mümkün değildir" diyordu
Silon'un ve yandaşlarının bu yoğun propagandalan kısa sürecle meyvasını verdi ve bir gece, başlarında Silon olan oldukça kalabalık bir kitle okulu bastı Enstitü ateşe verildi Pisagor dahil olmak üzere içerdeki yüzlerce kişi yanarak can verdiler Aynı gözü dönmüşlük tüm güney İtalya'da tekrarlandı ve Pisagoryenlerin çok büyük bir bölümü yok edildi Sağ kalmayı başaran çok az sayıda Pisagorcu, Sicilya'ya sığındı Olaylar yatıştıktan bir süre sonra bunlardan bazıları İtalya'ya geri döndülerse de, güçleri enstitüyü yeniden canlandırnıaya yetmedi Bu Pisagoryenler, İtalya'da varlıklarına ilk kez M Ö 700'lü yıllarda rastlanan duvarcı loncalarına, "Collegia"lara katıldılar Yunanistan'daki "Hetairies" örgütünün devamı niteliğinde olan Collegialar, Yunan duvarcılarının yaptıklarının aynısını İtalya'da gerçekleştirmişler ve ünlü Roma mimarisinin altına imzalarını atmışlardır Pisagorcuların bu derneğe katılımı ile Collegialar doktiner açıdan çok daha güçlenmiş ve ilerde ortaya çıkacak Rönesans için fikri bir nüve oluşturmuşlardır Coalegialar'ın Roma ve daha sonraki Hristiyan uygarlıkları üzerindeki rollerine daha sonra değinilmek üzere, Yunanistan'a geri dönmek ve Pisagor'dan etkilenen bir başka büyük ismi, Eflatun'u incelemek gerekrrıektedir
Eflatun, M Ö 427'de Atina'da doğdu O sırada Yunanistan, Isparta ile Atina arasındaki savaşlara kaynıyordu Eflatunun ilk öğretmeni Sokrat oldu Sokrat'ın iyiyi, güzeli ve özellikle hakikati arayışı, aynı arayışın Eflatun'un yaşamında en belirgin unsur haline gelmesine neden oldu Sokrat, hakikati aramak ve hiçbir gerçeği halktan saklamamak şeklinde özetlenebilecek felsefesi nedeniyle, kendisine teklif edilen, ünlü Delf mabedine inisiye edilme onurunu, ketumiyet yemini etmesi zorunluluğu olduğunu öğrendiğinde geri çevirmişti
Sokrat, hakikati arama yolunda o denli ileri gitmişti ki, toplumun oturmuş tüm manevi ve dini değerlerini sorgulamaya başlamış ve bu tutumundan vaz geçmediği için ölüme mahkum edilmişti
Sokrat'ın haksız yere öldürülmesi Eflatun'u derinden yaraladı ve, "onun hakikati ifade etmekteki aczini şimdi daha iyi anladım" diyerek, Yunanistan'ı terk etti
Eflatun, hocası gibi değildi Gerçeğin sadece akıl yürütmekle, mantık kullanmakla bulunamayacağının farkındaydı O nedenle daha Sokrat sağ iken, Delf mabedinde inisiye edilmeyi kabul etmiş ve onun ölümünden sonra da hakikati kaynağından edinmek üzere Mısıı-'a geçmişti Pisagor gibi Eflatun'un da Osiris mabedine kabulünde bir güçlük çıkmadı Ancak Etlatun, Pisagor gibi en üst derecelere ulaşamadı çünkü mabette yeterince kalmadı Kısa bir süre Mısırâ da kalan Eflatun ancak üçüncü dereceye kadar yükselebildi Mısır'dan İtalyâ ya geçen Yunanlı filozof burada, varlıklarını halen sürdüren Pisagorcularla tanıştı Pisagoı'un Yunan bilgelerinin en üstünü olduğunu bilen Eflatun, müridlerinden onun öğretisini öğrendi Ancak o bir Pisagoryen değildi ve bu nedenle tüm sırların kendisine verilmesi imkansızdı
Osiris rahiplerinden ve Pisagoryenlerden gerçeğin sezgi yoluyla kavranabileceğini öğrenen Eflatun, herşeye karşın, gerçeği bulmaktaki tek yolun mantık olduğunu savunan Sokrat'ın etkisiydeydi Eflatun'un Ezoterik öğretiye katkısı da akılcılığı öğreti içerisinde daha sağlam bir zemine oturtmak olmuştu Ezoterik doktrin, kullandığı semboller diliyle zaten her türlü doQmadan uzak kalmayı başarıyordu Ancak Eflatun ile, olaylara mantıksal yaklaşım ve tüm gerçeklerin akılcılıkla bağdaşmaları gibi kavramlar daha bir güçlenmiş oldu
İtalya'dan sonra Atinâ ya dönen ve "Akademia"yı kuran Eflatun, kendi felsefesini yaymaya başladı Eflatun Atina'da, Ezoterik öğretinin üstü kapalı ve yumuşatılmış bir tarzı olan "Diyaloglar"ını yazdı Bu şekilde davranmak zorundaydı çünkü o da ettiği ketumiyet yemini ile bağlanmış durumdaydı Gerçek, güzel, iyi gibi soyut kavı-amları halka anlatma hususunda çok başarılı olan Eflatun, bu üç niteliğin Tanrısal nitelikler olduğunu söylemekte, "iyiyi, doğı-uyu ve gerçeği arayan kişinin ruhu arınır ve ölümsüzlüğe ulaşır" demekteydi
Eflatun, nispeten daha kolay anlaşılır ve sırlardan, sembollerden arınnıış Diyalogları ve İdealar Kuramı ile kendisinden sonra gelen nesilleri büyük ölçüde etkilemiştir "Yeni Eflatunculuk" felsefesi ile doğan İskenderiye okulunun ortaya çıkmasına onun fikirleri neden olmuştur Ayrıca Eflatun'un Hristiyan Teozofları ile İslam Mutasavvıfları üzerinde de büyük etkisi vardır
M S 3-4 yüzyıllarda Mısıı'ın İskenderiye kentinde ortaya çıkan ve en tanınmış temsilcileri Plotinos, Porfir ve Jamblik olan "İskenderiye Okulu"nda Eflatun'un ve Pisagor'un etkileri büyüktür Ancak Mısır'daki şu eski okulu, Osiris mabedini de unutmamak gerekir Osiris mabedi M Ö 385 yılında Romalı komutan Teodosius tarafından imha edilmiştir Mabet imha edilirken, inisiasyon törenleri sırasında kullanılan mekanik aletler ve sınavların yapıldığı odalar o bünlerin dünyasında büyük sansasyonlar yaratmıştır Mabedin imhası Osiris müridlerine büyük bir darbe olnıuş ve inisiasyonlar artık yapılamaz hale gelmiştir Ancak buna rağmen Osiris rahipleri varlıklarını bir süre daha sürdürmüş ve İskenderiye Okulunun ortaya çıkmasında etken olmuşlardır Bunun iki bölgedeki diğer Ezoterik okullarda, Bağdat ve Basrâ da öğretinin yaşamasını ve İsmaililer, Fatimiler gibi devletlerde resmi din olarak Ezoterik doktrinin kabulünü, Osiris rahiplerinin koruduğu fikirler sağlamıştır
Mabedin yıkımından sonra Simyagerliği seçen bir grup Mısır'lı rahip Kudüs'e gittiler Burada Musevi Esennileı'in arasına katılan bu rahipler ile, simya bilimi Kabbalacılar arasına da girmiş oldu Kudüs'ün M S 1 188'de Selahaddin Eyyubi tarafından işgali üzerine, bu kentte yaşamlarını sürdüren simyagerlerin üyesi olduğu tarikat, diğer Hristiyan Şovalye Tarikatlerı ile birlikte Avrupa'ya geçti ve burada kendilerine "Şark Şovalyeleri" adı verildi Bu teşkilatın daha sonra, diğer Şovalye Tarikatleri gibi Masonluğa katıldığı söylenmektedir
|