Robenson Crusoe - Daniel Defoe |
06-25-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Robenson Crusoe - Daniel DefoeRobenson Crusoe - Daniel Defoe (1660-1731) Başlıca Karakterler
Gerçi babası, kendisinin bir avukat olmasını istiyorsa da, genç Robinson Crusoe, denizci olmağa azimli Böylece, on dokuz yaşındaki bu çocuk, 1 Eylül 1651'de, Hull adındaki liman kasabasından, Londra'ya hareket edecek bir gemiye binmeğe karar verir Limandan ayrılır ayrılmaz, şiddetli bir fırtına kopar ve genç Crusoe, eğer sağ salim bir limana varırlarsa, ebeveynlerine daima itaat edeceğine ve bir daha denize çıkmayacağına söz verir Fakat deniz sakinleştiği zaman, bu sözünü unutur Denizcilerin cesaretlerinin ve kendisine gösterdikleri yakınlığın tesiri altında kalan Crusoe, gemici olarak macera peşinde gitmeğe karar verir Afrika'dan ticarî eşya taşıyan bir gemide çalışırken, gemi, korsanların hücumuna uğrar ve Crusoe bir köle olarak satılır Hayatını tehlikeye atarak, küçük bir kayıkla kaçar ve Brezilya'ya giden bir Portekiz şilebi tarafından kurtarılır Orada, şeker kamışı ziraatı yapmağa başlar ve oldukça başarılı da olur Fakat çiftliğinde çalışmaları için kölelere ihtiyacı olduğunu anlar ve diğer bir İngiliz şeker kamışı ekicisi, kendisini beraberce Afrika'ya gidip köle getirmeye ikna eder Ne var ki, gemi, Güney Afrika'nın kuzeydoğu köşesindeki bilinmeyen bir ada açığında batar Crusoe'den başka herkes ölür Dalgalar, Crusoe'yi, ıssız bir adaya sürükler; yanında, bıçağından, piposundan ve bir miktar tütününden başka hiç bir şey yoktur Geminin tamamen batmamış ve kayalar arasında parçalanmış olması Crusoe'yi sevindirir Ertesi gün, deniz sakinleşince, Crusoe, yüzerek gemiye gider ve işine yarayacak çok sayıda eşyanın kullanılır bir durumda olduklarını görür Adasına dönen Crusoe, kaba bir sal yapar ve on beş gün, kayalar arasındaki parçalanmış gemi ile sahil arasında gidip gelerek silâh, barut, bir kaç testere, bir balta ve bir çekiç getirir Yine gemide 36 İngiliz lirası bulunduğunu da görür Dünyadaki bütün altınların kendisine bu ıssız adada hiç bir faydası dokunmayacağını bilmesine rağmen, parayı da alır Crusoe, hayatını bağışladığı için Allaha şükreder ve bu adada yaşayabileceğine inanır Başından geçenleri ve düşüncelerini de günü gününe yazmağa başlar Bu dehşet verici hâdisenin tesirinden kurtulduktan sonra, Crusoe, devamlı olarak içinde yaşayacağı bir kulübe inşa etmeğe başlar Yiyecek ve giyecek için de adadaki yaban keçilerini vurur, etlerini yer, derilerini dabaklar Gemiden getirdiği arpa ve mısırın yarısını eker, fakat yanlış bir mevsimde ektiği için, boşa gittiklerini dehşetle görür Yağmur sularını muhafaza etmek için küp yapmanın son derece güç bir iş olduğunu anlar ve kulübesinin çevresine diktiği ağaçlar da bir türlü tutmaz En fazla canını sıkan şey, kendisini diğer adalara gotürecek bir kayık yapamamış olmasıdır Büyük bir sedir ağacının gövdesi üzerinde beş ay çalışır ve nihayet denize hazır bir tekne meydana çıktığı zaman da yapıldığı yerden sahile taşınamayacak kadar ağır olduğunu görür Crusoe, nihayet hububat ekmesini, keçileri ehlileştirmesini öğrenir ve hatta kendisine arkadaşlık etmesi için bir papağanı bile eğitir Adada hiç bir insan görmemesine rağmen, kulübesini tahkim eder Böyle yapması iyi olmuştur, zira adada, on iki sene süren ve tamamen yalnız geçen bir hayattan sonra, Crusoe, bir gün hayret uyandırıcı bir vakıa ile karşılaşır: kulübesinden çok uzaklardaki bir sahil boyunca, kum üzerinde, insana ait oldukları belli olan ayak izlerine rastlar Onun kim olduğunu öğrenmeye azmeden Crusoe, ayak izlerinin civarında bir mağarada saklanır ve senelerce, adanın bu kısmını araştırır Adada yirmi iki yıl yaşadıktan sonra, Crusoe, kendisini dehşete düşürücü bir şey daha keşfeder Daha önce ayak izleri gördüğü sahilde, insan kemikleri ve parçalanmış insan organları da görür Güney Amerika kıtasındaki yamyamların, harp esirleriyle buraya geldiklerini ve onları öldürdükten sonra yediklerini sanır Crusoe, ilkin böyle bir vakıa karşısında ürperirse de, öylesine kızgınlık duyar ki, bu vahşi insanlar buraya bir daha geldikleri takdirde, üzerlerine hücum ederek onları öldürmeğe karar verir Bir mağarayı, küçük bir kale haline getirir Ve bir gün, civarı gözetlediği sırada, otuz kadar vahşinin, bir ateş önünde, tiksindirici bir şekilde dans ettiklerini görür Crusoe, dolu iki silâh ve bir kılıçla üzerlerine hücum ettiği zaman, vahşiler, esirlerden birini pişirmişler ve diğer ikisini de öldürmeğe hazırlanmaktadırlar Crusoe, birçok yamyamı öldürür, diğerleri de, kölelerden birini geride bırakarak kaçarlar Yirmi dört yıl tek başına yaşadıktan sonra, Crusoe’n artık bir arkadaşı vardır Kurtardığı adam da bir yamyamdır, fakat Crusoe, ona, bu eski adetlerinden nefret etmesini öğretir Köleyi Cuma günü kurtardığından, ona Friday (Cuma) ismini verir Crusoe, Friday'i, kendi kulübesine getirir ve anlaşabilecek kadar, zamanla İngilizce öğretir Aslında zeki bir insan olan ve üstün bir aşiretten gelen Friday, Crusoe'ye minnettarlık besler ve onun güvenilir bir hizmetkârı ve arkadaşı olur Friday, kendi yaşadığı adada on yedi beyazın köle olarak tutulduklarını Crusoe’ye söyler Crusoe, onları kurtarmağa karar verir Friday ile birlikte, bu defa hemen deniz kenarında, sağlam ve her türlü havaya dayanabilecek bir tekne yapar Tam denize açılmak üzeredirler ki, üç kayık dolusu vahşi, üç köleyi Crusoe’n adasına getirirler; kölelerden biri beyazdır Crusoe ve Friday, ellerindeki ateşli silâhlarla onlara hücum ederler, yirmi bir vahşinin dördü hariç hepsini öldürür ve iki köleyi kurtarırlar Kurtarılan kölelerden biri Friday'n babasıdır Baba ve oğul sevinç içinde kucaklaşırlar Kurtardıkları beyaz adamın, Crusoe'n senelerce önce parçalandığını gördüğü bir gemide bulunan yaşlı bir İspanyol olduğu anlaşılır Crusoe, bu İspanyol’u, Friday'ın babası ile birlikte, diğer beyazları kurtarmaları için, kendi yaptığı yeni tekne ile adaya gönderir Bu arada, biraz ileride demir atmış bir İngiliz gemisi görür Geminin kaptanı, iki sadık gemici ile birlikte, isyankâr tayfalar tarafından sahile gönderilmişlerdir Crusoe ve Friday, gemilerini tekrar ele geçirmeleri için onlara yardım eder ve aynı gemi ile İngiltere’ye dönerler İsyan eden tayfalar, İngiltere'ye dönüp, muhakeme edilerek sonunda asılmaktansa, Crusoe'n, her türlü yiyecek maddelerini depoladığı adasında kalmayı tercih ederler Tayfalar geride bırakılır İspanyol’un ve Friday'ın babasının, Friday'ın adasındaki esir beyazları kurtardıklarını öğrenince, Crusoe, bir gün onları ziyaret etmeyi düşünür Fakat ilkin, Friday ile birlikte, otuz iki sene sonra İngiltere'ye döner Crusoe artık zengin bir adamdır Batık İspanyol gemisinden aldığı paradan başka, namuslu bir Portekizli kaptan, onun Brezilya'daki tarlasını da onun namına işletmiştir ve şimdi Portekiz'de, 10,000 İngiliz lirası vardır Ana ve babasının öldüklerini öğrenir Namına yatırılan parayı almak için Portekiz'e bir seyahat yaptıktan sonra, İngiltere’ye döner, evlenir, çoluk çocuk sahibi olur Karısı öldüğü zaman, Crusoe, adasının durumunu görmek için, tekrar denize açılır Daniel Defoe'nin, Robinson Crusoe'n Daha Sonraki Maceraları adlı öteki kitabında, gemileri parçalanmış İspanyollar ve asi İngiliz denizcileri el ele verirler, diğer bir adanın yerli kadınlarıyla evlenirler ve hareketli bir topluluk kurarlar Bir sayıda diğer maceradan sonra (Crusoe'n sadık dostu Friday, böyle bir çarpışmada kahramanca ölür) Crusoe, tekrar İngiltere'ye döner, denize elveda der, hayatının sonuna kadar tatmin edici bir hayat sürer Tenkid Alexander Selkirk, 1711'de, İngiltere'de bir sansasyon yarattı Bir gemici olarak İngiltere'den ayrıldı ve Şili sahillerindeki Juan Fernandez adasında, beş sene tek başına yaşadıktan sonra İngiltere'ye döndü Geminin kaptanı ile kavga eden Selkirk, bu adaya bırakılmasını ister ve nihayet Kaptan Woodes Rogers adlı biri tarafından kurtarılır Selkirk'in, tek başına bu adada yaşaması, halkın büyük ilgisini çekti, adadaki hayatı ile ilgili kitaplar yazıldı Böyle bir edebî fırsatı kaçırmamak isteyen Defoe, Selkirk'in maceralarını hayalinde genişleterek bu meşhur kitabı, Robinson Crusoe'yu yazdı Kitap, öylesine sade ve açık bir üslûpla yazılmıştı ki, doğru olduğu sanıldı Robinson Crusoe, bir çok yazarlara tesir etti Bunlar arasında Swift (Gulliver's Travels - Güliver'in Seyahatleri), Stevenson (Treasure Island - Define Adası) ve tabii, Wyss (Swiss Family Robinson - İsviçreli Robinson) da vardır Robinson Crusoe'n, basit ve kaba üslûbuna rağmen, Homer'in Odyssey'ini hatırlatan esatiri özellikleri var: Adada, ürkütürcesine yalnız, bazen hasta ve ekseriya korkulu bir hayat süren Crusoe, tek başına geçirdiği bu uzun yıllar boyunca, sadece aklını başında tutmakla kalmaz; adasında, kendisinin olan küçük bir medeniyet de kurar Defoe'n şunu söylemek istediği anlaşılıyor: vasat bir insan, ahlaken ne kadar zayıf da olsa, bilinmeyen ve işlenmemiş cesaret, tahammül ve maharet kaynaklarına sahiptir Çağdaş bir yazarı, Crusoe'n psikolojisi çok daha fazla ilgilendirirse de, Defoe, onun fizikî faaliyetleri üzerinde durur Crusoe, şüphesiz, zaman zaman dehşet uyandırıcı bir yalnızlığın acılarını çeker, ebeveynlerine itaat etmediğinden ötürü vicdan azabı çeker Fakat adadaki ilk günlerinden itibaren, hayatını bahşettiği için Allah'a şükreder O ândan itibaren de, adasını küçük bir İngiltere hâline getirmek için çalışır Kitabın, okuyucular üzerinde en fazla tesir bırakan yönlerinden biri, onun, bu yoldaki azim ve kararlılığıdır Manzaraya Friday da katıldığı zaman, Brezilya' da köle sahibi olan Crusoe, onu, kendisine bir uşak yapar ve iki kişiden oluşan bir müstemleke sistemi kurar Fakat Friday aynı zamanda, onun değerli bir arkadaşıdır, efendisine olan sadakat ve minnettarlığını defalarca gösterir İnsanlar, Defoe'n yaşadığı zamanda, bir kimsenin, her türlü şartlar altında hayatını devam ettirebileceğine derinden inanıyorlardı Amerikan kıtasının keşfedilmesine ve ehlileştirilmesine imkân veren bu inanış, Robinson Crusoe'n, hemen hemen her sayfasında kendini hissettiriyor Yazar Bir kasabın oğlu olan Daniel Defoe, muhtemelen 1660'da, Londra'da doğdu Onun, yirmi üç yaşında iken Mary Tuffley ile evlendiği, çorap tüccarlığı yaptığı, Avrupa'da sık sık seyahat ettiği ve 1688'de, III William’ın ordusuna katıldığı dışında, gençlik yılları hakkında fazla bir şey bilinmiyor Defoe, 1702'de, Muhalifleri ortadan kaldırmanın en kısa yolu adlı bir broşür yayınlayarak, kendisinin mensubu bulunduğu dinî grubun nasıl baskı altında tutulabileceğini istihzalı ve alaylı bir üslûpla anlattı Broşürü, müsamahasızlığı hicvedici olmasına rağmen, Defoe, yanlış anlaşıldı, cezalandırıldı, kendisine işkence yapıldı ve hapsedildi Hapishanenin, Defoe'n karakterine tesir ettiği anlaşılıyor Artık her şeyden şüphe eden biri oldu ve parasını daha dikkatli harcamağa başladı Durmaksızın yazdı; yayınlanan broşür ve kitaplarının sayısı 250'den fazla ve bunların birçokları da politika ile ilgilidir Robinson Crusoe'n yayınlanmasından (1'719) sonraki beş yıl, Defoe'n, en iyi romanlarından bazılarının yayınlandığı senelerdi Moll Flanders ve Roxano, ahlaken sağlam olmayan iki kadını konu alan klâsik kitaplardır Bu sırada yayınlanan bir diğer eseri, Journal of the Plague Year (Veba Salgını) idi Defoe, bu eserinde, realist bir yazar olarak, yeteneklerini tam manasıyla gösterdi Kitapta, 1665'te, Londra'da binlerce kişinin ölümüne sebep olan Büyük Taun'u, gözleriyle görmüşçesine anlattı, hâlbuki o yıl, sadece beş yaşında idi İngiliz edebiyatında roman türünün yerleşmesinde onun muazzam bir rolü oldu Romanlarında, realizm ve idealleştirilmiş hayaller yerine günlük hayattaki konuların işlenmesi, İngiliz romanını derinden etkiledi Defoe, aynı zamanda, velûd bir gazeteci idi The Review adlı gazetenin dokuz cildini o yazdı, bu arada başka gazetelerde de yazılar yayınladı Defoe, çağdaşlarının indinde oldukça sahtekâr ve kurnaz bir adam ve siyasî bir oportünisttir Çağdaşı büyük yazar Joseph Addison, onu şöyle anlatır: Sahtekâr, üçkâğıtçı, yalancı bir çapkın, bir mahkemede şahitlik edemeyecek biri Dinî bir muhalif ve son derece ikna edici partili bir yazar olarak Defoe, her zaman hapsedilme veya daha kötü tehlikelerle karşı karşıya kaldı, fakat genellikle, düşmanlarından bir iki adım önce gitmesini bildi Daniel Defoe, 26 Nisan 1731'de, Londra'daki evinde öldü Diğer Eserleri Robinson Crusoe'den üç yıl sonra yazılan Moll Flanders'in, birincisinden fazla, İngiliz roman tarihinde muazzam bir yeri vardır Sefalet kadar kötü bir şey yoktur, tezi üzerine dayanan roman, Foll Flanders'in heyecanlı hayatını anlatır Pek çok erkeğin peşinde gittiği (sık sık evlenen Flanders, oniki çocuk anasıdır Nevvgate hapishanesinde doğan Moll Flanders, yankesicilik yapması için Nevvgate'e gönderilir Ele geçtiği zaman pişmanlık duyduğunu söyleyen kadın, polisleri ikna eder ve asılmak yerine, yeni arkadaşı bir eşkıya ile birlikte Virginia'ya (Amerika'ya gitmesine müsaade edilir Kadın, Virginia'da, artık hürmet edilir bir ana ve çiftlik sahibidir Flanders'in maceralarının anlatıldığı kitapta, onsekizinci asrın ilk yıllarındaki İngiliz hayatı, muazzam bir panorama halinde önümüze serilir Moll Flanders, şehvetli ve tehlikeli bir hayat sürerse de, Robinson, Crusoe'n bastırılamayacak ruhunu akla getirircesine, her güçlüğün altından kalkar ve yeni maceralara başlar Ekseriya, başka bir şey olmamasına rağmen Moll, Defoe'n anladığı manada, orta sınıfa mensup insanların özelliklerine sahiptir; kadın, böylece, bütün hakaret ve istihzaları yener, bu dünyada kendisine bir yer yapmağa azmeder Moll Flanders, İngiliz romanının, hayatiyetini kaybetmeyen kahramanlarından biridir |
|