Prof. Dr. Sinsi
|
Candide - Voltaire | François Marie Arouet (Özet)
Candide – Voltaire | François Marie Arouet (1694-1778)

Başlıca Karakterler
- Not:Candide'dekî düzinelerle karakterlerden, sadece aşağıdakiler devamlı rol oynarlar
Diğerleri, bazı büyük talihsizlikleri veya aşikâr aptallıkları göstermek için, tesadüfî olarak bir iki sayfada görünürler
- Candide: Hikâyenin kahramanı; adı, saflık ve temizlik ifade eden, cana yakın ve maharetli bir genç
- Cunegendo: Thunder-ten-Tronckh'nin kızı; Candide'nin sevgilisi
- Pangloss: Candide'nin hocası; daha iyisinin mümkün olmadığına inandığı dünyada yaşadığını söyler
Adının manası, ya onun bildiklerini veya lâf ebeliğini imâ edercesine, sadece dil demektir
- Cacambo: Candide'nin uşağı; kısmen İspanyol, kısmen Kızıl Derili; kurnaz, azimli ve efendisine sadık

- Martin: Candide'nin dostluk kurduğu fakir bir ilim adamı
Hayata karamsar bakışı ile Panloss'ın iyimserliği karşısında yer alır
Hikaye:
Westphalia'da, onsekizinci asırda, ikinci derecede olmakla beraber, kendisini önemli addeden Thunder ten Tronckh Baronu, şişman karısı Barones ve güzel kızı Cunegonde ile yaşamaktadır Dr Pangloss adında bir öğretmen ile, Candide adında, cana yakın, samimi ve Baron'ın, gayri-meşru dünyaya gelmiş yeğeni de aynı konakta otururlar Pangloss, felsefî bir iyimserdir; mevcut olabilecek en iyi bir dünyada yaşadığına, olup bitenlerin, vuku bulabilecek en iyi şeyler olduklarına inanır Candide, bu doktrini, sorgusuz sualsiz kabul eder Ardından, bir gün, baron kendisini, Cunegonde'yi öperken yakalar ve şatosundan atar Böylece, hakikî hayata giren Candide, dünyada ne kadar ıstırap çekildiğini, kötülük ve aptallık bulunduğunu yavaş yavaş anlar Candide, derhal, Abare denen bir ülke ile harp halinde bulunan Bulgar ordusunda askere alınır Kanlı bir çatışmadan sonra, dehşet içinde kalan Candide, Bulgar ordusundan kaçar ve Hollanda'ya sığınır Burada, sefil bir dilenci ile karşılaşır ve onun eski hocası Pangloss olduğunu anlar Candide, harbin, Westphalia'yı tamamen yıktığını ve Cunegonde'nin, ailesi ile birlikte öldüğünü anlar Pangloss ve Candide, beraberce, Portekiz'e giderler ve denizde, hemen hemen boğulacak kadar tehlike atlattıktan sonra, Lizbon'u yıkan 1755 depreminden biraz önce şehre gelirler Depremin, din düşmanlarını bağrında barındıran bu şehre Allah'ın gönderdiği bir ceza olduğuna inanan Kutsal Engizisyon, Pangloss'u asar ve Candide'yi de kamçılatır
Esrarengiz bir kadın, Candide'ye bakar, iyi eder ve Candide -son derece sevinç içinde- onun, kaybettiği Cunegonde'si olduğunu görür Kadın ölmemiştir; Cunegonde, kendisinin ırzına geçtiklerini ve bağırsaklarının alındığını itiraf eder, fakat bunların hiç de öldürücü bir şey olmadıklarını da söyler Kadın, şimdi, iki kişinin ortaklaşa metresidir: biri, bir Yahudi bankacısı; diğeri, Engizisyon Baş Hâkimi! Candide, her ikisini de öldürür ve gereken parayı çalarak, Cunegonde ile birlikte, bir gemiye binerek Arjantin'e kaçar Orada, başlarına başka talihsizlikler gelir, İspanyol valisi Cunegonda'ya göz koyar ve Candide, Parugay'a kaçar Bu ülke, o zaman, askerî bir teokrasi olarak Cizvit papazları tarafından yönetilmektedir Kumandan (ki hem bir albay, hem de bir papazdır) Candide'yi gayet iyi karşılar ve kendisinin Cunegonde'nin kardeşi olduğunu açıklar Kumandan, Candide'nin, kız kardeşini hâlâ sevdiğini öğrenince, onu öldürmek ister, Car dil de tekrar kaçar Cacambo adındaki melez bir uşağı ile beraber Candide, daha sonra, Eldorada adındaki mitolojik bir krallığı ziyaret eder Bu ülkede, altın ve kıymetli taşlar, kum ve çakıl taşları kadar çoktur Daha da hayret uyandıran taraf, bütün halkın, akıllı ve faziletli insanlar olmasıdır Herkes âdil olduğundan, avukat bulunmaz ve herkes faziletli olduğundan, rahip de yoktur Güzel sanatlar ve ilim, devletin destek ve himayesi altındadır ve en mütevazı bir vatandaşın dahi yüksek bir hayat standardı vardır Gerçi bu insanlar, yabancılara gayet nazik davranıyorlarsa da Candide, hâlâ Cunegonde'yi düşünür Nihayet, ayrılmasına müsaade ederler Candide, yanma kendisini, dış dünyanın standartlarıma göre, inanılmazcasına zengin saydıracak kadar mücevherat alır
Candide ve Cacambo, Sur inam’a giderler Candide, Cunegonde'yi geri vermesi için, Cacambo ile Buenos Aires'teki valiye rüşvet gönderir ve kendisi de Avrupa'ya giden bir gemiye biner Martin adında bir edebiyatçı ile dostluk kurar Bu adamın hayat görüşü, Pangloss'un iyimserliğinin tamamıyla karşıtıdır Yolculuk boyunca, iyi ve kötü, fazilet ve kötülük, kader ve hür irade üzerine uzun bir tartışma yaparlar Nihayet, beraberce Paris'e gelirler ve Can-dide, Paris sosyetesi, tiyatroları, kitaplar ve tenkitçiler kumar ve teoloji hakkında fikirlerini geliştirir Başka bir maceraları onları Venedik'e gotürür Can-dide, burada her şeyden sıkıntı ve bıkkınlık duyan Senyor Pococurante adlı asilzadeden ve şu veya bu şekilde ellerindeki krallıkları kaybetmiş altı kraldan çok şey öğrenir Candide artık, dünyada (Eldorado dışında), yeryüzündeki insanların müşterek kaderi olan mutsuzluktan kendisini kurtarabilecek kadar zengin ve güçlü kimsenin bulunmadığına derinden inanır Şimdi, Hıristiyan dünyasını geride bırakan Candide ve Martin, İstanbul'a giderler ve orada bir dizi mesut tesadüflerle Cacombo, Cunegonde, Pangloss (ki Lizbon'da tamamıyla asılmıştır) ve her zamanki kavgacı mizacını hâlâ bırakmayan Cunegonde'nin kardeşi ile buluşurlar Cunegonde, artık buruşuk yüzlü, huysuz bir kadındır; fakat Candide, onu nazik bir şekilde kucaklar ve bir görev ve mesuliyet duygusu altında onunla evlenir Candide'nin, Eldorado'dan getirdiği mücevheratın çoğu gitmiştir; yine de geride kalanlarla, Candide, İstanbul şehri dışında mütevazı bir çiftlik satın alır ve meyve yetiştirmeğe başlarlar Cacambo da, bu meyveleri pazarlarda satar Candide, nihayet, bir ölçüde felsefî bir huzura kavuşur Artık büyük bir zenginliğe sahip bulunmadığı gibi, romantik bir aşk peşinde de değildir Samimiyetleriyle ve çalışkanlıklarıyla o ve yanındakiler bir ölçüde güvenlik ve huzura kavuşurlar Cunegonde, hattâ iyi yemek pişirmesini bile öğrenir Hâlâ tartışmaktan zevk alan bilgiç edalı filozofluğunu hâlâ muhafaza eden Pangloss, mümkün olabilecek hayat tarzları altında, en iyisinin, şimdi yaşadıkları hayat olduğunu söyler; ama Candide, meseleleri artık felsefî yönden ele almaz ve mücerret münakaşalar artık onu ilgilendirmez Sadece şu cevabı verir Kendi bahçemizi işleyelim
Tenkid:
Candide, anında, akla geldiği gibi sözlerden oluşan bir şaheserdir ve titizlikle plânlanmış bir roman olarak ele alınmamalıdır Voltaire, besbelli ki, plânı üzerinde ciddiyetle durmadı veya okuyucularının da duracaklarını ummadı Hâdiseler, öylesine birbirine eklenmiştir ki, çok az devamlılık vardır ve hikâyeye tesir etmeksizin, bunlardan çoğunun yerleri değiştirilebilir Hikâyede görülen devamlılık ise, bir dizi akıl almaz tesadüflere bağlıdır Açıkça görülüyor ki, Voltaire, bir macera roman düşünmüyor, gülünç bir hicviye yazıyordu Romanın karakterleri de, aynı şekilde, gelişi güzel ele alınmış: bu karakterler, portreler değil, bir fikri belirten veya bir kötülüğü anlatan karikatürler Gerçekten, eserin plânı, onların, iki boyutlu karakterler olmalarını gerektirir; çünkü onları, hakikî insanlar olarak kabul edeceksek, onların başlarına gelen talihsizlikler, komik değil, dehşet uyandırıcı olur ve kitabın düşüncesiz, küstahça tonu bizi rahatsız ederdi Okuyucunun, daha birinci sayfadan itibaren gördüğü lâtifeli ton, istihzalı, cinaslı hâdiseleri dikkatli bir şekilde ele almakla kurulur Voltaire, bağdaşmaz fikir ve imajları bir araya getirmekten büyük zevk duyar, meselâ, Cunegonda, Lizbon'daki engizisyonu anlatırken der ki: Salondaki yerim fevkalâde idi ve dinî tören ve idamlar arasında kadınlara, meşrubat verdiler Tabi, burada anlatılmak istenen şu ki, idamlar dahi, dinleyicilerin hoppalığı ve saçmalığı kadar şoke edici değildir Hadiseleri anlatırken ele alman bu tür bir vasıta, Dr Pangloss'un aşk yapmasının tecrübî fiziğin bir dersi olarak anlatılması gibi, felsefenin teknik terimlerini, onları, beklenmeyen veya hatta açık saçık, müstehcen muhtevalar içinde göstererek alay etmektir Kitapta, nükteli vecizeler veya edebe aykırı, insafsız paradokslar var Meselâ, Cunegonda, şerefli bir hanımın ırzına geçirilebileceğini söylüyor; çünkü bu onun faziletini arttırmağa yarar! Fakat sık sık başvurulan vasıta, her yeni talihsizlik karşısında, istihzalı bir tarzda, Candide'nin, mümkün olan en iyi bir dünya »da yaşamakta olduğunda ısrar edişidir Eser boyunca, Voltaire, çok sade kelimeler kullanır ve Candide'nin şahsiyeti gibi, basit cümleler kurar; fakat onun bu sadelik ve basitliği, büyük bir dünya görüşüne sahip olduğunu gösteriyor
Bütün bu şaka ve latifeye rağmen, Candide ciddî bir eser Hiciv, kelime oyunlarıyla ifade ediliyor, fakat fikirlerin oyunu üzerine kurulmuştur Kitabın alay ettiği esas konu, Alman filozofu Gottfried Wilhelm Leibniz (1646-1716) ve İngiliz şairi Alexander Pope'ın (1688-1744) ortaya sürdükleri iyimser felsefeyi gülünç bir tarzda göstermektir Her ikisi de, tâ en eski zamanlardan kendi çağlarına (tabii bizim de çağımıza) kadar gelen kötülükler üzerinde durdular: Her şeye kadir bir Allah tarafından yaratıldığı söylenen bir dünyadaki günahları, ıstırapları ve ölümleri ne ile izah edeceğiz? Leibnitz, üç çeşit kötülük bulunduğunu söyler: metafizik kötülükler (bunlar, sınırlı ve gayri mükemmel kötülüklerdir), fizikî kötülükler (başlıca, acı ve ıstırap), ve ahlâkî kötülük Leibnitz, bu kötülükleri böylece belirttikten sonra, her birini teker teker ele alarak, bunlardan kaçınılamayacağını veya onların gerçekte daha büyük bir iyiliğe hizmet ettiklerini anlatır Böylece insanlar, ateşin verdiği acıyı hissettiklerinden, kendilerinin yakılmalarına müsaade etmeyecekler ve dünyanın, tahammül edeceğinden fazla bir nüfusa erişmemesi için öleceklerdir Bu tür münakaşanın esası şu: kötülük, bir bütün olarak ele alındığı zaman iyi olan ilâhî plânın gerekli bir parçasıdır Başka bir ifade ile, biz, daha büyük bir iyiliğin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, iyilik ve kötülüğün bir tür kombinezonunu yaşarız ve bundan böyle, yaşadığımız dünya, mükemmel olmasa dahi, hiç olmazsa, mümkün olabilecek bir dünyanın en iyisidir Pope, bu düşünceleri, daha da ileri ***ürdü veya An Essay on Man (insan üzerine bir Makale, Deneme) adlı şiirinde, daha da pervasız bir şekilde belirtti:
Bütün Tabiat, senin bilemeyeceğin bir Sanat eseridir;
Senin görmediğin bütün Tesadüfler, Yönler, Anlamadığın bütün Dengesizlikler, Ahenkler; Bütün bu kısmı Kötülükler, evrensel İyilikler: Gurura, Aklın hatalarına rağmen, Bir hakikat apaçıktır: ne oluyorsa olsunlar, hepsi doğrudur Candide, bu tür iyimserliği reddetmeye teşebbüs ederek, beşer içgüdüsünün buna isyan ettiğini söyler; dünyada, kaygan ağızlarla ifade edilemeyecek derecede pek çok ıstırap vardır Voltaire, Leibnitz ile bir tartışmaya girmez; kahramanını, o kadar fazla acı ve ıstırapla karşı karşıya bırakır ki, mümkün olan dünyaların en iyisi ibaresi bir alay olur Candide haykırır: Eğer bu en iyisi ise, diğerleri nasıldır? Voltaire, görüşlerini desteklemek için ileri sürdüğü delilleri, hiç olmazsa, uydurmadığını söyleyebilirdi; Candide'deki hâdiselerin ekserisi, gerçekte, vuku bulmuştu Böylece, Bulgarlarla ve Abareler arasındaki harp, gerçekte, Yedi Sene Harbi'dir; Venedik'te bahsedilen, tahtlarından düşürülmüş altı kral, tarihî şahsiyetlerdir; diğerlerinin de öldürülmelerine yol açması için öldürülen İngiliz amirali, talihsiz John Byng'dir, fakat Voltaire'in, dehşet koleksiyonundaki en değerli eser, 1755'te, Lizbon'u yıkan ve otuz bin kişinin enkaz altında kalarak ölmesine yol açan depremdir Bu, öylesine büyük bir felâket idi ki, daha büyük bir iyiliğe katkıda bulunmasıyla izah edilemezdi Voltaire'in dediği gibi, Eğer Pope, Lizbon'u görse idi, "her şey iyi" diyebilir miydi?
Voltaire, iyimserlik dışında, daha pek çok şeye hücum eder? Başlıcası harp Abare köyünü «beynelmilel kanunlara göre yakan» Bulgarları anlatırken gösterdiği kızgınlığı, Candide'nin başka hiç bir sayfasında dışarı vurmaz Harpten sonra, bilhassa Engizisyon ile ilgili sayfalarda, dinî müsamahasızlık ve işkencelere hücum eder Thunder-ten Tronckh Baronunun şahsında, bir mevkiin verdiği gururla; Dr Pangloss'un şahsında da bilgiçlik taslamakla alay edilir Voltaire, ayrıca, zaman zaman kavga ettiği kimselere de hücum eder: Hollanda kitap yayıncıları, Fransız tenkitçileri ve bütün bir Alman milleti Bu sefalet ve aptallık katalogunda, Eldorado krallığının bir istisna teşkil ettiği anlaşılıyor, çünkü herkes akıllı ve faziletlidir, ama okuyucunun da böyle bir yerin mevcut olabileceğini düşüneceği beklenmez Bu ülkenin kitaptaki fonksiyonu, mukayese için ideal bir cemiyet takdim etmek suretiyle, hakikî dünyadaki kötülükleri daha iyi belirtmektir Eldorado'nun muhtelif yönleri, Voltaire'in bilhassa bazı düşüncelerini aksettiriyor: ilim ve teknolojiye duyulan hürmet ve bu ülkede avukat bulunmadığı (Voltaire'in kendisi de bir avukattı) Daha da önemlisi, halkın hepsi ateisttirler; yani ilâhî tebliğ veya mucizeleriyle değil, akıl ve vicdanla idrak olunan, kendisine ibadet etmek için kiliseye veya rahiplere ihtiyaç hissettirmeyen bir Allah'a inanırlar Voltaire, kahramanının Eldorado'da kalmasına müsaade etmez Candide, hakikî dünyaya döner ve hayatın hiç olmazsa bazı kötülüklerine karşı kısmî bir hal çaresi bulur: çok çalışmak ve teorilerden kaçınmak Bu, mümkün olabilen dünyaların en iyisi olmayabilir, ama onu daha da geliştirmek mümkün Candide, Pagloss'a, kendi bahçesini işlemesini söylediği zaman, demek istediği bu Candide, zevkle okunacak bir kitap Berrak ve zarif üslûbu, onu, klâsik Fransız nesrinin bir modeli yaptı Candide, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, herkesin zevkle okuyacağı bir kitap ve bütün bu lâtife ve şakalar gerisinde, derin bir ahlâkî inanış gizli Voltaire, her çağın çok sayıda insanlarının görmemezliğe geldiği bazı hakikatleri berrak bir tarzda görebilme yetkisine sahip: yani harb ve yobazlık kötü şeylerdir, hırs ve aptallık dünyanın her tarafında vardır, cemiyet daha iyi bir şekle sokulabilir ve sokulmalıdır Eğer Voltaire bugün yaşasaydı, şüphesiz, Candide'yi yazdığı tarihten bugüne kadar geçen iki yüz sene zarfında pek bir şey değişmediğini söyleyecekti
Yazar:
Şair, piyes yazarı, romancı, tenkitçi, tarihçi, filozof ve sosyal reformcu: Voltaire bunların hepsi idi ve bunların hiç birinde büyük olmamasına rağmen, öylesine parlak bir zekâya, enerjiye, zarafete sahipti ki, bütün çağların en evrensel dehası olarak kabul edilir Hakikî adı, François Marie Arouet idi; Voltaire, müstear adı idi ve orijini de bilinmiyor Paris'te burjuva bir ailede 1694'te doğdu; babası noterdi Eğitimini, çağın en iy hocaları, Czvit papazlarından aldı; onların dindarlıkları üzerinde bir tesir bırakmadı ise de, bilgileri ve yetişme tarzlarını benimsedi Voltaire, on-yedi yaşında mektebi terk etti, babası onun avukat olmasını istiyordu, fakat genç Arouet, vaktini, hür düşünceli edebiyatçılarla geçirmeyi tercih etti Kısa bir zaman içinde nüktedan, radikal fikirlere sahip, ve hicvi yazılarıyla ün kazanan biri olarak kendisine isim yaptı Gerçekte, o kadar başarılı oldu ki, başkalarının şiirlerini müstear adla yayınlamakla suçlandırıldı Bu şiirlerden biri, zamanın sosyal adaletsizlikleri üzerine yazılmış bir şiiri, meşhur Bastille hapishanesinde onbir ay geçirmesine sebep oldu Onun böylece hapsedilmesi, âdeta hakaret sayılacak kadar yumuşak geçmesine rağmen Otoritenin keyfî bir tarzda kullanılmasına hayatı boyunca derin bir nefret besledi
Hapisten çıktıktan sonra, Oedipe adlı bir piyes yazdı; piyes, putperest hurafelerine hücum ediyorsa da, gerçekte, kendi çağının dinî inanışlarını konu almıştı Bu arada, sonraları Henriade olarak bilinecek esatirî IV Henri adlı şiirinin birinci bölümünü yayınladı Bunlar, daha henüz yirmi yaşlarında olmasına rağmen, onu, kralın gözünde yüceltmiş, Fransa'nın önde giden yazarları arasına sokmuştu Fakat ardından, Voltaire, imtiyazın tekrar küstahçasına uygulanmasıyla karşı karşıya kaldı: Chevalier de Ronan adındaki genç bir asilzade ile giriştiği bir kavga sonucu, asilzadenin uşakları Voltaire'i sokakta, herkesin gözü önünde fena halde dövdüler ve Voltaire yeniden Bastille'e atıldı Gerçi intikam hisleriyle tutuşuyorsa da Voltaire, hür müesseseler altında yaşamanın çok daha akıllıca bir hareket olacağına karar verdi ve 1726'da İngiltere'ye giderek üç sene kaldı Denilir ki: Voltaire, Fransa'yı bir şair olarak terk etti; akıl biri olarak döndü Şüphesiz, İngiltere, onun ufkunu genişletti Burada yeni bir dil öğrendi, yeni bir edebiyatı inceledi ve tevkif edilmek korkusu altında kalmaksızın istediğini söyleyebildi Kendi paralelinde yetenek ve düşüncelere sahip ve aralarında Swift ve Pope gibi çağın İngiltere'sinin tanınmış yazarlarının da bulunduğu edebiyatçılarla dostluk kurdu Dünyayı, fizikî kanunlarla yönetilen düzenli ve mantıkî bir yapı olarak gören Newton'un fiziğini; insanların, dinî kitaplara ve kiliseye ihtiyaç hissetmeksizin faziletli olabileceklerini ve Allah'a ibadet edebileceklerini söyleyen Shaftesbury gibi deist'lerin eserlerini inceledi Bilhassa, rasyonalist ve ampirisist (her türlü bilginin esasının tecrübeye dayandığını ileri süren felsefe) filozof John Locke’n etkisinde kaldı Voltaire, 1729'da Fransa'ya döndü ve parlak mesleğine başladı Artık, kitaplarından gelen para ve temkinli yatımlarıyla zenginlik yolunda giden biri de olmuştu Voltaire, 1734 ve 1749 arasında akıllı ve kurnaz bir kadın olan Marqúese du Clâtelet'in sevgilisi olarak, onun evinde kaldı; kadın, edebî ve İlmî zevkleri olan, Newton ve Locke hakkında Voltaire'in duyduğu heyecanı benimseyen ve Paris sosyetesinin tanınmış bir siması idi Bütün bu müddet zarfında, Voltaire, piyesler, hikâyeler şiirler, tarih ve felsefe eserleri yazdı, Newton'un fiziğini popülerleştirmeğe çalıştı 1746'da da Fransız Akademisine seçildi Bir ara, en iyi hâmisi kraldı Fakat Voltaire, kralın resmî metresi Madam Pompadour hakkında, ne kraliçeyi, ne de kralı memnun eden bir şiir yazmak dikkatsizliğini gösterdi Fakat şans kendisine yardım etti, uzun bir zamandır Prusya'yı ziyaret etmesini isteyen Büyük Frederick'in davetini kabul etti
Potsdam, ilkin, kollarını heyecanla Voltaire'e açtı: kendisine emeklilik bağlandı, altına bir araba verildi ve bir saray unvanı da takdim edildi Kendisini güzel sanatların hâmisi sayan kral, Voltaire'i de kendi edebî çevresine almakla gurur duyduk Voltaire, maamafih, Fransa'da olduğu gibi Prusya'da da baskı altında tutulamayacağını gösterdi ve Frederick de dahil herkesle kavga etti Voltaire, 1753'te tekrar yola çıktı Bir ara Pennsylvania'ya (Amerika) göç etmeyi dahi düşündü, fakat deniz tutmasından korktuğundan vazgeçti ve Cenevre'ye gitti Fakat burada da, bu şehrin dinî bağnazlığı kendisini rahatsız etti; çok sevdiği amatör tiyatro eserlerini dahi sahneye koyamadı Nihayet 1760'da, Fransa ve İsviçre arasında Ferney'de yerleşti Burası İsviçre sınırına o kadar yakındı ki, bir ülkenin bağnazlığından diğerine kaçabilirdi Ferney'deki son yılları, hayatının herhangi bir çağı gibi büyük bir çalışma içinde geçti Artık son derece zengin bir insandı ve sermayesini, köyün geliştirilmesi için kullandı Dünyaca da tanınıyordu Avrupa'nın her tarafından onu görmeğe geliyorlardı Kendisini görmeğe gelemeyenlerle, devamlı surette mektuplaştı; bazan günde otuz mektup yazıyordu Gine de, yazılarına (piyesler, tarihî eserler, hikâyeler, makaleler) ara vermeksizin devam etti Ve bilhassa şu bakımdan hürmet görüyordu ki, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, adaletsizlik ve dinî müsamahasızlığa uğrayanların savunuculuğunu yüklendi
Voltaire'in, halkın sevgi tezahürlerinden öldüğünü söylemek yanlış bir şey olmaz 1778'de, eserlerinin birinin oynandığı Paris'i ziyaret etmeğe ikna olundu Şehre bir kahraman gibi girdi, yüzlerce tanınmış kimse kendisini ziyarete geldi, on binlerce Parislinin çılgın nümayişleri arasında başına defne dalından çelenk kondu, kadınlar heyecandan bayıldılar Bu heyecan ve yorgunluk, seksen altı yaşındaki bir kimse için çok fazla idi ve aynı yılın Mayıs ayında öldü Öylece, Fransız ihtilâl ini bir iki sene ile kaçırdı Maamafih, bu ihtilâlın aşırılıkları onu muhtemelen dehşet içinde bırakacaktı; fakat ihtilâla giden yolun hazırlanmasında bir ölçüde onun da rolü olmuştu
Voltaire, asrın faziletlerinin ekserisini ve kötülüklerinin de bazılarını gösterdi Bir yazar olarak nüktedan, berrak, zarif ve zeki; düşünür olarak, derin olmaktan ziyade kolayca anlaşılan biri idi Onun mahareti, diğerlerinin fikirlerini popülerleştirmekte kendini gösterdi Hiç de bir filozof değildi, fakat her çağın en büyük felsefî yazarı idi Mantıkî ve şüpheci bir mizacı vardı, hislere pek yer ayırmadı Dindar Hıristiyanlar, bilhassa Fransa'dakiler, onu, her zaman bir dinsizlik ucubesi olarak gördüler Gerçekte ise, bir deist idi; dinden değil, hurafeden ve bağnazlıktan nefret ediyordu Onun trajik ve esatiri eserleri artık okunmuyorsa da, daha hafif olanları, bilhassa Candide gibi felsefî eserleri öylesine nükteli, öylesine zarif, öylesine düşünceli, öylesine medenidir ki, sadece Fransa'da değil, dünyanın her tarafındaki insanlar onları hâlâ zevkle okurlar
|