Prof. Dr. Sinsi
|
Kullar niçin eşit yaratılmadı?
Kullar niçin eşit yaratılmadı?
1- Allah mülk sahibidir Mülkünde istediği gibi tasarruf eder Kimse O'na karışamaz ve O'nun îcâdına müdâhale edemez Senin zerratını yaratan, terkibini düzenleyip insanî hüviyeti bahşeden Allah'tır (c c) Sen bunları sana lûtfeden Allah'a daha evvel bir şey vermemişsin ki, O'nun karşısında bir hak iddia edebilesin 
Eğer sen, sana verilenler mukâbilinde Allah'a bir şey vermiş olsaydın, "Bir göz değil iki göz ver, bir el değil iki el ver!" gibi iddialarda bulunmaya; "Niye iki tane değil de bir ayak verdin?" diye îtiraz etmeye belki hakkın olurdu Halbuki sen Allah'a (c c) bir şey vermemişsin ki -Hâşâ ve Kellâ O'na adaletsizlik isnadında bulunasın Haksızlık, ödenmeyen bir haktan gelir Senin O'na karşı ne hakkın var ki yerine getirilmedi de haksızlık irtikab edildi! 
Allah-u Teâlâ hazretleri seni yokluktan çıkarıp var etmiş: hem de insan olarak  Dikkat etsen; senin dûnunda birçok mahlûkat var ki, pekâlâ onlara bakıp nelere mazhar olduğunu düşünebilirsin
2- Cenâb-ı Allah, bazen insanın ayağını alır; onun karşılığında ahirette pek çok şey verir Ayağını almakla o kimseye aczini, zaafını, fakrını hissettirir Kalbini kendisine çevirtip, o insanın duygularına inkişaf verirse, çok az bir şey almakla, pek çok şeyler vermiş olur Demek ki zâhiren olmasa bile, hakikatta bu ona, Allah'ın lûtfunun ifâdesidir Tıpkı şehid edip cenneti vermesi gibi  Bir insan, muharebede şehid olur Bu şehâdetle mahkeme-i Kübrâ ve Allah'ın huzurunda, Sıddîkaların, Sâlihlerin gıpta edeceği bir makama yükselir Onu gören başkaları "Keşke Allah bize de harp meydanında şehâdet nasip etseydi" derler Binâenaleyh, böyle bir insan parça parça da olsa çok şey kaybetmiş sayılmaz Belki aldığı şey ona nisbeten çok daha büyüktür
Çok nâdir olarak, bazı kimseler, bu mevzûda küskünlük, kırgınlık, bedbinlik ve aşağılık duygusu ile inhiraf etseler bile, pek çok kimselerde bu kabil eksiklikler, daha fazla, Allah'a teveccühe vesile olmuştur Bu itibarla haşarât-ı muzırra nev'inden bir kısım kimselerin, bu meseledeki kayıplarının serrişte edilmesi yerinde değildir Bu mevzûda esas olan, ebede namzet insanların ruhlarında o âleme âit iştiyâkı uyarmaktır Bu ârızalıda, ârızaların itmesiyle Hakk'a teveccühü; başkalarında da ondan ibret alarak kanatlanmaları şeklinde kendini gösteriyorsa, maksada uygun ve hikmetlidir
"Her işte hikmeti vardır, Abes fiil işlemez Allah "
Allah çok insanlara, araba, apartman, mal, mülk, şan, şöhret vermiş Bazı insanlara da fakirlik, dert, musibet, elem, keder vermiş; sonraki insanlar çok mu kötü, yoksa Allah öbürlerini çok mu seviyor?
Böyle bir soru, ancak öğrenmek maksadı ile sorulabilir Yoksa başka türlü günaha girilmiş olur Esasen, içinde böyle bir derdi olan insanın da, bunu sorması lâzımdır
Allah (C C) dilediğine at, araba, han, hamam, taksi, apartman verir; dilediğine de fakr u zaruret Fakat, bütün bunlarda, âile ve sâireden gelen bazı sebepler de inkâr edilmemelidir Meselâ, bir insanın mal kazanma dirâyet ve kiyâsetini inkâr etmek mümkün olmadığı gibi, kendi devrinin şartları içinde kazanma yollarını bilmesi de, kazanç sebebi olması bakımından inkâr edilemez Bununla beraber Allah (C C), bazı kimseler, liyâkat izhar ettiği halde, yine onlara mal-menâl vermiyor Mâmâfih, zayıf bir Hadis-i Şerifde; Allah, malı istediğine, ilmi ise isteyene verdiği ifade edilmektedir ki, mevzûmuz itibariyle oldukça ma'nidardır  
Bir de, mal-mülk mutlaka hayır sayılmamalıdır Evet, bazen Allah (C C) mal-menâl, dünyevî huzur ve saadet isteyenlere, istediklerini verir; bazen de vermez Ama, Allah'ın (C C) hem vermesi, hem de vermemesi hayırlıdır Zira, sen iyi bir insan ve verileni de yerinde kullanacak isen, senin için hayırlıdır İyi bir insan değil ve istikametden de ayrılmış isen, Allah'ın vermesi de vermemesi de senin için hayırlı değildir
Evet, istikametin yoksa, fakirlik senin için küfre bir vesiledir Çünkü, seni Allah'a karşı başkaldırmaya sevk eder de, hergün O'na karşı bir isyân bayrağı açarsın Yine, şayet sen istikamette değilsen; kalbî ve ruhî hayatın da yoksa, senin zenginliğin senin için bir belâ ve musibettir
Şimdiye kadar çok kimseler bu imtihanı kaybetmiştir Nice servet sahibi kimseler vardır ki, servet içinde yüzdükleri halde, nankörlüklerinden ötürü, kalblerinde tecellîden en ufak bir parıltı ve aydınlık yoktur
Binâenaleyh, bunlara Cenab-ı Hakk'ın mal ve menâl vermesi bir istidraçtır dolayısıyla da sapmalarına bir vesiledir Ama bunlar, herşeyden evvel ruhî ve kalbî hayatlarını öldürdükleri ve Allah'ın verdiği fıtrî kabiliyetleri çürüttükleri için, buna müstahak olmuşlardır
Bu arada, Efendimizin (S A V) şu hadislerini kaydetmek de yerinde olur "İçinizde öyleleri vardır ki,ellerini kaldrrrp Allah'a kasem ettikleri zaman, Allah (C C), onların yeminlerini yerine getirir Ve yeminlerinde hânis kalmaz Berâ İbn-i Mâlik onlardan birisidir " Halbuki Enes'in kardeşi Berâ'nın ne yiyeceği ne de yatacak bir yeri yoktu, kût-u lâyemûtla yaşıyordu Işte, Berâ gibi saçı başı karışık, nice pejmûrde görünüşlü ve perişan sayılacak kimse vardır ki, onlara büyük insanlar nazarıyla bakılmış ve kalblerinin büyüklüğü, içlerinin aydınlığıyla değerlendirilmişlerdir Ve işte bunlardır ki, Resûl-ü Ekrem (S A V) diliyle, yemin etseler, Allah yeminlerinde yalan çıkarmayacağı kişiler olarak vasıflandırılmışlardır
Onun için; müstakillen ne servet, ne de fakirlik bir felâket, veya nimet sayılmamalıdır Belki yerine göre fakirlik, Allah'ın en büyük nimetlerindendir Allah Resûlü (S A V) irâdesiyle fakirliği ihtiyar buyurmuş "Emâ terdâ en tekûne le hümü'd-dünyâ ve lenâ'I-âhiretü” İstemez misin dünya onların olsun âhiref bizim" buyurmuşlardır Hz Ömer, dünya servetleri devlet hazinesine aktığı halde, bir fakir insan gibi, kût-u lâ yemûtla geçinmiş ve fazlasını istememiştir
Ama, öyle fakirlik de vardır ki, -Allah muhafaza buyursun- küfür ve dalâlettir Meselâ: Yukarıdaki sözler tahkik niyetiyle bir mü'minin ağzından çıkmasaydı da, bir nankörün ağzından çıksaydı, Allah'ın nimetlerine karşı şikâyet eden o kişi, kâfir olurdu
Demek ki, yerine göre fakirlik nimet, yerine göre de devlet Asıl mesele, kalbde musaddıkın bulunmasıdır Yani,
Ya Rabbi, senden ne gelirse gelsin makbûlümdür "Hoştur bana senden gelen, ya hıl'at ü yahut kefen”, Ya taze gül, yahut diken, Iûtfun da hoş, kahrın da hoş" Şarkî Anadolu'da; "Senden, o hem hoş, hem bu hoş" derler
İnsan hil'at da giyse, servet içinde de yüzse, Allah'la beraber olduğu takdirde, Abdülkadir Geylanî gibi, yine ayağı velilerin omuzunda ve mübarek başı da Resûl-ü Ekrem'in (S A V) dâmenine dokunacaktır Ama Allah ile münasebeti yoksa, o fakirin dünyâsı da hüsrân, âhireti de hüsran olacaktır Kezâ, Allah ile beraber olmayan zengin, zâhiren dünyada mesud gibi görünse de, neticede ağır bir hüsrâna uğrayacaktır
'
Kaynak:
ASRIN GETİRDİĞİ TEREDDÜTLER
Nil Yayınları
|