Prof. Dr. Sinsi
|
Endülüs
Andalucia (Endülüs); Zamanın Durduğu Yer
Afrika, Asya -özellikle Orta Doğu- ve Avrupa'nın karakteristik özelliklerini muhteşem bir kompozisyonla sunabilen, dahası İslam ve Hıristiyanlığın ortak paydasını bulmuş ve bütün bu kültürleri yüzlerce yıl dünyanın gözünün içine sokmadan sakin sakin yaşamış bir yerdeyiz şimdi: Andalucia 
Canlı, hareketli, kıpır kıpır bir coğrafya
İspanya'nın güneyinde bulunan ve İspanya'nın bir parçası olmasına karşın özgünlüğünü ve özerkliğini koruyan, aslında Barcelona'ya ya da Madrid'e hiç mi hiç benzemeyen bir bölge Andalucia  711-1492 yılları arasında Müslümanlığın etkisi altında, mimarisiyle, yemek kültürüyle, eğlencesiyle, hatta hatta konuşma biçimiyle bile bir İslam ülkesi gibi kalakalmış sanki Şam'dan Endülüs'e uzanan toprakları 7 yılda alan İslamiyet, ancak 700 yılda geri vermiş
İnsanların tipleri bile yabancı değil  Kesinlikle Avrupalılıklarını ya da Hıristiyanlıklarını gözünüzün içine sokmuyorlar Kendinizi daha çok Akdeniz'de bir yerlerdeymişsiniz gibi hissediyorsunuz 
Sevilla; Dünyanın Merkezi
Lizbon'dan Sevilla'ya tüm gece süren otobüs yolculuğunun tarifsiz yorgunluğu ile otele kendimizi atıp sabah erken saatlerde korkunç acıkmış olarak uyandığımızda, pencereden baktığımızda gözlerimize inanamadık  Burası bir masal şehir  Dar sokaklar, pencerelerden sarkan sardunyalar, tüm yollar Arnavut kaldırımı  Yollarda yürüyen insanların ayakkabılarının topuk sesleri bembeyaz keten perdelerden içeri süzülüyor Sükunet dayanılmaz boyutlarda  Araba kiralamamakla isabet yapmışız  Yürümeli, doya doya yürümeli topuklarımızı tıkırdatmalı Emeviler'in ünlü "İşbiliye" şehrini
Altın Çağ'da dünyanın ticaret merkezi olan Sevilla, İspanya'nın başkenti Madrid'den daha popüler bir şehir Hareketli, sıcak, hayat dolu  Quadalquivir nehrinin kıyısında, nehrin ona sunduğu nimetleri haketmiş   İslam sanatının ve mimarisinin en güzel eserleriyle süslü 
Sevilla demek Flamenko demek  Carmen demek, opera demek  Boğa güreşi demek  Sokağa çıkar çıkmaz, şıkır şıkır dans giysileri, boğa figürleri, posterler, rengarenk dans ayakkabıları satılan butiklerin arasından geçerek güzel bir kahvaltı yapabileceğimiz bir yer arıyoruz Şehrin merkezinde hoş bir yer bulup giriyoruz içeri  Temiz, çeşit bol Ama ne yazık ki servis çok kötü  Siparişimizi almaya gelen pala bıyıklı iri yarı garson burnundan soluyor   Asabi olduğunu düşünüp boş vermeye çalışıyoruz Üstüne bir de İngilizce konuşamadığını anlayınca çileden çıkıyoruz çünkü anlaşmak imkansız görünüyor  Daha sonra anlıyoruz ki servisi bilmiyorlar  Tabii İngilizceyi de  Endülüs'ün hiçbir yerinde iyi servis alamıyor, kimseyle İngilizce anlaşamıyorsunuz  Ama bu çok önemsiz bir ayrıntı olarak kalıyor Zira burada servis dışında herşey çok keyifli 
Öğlene doğru bir telaş öğle yemeğini çabucak yiyip 'siesta'ya koşuyor İspanyollar  Hava öyle sıcak ki evlerine girip kepenkleri sımsıkı kapatıyorlar uyku için Dükkanlar, mağazalar hatta restoranlar, cafeler bile kapanıyor  Saat 17 00 ye kadar yaşam duruyor Bir bardak su isteseniz bulabilmek mesele  Akşam üzeri yavaş yavaş evlerden çıklıyor Dükkanlar tekrar açılıp malların bir kısmı kaldırımlara yayılıyor Birahaneler, kafeler masalarını taburelerini Arnavut taşlarının üzerine atıyorlar  Siesta saatinde bomboş olan Sevilla'da iğne atsanız yere düşmüyor 
'Tapas' yani küçük tabaklarda servis edilen yemekler masalara diziliyor  Akşam iş çıkışı birer bardak birşeyler içip değişik tapaslar tatmak burada günlük rutinlerden  İsterseniz bu tapaslardan pek çoğundan alıyorsunuz isterseniz bir veya iki tanesinden normal porsiyonlarda ana yemek olarak tercih edebiliyorsunuz Seçenek çok bol  Tabii İngilizceyi doğru dürüst konuşan bir garson bulamadığınız için yediğinizin içinde ne olduğunu tam olarak bilemiyorsunuz  Ama lezzet tarifsiz  Şaraplar da muhteşem 
Restoranların ve tapas barların duvarları muhteşem boğa kafalarıyla dolu  Etkilenmemek imkansız  Kafaların yanında boğanın geçmişine ilişkin bilgiler ve matadorun, güreşin son anlarında içinde bulunduğu son durumunu gösteren fotoğraflar ve yazılar asılı  Boğa güreşi bir kültür, bir gelenek, hatta bir ritüel  Canilik olarak adlandırılabilir belki ama boğa güreşini İspanyol kültüründen ayırmak mümkün değil  Mart ayında başlayan güreş sezonu Ekim'e kadar devam ediyor Bir güç gösterisi, bir rekabet  Sonunda boğa ölmelidir Zaten 'matador' 'öldüren' demektir Rastgele bir savaş değil, çok ciddi kuralları olan bir mücadele bu  Matador son derece prestijli bir 'öldüren'dir Bu ritüele İspanyollar çok saygı duyarlar ve yabancılardan da bunu beklerler 
Sevilla katedrali ve Giralda Kulesi dünyanın en görkemli katedrallerinden biri  Sıcak havada serin serin gezilebilecek, şehir turuna başlamak için ideal bir nokta  15 yüzyılda yapılmış, yapımı tam 1 asır sürmüş  Öyle süslü, öyle görkemli ki bakmaya doyulmuyor  Kule ise aslında aynı yerde eskiden Büyük Cami olan yapının minaresi ve Sevilla'nın da sembolü  Diğer sembol ise hemen katedralin karşı tarafında bulunan saray  Araplardan kalan ve korunabilen muhteşem bir miras; Alkazar Sarayı 14 Yüzyılda inşa edilmiş, dışarıdan bakıldığında saray olduğu anlaşılmayacak kadar mütevazi, ama içine girince dehşete düştüğünüz bir yer  Duvarları, tavanları eşsiz el yazmalarıyla oyulmuş, yüzlerce metrekare duvar ve tavan mozaiklerle ince ince işlenmiş Yemyeşil bahçeler içinde süslü püslü havuzlardan şıkır şıkır akan sular  Hem Hıristiyan hem Mağribi (Fas Berberileri) hem de Şam medeniyeti etkilerinin harmanlandığı Alcazar'dan sonra rota Torre del Oro (Altın Kule) olmalı Aynı dönemlere ait yapı, altın çinilerle kaplı bir tarih ve sanat harikası 
Geziye Barrio Santa Cruz'a doğru yürüyerek, akşam yemeği için de planlar yaparak devam ediyoruz Bu bölgedeki restoranlarda bir keşif yapıp, alışveriş sevmeyen eşler burada dinlenmek üzere bırakılarak doğru Las Sierpes'e gidilebilir daha sonra 
Kısa bir sokak olan Las Sierpes'te meşhur İspanyol ayakkabıları, giyim mağazaları ve şık butikler var Caddenin başındaki bina etkileyici ve mesleğimden ötürü de dikkatimi çeken bir yapıydı  Bu bir banka binasıydı ancak öyküsü çok eskilere dayanıyormuş  Bu bina banka olmadan yüzlerce yıl önce kraliyet hapishanesi olarak kullanılıyormuş ve meşhur Don Kişot romanı Cervantes tarafından burada, küçücük bir hücrede yazılmış  Modern dünyada bazen yel değirmenleriyle savaşırken bizler de kendimizi küçük hücrelerimizde hissetmiyor muyuz dersiniz?
Sevilla'da en büyük problem, otelinizden çıktığınızda onu bir daha bulamıyor olmanız galiba  Sokakların hepsi sanki aynı   Daracık, eğik, camlarından yaseminler, sardunyalar sarkan, şirin evlerle dolu  Ama sokak isimlerini telaffuz etmek imkansız İngilizce bilen de yok ki yol tarifi sorasınız  Haritanızı asla elden bırakmamanız gereken bir şehir burası 
Bir de 'İç avlu' olayı var ki biz ailece buna bayıldık Her evin, restoran olarak kulanılan pek çok yapının, barın, hatta apartmanların bile birer iç avlusu var  Yapının ortasında, üstü kısmen açık, yerler dama taşı gibi seramikle kaplı, yeşilliklerle bezeli, serin bir dinlenme ve rahatlama noktası buraları  Bazılarında yapay havuz, bazılarında ise kuyu var 
Duvarlarda tablolar, çiniler, tabaklar, çeşit çeşit çiçeklerle dolu saksılar  Roma'dan gelen bu gelenek, Araplar tarafından da sürdürülmüş  Bizce Sevilla'yı anlatan en güzel şey, dışardan bakıldığında içine girmek için insanda dayanılmaz bir istek uyandıran bu mahrem, korunaklı ve özel ev içi bahçeleri  Ve onların hemen dışındaki kaldırımdan gelen narin topuk sesleri 
Granada; Yakıcı kızıl toprak
Bir şehir düşünün  Şehrin başında duruyorsunuz, ufka kadar olan araziyi görebiliyorsunuz  Kıpkızıl bir şehir, yakıcı, kavurucu sıcak  Nem yok  Siesta saatine denk gelmiş şehre vasıl oluşunuz  Su yok  Yolda ölseniz yardım edecek kimse yok İstisnasız her yer kapalı Şehirdeki gösterge hava sıcaklığını 42 derece olarak gösteriyor ama kesinlikle daha fazla  Kaldırım tütüyor Taksiler siestada  Otele bile yürüyerek gitmek zorundasınız  Kabus   
Emevi zamanındaki adı "Gırnata" şimdiki adı "Granada"ya gidişimiz aynen böyle idi Bir daha asla gitmek istemeyeceğim bir şehir olarak hafızama kazındı yalnızca bu anı nedeniyle  Şehre gidişimiz Arapların bu topraklara bıraktığı en büyük eserlerinden biri olan El Hamra'yı ziyaret içindi  El Hamra 'kırmızı' demek  Toprağın rengiyle uyumlu El Hamra'yı görmek her turistin harcı değil ama Önceden ziyaret rezervasyonu yaptırmanız gerekiyor Aynı gün olmuyor  En az bir-iki gün, en fazla bir yıl önceden  Yarım gününüzü alıyor burayı ziyaret  Çok   Çok   Çok sıcak Sanki burası güneşe, dünyanın heryerinden daha yakın Saatlerce de yürümeniz gerekiyor
Dört kısımdan oluşan yapı genellikle güneşin alnında duruyor ama aşağıda yeşil ve serin bahçeler de var  Generalife denilen bu bahçe kısmı gezinin son bölümünde sizi rahatlatıyor ve çektiklerinizi unutturuyor İçeride, yine yüzyılların izleri duvarlarda, tavanlarda, hatta yer döşemelerinde cezbediyor görenleri  İslam mimarisinin en güzel ve en büyük eserlerinden biri olan El-Hamra Sarayı, bir Fransız akademisyenin deyimiyle konuşan bir saray  Hem de kutsal kitabın sesiyle ve sözleriyle konuşuyor  Duvarlarda Kuran'dan alınan ayetler ustalıkla ve zerafetle işlenmiş, oyulmuş  Her oda, her bölüm kendine özgü havasını taşırken diğer bölümlerle de sonsuz uyum içinde 
Hemen her bölümle 'tek galip Allah'tır' (La galib illa Allah) yazıyor Bu yazı, hediyelik eşya dükkanında da küçük tabletlere kazınmış olarak satılıyor  Yüzlerce yıl farklı medeniyetlerce şekillenen saray haykırıyor: Allah'tan başka galip yok!
El Hamra Sarayı'nda en hayran olduğumuz ve boynumuz ağrıyana kadar incelediğimiz kısım, Büyükelçiler Salonu adını verdikleri odaydı Daha doğrusu bu odanın sedir ağacından işlenmiş tavanı  O dev tavanda küçücük desenlerle süslü zarafetin içinde yazan ayetin 'O, yedi göğü birbiri üzerine tabaka tabaka yarattı Rahman'ın yarattığında bir aykırılık göremezsin' ayeti olduğunu öğreniyoruz
Binbir Gece Masallarının görkemli sarayından çıkınca Albaicin mahallasinin yokuşlu sokaklarında dolaşmak, bir Meksika filmi setinde dolaşmak gibi enteresan bir deneyim oluyor  Ama şehre dönmek ve gazpacho dedikleri soğuk çorbadan içmek insanın kendine gelmesi için şart 
Yemek, siesta saatleri dışında sorun değil  Paella'ya doyun  Deniz ürünlerine tapaslara, jambona doyun  Chorizo (baharatlı sucuk) ve tortilloyu da unutmayın  Alışveriş şart değil  Ama illa birşeyler alacaksanız El Corte Ingles denilen mağaza zincirinin bir halkası da Granada'da  Her daim tıklım tıklım oluyor Her türlü hediyelik eşya var burada  Ayrıca Endülüs'e özgü tadımlıklar  Bir de antikalar ve kakma-oyma tarzı şeyler alınabilir Ama mutlaka alınması gereken şey azulejolar, yani Mağribi çinileri 
Cordoba; Batik Başkent
Emeviler'in yani Batı İslam Devletinin başkenti, benim Endülüs'te en çok hayran olduğum yapının La Mezquita'nın şehri  Muhteşem bir cami  Muhteşem bir kilise  Dünya üzerinde bir benzeri olmayan bir sentez Tarih boyunca birbiriyle ilgisiz, birbirine rakip, zaman zaman da düşman olmuş unsurların şık, zarif, elit birlikteliği  Düşünün   8 Yüzyılda yapımına başlanmış, yani kontrol Mağribilerde iken  10 yüzyılda mihrab ve halifenin namaz kıldığı bölüm olan maksura inşa edilmiş  Sonra Hıristiyan egemenliğinde 1260 larda şapeller eklenmiş camiye  15 yüzyılın sonunda Mağribiler buraları kaybedince bir de katedral inşa edilmiş mi?  Müslümanların sadeliği, Hıristiyanların şatafatı birleşmiş  Ortaya çıkan şey bir zevk abidesi, bir sanat eseri, bir dünya mirası  Egemenliği eline geçiren kendisinden öncekinin yaptığını tahrip etmemiş  Kendi ifadesini üzerine eklemiş  Saygı duymuş yapılanlara  Diğerinin dinine, inancına, emeğine, sanatına  Düşman olarak görmemiş görseli  Simgelerden korkmamış  Özenle saklamış mirası Sonuçta burası Tanrının evi imiş  O huzur, o dinginlik öyle bir sarmaladı ki bizi La Mezqita'da  Ben 24 300 metrekarelik bu olağanüstü yapıyı iki defa gezdim  Olanak bulursam da yalnızca bu yapıda hissettiğim huzuru tekrar yaşamak için oraya giderim
"Kurtuba" 950 yılında bir dünya kentiydi O yüzyıllarda Paris iki bin kişiyi geçmezken, Kurtuba yüz binleri bulur Bunun en büyük nedeni de "Hoşgörü"dür İnsanlar hoşgörünün çevresine toplaşmışlardı Bunun sembolü de yukarıda bahsettiğim "Kutuba mesiciti" şimdiki adıyla "La Mezquita"
Cordoba'da kaldığımız otel diğerlerinden farklı olduğu için bahsetmeden geçemeyeceğim Şehrin tek beşyıldızlı oteli olan "Hospes Palacio del los Patos" bir huzur yuvası idi Ağaçların içinde kahverengi seramiklerden yapılmış bir havuz, çevresinde bembeyaz yataklar, beyaz perdelerle çevrelenmiş Bina pozitif elektrik yüklü  Girdiğiniz anda gevşiyorsunuz  İçerisi dışarıya inat serin  Kalanların her türlü rahatı kusursuz bir şekilde düşünülmüş, siz odanıza gelmeden önce odaya girip pancurları kapatıp odayı uykuya hazır hale getirmek gibi ayıntılardan başka, yediyüz yıllık otelin altında binlerce yıllık bir şehrin yeni bulunan kalıntılarını, otelin zeminini cam kaplayarak seğredebilmenizi olası kılan saygın zeka ve oteli yıkmadan, aşağıda arkeolojik kazının devam etmesini sağlamış olan yetkililer için ne denir bilemiyorum  Dünyada böyle sığınaklar kalmasını sağladıkları için teşekkür etmekten başka 
En iyi tapas barların Cordoba'da olduğunu söylemek gerek  Servisin burada daha candan ve içten yapıldığını, zeytinlerin, şarabın, zeytinyağının, pekmezin, Flamenko kulüplerinin, doğanın, tarihin, hoşgörünün en güzelinin Cordoba'da bulunduğunu da  Bir tek dikkat edilmesi gereken hırsızlar ve kapkaççılar  İspanya'nın her şehrinde var gerçi ama sanki Cordoba'da çarpılma olasılığı daha fazla gibi geldi bana 
Endülüs'te Raks; Flamenko
Şarkı ve dans İspanyolların vazgeçilmezi  Flamenko, Endülüs'ün bir ürünü esasen  Bir şarkı formu ve ona uygun bir dansın adı  Endülüs'deki pek çok şey gibi, bir karşılıklı kültür iletişimi, bir hoşgörü ve ortak emek eseri  Vizigotlardan tutun da Mağribiler, Yahudiler, Çingeneler, hatta bazı görüşlere göre Hintlilerin bile etkisi var bu dansta  Gitar eşliğinde söyleniyor şarkılar ve dans özel kıyafet ve ayakkabılarla yapılıyor Topuklar yere vuruluyor, parmaklar şakırdatılıyor  Gösterileri 'tablaos' denilen kulüplerde ücreti mukabilinde izleyebiliyorsunuz
Ve Cadiz 
Bizim sosyetenin bir ara mesken tuttuğu yerlerden biriydi Şimdi gözden düştü  İspanya'nın eski kentlerinden ama daha çok bizim Ege'deki sahil kasabalarına benziyor  Deniz, güneş ve bol dondurma var  Ağaç yok  Müze görülebilir, bir de katedral tabii Bana sorarsanız Cadiz'in en güzel tarafı, oraya gitmek için yapılan 2 saatlik konforlu tren yolculuğunda etrafı seğre dalmak derim 
|