Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
bcde, ozanlarımız

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




EŞREFOĞLU RUMİ

Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu Rumi'nin doğum yılı bilinmiyor Babası Ahmet Eşref'in Mısır'dan geldiği ve bir Mısır'da kalan bir Türk ailesinin çocuğu olduğu sanılıyor

Eşrefoğlu Rumi, İznik medreselerinde öğrenim görmüş, öğrenimini bitirdikten sonra da yine İznik'te Çelebi Mehmet medresesinde müderris adayı olmuştur

Daha sonra Ankara'ya giderek Hacı Bayram-ı Veli'nin tekkesine girip kendini tasavvufa verdi Hacı Bayram'ın kızı ile evlendi Bir süre sonra Hacı Bayram tarafından Hama'ya gönderildi Orada da tasavvufla uğraştı Yetiştikten sonra Bursa'ya gelerek bir tekke kurdu ve Eşrefiyye tarikatını yaymaya başladı 1470'te İznik'te öldü

Yunus Emre yolunda yürüyen Eşrefoğlu, şiirlerinde temiz bir Türkçe kullanır



1

Aşıklar iki cihanda
Nefs muradın almayalar
Ağlayalar dün ü günü
Şad oluban gülmeyeler

İlm ü kemal terk edeler
Dostla ahdi berk edeler
Yüz tutup dosta gideler
Aldanuban kalmayalar

Sekiz uçmak bezeklerin
Hur u kusur u köşklerin
Arzedeler aşiklara
Her giz nazar kılmayalar

Aşıkların maşuk ile
Candan öte esrarını
Şol sır içinde sırrını
Feriştehler bilmeyeler

Aşıklar dost didarını
Kanda baksalar göreler
Musi'leyin münacata
Tur'u tayin etmeyeler

Tur ne hacet aşıklara
Çün her yerde maşuk bile
Daim münacat ideler
Bir dem ayru olmayalar

Vahdet-i sırfa erenler
Ol dost ile dost olanlar
Ol denizde gark olanlar
Ad u sana gelmeyeler

Eşrefoğlu Rumi'sin der
Aşk içinde mahvolagör
Ta ki sen de senlüğünden
Zerre ayar bulmayalar


2

Cana cefa kıl ba-vefa
Senden hem ol hoş 'hem bu hoş
Ya derdin gönder ya deva
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Hoştur bana senden gelen
Ya hilat ola ya kefen
Ya taze gül yahut diken
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Halimi bir dem soragel
Diler isen bağrımı del
Ey lutfü hen kahrı güzel
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Ya bağ u ya bustan ola
Ya bend ü ya zindan ola
Ya vasl u ya hicran ola
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Gelse celalinden cefa
Yahut cemalinden vefa
İkisi de cana safa
Senden hem ol hoş hem bu hoş

Gahi nüş u gahi niştir
Gahi merhem gahi niştlr
Eşrefoğlu kim derviştir
Senden



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




(Bayburtlu) Emrah*

Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti
Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim
Yari ben besledim el aldı gitti



Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşmanlar gülüyor
Dediler ki sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti
Aşık tarzı "on yedinci asırdan Divan Edebiyatıyla Halk Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı unsurlarının karışımından hasıl olan muhtelit bir mahsüldür XIX asırdan Anadolu'da yetişmiş birçok saz şairi arasında Dertli, Bayburtlu Zihni ve Erzurumlu Emrah en tanınmışlarıdır"

Erzurumlu Emrah XIX asrın birinci yarısında yaşamıştır Araştırıcılar, Erzurum'lu olduğu konusunda ortak bir noktada buluşmuşlardır Kendisi divanındaki bir gazelinin sonunda:

Ne aşıklar çıkuptur Erzurum'dan lik Emrah'ı
Bu esnada hakikat bezminin üstadı ben çıktım

beytiyle Erzurum'lu olduğunu belirtmiştir

Erzurum'dan Yavı Nahiyesi'ne giden yol üstünde Tanbura Köyün'de
dünyaya gelen Erzurumlu Emrah'ın doğum tarihi hususunda ihtilaf vardır

Emrah'ın hayatı belirsizlik içindedir Klasik halk şairlerinden Tokatlı Nuri ve Erzurumlu Erbabi ile aynı yüzyılda yaşamış bulunduğuna onlarla müşterek hayat sürdüğüne bakılırsa, 1230-1235 m1815-1820 seneleri arasında doğduğuna hükmedeceğiz

Bazı araştırıcılar Tokatlı Nuri, ile aynı yüzyılda yaşadığına bakarak 1230-1235 m1815-1820 yılları arasında doğduğunu kabul ediyorlar Halbuki Emrah,
Tokatlı Nuri'nin ustası olduğuna göre ondan daha yaşlı olması gerekir Kendisi şu beytiyle:

Hubb-ı dehr-i (Emrahi) müşkül maceradır galiba
Geçti sinin elliyi bu maceradan geçmedin

Elli yaşından fazla yaşadığını söylüyor; halk rivayetleri de yaşını yetmiş beşten aşağı düşürmüyor 0 halde bizim bulduğumuz kitabeye göre 1271 m1854'de öldüğü düşünülürse 1191-1196 m1781-1786 yılları arasında doğduğunu kabul etmek gerekirse de, on sekizinci asrın son yılları içinde doğduğunu söylemek daha doğru olur Emrah saz şairleri hakkında duyduğu hikayelerin etkisi altında büyür Bu sebeple seyahat etme arzusuna kapılır Küçük yaşta köyünden ayrılır ve medrese eğitimi için Erzurum' a gelir

Kelamın fehm eylesinler bu müseddesten
Bu feyz-i almışım Emrah bir şeh-i mukaddesten

diyen Emrah, Nakşibendi Tarikatının Halidiye kolunu kuran Şeyh Halid'e bağlanarak, onun fikir ve telkinlerinden de feyz alır Arapça ve Farsça sözcükleri, deyimleri öğrenmeye çabalar, aruz veznindeki ses dalgalanmalarını sezinler gibi olur Fakat medresenin kasvetli ve esrarlı havasına daha fazla dayanamayarak köyüne geri döner Köyünün kendisine yabancı geldiği hissine kapılarak, deve tüyü rengi abası, beyaz keçeden külahını çevreleyen ince sarığıyla yollara düşer Bayburt ve Gümüşhane'ye uğrayarak Kop üzerinden Trabzon'a varır Pazar kapısındaki azlumoğlu'nun kahvesinde saz çalıp yöre halkının gönlünde yer etmiştir Değimendere taraflarında bir gezisinde Güleser isminde bir çingene kızına aşık olur Fakat anne ve babası kızları Güleser'i saz çalıp türk'ü söyleyen sefil bir dervişe vermek istemezler Bu yüzden oradan ayrılırlar Aşık olduğu kızın izini kaybeden Emrah Trabzon'da kalmak için bir nedeni olmadığını düşünerek oradan ayrılır, köyüne geri döner

"Kastamonu'da cıkan Açık Söz gazetesinde Arif Efendizade Ziyaddin Efendi'nin Emrah hakkındaki bir yazısına göre: Emrah hicri 1253 m 1837-1838 senesinde Kastamonu'ya gelir"

Kastamonu'nun zenginlerinden Alişan Bey adında bir zatın himayesine girer ve Alişan Bey'in yardımları ile aşk gücü olmaksızın bir evlilik yapar

Emrah Alişan Bey'e ölümünden sonra:

Bir zaman bu bezmden çok Alişanlar var idi
Çok şecaat sahibi sahip-kıranlar var idi
Böyle virane değildi gördüğüm gülzarlar
Bunda tezyin-haneler aıı mekanlar var idi
Kanda kalmış bilmezem bu gülşenin ranalan
Nice servi kad1iler nevres ci vanlar var idi

mısralarıyla sevgi ve bağlılığını dile getimiştir Alişan Beyin ölümünden sonra yanıp yıkılan Emrah, artık Kastamonu'da durmaz ve yollara düşer Konya ve Niğde civarlarında dolaştıktan sonra Sivas'a ulaşır

"Gelmeseydim keşki sağlık ile Sivas'a ben" diye şikayet etse de Sivas'ta uzun süre Bengiler de Saatçıoğlu Hanesi'nde kalarak, havuzlu kahvede Sivas'lıların gönlünde taht kurar Bu şehirde Mahi isminde genç bir dula gönlünü kaptırır Yörenin hatırı sayılır kişilerinden Hacı Ali Bey sayesinde Mahi Hanımla evlenir


Uzun yıllar mutlu bir yaşam sürerler Mahi Hanım'ın ölümü Emrah'ı Sivas'tan ayrılmaya mecbur kılar

Bize gam yutturdu sahha-yı hicran
Bilmem bu ayrılık gider mi böyle
Ben mi tedbirimde eyledim noksan
Yoksa tecella-yı kader mi böyle

diyerek Sivas'tan ayrılır Tokat Niksar'a gelir

Niksar'da da Acın Kız denen yaşlı bir kadınla evlenir ve ömrünün sonuna kadar Niksar' da kalır Erzurumlu Emrah'ın doğum tarihinde olduğu gibi ölüm tarihinde de bir takım ihtilaflarla karşılaşıyoruz

Niksar'da Karşıbağ Mahallesi Tekke Bayır'ında kabristanın başında bulunan ve Tokat ulemasından Abdurrahman Hıfzı Efendi'nin yazdığı kitabeye göre 1271 m185-1855 yılında öldüğünü anlıyoruz

Ahsenullah şemme-i hayrül-vera
Rahm-ı aşkta eylemiş canın feda
Fakr-ı fahriden giyinmiş hırkayı
Hem muhibb-i zümre-i Al-i aba
Levha-i kalbinde hikmet çeşmesi
Meb'edip dil teşneler eyler seka
AIem-i gayb'el-guyubun nağmesin
Ruh-i akdesten okur Davut-eda
Şair-i Rum idi gerçi ol edip
Şark ile garba okudu essela
Gel tavaf et Hıfzı ruh-i Kabe'yi
İşte kabr-i hazret-i (Emrah baba)
1271 m 1854-1855

Buna rağmen EmJ-ah'ın Çaııkırılı Şair Sabri'nin ölümü için söylediği ve :

Ey gelen bu aşık-ı dildade kabristanına
Oku birkaç fatiha, bahşet o zatın canına

beyti ile başlayan vefat tarihini bildiren son beyt :

Ben de cevher kilk ile Emrah'ı (Sabri) tarihin
Ruhu şad olsun deyü yazdım felek divanına

olup hicri 1277 m186O-1861 tarihi göstermektedir Bu hale göre Emrah 1277 m1860-1861'de sağdır Bu vesika kitabedeki (l271) m1854-1855 tarihinin yanlışlını ve ölümünden hayli sonra yazıldığı iddiasını doğrulamaktadır Vahit Lütfü'nün (Yeni Türk İst 1938 c6,sayı 6ı,sı291-ı296) de Emrah'ın kitabesini yazanın Tokatlı olmayıp Köprülü Şair Hıfzı olduğunu iddia eden makalesinden anlaşıldığına göre bu Hıfzi'da XX asır başlarında sağdır Birçok yerler gezen Köprülülü Hıfzi, belki de Halil Rami Efendi' nin Niksar' da bulunduğu sırada Oraya gelmiş ve kitabeyi yazmış olabilir Böyle de olsa kitabenin Emrah'ın ölümünden çok sonra yazıldığını bununla beraber yine 1271 m1854-1855 tarihinin yanlış olduğunu ispat eder Böylece halk rivayetlerine dayanarak yazılan kitabedeki tarihin yanlış olabileceğini belirttikten sonra Emrah'ın asıl ölüm tarihini verelim Şimdiye kadar hiç bir yazarın dikkatini çekmeyen aşağıdaki vesika Ahmet Talat Bey'in ''Halk Şiirinin Şekil ve Nevi İst 1926 s93" ve "Tokatlı Aşık Nuri Çankırı 1933 s183" kitaplarından çıkmıştır

Fakat araştırıcılar Emrah ile aynı dönemde yaşamış olan halk ozanlarının ve çıraklarının eserlerinden faydalanmayı düşünmemişlerdir Halbuki Emrah'a kuvvet­le bağlı olan çırağı Tokatlı Nuri'nin ustasına muhakkak bir tarih düşürmesi gerekirdi Klasik Edebiyata ustasından daha çok vakıf olan Nuri için bu imkansız değildi

Keşfoldu bahar-ı çimenistan-ı nezaket
Gösterdi yine gülşene gül bu-yi letafet
Baştan başa dünyayı sürur aldı temamet
Erdikte cihan bağına ezhar-beşaret
Aldı dil-i bülbülleri bir nale-i hasret
Bilmem ne alamettir eya serv-i kaamet

Matlalı ve yedi bentli müseddes baharivesinin son bendinde :

Gördükde o serv-i kaddi nevreste nihali
Can bülbülünün kalmadı cisminde mecali
Keşfoldu sühan bağı cihan bağı misali
Var olsun dilde hemen aşk-ı kemali
İnci ile mücevher gibi bu tarih-i sali
(Nuri) ne güzel söylemiş üstadına rahmet

1277 m1860

diyerek hakiki ölüm tarihini ortaya koymuştur Bu suretle yukarıda yanlışlığını ispata çalıştığımız kitabe tarihinin bir değeri kalmadığı kendiliğinden meydana çıkmış oluyor Yalnız bir nokta biraz şüpheli görülmektedir

Emrah'ın Çankırılı Sabri için yazdığı manzume de aynı tarihi ihtiva etmektedir Demek ki Emrah, yaşlılığına rağmen yaptığı kısa seyahatlerden birinde Çankırı'ya kadar gidip, aynı yıl içinde Niksar'a geri dönüyor Belki de Tokatlı Nuri ölümü sırasında yanında bulunuyordu

Ahmet Talat Bey (Tokatlı Aşık Nuri Çankırı 1933 s59-60 ) şöyle diyor :
Beşiktaşlı Gedayi de Emrah çıraklarındandır Emrah vefat ederken Nuri'ye sazını ve sözünü, Gedayi'ye de kalem ve kuvve-i hafızasını miras bıraktığını söyleyerek hayata gözlerini kapamış ve Nuri'ye Anadolu'dan çıkmamasını Gedayi'ye de Rumeli'ye gidip oradan dönmemesini vasiyet etmiş

Birçok araştırmacının kitabeye dayanarak verdiği 1271 m1854-1855 yılı Emrah'ın hakiki ölüm yılı olmayıp Tokatlı Aşık Nuri'nin verdiği 1277 m 1860 yılı hakiki ölüm yılıdır



*Not: Erzurumlu Emrah olarak bilinen şairin aslen Bayburtlu Emrah olduğu belirtilmektedir Konuyla ilgili bilgi aşağıdadır


BAYBURTLU EMRAH

Divan Edebiyatında olsun, Halk Edebiyatında olsun seçkin bir yeri olan Bayburtlu Emrah, ?1775 yılında Bayburt İli’ne bağlı Aksaçlı (Haşıya) köyünde doğdu Ailesinin tek çocuğu olan Emrah’ın anası Erzurum’un Tambura köyünden, babası ise Bayburt İli’ne bağlı Konursu kasabasından “KARAOĞLU” Ailesindendir Ailesinin çok fakir olması nedeniyle Bayburt’un Kaleardı Mahallesi’ne gelip, burada bir süre marabalık yaparlar Kaleardı’ndan da Bayburt’un Aksaçlı köyüne gidip, burada yerleşirler Ailenin biricik oğlu oğlu olan Emrah’da bu köydeyken doğar Çocukluğunu burada geçirirken babası Aksaçlı köyünde ölür Kimsesiz, çaresiz kalan anası yetim kalan oğlunu alıp, Erzurum’un Tambura köyüne götürerek , ilim öğrensin diye HACI HAŞIL EFENDİ’nin dergahına verir

Bayburtlu olduğunu hiçbir an unutmayan Emrah; Bayburtlu’luğunu hiçbir an gizlememiş, gurbette hep çocukluğunun ilk yıllarını geçirdiği yeri Aksaçlı köyünün dağlarını, bayırlarını, şiirleriyle dile getirmiştir Aynı dönemde yaşayan Bayburtlu Zihni ( 1797-1859 ) gibi O’da Bayburt’unun özlemini çekmiş, şiirlerinde Çini Mescit Kalesi’ni, doğup çocukluğunu geçirdiği , babasının mezarının bulunduğu kendi köyü Aksaçlı’yı unutmamış, “Divanyurdu” Dağlarını şiirlerine sokmuştur Erzurumlu olması durumu ; O dönemde Bayburt’un Erzurum’a bağlı olması ile ilgili olup, diğer bir önemli nedeni ise : Anasının Erzurum Tambura köyünden olmasıdır Gerçek anlamıyla Bayburtlu Emrah’ın kendisini yetiştirmesinde buradaki Hacı Haşıl Efendi’nin oldukca büyük katkıları olmuştur

Bayburtlu Zihni’nin Erzurum’dan söz eden şiirleri yanında Bayburt’u konu eden şiirleri günümüze kadar ulaşmamış olsalardı, O’da “Erzurumlu Zihni” olarak tanınacaktı Kaldıki : “ Erzurumlu Şairler ” konu edildiğinde, birçok yerde : Bayburtlu Zihni’ye yer verilmiş olduğu da ayrı bir gerçektir

Medrese öğrenimini Erzurum’da tamamlayan Emrah, birçok Anadolu şehrini dolaşıp, Niksar’a yerleşmiştir 1860 yılında Niksar’da ölen aşığımızın kabri, Tekkebayırı Mezarlığı’nda Ali Pehlivan Türbesi’nin yanındadır

Bayburtlu Emrah’tan geriye ( günümüze ) kalan: “ Erzurumlu Emrah’ın Divanı ” adlı bir yapıtıyla, inançla yoğrulmuş, tatlı-temiz anılarıdır Bayburtlu ( Erzurumlu ) Emrah’ıın şiirleri ile Ercişli Emrah’ın şiirleri birbirlerine karıştırıldıkları olmuş ise de, araştırıldığında gerçekler ortaya çıkartılabilmektedir Bayburtlu Emrah’ın doğum yerinin “BAYBURT” olduğunu araştırmak; belgelerin ortaya serilmesi ile sağlamlaştırmak; ap-ayrı bir çalışma olacağından, ayrıca buraya alınmasına gerek görülmemiştir

Veysel GİDER





Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban
Hoyrat dost bağından gül aldı gitti
Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim
Yari ben besledim el aldı gitti

Nice mihnet çektim bin daha gerek
Hayli ômür ister bir daha görek
Nazlı yarim aldı o kanlı felek
Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti

Nazlı yardan kem haberler geliyor
Dostlarım ağlıyor düşmanlar gülüyor
Dediler ki sefil Emrah ölüyor
Kimi kazma kürek bel aldı gitti

Dedim dilber didelerin ıslanmış
Dedi çok ağladım sel yarasıdır
Dedim dilber ak gerdanın dişlenmiş
Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır

Dedim dilber sana yazılmış kanım
Dedi niçün böyle edesin sultanım
Dedim teşne vermiş ince miyanın
Dedi ben sarıldım kol yarasıdır


Dedim seni saran serini vermiş
Dedi beni saran murada ermiş
Dedim peri yanaklarının kızarmış
Dedi çiçek sokdum gül yarasıdır

Dedim dilber Emrah aklımı aldın
Dedi sevdiğine pişman mı oldun
Dedim dilber niçin sarardın soldun
Dedi hep çekdiğim dil yarasıdır



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Ercişli Emrah

Seherde uğradım ben bir güzele
Dedim sarhoş musun söyledi yoh yoh
Ağ elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yoh yoh

Dedim sırma nedir dedi telimdir
Dedim İnce nedir dedi belimdir
Dedim Emrah nedir dedi kulumdur
Dedim satar mısan söyledi yoh yoh


Hayatı 'bir masalın sisli, görüntüleri arasında gömülü kalan Ercişli Emrah, Erzurumlu Emrah'la karıştırılmıştır XVII Yüzyılın ilk yarısında yaşadığı sanılan Ercişli Emrah, Erciş kafesine bağlı bir Karakoyunlu köyü olan Egans'ta doğmuştur Erciş kalesinin başbuğu Miroğlu'nun sazcısı Aşık Ahmet'in oğludur

Genç yaşta Miroğlu'nun kızı Selvihana aşık olarak sevgilisinin ardından İran ve Azerbaycan'ın batı kesimlerini gezmiş, gördüklerini duru bir Türkçe ile anlatmıştır

Emrah ile Selvihan hikayeleri Doğu ve Güney Anadolu'da birbirinden farklı beş ağızda söylenmektedir Bu ağızları karşılaştıran Ali Saraçoğlu aşağıdaki belirlemeleri yapmaktadır:

Emrah ile Selvihan hikayesinin Erzurum ağzı yedi, Erciş ağzı Emrah ile Selvihan hikayesi ise başlıca on parçaya bölünebilir

Aşk, her iki ağızda da bir nevruz sabahı başlar Emrah, Çelebibağı (Ercişin 5 kilometre batısında, Van gölü sahiline kurulmuş tarihi bir köy) yöresinde Şeker bulağının üstünde, uyurken pir elinden pir dolusu bade içerek Selvihana aşık olur

Erzurum anlatışında sevenler Emrah, Şah Abbas, Tiflis hakimi Kuğu Han'ın oğlu Mirze Ali, Sevilen: Selvi, Aldatıcı Kuğuhan ve Selvi'nin kardeşleri, Yardımcı: Yağıp Han, Selvi'nin tayası Nazlı, Emrah'ın babası Aşık Ahmet'tir

Erciş anlatışında Selvi'nin kardeşleri yoktur

Gaziantep anlatışında (Ali Rıza Yalgın derlemesi) Aşık Ahmet Erciş'e hariçten gelir Selvi İran padişahının kızıdır Emrah, Erciş'te bade içerek İran'a Selvi'yi aramaya gider Hikayenin kahramanları Emrah, Selvi, Aşık Ahmet, Serverşah, Acemşah, Haramiler başı Ahmet Turan'dır

Erciş anlatışı ile Gaziantep anlatışının birlik motifi, Emrah'ın esirliğidir Gaziantep anlatışında Emrah Haramiler başı Ahmet Turan'ın, Erciş anlatışında ise Ağrı dağında bir mağarada Kurtlarının başının elinde uzun zaman esir olarak kalır

Erciş anlatışında "Selvi" adı "Selbihan" olarak geçer

Erciş ve Erzurum anlatışlarının birleşik motifi önceleri Selbihan-Selvihan'ın aşık olan Şah Abbas'ın, sonradan Emrah'ın ve sevgilisinin koruyucu ve kurtarıcıları oluşudur Yedi, parçaya bölünebilen Erzurum anlatışının ikince ve üçüncü kısımlarında Emrah üç defa hasım aşıklarla meydanlaşır



1- Erciş'te Miroğlu'nun sarayında babası Aşık Ahmet'le

2- Horasan'da Hasan Han'ın divanında Lezgi Ahmet'le
3-İsfahan'da Şah Abbas'ın huzurunda Aşık Abbas'la Emrah, bu üç meydanlaşmada da hasımlarını mat ederek sazlarını almaktadır

Ali Rıza Yalgın derlemesinde Emrah, Koca Aşık ve Servarşah ile meydanlaşmakta, her ikisini de mat etmektedir

Bu iki hikayede ve şiirlerinde Divan tesiri yok denecek kadar azdır Emrah ile Selbihan hikayesinin Erciş ağzı:



1- Emrah'ın çocukluğu,

2-Babası ile Miroğlu'nun divanında meydanlaşması,

3- Şah Abbas'ın veziri Şah Budak'ın Van kalesini muhasarası,

4- Şah Budak'ın adamlarının Erciş'te, Hayvan bahçesinde Selbihan'ı kaçırarak İran'a götürmeleri,

5- Emrah'ın Selbihan'ı aramaya çıkması ve Şah Abbas'ın yanında bulması,

6- Emrah'ın Şah Abbas'ın aşıkları ile meydanlaşması,

7- Erciş'e dönüş,

8- Kuğuhan'ın oğlunun Selbihan'ı kaçırması,
9 Emrah, Kuğuhan'ın yüzünde ve işkencede,

10- Yağıp Han'ın yardımı ile Emrah'ın zindandan kurtuluşu, ikinci dönüş ve son parçalarına bölünmüştür

Her üç anlatışta da adlarının değişik olmasına karşılık bazı kahramanlar aynı hareketlerde bulunmakta, aynı olaylara sebep olmaktadırlar Bunlardan başka adları ve sebep oldukları olaylar aynı olan kişiler üç hikayede de esas kahramanlardır Hikayede sözü edilen Van kuşatması 1605'te başlamış ve Kuyucu Murat Paşa'nın sadrazam olduğu 1610 tarihine kadar sürmüştür; Ercişli Emrah'ın o yıllarda aşka tutulduğu ve aşağı-yukarı 18-20 yaşlarında olduğu düşünülürse, doğum tarihinin 1585 olduğu söylenebilir



Eserlerinden bazıları:



1
Ağalar gurbetten geldim
Geldim ki nazanım gitmiş
Sılam bana hor göründü
Salınıp gezenim gitmiş

İçmişim ezel şarabı
Yine kavuştur yarabbi
Destinde aşkın kitabı
Okuyup yazanım gitmiş

Hasret içtim elde bade
Oldu efganım ziyade
Ördek uçtu kaldı ada
Göllerde yüzenim gitmiş

Bir dahi saz almam ele
Mailim ben tatlı dile
Top zülfünü ince bele
Tarayıp düzenim gitmiş

Bir dahi içmeyem bade
Kuzum seni vermem yade
Süt beyaz üstüne sade
Giyinip tozanım gitmiş

İstemem bahçeyi bağı
İçirdiler bana ağı
Beyaz fese penhe bağı
Bağlayıp gezenim gitmiş

Bu dünya böyle kalırsa
Küffardan öç alınırsa
Va'de gelüben ölürsem
Mezarım kazanım gitmiş

Dün gece gördüm düşümde
Civan duruyor karşımda
Tarihim mezar taşımda
Okuyup yazanım gitmiş

Emrah eder nedir bela
Baba düştüm gurbet ele
Yine saz alayım ele
Eyveh ki nazanım gitmiş


(Emrah der ki hele hele
Baba kalk gidelim yola
Bir daha saz almam ele
Sazımı düzenim gitmiş)


2
Bir (y)iğit gurbete çıksa
Gör başına neler gelir
Sılası fikrine düşer
Yaş gözüne dolar gelir

Kalemnen çekilmiş kaşlar
Gözümden akıttım yaşlar
Yuvasın terk eden kuşlar
Yuvam diyer döner gelir

Emrah diyer servi boyun
Hürü melem midir soyun
Sürüden ayrılan koyun
Kuzum diyer meler gelir
3
Seherde uğradım ben bir güzele
Dedim sarhoş musun söyledi yoh yoh
Ağ elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yoh yoh

Dedim ala nedin dedi gözümdür
Dedim şeker nedir dedi sözümdür
Dedim alma nedir dedi (y)üzümdür
Dedim öpeyim mi söyledi yoh yoh

Dedim İnci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim onbeş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yoh yoh

Dedim ölüm nedir dedi aynımda
Dedim zulum nedir dedi boynumda
Dedim turunç nedİr dedi koynumda
Dedim ver ağzıma söyledi yoh yoh

Dedim sırma nedir dedi telimdir
Dedim İnce nedir dedi belimdir
Dedim Emrah nedir dedi kulumdur
Dedim satar mısan söyledi yoh yoh



3
Tutam yar elinden tutam
Çıkam dağlara dağlara
Olam bir yareli bülbül
İnem bağlara bağlara

Birin bilir binin bilmez
Bu dünya kimseye kalmaz
Yar ismini desem gelmez
Düşer dillere dillere

Emrah der ki bu günümdür
Arşa çıkan tütünümdür
Yare gidecek günümdür
Düşsem yollara yollara



4
Uca dağların başından
Perim güle güle gelir
Ondört onbeş nazeninnen
Elin vermiş ele gelir

Yeriyip terliyip izi
Humarlanıp ala gözi
Deriptir deste nergizi
Terin sile sile gelir

Emrah diyer üç-ce bayram
Olam gözlerine hayran
Ya maraldır ya da ceyran
Düşüp çölden çöle gelir




Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




DEVRANÎ

Çoktan uğramadım dostun köyüne
O yar kahırlanıp küstü mü bilmem
Gelip giden yoktur bir haber almam
Benden umudunu kesti mi bilmem

Sordum “Obasından göçtü” dediler
“Bilmem hangi yana geçti” dediler
“Bir hoyrat eline düştü dediler
Âşık Devranî’ye küstü mü bilmem

Asıl adı Hasan Tutal’dır 1928 yılında Şarkışla’nın Emlek yöresi Hüyük köyünde doğmuştur Soyu, baba tarafından Horasan’dan gelme Şeyh Merzuban-ı Veli’ye dayanır Ferhat ve Kibar’ın oğludur Babası, 1924 yılında, Zara’nın Tekke köyünden gelip doğduğu köy olan Hüyük’e yerleşmiştir Küçük yaşlarda babasını, 1959 yılında da annesini kaybetmiştir Çocukluğu yoksullukla geçmiştir Ailesine yardım için komşu köylerde çobanlık yapmıştır Köyünde okul olmadığı için okula da gidememiştir Okuma yazmayı askerlik yaptığı Sarıkamış’ta öğrenmiştir Yaşı, nüfusta büyük yazıldığı için askere dört yıl erken gitmiştir 1945 Şubatında Sarıkamış’ta askerken, şiddetli derecede böbreklerinden rahatsızlanıp ameliyat geçirmiş, doktorlar böbreğinin birini almak mecburiyetinde kalmıştır Ameliyat sonrasında altı ay Sivas’ta hava değişimine gönderilmiş, bu süre sonunda kıtası değiştirilmiş Samsun 90 Piyade Alayına sevk edilmiştir Ancak burada da rahatsızlanınca kendisine çürük raporu verilip terhis edilmiştir 1953’te Yeter Hanım’la evlenmiş bu evlilikten bir oğlu, dört kızı olmuştur 20 Şubat 1993’te Ankara’da vefat etmiştir

Şiire 1945’te böbreğinin birinin alınmasından sonra başlamıştır 1947’de de sazı çalmasını öğrenmiştir Birlikte olduğu ustalardan Hasan Yüzbaşıoğlu, Âşık Veysel, Ali İzzet Özkan ve İzzat Savaş’ın şiir tekniğini ilerletmesinde büyük rolü olmuştur Aynı zamanda iyi bir saz ustası olan Devranî, yıllarca köy köy, şehir şehir dolaşıp âşıklık sanatını icra etmiştir Bununla da kalmayarak 1975 yılından itibaren Almanya, Avusturya, Yugoslavya, Hollanda, Irak, İran, Suriye gibi ülkelerde de programlar yapmıştır Şiir tekniği güçlü olup başka sosyal problemler olmak hemen her konuda şiiri vardır Defalarca ödüller almıştır Şiirlerini ihtiva eden dört kitabı çıkmıştır Dergâha Varış (1963), Uyanalım (1968), Gerçek Ozan Susmaz (1969 ve 1974), Yırtık Aba (1991)
Yrd Doç Dr Doğan Kaya


Eserlerinden bazıları:
Bir Yanda

Şimdi bizim eller yaylaya göçtü
Koyunlar bir yanda yozlar bir yanda
Sulağın başına kuruldu demler
Kemanlar bir yanda sazlar bir yanda

Güzeller halayın başından tutar
Herkes sevdiğine cilve naz satar
Tenhalarda gözün kırpar kaş atar
Gelinler bir yanda kızlar bir yanda

Ninni sesi gelir oymaklarından
Dersin ballar akar dudaklarından
Kırmızı gül açar yanaklarından
Eda1ar bir yanda poz1ar bir yanda

Obaları Besereğ’e yaslanır
Gökkuyu’dan çobanları seslenir
Her tarafı "çiçeklerle süslenir
Baharlar bir yanda yazlar bir yanda

Ağustosta serin olur havası
Sarp kayalar kartalların yuvası
Devranî yeşerir dağı ovası
Dereler bir yanda düzler bir yanda


Ali’nin Varlığı

Hakkın kandilinde gizli nihanda
La mekan elinde sır idi Ali
Küntü kenzin hep esrarı andadır
Dünya kurulmadan var idi Ali

Feriştahlar kendi nurundan oldu
Sen kimsin diye Cibril’e sordu
Cibril bilemedi kanadı yandı
Ol zaman kandilde nur idi Ali

Ol vakit “Kün” dedi dünya kuruldu
Ademi balçıktan yaptı yoğurdu
Kendi anasını kendi doğurdu
(Be) nokta altında bir idi Ali

Adem’in bezminden Şit’e erişti
Müminin evrakı ona karıştı
Ayin oldu Yasin ile görüştü
Evrakı ezelden dür idi Ali

Kur’an’da Ali’dir İncil’de İlyâ
Zebur’da Papa’dır Tevrat’ta Ulya
Yoktan var eyledi bu cümle eşya
Devranî kapında kulundur Ali


Geçti

Adem’den bu deme gelene kadar
Nice mürsel nice ulu er geçti
Kimseye kalmadı bu fani dünya
Yüz yirmi dört bin peygamber geçti

Adem’i Havva’dan önce yarattın
Dört anasır şeş cihetten halk ettin’
Haz(i)ret-i Nuh’a bir gemi çattın
Eyledin bir tufan dünya dar geçti

Süleyman tahtıyla havada gezdi
Nesimî Hak için postunu yüzdü
Nemrut kaviminin fiiili azdı
İbrahim’i nara attı nur geçti

Yusuf da bir zaman zindanda yattı
Züleyha aşk için peşinden tuttu
Ahiri Mısır’a hükümdar etti
Ağlattı Yakub’u günü zar geçti

Musa’nın eline bir asa verdi
Çağırdı turunda tekellüm kıldı
Firavun kavmiyle deryaya girdi
İnkâr etti hakkı ondan kör geçti

Devranî bu sırrı anlamak gerek
İnsanı her zaman güldürmez felek
Kimisi kürk giyer kimisi yelek
Benim de sırtıma hırka şal geçti


Kocalık

Haber verip kapımız çalmadan
Köşenin başına çöktün kocalık
Gençliğimde yanaşmadın yanıma
Eğdin kametimi büktün kocalık

Yokuşa yukarı sırtıma binen
İnişe aşağı ayağım çelen
Her düşüp kalktıkça halime gülen
Bak şimdi anamı ettin kocalık

İçimde yanıyor gitmez bir acı
Bulunmaz derdimin yoktur ilacı
Ocağ(ı)mın başına incir ağacı
Getirip zorunan diktin kocalık

Devranî halimi diyemez oldum
İşitmez kulağım duyamaz oldum
Bir lokma ekmeğim yiyemez oldum
Ağzımda dişimi döktün kocalık


Bu Millet

Bir bütündür bölünür mü bu millet
Gökte haritalar çizerek geldik
Semaya yükselen Çin Setlerini
Yıkıp yumruk ile bozarak geldik

Akından akına durmadan koştuk
Yalçın kayaları dağları aştık
Haçlı ordusuyla nice savaştık
O Tuna nehrini yüzerek geldik

Elli bin er ile üç yüz bin ere
Allah Allah sesi çıktı göklere
Bizans ordusunu serdik yerlere
Atlar ayağında ezerek geldik

Aslımız Mete Han Hunlar Oğuzlar
Alpaslanlar Yıldırımlar Yavuzlar
Viyana’ya kadar at sürdük bizler
Şehitlere mezar kazarak geldik

Devranî bu cihan az gelir bize
Savaşta çoğunu getirdik dize
Yunan ordusunu döktük denize
Tarihlere destan yazarak geldikBilmem

Çoktan uğramadım dostun köyüne
O yar kahırlanıp küstü mü bilmem
Gelip giden yoktur bir haber almam
Benden umudunu kesti mi bilmem

Yine perişan mı zülfün telleri
Esip dağıttı mı seher yelleri
Sarmaya kıymazdım ince belleri
Elleri bağrına bastı mı bilmem

Sordum “Obasından göçtü” dediler
“Bilmem hangi yana geçti” dediler
“Bir hoyrat eline düştü dediler
Âşık Devranî’ye küstü mü bilmem


Yoruldum

Ne bir mektup yazdın ne haber saldın
Yollarına baka baka yoruldum
Bugün yarın “Belki gelir” diyerek
Şu gediğe çıka çıka yoruldum

Coşkun çaylar gibi çağladım aktım
Hasret aşkı ile bağrımı yaktım
Her yolcu geldikçe yoluna çıktım
Oturup da kalka kalka yoruldum

Haberin bekledim uçan kuşlardan
Gözüm görmez oldu akan yaşlardan
Devranî der sorun kara taşlardan
Şu bağrıma çaka çaka yoruldum


Emlek Ozanları

Âşıklar diyarı Emlek köyleri
Agâhî Kemterî Veli’si vardır
“Mühür Gözlü”süyle ün yapan ozan
İzzet’i Özkan’ı Ali’si vardır

Veysel’in sesinden tabiat coşar
Sular dalgalanır bendinden taşar
Kara toprak ile ebedî yaşar
Âşıklar Serdar’ı ulusu vardır

Sabri sazı ile yurtları gezmiş
Bilim deryasında çırpınmış yüzmüş
Hüseyin’le Kamber gör neler yazmış
Aşkın badesinden dolusu vardır

Halkın dertlerini dile getiren
Gözünün yaşını sele getiren
Mecnun gibi Leyla’sını yitiren
Âşık Devran gibi delisi vardır


Bir Bir

Bu kutsal çabanın kutsal çağında
Halkın yarasını saralım bir bir
Namuslu insanlar yurdu yurdumda
Paslı zincirleri kıralım bir bir

Çıkar için bin palavra atarak
El sırtından kazanıp yan yatarak
Beşe alıp yirmi beşe satarak
Yoksulu soyana vuralım bir bir

Bir ulu ağaçsın budanmış dalın
Kirli gökyüzünü fırçalayalım
Yıkalım bu bendi parçalayalım
Yepyeni bir düzen kuralım bir bir

Kulak ver sözüme dinle gel beri
Her gün çalınmakta a1nının teri
Artık geldi çattı hesap günleri
İğneden ipliğe soralım bir bir

Paslı zincirleri bir bir kırınca
Yoksulu soyana bir bir vurunca
Yurdumda yeni bir düzen kurunca
Birlikte meyvesin derelim bir bir

Yeter artık bitsin kula kul olmak
Karanlık açlıktan sararıp solmak
Kendi sınıfına küfreden ahmak
Devranî gerçeği görelim bir bir


Aşk

Aşk insanı deli eder
Aşktan büyük bir şey yoktur
Aşk insanı Veli eder
Aşktan büyük bir şey yoktur

Aşktır insanı coşuran
Aşktır insanı pişiren
Aşktır insanı taşıran
Aşktan büyük bir şey yoktur

Aşk insana bir çiledir
Aşk insana bir yaradır
Aşk insana bir beladır
Aşktan büyük ‘bir şey yoktur

Aşk insanı hayran eder
Aşk insanı seyran eder
Aşk insanı Devran eder
Aşktan büyük bir şey yoktur


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Dertli


Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?

Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok, kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde?

Bolu ile Gerede arasında Yeniçağ bucağının Şahnalar köyünde 1772 yılında doğan Dertli, 1845 yılında Ankara'da ölmüştür Mezarı Gerede yakınlarında Esentepe'de dir Sonradan anayol üzerinde bir tür "Anıtmezar" yapılmıştır

Dertli'nin asıl adı İbrahim'dir Babası Ali adlı bir çiftçidir Dertli'nin babasının ölümünden sonra köyün Halil Ağası küçük yaşta babasız kalan Dertli'nin babadan kalma tarlasını, mallarını davarlarını elinden alır Dertli de, yakın köylerden birindeki akrabalarının yanına gitmek zorunda kalır

Sonraki yaşamı özetle şöyle: Üç yıl İstanbul'da, Konya'da , on yıl Mısır'da kalmış Sonra yine köyüne dönmüş evlenmiş İki oğlu olmuş Ama Dertli, birazda ozanlığının verdiği dürtülerle olsa gerek, alıştığı başı boş gezginciliğinin dürtüsüyle yine yollara düşmüş Orta Anadolu'da dolaşmış 1826'da İstanbul'a gitmiş, kısa süreli birkaç memurluk yapmış, sonra da Ankara'ya gitmiş, orada ölmüş

Dertli'nin ilk takma adı "Lütfi"dir Genellikle, kullandığı "Dertli" takma adının yaşamının güçlüklerinden geldiği söylenir, ama bir başka söylenti de bir sevi yüzünden kendisini usturayla öldürmeye kalkıştığı için "Dertli" adını aldığı yolundadır Dertli hem aruz, hem hece ölçülerini kullanmıştır Divanı vardır Ancak, asıl ününü, ozanlık değerini hece ölçüleriyle yazdığı şiirlerinde göstermiştir Bektaşi'dir Tekke ve Divan edebiyatım çok iyi bildiği anlaşılıyor Divan edebiyatım bilmesi, kent kültürüyle ilişki kurması Dertli'nin de dilinde, söyleyişinde bu kültürün izlerini bırakmıştır Dertli'nin Gevheri, Aşık Ömer, Fuzuli gibi ozanlardan etkilendiğini gösteren belirtileri bulma olanağı vardır

Çağının ünlü yaygın, kişiliği etkin birkaç ozanından biri olduğu kuşku götürmez Tek kitabı Dertli Divanı birkaç kez basıldı


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Dadaloğlu

Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir

19 yüzyılda yaşamış güney illerinin büyük şairi Dadaloğlu hakkında kesin bir bilgiye sahip değiliz Bu durum hemen bütün halk şairleri için böyledir Bunun sebebi saz şairlerinin çoğunun ümmi oluşu ve aydın zümrenin onlara önem vermemiş olmasıdır Bu yüzden yazılı belge bulmak çok güçtür Hele divan şairlerinden bahseden tezkerelerde halk şairlerinin adlarına rastlamak mümkün değildir Bunun için yaşadıkları zamanda hayatlarına dair bilgi vermeyen halk şairlerini incelemek zorlaşmaktadır Bu durumda rivayetler ve şiirleri ile yetinmek zorundayız

Dadaloğlu içinde durum aynıdır Her büyük şair için olduğu gibi güneyde her bölge onu kendine mal etmeye çalışmıştır Rivayetler birbirini tutmaz olur

Dadaloğlu toros dağlarında dolaşan göçebe Türkmen aşiretlerinin Avşar boyundandır Şiirlerinde ;

Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden iller bizimdir

Gibi mısralara rastlanmaktadır

Bu aşiretin gezdiği yerle Torosların Erzin, Payas, Adana, Kozan çevreleridir Türkülerinde onun hayalini görür gibi oluruz Bir elinde sazı bir elinde tüfeği tepeden tepeye koşarak aşiret erlerini savaşa teşvik ederek Osmanlıya hıncını haykırır

Kaypak Osmanlılar size aman mı
Biraz sonra :

Şahdan ferman türkmen ili göçünce
Daha da hey Osmanlıya aman mı

der Top gürültülerine karışan sazının tellerine dokunur Padişaha meydan okur

Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Diye haykırır Bunun gibi tarihi olaylarla ilgili türküleri çoktur

Dadaloğlu kavga olmadığı zamanlar bir tabiat ve aşk şairidir Her türlü güzelliğe vurgundur
Fakat asıl özelliği ve kudreti cenkler için yaptığı türkülerinde görülür Yaşadığı çevrenin tarihi olayları onu bir cenk şairi yapmıştır belki de en güzel eserleri dağlarda dövüşler arasında kaybolup gitmiştir

Dadaloğlu büyük bir halk şairidir Şiirlerinde kudretli bir sanat ifadesi görülür İlgilendiği olaylar dolayısıyla hem bir devrin tarihini hem de bir toplumun duyuş ve düşüncelerini yaşatmıştır Bu bakımdan Dadaloğlu edebiyatımızın dikkatle üzerinde durulmaya değer şairlerinden biridir en çok bilinen şiirlerinden bir tanesi avşar elleridir



Avşar Elleri

Kalktı göç eyledi avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eyler ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir

Belimizde kılıcımız kirmani
Taşı deler mızrağımın temreni
Hakkımızda Devlet Vermiş Fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir

Dadaloğlum yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice koç yiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
Ölürüz De Kömür Gözlüm Ölürüz

Ölürüz De Kömür Gözlüm Ölürüz
Dost Ağlasın Zalim Felek Utansın
Kıyamette Kavuşmak Var Biliriz
Dost Ağlasın Kahpe Felek Utansın

Bir Çıkmaza Girdi Bugün Yolumuz
Geçit Vermez Sağımızla Solumuz
Kalır Gayri Bizim Burda Olumuz
Mert Ağlasın Namert Olan Utansın

Avşar İli Yaylasına Göçmedik
Aşın Yeyip Sularını İçmedik
Tenhalarda Kendimizden Geçmedik
Can Ağlasın Hain Felek Utansın

Dadaloğluyum Yine Coştu Çağladı
Ak Üstüne Karaları Bağladı
Fırkat Odu Yüreciğim Dağladı
Ben Ölende Çapanoğlu Utansın


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Çekiç Ali

(Mahalli Sanatçı ve Kaynak Kişi)

Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali Hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde "Kırşehir'li Çekiç Ali namıyla anılan sanatçımız, aslen Kaman'ın Meşe köyünden ve asıl soyadı da Ersan'dır 1932 yılında doğan Çekiç Ali'ye, "çekiç" lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm ve aciliteden dolayı verilmiş Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan bu lakap o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali'nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuş

O yıllarda İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer Çekiç Ali'nin haklı itirazına ise, tam bir "şark kurnazlığı" üslubu ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek güya kendince sahtekarlığına bir kılıf uydurur Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında maruf ve meşhur olan Çekiç Ali ismini hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa hikayesi böyle

Tabi hikayenin özü, "Kırşehirli Çekiç Ali'yi Kırşehir türkü ve bozlaklarının usta sanatçısı" haline getiren o uzun, çileli ve yorucu hayatın ayrıntılarında gizli Şöyle yürek sızlatan bir saza sahip olmanın henüz hayal olduğu günlerde "tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı yıllardan itibaren bu hayat gerçekten o kadar yorucu ve sıkıntılarla doludur ki, Çekiç Ali'nin o hassas ve ince kalbi bütün bunlara öyle çok uzun bir süre dayanamayacak ve henüz otuz beş yaşında ilk ciddi uyarışını yapacaktır

Hacı Taşan'dan dört yıl sonra, Neşet Ertaş'tan ise dört yıl önce dünyaya gelen Çekiç Ali, 1973 yılının yazında Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalbinden ameliyat olur ve bu ameliyattan iki yıl sonra geçirdiği beyin felci onu aramızdan ayırır Bir sanatçı için henüz olgunluk döneminin başları sayılabilecek kırk bir yaşında 13 Eylül 1973'de hayata gözlerini yuman Çekiç Ali, kıvrak, atak sazı; içli ve yanık sesi ile söylediği türkülerle elbette gönlümüzde yaşamaya devam edecektir Bu kadar kısa bir hayata bunca türküyü, bozlağı sığdırmak bir tarafa, ancak ayda yılda bir, bir kaç türküsünün yayınlandığı devlet radyosu ve belli sayıda basılmış 45'likler dışında hiç bir imkanın olmadığı yıllarda "meşhur ve usta sanatçı Çekiç Ali" olarak isim yapmak pek de kolay olmasa gerek

Çekiç Ali, bu seriden daha önce yayınlanan Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan ustaların albüm metinlerinde de söylediğimiz gibi, ekmeğini yöre düğünlerinde saz çalıp türkü söyleyerek kazanan abdal aşiretine mensup bir sanatçı olarak, Orta Anadolu abdal müziği geleneğinin önemli halkalarından birini teşkil eder Bu, Muharrem Ertaş Okulu'nun Hacı Taşan'la birlikte en yetkin temsilcisi sıfatıyla Çekiç Ali'ye haklı bir ün kazandırır

Gerçi Çekiç Ali'nin, bir Hacı Taşan gibi Muharrem Usta'nın dizinin dibine oturarak birlikte bozlaklar, türküler meşk etmişliği, birlikte düğün dernek kurmuşluğu yok ama, 1980'li yıllara kadar, "yaşayan en büyük Abdal"sıfatıyla Muharrem Usta'nın manen tesirinde kalmamış, onun çalıp söylediğinden etkilenmemiş aşiret mensubu sanatçı bulmak hemen hemen imkansız Ayrıca bir akrabalık da söz konusu ve Muharrem Ertaş, Çekiç Ali'nin eşi Fatma Hanımın dayısı Muharrem Ertaş, "ustaların ustası" diyebileceğimiz Yusuf Usta ve dayısı Bulduk Usta'dan tevarüs ettiği geleneğin o kadar güçlü bir temsilcisidir ki gah bir silah gibi patlayan, gah bir gök gürlemesi gibi uğuldayan o parlak ve tiz sesini dinleyip de etkisinde kalmamak elbette mümkün değil

Çekiç Ali de, her gerçek sanatçıda gördüğümüz gibi, bu etkiyi kendi iç dünyasında yoğurarak kişisel zevk ve üslup süzgecinden geçirmiş ve ustasını taklit etmeyen, ama ondan aldığı ilhamla yeni bir zevk ve güzellik peşinde olan bir sanatçı portresi ortaya koymuştur Bu portre oldukça başarılı ve pek çok yönden de orijinal bir sentezdir aynı zamanda

Çekiç Ali'nin sanatının, başta Muharrem Usta olmak üzere, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'la olan benzerlik ve farklılıklarının neler olduğuna da kısaca değinmekte fayda var Zira uzaktan ve genel bir bakışla birbirlerine çok benzer gibi görünen bu sanatçıların bu sanatçıların birbirleriyle olan benzerlikleri ve farklılıkları aslında oldukça önemli ve/ fakat uzun bir bahistir Önemlidir; çünkü bizde müzik, özellikle halk müziği alanında, bu anlamda bir üslup tahlili bugüne kadar yapılmadığı için, farklılıklar, nüanslar ve incelikler üzerine kurulu bir sanat olan müziği gerçek boyutları ile kavramakta zorlanıyoruz

Muharrem Ertaş, Hacı Taşan ve Neşet Ertaş'ta ayrı ayrı karşımıza çıkan bazı özelliklerin belli ölçülerde Çekiç Ali'de bir arada bulunduğunu görüyoruz Onda bir Muharrem Ustadaki heybeti, Hacı Taşan'daki sanatsal derinliği ve Neşet Ertaş'daki yaratıcı yeteneği bekli bulamayabiliriz, fakat Çekiç Ali'yi farklı ve kendine has kılan özelliklerine baktığımızda şunları görürüz : Onun sesi, kelimenin tam anlamıyla lirik, duygulu ve yanık bir sestir Çok yumuşak bir gırtlağı vardır ve yöre müzisyenlerinin hepsinde karşımıza çıkan ses çarpmaları, orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, kelimenin telaffuz ve vurgularındaki hususilik Çekiç Ali'de en rafine şekliyle karşımız çıkar

Fakat onun asıl orijinal yönü, saz çalma teknik ve üslubunda kendini gösterir Çekiç Ali'nin sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler duyarız ve teller üzerindeki parmakların ve tezenenin kelebekler gibi uçuştuğunu hissederiz Çekiç Ali'nin 1960'lı yıllarda, Bayram Aracı ile birlikte son derece seri ve hızlı bağlama çalmayı yaygınlaştıran sanatçılardan biri olduğunu da söyleyelim Bu tavır ve edanın özellikle oğlu Aydın Çekiç'te devam ettiğini görüyoruz Aydın Çekiç, sesi ve bağlaması ile Kırşehir yöresi türkü ve havalarının günümüzdeki başarılı icracılarından biri olarak sanatını sürdürmektedir

Çekiç Ali de, ustası Muharrem Ertaş, arkadaşı merhum Hacı Taşan ve üstad Neşet Ertaş gibi çok küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek meslekte kendini yetiştirmiştir Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk olarak Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylüyor Yöresel tabirle düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için yegane meslek, meşguliyet ve aynı zamanda da iyi bir rızık kapısı olduğunu söyleyelim

Düğün çalmanın dışında, yöre folklorik oyunları ve müzikleriyle de ilgilenen Çekiç Ali'nin 1969 yılında İstanbul'da düzenlenen ulusal bir yarışmada ekibine kazandırdığı bir de birincilik var Özel bir bankanın düzenlediği 9Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir halk oyunları ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardır ve birinciliği Kırşehir ekibi kazanır Bu başarıda şüphesiz Kırşehir halay ve oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla icra eden Çekiç Ali'nin bireysel katkısını göz ardı etmemek gerek

Çekiç Ali, mektep medrese görmemiş, doğuştan getirdiği Allah vergisi sanatçılık yeteneğini uygun şartlarda ve ortamlarda geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağına mensup bir sanatçıdır Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıdını, oyununu, eğlencesini dile getirmiştir Bunu da sanat yapmak için değil, çalıp okumayı tabii bir hayat tarzı olarak benimsediği için yapmıştır Tabiilik (doğallık) ve kendiliğindenlik (spontane), Çekiç Ali'nin üslubunun en belirgin iki özelliği sayılabilir

Çekiç Ali'nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder Başta Muharrem Usta olmak üzere Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir'in Gülleri Biter, Acem Kızı vb) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atar

Sazını sesine, sesini de sazına öylesine yakınlaştırır ki, sazla sesin birlikteliği ve iç içeliği oldukça etkileyici bir müzik dili ortaya çıkarır Söyler gibi çalan, çalar gibi söyleyen bir üslup Çekiç Ali bağlamayı Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan'dan biraz farklı bir stilde ve karar sesini klavyedeki ikinci oktav "re perdesi" ne taşıyarak çalar Muharrem Ertaş'ın sürekli, Hacı Taşan'ın ise zaman zaman yaptığı boş alt teli (la perdesi) karar sesi kabul eden icra şekli yerine " re üzeri" icrayı tercih etmiştir Neşet Ertaş'ın da -daha çok Bayram Aracı'dan hareketle- bu tarzı benimsemesi ile, "bozuk düzen bağlama" da (la-re-sol) "re üzeri" icra büyük bir yaygınlık kazanır Yöre tavrının icrasına ve acilite göstermeye daha uygun gelebilecek bu tarz, aslında sanatçıya sunduğu ses alanı itibariyle öbürüne göre daha sınırlı imkanlara sahip olmasına rağmen, bugün yöre sanatçılarının bu tarz icrayı benimsemiş durumdalar

Çekiç Ali'nin repertuarının önemli ölçüde anonim türkü ve ağıtlardan oluştuğunu görüyoruz Sözleri kendisine ait hemen hemen hiçbir türküsü olmadığı gibi, kendisinin "havalandırdığı / müziklendirdiği" bir eseri de yoktur bilindiği kadarı ile Bu tesbitin Muharrem Ertaş ve Hacı Taşan için de geçerli olduğunu söyleyelim Aslında Neşet Ertaş bu alanda da bir çığır açarak klasik türkü ve bozlak formunda sayısız eserin söz ve müziklerine imza atmış bir sanatçıdır

Çekiç Ali'nin okuduğu türkülerin bazıları (Acem Kızı, Aziziye gibi) yöre müzik kültürünün ağırlıklı karakteristik ezgileri olmakla beraber, çoğu da oyun türküleri ve oyun havalarından oluşmakta Ağıtlar ise, yörede yaşanmış acılı, trajik olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerin yanı sıra, en çok da Toklumenli Aşık Said'in (1835-1910) ve Aşık Said'in oğlu Aşık Seyfullah'ın (1896-1968) şiirleri üzerine söylenmiş ağıt / bozlaklardan ibaret Kızılırmak, Doğar Yaz Ayları, Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele vb bozlaklar bunlardan bazıları

Muharrem Ertaş Okulu'nun üç önemli isimlerinden biri olan rahmetli Çekiç Ali'yi de böylesine derli toplu bir şekilde ilk defa müzik kamuoyuna takdim eden elinizdeki bu albüm ile, elbette başta büyük usta Muharrem Ertaş olmak üzere, "bozlak" geleneğinin çağımızdaki üç büyük ustasını ( Hacı Taşan, Çekiç Ali ve Neşet Ertaş) tüm Türk ve dünya müzikoloji ve etnomüzikoloji çevrelerine tanıtmış bulunuyoruz Yalnız bir noktayı önemle vurgulamak isterim: Geleneksel kapalı toplum yapılarını mümkün olduğunca korumaya çalışarak herkesle dost ve kardeşce yaşamayı sürdüren ülkemizin çeşitli yörelerindeki abdal aşiretleri, müzik itibariyle öyle zengin bir potansiyele sahipler ki bu zenginliğin ülke müzik ve kültür birikimine mutlaka dahil edilmesi gerekiyor

Bu sanatçılar, Orta Asya kökenli ozanlık / bahşılık geleneğinin -Anadolu topraklarındaki tarihi, sosyal ve kültürel ilişkilerin şekillendirdiği yeni tarz ve üsluplarıyla- çağımızdaki en özgün temsilcisidir aynı zamanda

Bu ekolü günümüzde amatör ya da profesyonel olarak sürdüren o kadar çok sanatçı var ki, isimlerini altalta sıralamak bile sayfalar tutabilir Tabi bu sanatçılardan yarınlara kimler kalacaktır, şimdiden söylemek mümkün değil Ancak şu kadarını söyleyelim ; bu öylesine gür ve gümrah bir damar ki, her geçen gün biraz daha gelişip serpilerek Anadolu Türk Müzik Kültürü içindeki ağırlıklı yerini korumaya devam etmektedir Elbette değişen ve artan dozlarda yozlaşmayı, dejenerasyonu ve başkalaşmayı da bünyesinde taşıyarak





Kaynaklık ettiği türkülerden bazıları:
Acem Gızı, İrafa Koydum Narı, Topak Daşın Kenarı, Çorabın Enine Bak, Yarin Yaylasına Seyrana Vardım



Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Ceylani

Yarım sensin güzel, yarı da benim
Firar etti aklım duy beni beni
Beden senin için, senindir canım
Aşıktan deliden say beni beni

Senden ayrı durmak zulüm çektirir
Dert bağıma bir bir fidan diktirir
Aklıma geldikçe yaşlar döktürür
Ceylani perişan vay beni beni

Ceylani'nin asıl adı Bülent Ceylan'dır Mahlasını soyadından almıştır Ceylani 18 Eylül 1974 yılında Sivas'ın Gemerek İlçesi'nin Çepni Kasabası'nda doğdu Aynı ilçenin Bulhasan Köyü'ndendir Burası Emlek Yöresi köylerindendir Babası Bekir, annesi Rukiye'dir Babası öğretmen ve uzun yıllardır yurtdışında çalışmaktadır

Küçük yaşlarda Kayseri'ye taşındı İlk-orta ve lise öğrenimini Kayseri'de tamamladıktan sonra Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazandı ve Sivas'ta öğrenimine başladı Okul bitirince doktor olarak görevine başladı

Bağlamaya ilkokul yıllarında merak saldı Babası ona bir bağlama aldı ve kendi kendine öğrenmeye başladı Belli bir kimseden eğitim almadı Çevre köylerindeki ve eski ilçeleri olan Şarkışla'daki aşıkların sözlerinden etkilendi Gerek babasının Aşık Veysel, Ali İzzet, Sefil Selimi ile sohbetlerini anlatması, gerekse türkülerini çalıp söylemesi ondaki isteği daha da artırdı Şiir yazmaya lise yıllarında merak saldı İlk yıllarda şiirlerini başkalarının mahlasını kullanarak okudu Şiirleri ve besteleri bulunmaktadır Emlek Yöresi aşıklarının özelliği olan irticalen çalıp-söyleme geleneğini sürdürmektedir Tek ayak şiirlerden ziyade çift ayak şiirlere sıklıkla yer vermiştir Yine kelime başı kafiyeli şiirleri bulunmaktadır



Eserlerinden bazıları:
ÖZLEM

Yarım sensin güzel, yarı da benim
Firar etti aklım duy beni beni
Beden senin için, senindir canım
Aşıktan deliden say beni beni

Türkün türküm olmuş dudakta dilde
Kavuşmaz yaraymış aşk olan kulda
Mızrabım perişan dermansız elde
Aşkın hançeriyle oy beni beni

Sohbetin balmıdır, ağzın dürümü
Çayların suları senden duru mu
Yoluna koymuşum garip serimi
Zülfikar elinde kıy beni beni

Adın özlem midir bilmem sılamı
Çok yeldim peşinden buldum belamı
Hayalin gönlümde dilde kelamı
Gençlik ömrüm gitti zay beni beni

Bazı tok gezelim bazı bazı aç
Sende bizden doldur sen de bizden iç
Sanma yaralayan okundaki uç
Gözün üstündeki yay beni beni

Senden ayrı durmak zulüm çektirir
Dert bağıma bir bir fidan diktirir
Aklıma geldikçe yaşlar döktürür
Ceylani perişan vay beni beni


CAFER AĞA

Öküzü hayli zorlamış
Geriyon mu Cafer Ağa
Sırtında gönü kalmamış
Görüyon mu Cafer Ağa

Akdağ'da nacak yaptırır
Nakış koymayıp döktürür
Gelinlere kök söktürür
Yoruyon mu Cafer Ağa

Alekse'li Abdal Kekeç
Kağnısına diker dikeç
Ormancı geliyor ha kaç
Duruyon mu Cafer Ağa

Sakar kıratın varıdı
Yılkıda kurtlar yer idi
Hem kırıdı hem dorudu
Yürüyon mu Cafer Ağa

Kâbe görmezden ezeli
Çokça severdi güzeli
Şarap sofrası düzeli
Vuruyon mu Cafer Ağa

Hafiye dokudu bezi
Üzerine yazdı yazı
Namaz da kılardı bazı
Seriyon mu Cafer Ağa

Hac'a gitmişti bir sefer
Adı oldu Hacı Cafer
Aha sana tam bir nefer
Arıyon mu Cafer Ağa

Dedem idi kendileri
Sevmez bey-efendileri
İmam olup kandıralı
Eriyon mu Cafer Ağa

Ahirette huzur bulsun
Bu hasretlik bende kalsın
Yerin Cennet mekan olsun
Varıyon mu Cafer Ağa

Beni saymazdın toruna
Daha göremem yarına
Ceylani 'yi sen bağrına
Sarıyon mu Cafer Ağa


AŞIKLIK

Aşıklık sevdadır gönülden gelir
Tekerleme ile aşık olunmaz
Aşığın bağrında bir ateş durur
Döküp söndürecek ırmak bulunmaz

Türküsü gazeli güzele amma
Bedenden dışarda gezene sanma
Bal vermez her çiçek her dala konma
Çayırdan çimenden şerbet solunmaz

Dereler ırmaklar akmaz boşuna
İnceden kar yağar aşık başına
Doldurup mavzeri sıksan döşüne
Elenir sinesi yine bölünmez

Ceylani duy beni sözümü dinle
Dinlediğin sözü iyice anla
Sazını teslim et kendi elinle
Aşık olmayanın sazı alınmaz


AĞAMA

Büyük ağam sıra bizde mi şimdi
Şimdi kullar nerde sen nerde kaldın
Azaldı malların biraz aşındı
Şimdi mallar nerde sen nerde kaldın

Balınan yağınan besleniyordun
Ben ağayım deyin sesleniyordun
Ala karlı dağa yaslanıyordun
Şimdi hallar nerde sen nerde kaldın

Taş çektirdin atlarınan yoluna
Faydan yoktur emrindeki kuluna
Hep asıldın köyündeki duluna
Şimdi dullar nerde sen nerde kaldın

Seçimde oy için gelirler ilden
Hiçbir sual soran olur mu kuldan
Eller ne görünür ne bilir haldan
Şimdi eller nerde sen nerde kaldın

Bir torba un verdin oy aldın gittin
Aldığın oyları söyle ne ettin
Vatanı milleti kimlere sattın
Şimdi keller nerde sen nerde kaldın

Ceylani sen gayri sus biraz uslan
Yaşın kemal oldu ardına yaslan
Eskinin itleri olmuşlar aslan
Şimdi yallar nerde sen nerde kaldın


SİVAS

Zalım idin, soğuk idin, kış idin
Dağlarında gezdim yorgunum biraz
Çok ağladım, çok dolandım üşüdüm
Seni unutmadım dargınım biraz

Nerenden vuruldun nedir bu akan
Kızıldağ'dan coşmuş besbelli ki kan
Ateşlere düşsün bağrını yakan
Bir bulut başımda durgunum biraz

Al'İzzet-Veysel'i, Hüseyin Selim
Aşıkların vardı kimden bu zulüm
Başına hal geldi sağ olan kulun
Daha ne gelecek gerginim biraz

Ceylani topraktan kaynayıp çıkar
İnceden öz olur ırmağa akar
Filize fidana suyunu döker
Binleri büyütür gürgünüm birazBABAMA

Gurbette hasretlik çökmüş üstüme
Gözlerim ağlıyor elim ağlıyor
Söylemem eşime yakın dostuma
Sözlerim ağlıyor dilim ağlıyor

Hallarımı bilen kullar sayılı
Dertleri sorarsan bir bir kayılı
Ayaklar nasırlı eller soyulu
Dizlerim ağlıyor belim ağlıyor

Memleketten haber veren bulunmaz
Dönmek istesen de sıran bulunmaz
Yaram göz göz oldu saran bulunmaz
Bezlerim ağlıyor zulüm ağlıyor

Özledim köydeki isli ocağı
Harmanda ekinde yazın sıcağı
Baharda navruzu börtü böceği
Yazlarım ağlıyor gülüm ağlıyor

Çağır küçük kızı saçını tara
Oğlanın dizleri hep yara bere
Gelip de bizleri görsen bir kere
Kızlarım ağlıyor oğlum ağlıyor

Ceylaniyim şimdi dokunur tele
Söyleyip türküsün savurur yele
Duyarsa sevdiğim çok selam ola
Sazlarım ağlıyor telim ağlıyor


GEL GECE GECE

Dün gece bir güzel gördüm düşümde
Savurmuş saçları gezer dolaşır
İncidir dişleri her gülüşünde
Gerçek mi yalan mı aklım karışır

Uyanıp kalkınca yanımda olsa
Düşüme değil de koynuma gelse
Biraz cilvelenip yüzüme gülse
Sevincim göklere arşa ulaşır

Gözüm yolda artık dedim bilesin
Düşüme de olsa gene gelesin
Ceylani'yi zaman gelip bulasın
Güzele sözünde durmak yaraşır


YOKLUK YOLU

Yaylamızın yolu cılgadır bizim
Yürürüz yürürüz uzar gideriz
Tek durak yerimiz gölgedir bizim
Yürürüz yürürüz tezer gideriz

Toprak dam tabanda yok bile hasır
Odundan gelenin elleri nasır
Böyle mi geçecek bu koca asır
Yürürüz yürürüz bezer gideriz

Erkenden uyun da erken uyanın
Azığı çok koyun yolda dayanın
İz geçer altından büyük kayanın
Yürürüz yürürüz ezer gideriz

Öğlende avratlar sağın davarı
Malların önüne dökün zavarı
Sütüme dökülen toprak duvarı
Yürürüz yürürüz süzer gideriz

Yayığa doldurup çıkarın yağı
Yerlere sağılır sütlerin çoğu
Tuluğun içinde yirminci çağı
Yürürüz yürürüz gezer gideriz

Dağlarım perişan dağlarım fakir
Kimimiz çobandır kimimiz okur
Bir ayak düzlükde öteki çukur
Yürürüz yürürüz kızar gideriz

Ceylanim dertlerim saymakla bitmez
Yaylanın yolları aklımdan gitmez
Toprak dam altında her adam yatmaz
Yürürüz yürürüz tozar gideriz


GİDİŞİME

Yine yol göründü benim serime
Alışmak da yorulmak da şart oldu
Sizler sürün sefasını yerime
Ulaşmak da sorulmak da dert oldu

Doyamadım toprağımda taşımda
Binbir çile türlü bela başımda
Jandarmalar karakollar peşimde
Gurbeteller garibana yurt oldu

Adalet gantarı sallıyor burda
Teslim mi köşeler canavar kurda
Yoksullar yurdunda çalışanlarda
Çakallar çukallar şimdi mert oldu

Sözümde yalan yok çarkımız bozuk
Türküye dökülür bağrımız ezik
Ceylanim ağlatma gene de yazık
Feleğin tokatı bize sert oldu


BİZİM ORA

Kafa bitli sırt hep açık
Saç kirini kil götürür
Dam delinmiş ahır uçuk
Bu nasıl bir hal götürür

Efendiler köyden gelir
Üçbeş gün yaylada kalır
Biraz bulgur yağdan alır
Bazısı da bal götürür

Dünya döner amma gitmez
Çekilen çileler bitmez
Satsan onbeş para etmez
Buğdayı da el götürür

Kaldık yalnız yalın ayak
Hava soğuk ateş kayak
Kötülüğe boyun eğek
Yazılanı kul götürür

Kızılırmak buzlu gene
Cana kıyıyor her sene
Biri ağlar yana yana
Birini de sel götürür

Düğün tezgah at koşulur
Aşılmaz dağlar aşılır
Yüksekten engin düşülür
Fakir olan dul götürür

Ceylani'yim nedir çilem
Gözüm yaşı olda silem
Sen de gitme ben de kalam
Ömürü de yel götürür


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




CEVRİ (Nejat Birdoğan)


Hey erenler pazarım var
Hal ehline hal satarım
Terazim, tartım bulunmaz
Doyumuna bal satarım
Ben sarrafım inci düzdüm
Gevher denizinde yüzdüm
Akıl süzgecinden süzdüm
Cevri aklı kul satarım

Bir Alevi-Bektaşi ozanı olan Cevri'nin asıl adı Nejat Birdoğan'dır 1934 Kars doğumludur Alevilik-Bektaşilik üzerine yaptığı esaslı araştırmaları ile tanındı Halk eğitimcisi olarak öğretmenlik yaptı Kültür Bakanlığında çalıştı Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik (1990), Anadolu ve Balkanlarda Alevi Yerleşmesi (1992), Şah İsmail Hatai (1991), Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı (1995), Samahlar (1982) Türkülerimiz (1987) gibi incelemeleri, Gülizar-ı Haseneyn (1985), Çelebi Cemalettin Efendinin Savunması (1994), İttihat ve Terakkinin Alevilik-Bektaşilik Araştırması (Baha Sait Bey) (1994); Hasan Dede Kasabası ve Hasan Dede (1992) gibi araştırmaları mevcuttur

Sayın Birdoğan'ın derinlemesine, değerli, ciddi, titiz araştırmalarının yanı sıra Cevri mahlasıyla halk şiiri tarzında yazdığı şiirlerinde de bu tarzın usta bir ozanı olduğu gerçek Akıcı ve duru bir dili var Andığımız yapıtlarının bazılarında yer alan şiirlerini sunuyoruz 3 Mayıs 2001 tarihinde aramızdan ayrıldı



Eserlerinden bazıları:


1
Buyursun gönül köşküne,
Viran ile yeksan olan,
Yer alsın Ali aşkına,
Mihman olan, mihman olan

Bu bağ kendi evi iken,
Dal meyvesi sevi iken,
Hey! Bir damla sıvı iken,
Umman olan, umman olan

Hele devran, yık bendini,
Çöz boynundan kemendini,
Bil kendini, bil kendini,
İnsan olan, insan olan

Meyil verme pul, paraya,
Yaklaşma sırça saraya,
Yaklaşma sırça saraya,
Derman olan, derman olan

Yön ver de aşkın atına,
Var ulaş kamil katına,
Girip Cevri sıfatına
Rabbisine sultan olan


2
Kısmetinden alan alsın,
Dost! Bu, Ali sofrasıdır
Kul hakkını bilen alsın,
Dost! Bu, Ali sofrasıdır

Suyumuz var, tuzumuz var,
Kurbanlık koç kuzumuz var,
Başta, sonda sözümüz var,
Dost! Bu, Ali sofrasıdır

Bu gider yenisi gelir,
Boş gider ganisi gelir,
Hak emek sinisi gelir,
Dost! Bu, Ali sofrasıdır

Biz, Hak içün dervişleriz,
Hak lokması yemişleriz,
Hak içün emek işleriz,
Dost! Bu, Ali sofrasıdır

Cevri Kul'u ettik feda,
Kıldık borcumuzu eda,
Burda birdir bayla geda,
Çün bu, Ali sofrasıdır


3
Gizlenir ozan ahında,
Yer altında türküler var
Deyişinde, samahında,
Zar altında türküler var

Umut kuzu aşık güden,
Bir umuttur dosta giden,
Dayan bre körpe fidan,
Kar altında türküler var

Zincirlendikçe yayılan,
Yedi iklimde duyulan,
Bir kesilen bin sayılan,
Nar altında türküler var

Hak balına tuz katıldı,
Gövde n'etsin, baş satıldı,
Yiğite ilmek atıldı,
Dar altında türküler var

Cevri, sıkıntıdan yeniler,
Bu günü dünden günüler,
Devran dolabı iniler,
Var, altında türküler var
4
Hey erenler pazarım var
Söz : Nejat Birdoğan
Müzik : Musa Eroğlu

Hey erenler pazarım var
Hal ehline hal satarım
Terazim, tartım bulunmaz
Doyumuna bal satarım

Tezgah üstü söz söylerim
Sözümü gülle peylerim
Hasmı sitemi neylerim
Ben dikensiz gül satarım

Erenler bir pazar kurdum
Hak hak dedim döndüm durdum
Aşkın mühürünü vurdum
Dost zarfına pul satarım

Ben sarrafım inci düzdüm
Gevher denizinde yüzdüm
Akıl süzgecinden süzdüm
Cevri aklı kul satarım

5
Bana Hakkı soran oğul,
Haber al aşık sazından,
Göğsü peygamber ağacı,
Kılıfı Ali bezinden

Elif, Hakk'a nişan sapı,
O gerçeğe açar kapı,
Eşikten başlayan yapı,
Sarı turna avazından

Şah perdeye basan parmak
Niyaz eyler Hakk'a varmak,
Ezgi olup akan ırmak
Hak imamlar düvazından

Sancılar dolunca cim'e,
Baş eğerek gelir cem'e
Elbette sarılır dem'e
Acısı canan nazından

Sıtk ile daya bağrına
Derman yetirir ağrına
O mahbubun diyarına
Hisse götürür sızından

Cevri, bunda dilli Kur'an
Hem erkanlı yollu Kur'an
Elimizde telli Kur'an
Yürürüz Hakk'ın izinde

6
Hey erenler! Medet, mürvet,
Cüda düştüm samahından,
Elim yerde, özüm darda
Sıyır beni günahından

Sakındım "ben"den kendimi,
Elest'ten aldım fendimi,
Kuşanmışam tığbendimi,
Güzel "erenler Şahı"ndan

Ben bendeki "ben"i yıktım,
Birliğin köşküne çıktım,
Gönül çerağını yaktım,
Işık geldi penahından

Buldunsa dünya hasını,
Kibir kılma libasını,
Nice zalim cezasını
Çeker mazlumun ahındın

Namazımız kılır elbet,
Dermanımız bulur elbet,
Umut kuşu gelir elbet,
O Düldürün sipahından

Taşım bir harcım on iki,
Yüküm bir, hurcum on iki,
Kalem bir, burcum on iki,
Cevri, gönül dergahından


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




Celal GÜZELSES

Esas ismi Mehmet Celalettin olan Celal Güzelses'in Babası Derviş hasanın vefatı ile Annesi Latife Hanım tarafından mahalle mektebine verilir Birinci Dünya savaşı yıllarında Rüştiyenin lav edilmesi ile öğrenimini tamamlayamaz Okula giderken 1913'ten 1921'e kadar Ulu Cami'deki müezinlik görevini devam ettirir

1931 yılında Karındaş Mahmut'un Diyarbakır şivesini taklit ederek doldurduğu plak halktan oldukça tepki alır Celal Güzelses bu plağı olan tepkisini dile getirerek İstanbul'a plak doldurmaya gider

Celal Güzelses Bayandırlık bakanı Feyzi Pirinççioğlu'nun ısrarıyla 1917'de bir tesadüf sonucu tanıştığı Mustafa Kemal Paşadan "Şark Bülbülü" ünvanını alır 1934 yılında soyadı kanunun kabulu ile soyadını sesinin güzel oluşundan alır

Celal Güzelses 22 haziran 1943 tarihinde Diyarbakır halk musiki cemiyetini bir kaç arkadaşı ile birlikte kurar 1950'de cemiyete yapılan resmi ödenekler ve belediye yardımlarının kesilmesi üzerine cemiyetten ayrılır 1956 yılında kendisinden ayrılan arkadaşlarının yıldız kulubünde toplanmasıyla Celal Güzelses sarsılır Ulu cami baş müezzinliği için vilayete başvuruda bulunur Bu görevi 1956 yılından vefatına kadar (1 Şubat 1959) devam eder

Vefatına Diyarbakır halkı çok üzülür Naaşı Ulu Camii'den eller üzerinde ilahi ve tekbirlerle Şeyhi Zeki Efendi'nin metfun bulunduğu kabrinin alt kısmına vasiyeti üzerine defnedilir


Celal Güzelses'den yaklaşık olarak 46 türkü derlenmiştir Derlenen bazı türküler:
Ağlama Yar Ağlama, Bülbülün Kanadı Sarı, Dağlar Dağımdır Benim, Esmerin Ağı Gerek, Mardin Kapı Şen Olur, Nare Esvap Yıkıyor, Vallahi O Yardir




Ağlama Yar Ağlama

Ağlama Yar Ağlama Anam
Mavi Yazma Bağlama
Mavi Yazma Tez Solar Anam
Yüreğimi Dağlama

Elmada Al Olaydın Anam
Selvide Dal Olaydın
Bana Göre Yar Mı Yok Anam
İstedim Sen Olaydın

Elma Al Olanda Gel Anam
Ayva Nar Olanda Gel
Hasta Düştüm Gelmedin Anam
Bari Can Verende Gel

Bugün Ayın Üçüdür Anam
Girme Bostan İçidir
Dudakların Bal Kaymak Anam
Dilin Badem İçidir Bülbülün Kanadı Sarı

Bülbülün kanadı sarı
Ben ağlarım zârı zârı
Elimden aldılar yarı

Garip garip ötme bülbül
Benim derdim bana yeter
Bir dahi sen katma bülbül

Bülbülün kanadı beyaz
Gece bulut gündüz ayaz
Al kalemi derdimi yaz

Garip garip ötme bülbül
Benim derdim bana yeter
Bir dahi sen katma bülbül

Bülbülün kanadı buhur
Gece yazar gündüz okur
Yolcu ise ola oğur

Garip garip ötme bülbül
Benim derdim bana yeter
Bir dahi sen katma bülbül


Alıntı Yaparak Cevapla

Ozanlarımız (B-C-D-E)

Eski 06-24-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ozanlarımız (B-C-D-E)




BAYBURTLU ZİHNİ

Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

Bayburtlu Zihni'nin doğum yılı kesin olarak bilinmiyor ama şiirlerinde kendinden söz ederken verdiği bilgilerden çıkarılan sonuca göre 1798-1799 yıllarında doğmuştur Babasının adı Osman'dır

Öğrenimini Erzurum ve Trabzon medreselerinde yapan 1816-17 yıllarında İstanbul'a gelerek Mustafa Reşit Paşa ile yakınlık kurar ve Divan-ı Hümayun kalemine girer Bir süre İstanbul'da kaldıktan sonra yurduna dönen ozan, Türk-Rus savaşı ile, bu savaş sonunda yurdunun Rus işgali altına girmesinin (1828) bütün acılarını yaşar İşgalden sonra Bayburt'tan ayrılır, işgal kaldırılınca yurduna döner

Bir süre sonra Hacc'a, oradan da Mısır'a giden ozan 1840 yılına doğru İstanbul'a gelirse de burada pek kalmaz, çeşitli görevler alarak dolaşır: Donanma ile Akka'ya gider; Hopa, Karaağaç, Ünye, Erzurum, Erzincan vbyerlerde dolaşır

Zihni, her gittiği yerde taşlanacak birini buluyordu: Kaym­akam, kadı, ağa vb Bu yüzden de yerden yere vuruluyordu

Elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon'a geldi ve burada hastalandı Bu sırada yurt hasretiyle yanan Zihni, Bayburt'a doğru yola çıkar,Trabzon yakınlarında Holasan köyünde ölür (1859)

Divanı ile, başından geçen olayları anlatan Sergüzeşt-Name adlı eseri bulunan Zihni, daha çok divan şairi olmak kaygısı güderdi Ama adını yine sayılan az olan, hece ile söylemiş koşmaları ile destanları yaşatmaktadır Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır Usta bir taşlamacı (hicivci) olan ozan, bu tür eserlerinde yer yer açık saçık ve kaba küfürlere de baş vurur



Koşma
Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı

Kangı dağda bulsam ben o merali
Kangı yerde görsem çeşm-i gazal
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı

Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı

Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı





Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.