Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Tarih / Coğrafya

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
ordusu, osmanlı

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Sekban-ı Cedid



Sekban-ı Cedid (29 Eylül 1808-18 Kasım 1808) II Mahmut tarafından daha önceki Nizam-ı Cedid ordusu model alınarak kurulmuş kısa ömürlü bir Osmanlı ordusudur
Rusçuk ayânı Alemdar Mustafa Paşa İstanbul'a ordusuyla yürüyerek IV Mustafa'yı tahtan indirdi ve yerine II Mahmut'u tahta geçirdi (28 Temmuz 1808) II Mahmut, Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazam yaptı Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazam olduktan sonra yaptığı ilk işlerden biri devletin ileri gelenleriyle büyük bir toplantı yapmak oldu Bu toplantıda alınan kararlar Sened-i İttifak adı verilen bir belgede derlendi Bu belge ile ayanlar, hükumet emirlerini dinleyeceklerine söz verdiler Nizam-ı Cedid ordusu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kuruldu O zamanki Karaman valisi Kadı Abdurrahman Paşa bu yeni ordunun başına geçti


Tahttan indirilen IV Mustafa ve adamları bu gelişmelerden hoşnut değillerdi 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdar Mustafa Paşa'nın konağını bastılar Gelecek yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrazam, damı delmekte olan yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyle intihar etti Ayaklananlar II Mahmut'u tahttan indirmek için saraya saldırdılar Kadı Abdurrahman Paşa Sekban-ı Cedid askerleriyle Topkapı Sarayı'nı savundu Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Kadı Abdurrahman Paşa, 3000'den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti Ama yeniçeriler üstünlük sağladılar Sultan II Mahmut 18 Kasım 1808 tarihinde Sekban-ı Cedid'i dağıtmak zorunda kaldı Kadı Abdurrahman Paşa Anadolu'ya kaçtı ama hakkında çıkan ferman gereği idam edildi


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Duraklama Döneminde Osmanlı Ordusu




Duraklama Döneminde Osmanlı Ordusu, (1566-1699); Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni devam etmekte idi
Duraklama Döneminde artık ihtiyaç kalmayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler kaldırılmıştır Kapıkullarının toplam mevcudu; 1470'lerde 13000, timarlı sipahi 60000; 1526'da kapıkulu 24000, timarlı sipahi 80000 olduğu halde, 1610'larda kapıkulu 40000'e çıkmış, timarlı sipahi sayısı 20000'e düşmüştür Sonuç olarak, tımar sisteminin bozulmasının en olumsuz tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır
1593-1606 Avusturya harplerinde tımarlıların yerine mecburiyet sebebiyle Sekban ve Tüfenkçilerin sayılarının fazlalaştırılması tımar sistemiin bozulmasına aynı zamanda sulh dönemlerinde boşta kalan Sekbanların başıbozukluğu ordu disiplininin bozulmaya başlamasına neden olmuştur
Küçük timar sahipleri 1580'lerden itibaren batıdan gelen büyük ölçüde gümüşün fiyatların düşmesine sebep olması üzerine masraflı seferlerden kaçınmaya başlamışlardır İltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmiş ve eyaletlerde asker yetiştirilmemeye başlanmıştır
Sokullu Mehmed Paşanın ölümünden sonraki 30 sene boyunca devlet idaresinde ehliyet sahibi yöneticilerin getirilmemesi orduyada yansımıştır
Düzenin bozulduğu Yeniçeri Ocağını düzenlemek isteyen II Osman (1618-1622) yeniçeriler tarafından tahttan indirilerek yerine, I Mustafa getirilmiş ve sonrasında, Yedikule Zindanları'nda katledilmiştir
  • III Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması
  • Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
  • Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
  • Avrupa’da meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi
gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Kapıkulu Ocağı




Kapıkulu Ocağı, Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu
Kent güvenliğinden ve sınırların korunmasından sorumlu olan, silah olarak genellikle tüfek, kılıç, ok ve yayi kalkan, mızrak kullanan savaşçı bir sınıf olan kapıkuluların görevleri katı ve ödünsüz kurallara bağlanmıştı Bu kurallara kavanin-i yeniçeriyan denirdi
Kapıkulu olacak kişinin ailesiyle ve diniyle tüm bağlarını koparması, aynı yeni doğmuş gibi, hükümdardan başka kimseye maddi ya da duygusal herhangi bir bağ hissetmemeleri gerekiyordu Osmanlı hanedan zihniyeti, Müslümanlara bu mevkilerin kapalı olmasına bahane olarak da, "gerçek bir müslümanın kul olamayacağı" görüşünü ileri sürüyordu



Kapıkulu Piyadeleri



Acemi Ocağı Kapıkulu ocaklarına ve özellikle Osmanlı Devleti'nin sürekli ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu Bu birlikler tımarlı sipahiler, akıncılar, azaplar, voynuklar, martoloslar ve cerahorlarla destekleniyordu
I Murad döneminde (1360-89) örgütsel kuruluşu tamamlanan kapıkulu ocakları, 16 yüzyılda yeniden düzenlendi Bu yapıda, yetişen kapıkulu askerleri de çok mutluydu Yeniçeri Ocağı'na asker yetiştirmek için kurulan teşkilat
Rumeli’de arka arkaya elde edilen zaferler sonucu sınırları genişleyen Yeniçeri, Hıristiyan çocuklarından devşirme yöntemi ile yetiştirilen askerdir I Murat'ın veziri Çandar Hayrettin Paşa'nın yardımıyla kurduğu bu sistem de, devlet kendi Hırıstiyan tebasından ve bazen eline düşen harp esirlerinden bazı çocuklara el koyuyordu Acemi Oğlanı denilen bu çocuklar, önce bir tür köylü ailesinin yanına veriliyordu Orada Türkçe öğreniyor, İslam dininin, Türk örf ve adetlerine göre yetiştiriliyordu Devşirilir devşirilmez sünnet edilip, kendilerine bir müslüman ad verilirdi Osmanlı Devleti, daha fazla askere ihtiyaç duyuyordu Mevcut kuvvetler ihtiyaca yetmiyor ve elde devamlı bir ordu bulunması gerekiyordu Bu itibarla, esirlerden faydalanmak gayesi ile 1362 senesinde kadıasker (kazasker) Çandarlı Kara Halil ile ulemâdan Karamanlı Molla Rüstem’in gayretleriyle, Sultan Birinci Murad devrinde, Pençik Kanunu gereğince Acemi Ocağı, Gelibolu’da kuruldu Daha önceleri, savaşta esir alınanlar, kısa bir eğitimden sonra yeniçeri yazılıp savaşa gönderilirdi Sultan Birinci Murad zamanında, esirler önce Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasında süvari askerlerini taşıyan gemilerde beş-on sene acemi oğlanı olarak çalıştıktan ve uzun bir eğitimden geçtikten sonra Yeniçeri ocağına kaydedilmeye başlandı
Acemi teşkilatına, acemi oğlanı iki şekilde alınırdı Biri, harpte esir edilen esirlerin beşte birinden, diğeri ise Osmanlı sınırları içinde yaşayan Hıristiyan çocuklarından ki, buna “devşirme” denirdi Devşirme kanunu ile Hıristiyan tebaa evladından asker toplanarak, gayrimüslim olan Rumeli halkı, yavaş yavaş Müslüman olacak ve bu askerlerle de Türk ordusu biraz daha kuvvetlenecekti Kuruluşunda Gelibolu’da bulunan acemi ocağının merkezi, fetihten sonra İstanbul’a taşınmıştır Gelibolu ocağının başında, Gelibolu ağası vardı Gelibolu Acemi Ocağı'nın mevcudu, önceleri dört yüz idi; daha sonra beş yüz olmuştur İstanbul Acemi Ocağı'nın mevcudu ise, önceleri üç bin kadardı, on altıncı asırda bu sayı, dört bine çıktı Yeniçeri mevcudu arttıkça, acemilerin miktarı da artıyordu On altıncı asır sonlarında, Bostancılarla birlikte sekiz-dokuz bine çıkan acemilerin, 17 asır başlarındaki adedi, 9406 idi
Acemi Ocağı, on yedinci asır ortalarından sonra ehemmiyetini kaybetti Yeniçeri Ocağı, 1826 yılında Sultan İkinci Mahmud tarafından kaldırılınca, bu ocak da kapanmış oldu

Kapıkulu Süvarileri

İstanbul dışında oturan süvari (atlı) birliklerdir Savaşta hükümdar çadırını, sancakları ve hazineyi korurlardı Sipahi, sihahtar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ garipler ve sol garipler olarak bölümlere ayrılırdı

Silahtar

Silahtar Ağa enderunun en nüfuzlu siması ve amiriydi Saray anane ve nizamına göre hasoda ağalarının en kıdemlisi olan padişaha silahtar olurdu, fakat asırlar boyunca daima padişahlar silahtarlarını hasodalılar arasından, sevdikleri ve itimat ettikleri bir sima olarak kendileri seçmişlerdi Silahtar yapmak istedikleri zülüflü ağayı, aşağı koğuşlardan birinde de olsa, evvela bir fermanla hasoda'ya aldırtmış ve sonra da silahtar tayin etmişlerdir
Silahtar ağa olmak bir enderunlu için en büyük gaye idi Silahtar ağa padişah sabah namazı vaktinde haremden çıkıp enderun'a geldiği andan, bazen yatsı namazından sonra harem'e döneceği ana kadar sürekli hükümdarın yanında bulunurlardı Padişah ile devleti bilfiil idare eden sadrazam arasında muhabere vasıtası silahtar ağaydı bir sadrazam için silahtar ağa ile bağdaşmamak, en ufak bir bahane ile sadrazamın azline sebep olurdu Bir silahtarın husumetine uğramak ise ekseriya vezirin idam edilmesine kadar giderdi Saraydaki tüm silahlardan ve padişahın silahlarından sorumlu olurlardı 6 bölük halkıda denen kapıkulu süvarilerinden silahtar bölüğünün başında bulunur ve savaşta merkezde padişahın yanında yer alırlardı
Silahtar ağalar saraydan bir devlet memuriyetiyle çıkacakları zaman, kendilerine en az beylerbeyi rütbesiyle paşalık verilirdi Son derece nüfuz sahibi gözde silahtarlar da vezir veya kaptanıderya gibi önemli mevkilere getirilirlerdi Pek azı sonrada sadrazamlığa getirilirdi ve ekseriya da padişahın ya kızını yahut kız kardeşini alarak hanedana damat olurlardı

Sipahi

Sipahi (Osmanlı Türkçesi: سپاهی) Osmanlı ordusunun ağır süvari sınıfı askeri Tımar sahibi olan Tımarlı Sipahiler ve Kapıkulu Ocağı'na bağlı Kapıkulu Sipahileri olmak üzere ikiye ayrılır




Sipahi Sancağı

Sipahi Bölüğü Sanca




Tımarlı Sipahiler

Klasik çağ Osmanlı ordusunun belkemiğini oluşturan Tımarlı Sipahiler, ordu içindeki en kalabalık asker sınıfını oluşturur Tımarlı sipahilerin Osmanlı askeri ve idari sistemi içindeki konumları Avrupalı tarihçilerce Orta Çağ Avrupası'nın şövalye sistemi ile karşılaştırılmalarına ve bazı kaynaklarda "Osmanlı şövalyeleri" olarak tanımlanmalarına neden olmuştur

Kökenleri

Tımarlı sipahi sınıfı temel olarak Türk atlı göçebe hayat tarzından kaynaklanan Alp veya Batur olarak adlandırılan "bey'e yeminle bağlı asil, atlı savaşçı tipi"nin Klasik Osmanlı çağındaki ifadesidir Bu asker sınıfı, Türklerin Ön Asya'ya göçerek yerleşik devletler kurması sürecinde bir profesyonel ordunun yaratılması amacıyla bu göçebe savaşçı sisteminin yerleşik hayat düzenine uyarlanması sürecinden doğmuştur Büyük Selçuklu Devletinde "ıkta" adını alan ve daha sonraki süreçte "dirlik" olarak Türkçeleştirilen bu idari ve ekonomik sisteme bağlanan ve sipahilik (Farsça:silahşör,asker) adını alan bu savaşçı sınıfı Büyük Selçuklu ordusunun temelini oluşturmuş; daha sonra Büyük Selçuklu Devletinin mirasçısı olan Anadolu Selçuklu ve diğer Türkmen devletleri de tımarlı sipahi sistemini geliştirerek sürdürmüşlerdir Anadolu Selçuklu Devleti'nin halefi olan (ve Ertuğrul Gazi'nin Söğüt ve Domaniç bölgesini Anadolu Selçuklu Hanı'ndan tımar olarak aldığı düşünülürse kendisi de kuruluşunu bu sisteme borçlu olan) Osmanlı Devleti tımarlı sipahi asker sınıfını da diğer kurumları ile beraber miras almış, devletin genişleyerek Anadolu'ya yayılması sürecinde Sultan 1Murad Han zamanında tam anlamıyla düzene oturmuştur



Özellikleri

Tımarlı sipahilerin temel vazifesi savaş zamanında savaşa katılmak, barış zamanında bulundukları bölgenin güvenliğini sağlamak ve Tımar sistemine göre tımarı dahilindeki halktan vergi toplayarak bununla hem kendini geçindirmek, hem de tımarının büyüklüğüne göre asker yetiştirmekti Böylece hazineye yük olmadan ve ayrıca masraf gerektirmeden ordunun insan, silah, malzeme ve eğitim açısından her an harbe hazır olması ve barış zamanı da ülke genelinde asayişin korunması sağlanıyordu
Timarlı sipâhiler tamâmen Türk soyundan gelirdi Hatta bu durum tımarlı sipahi kanunnamesinde özellikle belirtilerek Türk soylu olmayanların sipahi olması yasaklanmıştır Bu yasağın kökeninde tımarlı sipahiliğin Oğuz kabile toplum sistemine dayanan kökenleri olduğu düşünülmektedirBu sebepten ötürü sadece nüfus çoğunluğunun Türk olduğu eyâletlerde timar ve zeâmet teşkilâtı yapılmıştır Tımar her eyâlette bulunmazdı Meselâ Cezâyir, Tunus, Trablusgarb, Mısır, Yemen, Bağdat gibi eyâletlerde tımar ve zeâmet yoktu
“Ednâ” denilen küçük timar sâhipleri er ve erbaş; “evsâf” denilen orta tımar sâhipleri astsubay; “âlâ” denilen büyük timar sâhipleri küçük rütbeli subay derecesindeydiler Küçük zeâmet sâhipleri binbaşı, orta zeâmet sâhipleri yarbay, büyük zeâmet sâhipleri alay beyi rütbesindeki yüksek rütbeli süvâri subaylarıydı
İki türlü tımarlı olurdu: Tezkireli ve tezkiresiz Tezkireli tımarlılar, tımarı merkezden, yâni İstanbul’da Dîvân-ı Hümâyundan doğrudan doğruya alanlardır Tezkiresiz timarlılar ise dirliklerini Beylerbeyinin arzı üzerine alırlardı
Bir tımarın ilk üç bin akçalık çekirdek kısmına kılıç gerisine terakki denilirdiHer üç bin akça için sipâhi yanında kendisi gibi atlı ve teçhizatlı bir asker getirmeğe mecburdu Cebeli (cebe: zırh) denilen bu erler, sipâhinin çocukları, kardeşleri, akrabâsı olacağı gibi, toprağı işleyen herhangi bir kimse de olabilirdi Bâzı tımarlarda kılıç iki bin akçaya, hatta daha aza düşebiliyordu Bâzı timarlarda ise en çok altı bin akçaya kadar çıkabiliyordu
Sefer ilân edilince sipâhiler, Seraskerin bulunduğu yere gelir, yoklama olurlar, dirlik sipâhileri ve cebelileri ayrı ayrı deftere yazılırdı “Sipâhi ve cebeli falanca paşanın defterlisidir” diye bilinirdi Sefere dâvet olunup da sefere iştirak etmeyen sipâhinin elindeki timar zaptolunur, başkasına verilirdi Kânunen götürmek mecburiyetinde oldukları cebeliyi getirmeyenler ve götürüp de kaçanların yerlerine diğerlerini tedârik edemeyenler hakkında da aynı muâmele tatbik olunurdu
Yığınak emri gelince her tımar sâhibi, cebelileriyle berâber, kendi kazâsının belirli yerinde toplanırdı O kazâdaki timarlılar, çeribaşı denilen sipâhi yüzbaşısının emrinde bulunurlardı Çeribaşı da alay beyinin emrine giriyordu Alayını toplayan alay beyi, sancak beyine gidip hazır olduğunu bildiriyordu Kendi mâliyet askerini de alan sancak beyi, bu sipâhi alayıyla berâber, beylerbeyine katılmak üzere harekete geçiyordu Bu iş büyük bir süratle yapılıyordu
Beylerbeyilerin izin vermesiyle sancak beyleri tarafından bir kısım sipâhiler memleket muhâfazası için yerlerinde bırakılabilirdi Sipâhi sefere gittiğinde yerine vekil olarak bıraktığı korucu, dirlik sâhibinin yokluğunda toprağın muntazaman işlenmesine nezâret ederdi Eğer sipâhi harbin uzaması hâlinde kışı hudutta geçirmek emri alırsa, dirliğine harçlıkçı denilen bir vekil göndererek, yıllık gelirini bulunduğu yere getirtirdi
Timar ve zeâmet; sâhibi ölünce, ekseriya büyük oğluna, yoksa kardeşine veya yeğenine verilirdi Fakat bunun için timar ve zeâmetin bağlı olduğu alay, vârisin toprağı idâre edebilecek kâbiliyet ve şartlara hâiz olduğuna şehâdet ederlerdi Zâten bir sipâhi subayı, yerine geçecek birini yıllar boyunca hazırlayıp, yetiştirirdi Bu sûretle dirlik tecrübesiz insanların eline geçmezdi
Timar ve zeâmet sâhipleri, arâzileri üzerindeki toprakları üç yıldan fazla işlemezlerse, dirliklerini kaybederlerdi Toprak işlememek, Allahü teâlâya karşı bir günah sayılırdı Zîrâ toprak sâyesinde Allahü teâlânın kulları beslenirdi
Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamânında timarlı sipâhiler, en parlak devrini yaşadı Bu zamanda 166200 timarlı sipâhi vardı; bunun 74000’i Rumeli, 91600’ü Anadolu timarlı sipâhisiydi Bu sûrette Türk atlı ordusu, iki orduya ayrılırdı: Rumeli atlı ordusu ve Anadolu atlı ordusu Meydan muhârebelerinde ordu düzeninin sağ ve sol kanatlarını bu iki ordu teşkil ederdi
İlk zamanlarda, Rumeli timarlı ordusunun kumandanı Rumeli Beylerbeyi, Anadolu timarlı ordusunun kumandanı da Anadolu Beylerbeyi idi Fakat sonradan bu iki kanada da pâdişâh tarafından seçilen vezirler kumanda etmeye başladı Sultan Süleyman Han devrinde bu iki ordu o derece büyüdü ki, sefer Avrupa’da olduğu zaman çok defâ Anadolu sipâhi ordusu çağrılmaz veya bâzı birlikler çağrılırdı Sefer Asya’da ise, Rumeli askerleri ya çağrılmaz veya bâzı birlikleri sefere katılmak için istenirdi



Silahları ve Savaş Taktikleri

Tımarlı sipahiler askeri olarak "ağır süvari"kategorisine girmektedir Savaşa kendileri ve atları tam zırhlı olarak katılan Tımarlı sipahilerin tipik zırhları: göğüs, karın ve sırtı birbiri üzerine bindirilerek perçinlenmiş şeritler halindeki çelik levhalarla desteklenmiş etekte dize, kollarda dirseğe kadar uzanan örme zırh, yine çelik levha ve zincirden yapılan ve bacakları koruyan "dizçek", yekpare çelik veya bronzdan yapılmış ve önkolu koruyan "kolçak" ve çelik veya tombaktan hareketli burunluklu ve zincir enselikli Türk tipi miğferden oluşmaktadır Uzak mesafede at üzerinde ok ve yay ile cirit kullanan tımarlı sipahiler göğüs göğüse muharebede kargı, sagir balta, şeşper, bozdoğan, topuz, eğri Türk süvari kılıcı ve kama kullanırdı Kalkanları ise çelik, bronz veya madeni göbekli ibrişim sarmalı söğüt dallarındanyapılmış hafif, orta boy yuvarlak kalkanlardı Kanuni döneminden itibaren hafif ateşli silahların da etkin olarak savaş alanına girmesiyle at üzerinden ateşlenebilecek karabina ve piştov gibi ateşli silahlar da sipahilerin silahları arasına girdi

Tımarlı Sipahiler has ordunun merkezi teşkil ettiği savaş düzeninde sağ ve sol kanatlarda yer alırdı "Kaz kanadı", "Hilal" veya "Turan taktiği" olarak adlandırılan stratejide akıncıların sahte saldırı ve geri çekilmelerini takip ederek saldıran düşman birliklerinin ardını alarak çembere almak ve çevirdiği düşmanı göğüs göğüse mücadelede imha etmek tımarlı sipahilerin göreviydi
Sipahi eğitiminde binicilik en önemli unsurdu Özellikle süvari okçuluğu becerisine önem verilirdi Sipahi adaylarına kemankeşlik, cirit, matrak ve çevgen oyunları,kılıç başta olmak üzere silahların kullanımı ve karakucak güreş öğretilirdi



Sonuç

17 yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğunun ekonomik ve siyasi olarak duraklamaya girmesi, askeri zaferlerin azalarak savaşların uzaması ve tımar sisteminin istismar edilmesi gibi sebeplerle gittikçe yoksullaşan tımarlı sipahi sınıfı bozulmaya başladı Nihayet Sultan Abdülmecîd Hanın 19 Ocak 1841 fermanı ile kalan son tımarlı sipahileri tımarlarına ölene kadar sahip olmak şartıyla emekliye sevk etmesi ile Büyük Selçuklu döneminden beri Anadolu ve Ön Asya Türklüğünün idari ve askeri aristokrasisi ve bürokrasisini oluşturan tımarlı sipahi sınıfı resmen sona erditanzimat fermanıyla resmen yok oldu



Kapıkulu Sipahileri

Kapıkulu Sipahileri padişahın özel ordusunu oluşturan Hassa Ordusu'nun süvari sınıfını oluşturan birliklere verilen addır
Tımarlı sipahilerin aksine Kapıkulu Ocağı'na bağlı aylıklı askerlerden oluşan Kapıkulu sipahileri 1Murad Dönemi'nde kurulmuştur İlkdönemlerde hassa ordusunun piyade birlikleri olan yeniçeriler gibi bu sınıfa da devşirme sistemi ile asker yetiştirildiyse de önceden ata alışık olmayan Avrupalı devşirme çocuklarına süvariliğin inceliklerini öğretmedeki zorluklar neticesinde gitgide bu sınıfa daha çok Yörük Türkmen çocukları alınmaya başlamış ve Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren de tamamen Türklerden oluşturulmaya başlanmıştır
Eğitim ve harp sanatı yönlerinden tımarlı sipahilerle paralellik gösterseler de sayı olarak çok daha küçük bir birlik olan kapıkulu sipahileri parlak kumaşlar ve deri ile kaplanan hafif örme zırhlar, keçe külah biçiminde, bazen üzerine sarık sarılan gösterişli sorguçlu tombak miğferler giyer ve uzun saplı tunç teberler başta olmak üzere zengin süslenmiş silahlar kullanırlardı Görevleri savaşta padişahın yanında savaşarak yalancı geri çekilme sırasında ordunun merkezini savunmak, barış zamanı padişahı ve sarayı korumaktı
Kuruluşundan itibaren hassa ordusunun piyade askerleri olan yeniçerilerle rekabet halinde olan kapıkulu sipahileri yeniçerilerin aksine Osmanlı tarihi boyunca nadiren kazan kaldırmış, bu sebepten ötürü "Atlı er başkaldırmaz"sözü Osmanlı devletinde bir deyim halini almıştır Yeniçerilerle olan rekabetleri ise Osmanlı tarihi boyunca zaman zaman kanlı bir hale dönüşmüş ve Sultan Ahmet meydanında iki gurubun zaman zaman silahlı çatışmalara girdikleri görülmüştür Özellikle Sultan 4Murad'ın saltanatını sağlamlaştırmak ve yeniçerilerin elinden iktidar gücünü almak mücadelesinde kapıkulu sipahileri payitahtta padişahı destekleyen en önemli güç olmuştur
Sultan 2 Mahmut'un yeniçeri ocağını tasfiyesinde de kapıkulu sipahileri yeniçerilere karşı 2Mahmut'u destekleyerek isyancı yeniçerilere karşı halkla beraber dövüşmüş ve bu sebepten topyekün yok edilen ve tüm malları devlete geçen yeniçerilerin aksine canları ve mallarına dokunulmayarak yeni orduya gönüllü olarak katılmalarına izin verilmiştir





Sipahi





Sağ Ulufeciler

Savaşta ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı Ayrıca saltanat sancaklarını korurlardı Sağ Ulufeciler,Osmanlı Devleti askeriyesinin Hassa Ordusu'nun Süvariler kısmında yer alırdı Bu bölüğe Yeşil Bayrak da denilirdi Sağ ulufeciler 120 bölükten oluşurdu Sağ ulûfeciler, seferde pâdişahın sağında yürüyen sipah bölüğünün sağında yürürlerdi Savaş meydanında ve ordunun konak yerinde ise, pâdişâh sancağının sağında dururlardı Hazîneyi korumak bunların görevleri arasındaydı Ulufecilerden toplam 7 kişi tayin edilen bölük subaşılığına Subaşı sıfatıyla sağ ulufecilerden 4 kişi tayin edilirdiAyrıca ordumuz için de büyük bir önemi vardı Bu yüzden sağ ulufeciler osmanlı donanmasında yer almaktadır

Sol Ulufeciler

Savaşta ordunun ağırlıklarını ve hazineyi korurlardı

Sağ Garipler

Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı

Sol Garipler

Savaşta saltanat sancaklarını korurlardı


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Osmanlı Tokadı




Osmanlı Ordusu askerlerinin silahsız savunma ya da saldırı durumunda kullandıkları, elin her iki yanıyla yapılabilen düşmanı sersemletmek amacıyla uygulanan bir vuruştur El ve kolun açısız ve omuzdan hızla hareketiyle hedeflenen noktaya el ile yapılan temasla yapılır En çok yüzün her iki yanına ve enseye yapılır Vuruşun şiddetine göre öldürücü olabilir


Osmanlı Ordusunda genellikle savaşlarda birebir ve yüzyüze yapılan mücadeleler esnasında sık sık yaşanan silahın elden düşmesi ya da kırılması durumunda kullanılmıştır Osmanlı kültüründe bir kavgada taraflar asla birbirlerine yumrukla müdahale etmezlerdi Yüze kalıcı zararlar verme ihtimalinden dolayı birine yumrukla saldırmak son merhalede yer alır ve yumrukla ilk saldıran ayıplanırdı Tıpkı yatağan kılıcı olanların dövüşlerde karşılarındakini aşağılamak için kılıcın kesmez yanı ile saldırmaları gibi, tokat ancak yeri zamanı, kavgadaki taraflarca bilinen kurallarla kullanılırdı Kavgada büyük olan karşısındakini sesi etraflıca duyulan şiddetli bir tokatla uyarır ve bu durum genellikle yeterli olurdu


Osmanlı Ordusunda meydan savaşlarında en ön safta yer alan, azab askerlerinin, esas amaçları olan karşıdaki düşmanın elit birliklerini yorma görevleri sırasında hafif silahların kısa zamanda kullanılmaz duruma gelmesi ve ağır silahların kuşanmalarının aldığı zaman çoğu kez bulunamadığında tokat atmaya başlamaları ile askerler arasında yiğitliğin eriştiği son nokta olarak görülmeye başlanmış ve bunun üzerinde popülarite kazanmıştır


Sesi ile düşmanın üzerinde yarattığı psikolojik etki sebebiyle zamanla geliştirilmiştir Bu askerler daha eğitim safasında mermer döverek yetiştirildikleri için, çok kuvvetli ellere ve kol yapısına sahip olurlar(Osmanlı ordusunun En büyük tokatçıları Başıbozuk (Delibaş) diye adlandırılan bir düzensiz ordudur)


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Sağ Ulufeciler


Sağ Ulufeciler (Ulûfeciyân-ı Yemîn), Osmanlı Devleti askeriyesinin Hassa Ordusu'nun Süvariler kısmında yer alırdı Bu bölüğe Yeşil Bayrak da denilirdi Sağ ulufeciler 120 bölükten oluşurdu


Görevleri


Sağ ulûfeciler, seferde pâdişahın sağında yürüyen sipah bölüğünün sağında yürürlerdi Savaş meydanında ve ordunun konak yerinde ise, pâdişâh sancağının sağında dururlardı Hazîneyi korumak bunların görevleri arasındaydı Ulufecilerden toplam 7 kişi tayin edilen bölük subaşılığına Subaşı sıfatıyla sağ ulufecilerden 4 kişi tayin edilirdiAyrıca ordumuz için de büyük bir önemi vardı Bu yüzden sağ ulufeciler osmanlı donanmasında yer almaktadır



Silahtar


Silahtar Ağa enderunun en nüfuzlu siması ve amiriydi Saray anane ve nizamına göre hasoda ağalarının en kıdemlisi olan padişaha silahtar olurdu, fakat asırlar boyunca daima padişahlar silahtarlarını hasodalılar arasından, sevdikleri ve itimat ettikleri bir sima olarak kendileri seçmişlerdi Silahtar yapmak istedikleri zülüflü ağayı, aşağı koğuşlardan birinde de olsa, evvela bir fermanla hasoda'ya aldırtmış ve sonra da silahtar tayin etmişlerdir
Silahtar ağa olmak bir enderunlu için en büyük gaye idi Silahtar ağa padişah sabah namazı vaktinde haremden çıkıp enderun'a geldiği andan, bazen yatsı namazından sonra harem'e döneceği ana kadar sürekli hükümdarın yanında bulunurlardı Padişah ile devleti bilfiil idare eden sadrazam arasında muhabere vasıtası silahtar ağaydı bir sadrazam için silahtar ağa ile bağdaşmamak, en ufak bir bahane ile sadrazamın azline sebep olurdu Bir silahtarın husumetine uğramak ise ekseriya vezirin idam edilmesine kadar giderdi Saraydaki tüm silahlardan ve padişahın silahlarından sorumlu olurlardı 6 bölük halkıda denen kapıkulu süvarilerinden silahtar bölüğünün başında bulunur ve savaşta merkezde padişahın yanında yer alırlardı
Silahtar ağalar saraydan bir devlet memuriyetiyle çıkacakları zaman, kendilerine en az beylerbeyi rütbesiyle paşalık verilirdi Son derece nüfuz sahibi gözde silahtarlar da vezir veya kaptanıderya gibi önemli mevkilere getirilirlerdi Pek azı sonrada sadrazamlığa getirilirdi ve ekseriya da padişahın ya kızını yahut kız kardeşini alarak hanedana damat olurlardı


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Humbaracı Ocağı



Humbaracı Ocağı, Osmanlı Devleti'nin askeri teşkilatı'nda humbara yapan ve bunu kullanan sınıfın bağlı olduğu ocak Kumbaracı ocağı da denilmektedir
Humbara, demir veya tunçtan dökülmüş el bombasıdır
Humbaracılık, Osmanlı Devleti'nde 16 yüzyılda Mustafa ismindeki bir topçu bölükbaşısının ilk tunç humbara dökümhanesini kurmasıyla ortaya çıkmıştır 1729'da Türkiye’ye ilticâ eden ve Müslüman olduktan sonra Ahmed ismi verilen Kont Bonneval tarafından geliştirilip düzenlendi 1783'te Sadrazam Halil Hamid Paşa humbaracılar için yeni düzenlemeler getirdi ve 1792'de çıkarılan bir nizamnameyle humbaracıların yetkileri arttırıldı Humbaracılar, Ahmed Paşa'nın çabalarıyla ordunun en disiplinli ve düzenli sınıfı durumuna gelmişti
Humbaracı Ocağı'nın ıslahı ilk olarak 18 yüzyılda, Humbaracı Ahmed Paşa ve Sadrazam Osman Paşa'nın isteği üzerine gündeme gelmiştir 1731'de ıslah projesi hazırlandı ve iki yıl sonra da Üsküdar'da Humbaracı Ocağı kuruldu Böylece Bosna'dan 300 ulufeli humbaracı adayı ile çeşitli kalelerden seçilen 300 tımarlı humbaracı eğitime başlayarak humbara imalathanesi kurulması yolunda adımlar atıldı Bir yasa ile tımarlılar 25'er kişilik gruplar halinde İstanbul'a giderek eğitim almaları sağlandı
Kapıkulu Ocağı'ndaki bozukluklar ve düzensizlik zamanla Humbaracı Ocağı'nı da etkilemeye başladı 1826 yılında Vaka-i Hayriye sırasında Humbaracıların devletin tarafında olarak topçu ve cebecilere destek olmuştur Humbaracı Ocağı, Sultan II Mahmud zamanında Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulmasıyla kaldırılmış fakat varlığını Sultan II Abdülhamid dönemine kadar sürdürmüştür





Humbaracı Sancağı
Humbaracılar
Tımarlı /Ulufeli /Tımarlı Subayı



Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #7
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Topçu Ocağı

Topçu Ocağı, Osmanlı İmparatorluğu'nda Kapıkulu Ocakları'nın yaya kısmına mensup, top dökmek ve kullanmakla vazifeli askerlerin bağlı olduğu ocaktır
Sultan I Murad devrinde yeniçeri ocağının teşkilinden hemen sonra, acemi ocağından alınan askerlerle ilk olarak topçu ocağı kuruldu İstanbul’un fethinden sonra, Galata suru dışında Tophane denilen yerde topçu kışlaları ve sabit top dökümhânesi yapıldı Zaman içinde, Belgrad, Budin, Temaşvar, İşkodra, Gülamber, Provişte gibi yerlerde ihtiyaca göre tophaneler kurulup top döktürüldü
Topçu ocağına sertopi adıyla da anılan topçubaşı nezaret ederdi Onun emrinde bulunan dökücübaşı (serihtegân), dökümhâneden sorumluydu Onun da maiyetinde; yardımcısı, tâmirci, dökümcü, burgucu, yamacı, demirci, marangoz gibi zanaatkârlar bulunurdu
Tophanenin, hesap ve alım-satım işlerine tophane emini bakardı İmalât ve ihtiyaçlarından da Tophane Nazırı mesuldü Topları kullanmak ise, ağa bölükleriyle cemaat ortaları'nın vazifesiydi Beş ağa bölüğü ve yetmiş cemaat ortası vardı Her orta veya bölükte bir çorbacı, bir odabaşı ve diğer küçük rütbeli subaylar bulunurdu Ocak kethüdası, ocak çavuşu ve katibi de, bu ocağın büyük amirleriydi Topçu ocağı, sarı-kırmızı bayrak taşırdı




Topçu Sancağı



Keçeli Nefer
Yeniçeri Neferi
Nizamı Cedid Binbaşışı Selim III Kurduğu Yeni Orduda Binbaşı
Topçu Başı Topçu Kumandanı
Binbaşı Mahmud II’nin Kurduğu Yeni Orduda Binbaşı


[img]%C3%A7ujpg/150px-Top%C3%A7ujpg[/img]

Bir minyatürde topçu ocağı askeri




Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Cebeci Ocağı



Cebeci Ocağı, Osmanlı ordusunda, silahların temin edilmesi, korunması ve sefer zamanında cepheye götürülmesiyle görevli kapıkulu ocağı idi Ocağın mensuplarına, Cebeciler
Cebecilerin en büyük subayına, Cebecibaşı adı verilirdi Cebecibaşılık makamı boşaldığı zaman, başkethüda bu makama tayin edilirdi Ancak bazen, Cebehâne başçavuşunun, hattâ sonraları ocak dışından da, Cebecibaşı tayin edildiği olmuştur Cebecilerin, rütbe bakımından, Cebecibaşı ve dört kethüdadan sonra sırasıyla, cebeci başçavuşu, büyük ve orta kumandanları, odabaşıları ve küçük subaylar gelirdi Ocağın hesap işlerine "Cebeci Kâtibi" bakardı
Cebeciler, başlarında iki ucu omuzlarına doğru sarkan ve dört tarafı yeşil çuha olan şebkülah denilen serpuşu giyerler ve merasim esnasında bunun üzerine tüy takarlardı Cebecilerin malûl ve ihtiyarları, ocaklarının kanunu üzere belli miktarda aylığa bağlanarak emekliye ayrılırlardı
Cebehâne, Ayasofya Camii karşısında, son devirde yanmış olan adliye binasının yerinde idi Burada zabit ve neferlerin odaları, silah ve sair harp malzemesi tamirhanesi ve depo bulunuyordu Cebehâne için lâzım olan mamul ve gayri mamul bütün eşya, bu depoda bulunurdu Yeniçerilere ait cebe (zırh) üzerlerinin kumaşları, tolga kılıfları, zırh keseleri, meşin, bakır, pamuk ipliği, keten, çelik, kayık, tüfenk maşası, cebehâne ambarında bulunan eşyadan bir kısmıdır Bunlardan başka kürek, kazma ve bunların sapları, tüfenk kundağı ve diğer imal edilmiş malzemeler, hep burada bulunur ve yapılırdı Bu eşyadan gerekli olanların donanmaya ve kalelere gönderilme sorumluluğu Cebecibaşıya aitti Cebehâne'de levazım azaldığı zaman, bu noksanı Cebecibaşı dîvâna arz eder ve noksanlar tamamlanırdı Yeniçeriler, devlet merkezinde bulunurlarken tüfenk taşımaları yasak olduğundan, bunların talim zamanlarında kullanacakları tüfenkleri, Cebecibaşı verir ve işleri bitince yine geri alırdı
Kalelere silah ve cephane gönderilmesi, oradaki cephanenin muhafazası, Cebeci Ocağı tarafından gönderilmiş olan Cebecilere aitti Bu kalelerdeki silah, cephane ve barut gibi harp levazımının muayeneleri ve işe yarayıp yaramayacağının tetkiki, Cebecibaşı tarafından yapılırdı Kalelerde hizmet eden Cebeciler de, Yeniçeriler gibi üç sene müddetle kale hizmetinde bulunurlar ve sonra merkeze getirilip, yerlerine başkaları gönderilirdi Bu cebecilerin başlarında zabitleri bulunurdu
Savaş zamanında, yeniçerilere ait harp levazımatı, Cebeciler vasıtasıyla katır ve develerle nakledilir ve harp mıntıkasına girildikten sonra, kendilerine dağıtılırdı Ordu, savaş meydanında yerini aldığı zaman, Cebeciler ordunun merkez cephesinin gerisinde bulunurlardı
Cebecilerin sayıları, devirlere göre artıp eksilme göstermiştir Kanunî devrinde sayıları 700 iken, 1570 yılında 4000, Eğri Seferi'nde 3000, IV Murat devrinde 7000 - 8000 olmuş, 1702 yılında ise 2500’e kadar indirilmiştir
1826 yılında, II Mahmud, yeniçerilerle birlikte artan itaatsizlikleri dolayısıyla Cebeci Ocağını da kaldırmıştır
Daha sonra, modern bir anlayışla Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye ordusunun kurulmasıyla birlikte, 1054 neferden meydana gelen yeni bir Cebehâne sınıfı kuruldu Sağ ve sol kol olarak tertip edilen ve birer Bölükbaşının kumandanlığı altında idare olunan bu yeni teşkilat, 1860'a kadar varlığını korumuştur



denilmekteydi Cebeci Ocağı, Fatih Sultan Mehmet zamanında kurulmuştur İlk zamanlarda bu ocağın mensupları, yeniçeriler gibi, acemi oğlanlar arasından seçilmekteydi Bunlar, ocağa "şâkird" yani 'öğrenci' sıfatıyla alınırlar, sonra asıl Cebeciler arasına geçerlerdi Maaş defterlerinden anlaşıldığına göre Cebeciler, 59 bölük ve 37 orta bölük olmak üzere 96 odaya ayrılmıştı Cebeci ortaları, silah yapan, tamir eden, barutları geliştiren ve savaş araç-gereçlerini hazırlayan sınıflardan oluşuyordu Bunların arasında ayrı bir sınıf olarak, humbara dökücüleri, barutçular ve lağımcılar da vardı

Bir minyatürde cebeci




Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Acemi Ocağı

Acemi Ocağı diğer bir ismiyle Acemioğlanlar Ocağı Osmanlı İmparatorluğunda enderun için öğrencileri ve başta piyade kısmı olmak üzere kapıkulu ordusunun ihtiyaç duyduğu askerleri eğitmek için kurulmuş olan ocaktır Devşirilen gençler ilk önce Türk köylerine yollanırlar belli bir süre geçtikten sonra ise ocağa alınırlardı Burada aldıkları eğitimlerinin sonunda başarılarına göre ya enderun ve diğer saraylara yollanırlar yada başta yeniçeri ocağı olmak üzere kapıkulu ocaklarına dağıtılırlardı

Yeniçeri




Yeniçeri Sancağı



Karakullukçu En Kıdemsiz Yeniçeri Eri
Usta Küçük Rütbeli Yeniçeri Subayı
Karakullukçu



Çuhadar Yeniçeri Ocağının Hükümet Nezdindeki Mümessili
Divan Çavuşu Hükümet Toplantılarında İntizamı Temine Memur
Yasakçı Elçilikleri Muhafazaya Memur Yeniçeri





Yeniçeri, Osmanlı Devleti'nde askeri bir sınıftır Yeniçeriler, Padişah'a bağlı Kapıkulu Ocakları'nın piyade kısmıdır Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin sınırlarının genişlemesini takiben köle olarak toplanan Hristiyan çocukların küçüklükten yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulurdu IMurad döneminde kurulmuştur Devletin ilk yüzyıllarında yararlı olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi Yeniçeri ocağı II Mahmud tarafından Vaka-i Hayriye olayı ile kaldırıldı
Avrupa'da kurulan devamlı ordulardan iki asır önce vücuda getirilmiş olan Yeniçeri birliğinin, Orta Çağ Avrupasının gördüğü en elit askerlerden oluştuğu tartışmasız bir gerçektir Padişahların Yeniçeri Ocağı'nın 1Orta'sına kayıtlı birer asker olmaları da, kendilerine verilen önemin bir göstergesidir


Aslen Piyade birliği olan yeniçeriler yaya askerlerden oluşurlardı 1299'da Söğüt'te kurulan Osmanlı Beyliği'nin kurucuları olan Oğuzların Kayı boyu 1220'li yıllarda Anadolu'ya gelip yerleştikleri bilinmektedir Yaklaşık üç bin atlı askerden oluşan bu beylik zamanla Balkanları istilaya başlamıştır Bu noktada Osmanlı Devleti piyade askerine ihtiyaç duymaya başlamıştır Avrupa savaş sanatında görülen değişimlerle birlikte yavaş yavaş piyadeler önem kazanmaya başlamışlardır Orhan Gazi'nin son dönemlerinde Türklerden oluşan bir piyade ordusu kurulmak istense de Türkler aslen atlı savaşcılardı ve yaya olarak savaşmayı hakaret olarak gördüklerinden bunu kabul etmemişlerdi Son Balkan fetihleri ile kendi devletlerinde azınlık durumuna düştüklerinden dolayı bu kadar önemli bir kaynağı harcamak istemeyen I Murat (Hüdavendigar) Çandarlı Kara Halil Paşanın tavsiyesiyle bir dönem kendileri gibi bu nüfus açmazına düşen Selçuklu Devleti'nin kullandığı hristiyanlari kullanma yolunu padişaha önermiştir Bu öneriyi çok beğenen padişah derhal 1600 hristiyan gencin Bursa'ya yollanıp eğitime başlanmasını istemiştir böylelikle meşhur yeniçeri ocağı kurulmuştur Bazı kaynaklarda bu kuruluşun 1365 yılında olduğu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bu 1362 yılında olmuştur


İhtiyaca göre zamanı değişse de genel olarak her beş yılda bir bu işle görevli memurlar Rumeli eyaletinde genelikle Makedonya, Bosna ve Kuzey Yunanistan'da hristiyan köylerine gider ve köylerde buldukları genç sağlıklı bu hristiyanları toplarlardı sonra bu gençler Bursa ve İstanbul çevresindeki müslüman ailelere bir süreliğine verilir ki böylelikle İslam dinini ve Türk geleneklerini öğrenmeleri sağlanırdı Tabi ki zaman zaman bu genç hristiyanları ailelerinden almakta zorluklar çıksa da bir çok aile bu işe gönüllü oluyolardı çünkü bu sekilde hem gençler iyi bir eğitim alırlar ve devlet içersinde önemli görevlere gelebilirlerdi hem de oralarda asla elde edemeyecekleri bir servet sahibi olma şansı yakalıyolardı Yeniçeri ocağındaki askerler Sultanlar gibi sünni-Hanifi değil alevi-bektaşi idiler Bunun nedeni bu erken Osmanlı döneminde Anadolu nüfusunun yarısından çoğu Orta Asya'dan yeni gelmiş göçer topluklardan oluşuyolardı Alevi geleneği Orta Asya'da o dönemde göçer hayata daha uygun olduğundan dolayı sünnilikten daha yaygındı İşte Anadolu'da müslüman ailelere verilen bu hristiyanlar burda alevi İslamı öğreniyolardı 16 yy'da nüfusun çoğunluğu sünni olmasına rağmen onlara farklı bir aidatlık duygusu veren ve geleneklerine çok bağlı olan bu askerler 19 yy'da kaldırılmalarına kadar bu geleneği sürdürdüler Bir süre sonra bu koruyucu ailelerden alınan gençler sarayda padişahın hemen yanında sıkı bir askeri eğitime alınırlardı Evlenmeleri ve ticarete atılmaları kesinlekle yasaktı Yeni aileleri ocaktaki arkadaşları ve yeni babaları kendisi de bir numaralı yeniçeri olan padişahtı İşte bu kardeşlik ve bir yere ait olma duygusu ve disiplinli eğitimleri onlara savaş meydanlarında çok önemli bir güç haline getiriyordu


Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda, orduya bin kadar yeniçeri alınmıştı Zaman içersinde sayıları değişse de 1582 yılında -ki bu yılda Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına ulaşmıştı- kendisi de bir yeniçeri kumandanı olan zamanının en büyük tarihçilerinden Mustafa Efendi'nin künhül-ahbar'da yazdığına göre sayıları 15000 di Bu rakam imparatorluk ordusunun çok büyük kısmı atlı sipahilerden oluştuğu anlaşılmaktadır ki tımarlı sipahiler devşirme değil tamamen Türklerden oluşurdu Avrupa'daki ve Asya'daki fetihler bu ordu ile gerçekleştirilmiş 1590 dan sonra sayıları hızla artmaya başlamıştır ki bunun nedenleri arasında savaşlarda artık atlı askerlerin önemini kaybetmeleri vardır Ms 4 yy'da piyade süvariye karşı savaşlarda önemini yitirmişti Aslen piyade ordusu olan Roma imparatorluğu da bu devirde yıkılmıştı Türkler, Moğolar ya da Araplar aslen süvari savaşcıları olmalırının avantajını kullanarak büyük fetihler gerçekleştirmişlerti Avrupa bunlara karşı atlı savaşçısı olan şovalyeyi geliştirmiştir fakat çok mağliyetli ve ağır olan bu savaşçı türü maliyeti düşük ve hızlı bozkır savaşcıları karşında dayanamamıştır 17 yy'da piyade ateşli silahların kullanımı ile tekrar süvariye karşı güç kazanmıştı Bu dengesizliği gidermek için bu yydan itibaren Osmalı'nın piyade sınıfı olan yeniçerilerin sayısı hızla artmış fakat gerekli modern devrimleri yapılmamasından ve disiplin altına alınamamalarından dolayı devletin başına sayıları orantasında gittikçe bela olmaya başlamışlardı


Genel Yapısı


Baş Çavuş Yeniçeri Ağasından Sonra Gelen Üçüncü Amir
Kul Kahyası Yeniçeri Ağasından Sonra Gelen İkinci Amir
Kapıcı Başı Saray Kapıcılarının Subayı
Orta Çavuşu Baş Çavuşun Yardımcısı





19 yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından itibaren (1451), Sekban bölüğünün de katılımıyla iki sınıf haline gelmiş 16 yüzyıl başlarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir Fatih Sultan Mehmed Han zamanına kadar sayıları üçbinden az olan yeniçeriler Fatih'in tamamen kendisine bağlı köle-asker köle-bürokrat kurma siyaseti sonuncunda eski Türk soyundan yöneticilerini ortadan kaldırması neticesinde 17 bine kadar yukselmişti Fatih'in ölümüne yakın bu siyaseti bırakıp sadrazamlığa bir devşirmeyi değil Mevlana'nın torunlarından Konyalı Mehmet Paşayı getirmesi ile bu sonradan İslama döndürelen kölelerden hoşlanmayan paşanın siyaseti sonucu sayıları 8 bine indirilmişti Fatih'in ölümünden sonra kendilerine ortadan kaldırmak istiyen ve tamamen Türklerden kurulu bir ordu kurmak istiyen bu paşaya karşı yeniçeriler isyan etmişlerdir ki bu tarihteki ilk büyük yeniçeri isyanıdır paşayı öldürüp yerine başka bir devşirmeyi başa geçirmişlerdir Fakat denge siyasetini çok iyi gözeten ve güçlü hükümdarlar olan 2 Beyazıd, Yavuz ve Kanuni Sultan Sülayman devrinde sayıları 12 binde sabit tutulmuştur


Yeniçeriler, başlarına börk ismi verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira lacivert çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu


Her yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan seçilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşılardan tayin edilmeye başlandı Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi Bundan başka İstanbul'un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafindan gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren veziriazamlar tarafından yapılmıştır

Yeniçeri Ocağı'nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası'ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı, Muhzir Ağa ve Baş çavuş da ocağın büyüklerindendi Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı
Yeniçeriler, maaşlarını (ulûfe) üç ayda bir alırlardı Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine dahil edilirdi Ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir törenle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu (yeniçeri tarihte hacıbektaş çocukları denirdi) Yeniçeriler bektaşi kurallara göre yetiştirilirdi ve yanlarında seferlere giderken alevi-bektaşi dede babalarda eşlik ederdi 2 Beyazıd zamanında yeniçeriler tüfeklerle donatılmaya başlanmışlardı ki dünyada butun bir ordunun bu şelkde donanılması bir ilkti ve bu onlara savaş meydanlarında cok önemli avantajlar sağlamıştır(2 Beyazıd'tan sonra tahta geçen Sultan Selim Mısırı ve İrananın bir bölümünü 8 sene gibi kısa bir sürede bu sayade fethetmiştir çünkü hem Memlük hem de Safevi ordusunda ateşli silahlar çok küçük sayılardaydı Zamanın ilersinde silah ve taktiklerle Savaşan ve yeniliklere açık olan bu ordunun daha sonraki yüzyıllarda gericiliğin merkezi olması ve hiç bir yeniliği kabul etmemesi Osmanlının gerilemesin ve sonunda çökmesinin en büyük nedenlerindendir)(Suni hanifi inacın yeniliklere açık olması, diğer mezhepleri kabul etmemesi, Yeniçerilerin Osmanlı uleması tarafından hoş görülmemesine ve zamanla radikalleşmesine yol açmıştır)




YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI:

Sekban-ı Cedit ocağı kurulduğunda yeniçeri ocağının isyanı sonucu kaldırıldı Ardından Eşkinci ocağı kuruldu ve Yeniçerilerin isyanı sonucu kaldırıldı II Mahmut yeniçerilerin disiplinsizliği sonucu yeniçeri ocağını kaldırmayı kafasına koymuş II Mahmut halkı silahlandırmış Halk yeniçeri üyelerini gördüğü yerde katlediyormuş Yeniçeriler kendilerini karargahlarına kapatmışlar II Mahmut ise içindeki yeniçeri üyeleriyle beraber karargahı yakmış Böylelikle 1826 da yeniçeri ocağı kaldırılmış Yeniçeri ocağının kaldırılmasına vaka-i hayriye(hayırlı olay)denir


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Osmanlı Askeri Teşkilatı

Osmanlı Devleti, İslâm'ın askeri olmaktan, İslâm adaletini dünyaya yaymaktan daha büyük şeref düşünmemiştir
Hangi şartlar olursa olsun, Osmanlı ordusu, İslâm'a karşı nerede saldırı varsa orada mutlaka yerini alırdı ve Osmanlı Allah için yaşadı, Allah için devlet idare etti
Yeniçerilikte bir acemi oğlan bir mürşide bağlanmadan askere alınmazdı Yeniçerilik, acemi oğlan denilen başlangıç devresinden başlar Zamanımızda buna, askerde eğitim deniyor İlk eğitimin verildiği yer acemiliğin yetiştirildiği yer İşte böyle bir hedefe ulaşabilmek için mutlaka bir mürşide tâbî olmak gerekiyordu, tâbî olmayan asker olamazdı Allahû Tealâ'nın velayet mertebesine ulaşamamış olan, evliya olmamış olan bir subayın olması söz konusu değildi Paşalara gelince, onlar daimi zikrin sahipleriydi Kara ordusunda böyle olan bu durum deryada da aynı standartlardaydı, bütün reisler mutlaka mürşitlerine bağlı, Allah'ın yolunda olan, Allah için savaşan insanlardı
Osmanlı ordusu nereye gitse, eğer oradan bir şey alırsa mutlaka parasını oraya bırakırdı II Murat devrinde, ordu sefere çıkmadan evvel II Murat ilanlar çıkartıyor, diyor ki:
"Benim ordum kul borcuyla sefere çıkmaz Kimin borcu varsa mutlaka götürsün parayı saraydan alsın, hazineden alsın Borcunu versin Ondan sonra katılsın orduma"
Böyle bir ordu yola çıkıyor
Osmanlı'nın bozulma devresinde, Osmanlı askerinin gittiği yerde ağaçlardan, asmalardan yenen üzümlerin bir kısmının yerine paraların konulmadığına şahit oluyoruz Osmanlıda bozulma oluyor yüzyıllar sonra ve Osmanlı bu sebeple cihan hakimiyetini kaybediyor Ve Osmanlı o güne kadar, tarihi boyunca kendisine Nizam-ı Alem diyordu Osmanlı, dünya üzerinde daha büyük bir devlet tanımıyordu Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı harp kadırgalarının toplamı, Avrupa'daki bütün kadırgalarından fazlaydı Dikkatle bakın Osmanlı harp kadırgalarının toplamı, Avrupa'daki bütün harp kadırgalarının toplamından fazla İşte Osmanlı buydu! Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığı zaman, ordusu o devrin en mütekâmil ordusuydu Bütün son icatlar ordunun içindeydi En büyük topları Fatih Sultan Mehmet döktürmüştü Öyleyse sadece Allahû Tealâ'nın yardımı değildi Osmanlıyı Osmanlı yapan; bir başka şey, bir başka husus, zamanın getirdiği bütün tekamül sistemlerini kullanabilme stratejisi

Osmanlı Ordusu
Osmanlı ordusu, kuruluşundan 20 yüzyılın başına kadar kara ve deniz kuvvetleri olmak üzere teşkilâtlanmıştı:

Kara Kuvvetleri
Osmanlıların kuruluşunda ordu, aşiret kuvvetlerinden meydana geliyordu Fetihlerin genişlemesiyle, gönüllülerin fethedilen yerlere iskânıyla, Türkmen bey ve kuvvetlerinin katılmasıyla asker miktarı artıp, teşkilâtlanmaya gidildi Beylik, akıncı ve gönüllü kuvvetlerine ilâveten 1361 yılında yaya (piyade) ve müsellem (süvari) olmak üzere muntazam ve daimî ordu teşkilâtı kuruldu
Osmanlı kara kuvvetleri; piyade, süvari eyâlet askerleri, teknik ve yardımcı sınıflardan meydana gelirdi
Piyadeler; acemi, yeniçeri , cebeci, topçu, top arabacıları, lağımcı, humbaracı ocakları olmak üzere yedi ocağa ayrılırdı Süvariler de; sipahi, silâhtar, sağ ulûfeciler, sol ulûfeciler, sağ garipler, sol garipler bölükleri olmak üzere altı bölüğe ayrılırdı
Eyâlet askerleri; tımarlı sipahiler ve yerli kulu teşkilâtı olmak üzere ikiye ayrılırdı
Timarlı sipahiler, Osmanlı ordusunun en önemli kısmı olup, tımar sahipleriyle, bunların beslemek ve yetiştirmekle yükümlü oldukları askerlerden meydana gelirdi
Yerli kulu teşkilâtı, yurtiçi, geri hizmet, kale kuvvetleri teşkilâtı olmak üzere üç bölümdü Yurtiçi teşkilâtı; belderanlar, cerahorlar, derbendciler, martalozlar, menzilciler, voynuklar gruplarından oluşurdu Geri hizmet teşkilâtında; yaya ve müsellemler ile yürükler vardı Kale kuvvetleri teşkilâtı; azaplar, gönüllü ve beşlilerden meydana gelirdi
Akıncılar, Osmanlı ordusunun öncü kuvvetleri olup, kuruluşuna, gelişmesine ve genişlemesine çok hizmetleri geçti

Deniz Kuvvetleri (Donanma)
Osmanlı Deniz Kuvvetleri, Karesi, Menteşe, Aydın gibi denizci beyliklerin hâkimiyet altına alınmasıyla sahip olunan gemi ve personeliyle kuruldu İlk zamanlarda Karamürsel, Edincik ve İzmit'teki gemi inşâ tezgâhları, Sultan Birinci Bâyezîd Han (1386-1402) zamanında Gelibolu, Sultan Birinci Selim Han (1512-1520) zamanında Haliç, Sultan Birinci Süleyman Han (1520-1566) zamanında Süveyş ve zamanla Rusçuk, Birecik tersaneleri kuruldu Bu tersanelerde kürekli ve yelkenli gemiler îmâl ediliyordu Buharlı gemilerin keşfiyle 1827'de donanma, Buğu denilen bu gemilerle de donatıldı Kürekli gemi çeşitleri olarak; uçurma, karamürsel, aktarma, üstü açık, çete kayığı, brolik, celiyye, çamlıca, şayka, firkate, mavna, kalite, gırab, santur, çekelve, kırlangıç, baştarde ve kadırga kullanıldı Yelkenli gemi çeşitlerinden de; ateş, ağrıpar, barca, brik, uşkuna, korvet, kalyon, firkateyn, kapak ve üç ambarlı kullanıldı
Donanma-i Hümâyûnun başı 1867 yılına kadar kaptanı derya, bu târihten sonra da bahriye nazırı unvanını taşıdı Osmanlı donanması, muazzam teşkilâtı, kuvvetli harp filosu, cesur, üstün kabiliyetli kaptan ve leventleriyle Karadeniz, Ege Denizi, Akdeniz ve Kızıldeniz'e hâkim olup, Hind ve Atlas Okyanuslarında Osmanlı sancağı ile armasını dalgalandırıp temsil ediyorlardı Osmanlı donanmasının 27 Eylül 1538 târihinde müttefik Avrupa devlet ve kavimlerinden meydana gelen Haçlı donanmasına karşı kazandığı Preveze Deniz Zaferi, bugün de Deniz Kuvvetleri günü olarak kabul edilmektedir
Osmanlı ordusunda; ateşsiz, ateşli, koruyucu silâhlar kullanılmaktaydı Ateşsiz silâhlar; kılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule
Ateşli Silâhlar, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahî zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca kullanılırdı Zırh, karakal, miğfer, kalkan da düşman silâhından muhafaza için kullanılırdı
1839 Tanzimat ilânına kadar, orduyu hümâyûnda mülkî vazifeleri de olan askerî rütbeler şunlardır: Sadâret, vezir, beylerbeyi, ülâ, sancak beyi, alaybeyi, kaymakam, binbaşı, sağ kol ağası, yüzbaşı, mülâzımı evvel, mülâzımı sânî, zabit vekili, başçavuş, onbaşı, nefer
Son devir askerî rütbeler ve İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamanında, 1900'de subay maaşları şöyleydi:
Müşîr (mareşal) iki yüz elli altın, ferik (korgeneneral) yüz altın, mirliva (tümgeneral) altmış altın, miralay (albay) yirmi beş altın, kaymakam (yarbay) on sekiz altın, binbaşı on iki altın, kolağası (kıdemli yüzbaşı) on altın, yüzbaşı beş altın, mülâzımı evvel (üsteğmen) iki buçuk altın, mülâzımı sâni (teğmen) iki altın, nefer (er) bir mecidiye (bir altının beşte biri) Bu maaşlar net ve kesintisiz verilirdi Her ay da ihsânı şahane (pâdişâh hediyesi) alan pek çok subay vardı

Osmanlı Askeri Teşkilatı hakkında farklı milletlere ait bazı görüşler:
ORDU-ASKER

Sayfa 324
· Mareşel Montecuccoli, bir çok Batı diline çevrilerek klasik olmuş tâbiye kitabında Türk ordusunu şöyle anlatıyor:
" Osmanlı Devleti o derecede kudretli ve kuvvetli bir imparatorluktur ki, hesapsız sayıda, mükemmel eğitim görmüş askerlerden müteşekkil ordusu, her an harbe hazırdır İstenildiği anda yürüyüşe geçebilen bu ordu, her zaman emre âmâdedir Ordunun yürüyüşe başladığını daha düşman öğrenmeden Türk ordusu, muharebe sahasına girmiştir 1660 yılında gemilere manda ve öküzleri koşup Tuna yoluyla Belgrat'a, Osiyek'e, Budapeşte'ye Türkler'in çektirdikleri gemiler ve taşıdıkları yiyecek ve ağırlıklar tarif edilemez, akıl almaz Gerek ordu yürüyüşünü, gerekse ağırlık naklini Osmanlılar, bütün hileleri kullanarak saklarlar Düşman casuslarına daima ters hedef verirler Her seferindeki hileleri de bir öncekinden farklıdır Nitekim herkesi Venedik seferi yapacaklarına inandırıp birden Transilvanya'da görünen Türk ordusu, şaşkınlık yaratmıştır Malta'ya gideceklerini yayıp Girit'e sefer etmeleri de böyledir Savaştan çok önce vaktiyle tedarik görmek, Romalılar'da usul ve kaide idi Osmanlılar, zuhurlarından bu ana kadar Romalı'ların bu usul ve kaidesini aynen tatbik etmişlerdir Osmanlılar ordusundaki her çeşit san'at erbâbı işçinin sayısı, şaşılacak kadar çoktur Kılavuzları ve casusları da çoktur Ordunun büyük ağırlıkları ve topları bulunduğu için nakliyeye ehemmiyet verilir Diğer milletlerin tahammül edemedikleri, tâkat getiremedikleri meşakkatlere Türk ordusu alışıktır Çok iyi siper ve tabya yaparlar Ordunun yürüyüşü fevkalâde sür'atlidir Bizde "Türk'e ayak kurşundan ve el demirdendir" atasözü meşhurdur Türk askeri cesurdur (krş Cevdet, I, 92-3)

Sayfa 325
· Grenard Grenard, şevket devri Türk ordusunu şöyle anlatır:
"Muharebe meydanında Türk askeri ölür teslim olmazdı İlk çağırma emrine daima hazırdı Her nefer yüzbaşısını tanırdı Her nefer kumandanının kendisinden önce yığınak yerinde bulunacağından emindi ve ona göre davranırdı Bu sûretle en kısa zaman içinde Sultan'ın emrinde çok tecrübeli, iyi silahlandırılmış, iyi atlandırılmış, iyi kumanda edilen, sayı bakımından olduğu kadar kalite bakımından da üstün bir ordu âmâde olurdu Topçuya çok hususî bir ihtimam gösterilirdi Top sayesindedir ki II Mehmet İstanbul'u almıştı Top sayesindedir ki Osmanlılar başlıca zaferlerini kazanmışlardı Top boldu, çeşitliydi, iyi imal edilmişti ve kullanılmasını fevkalâde iyi bilen ellerdeydi Bilhassa ağır Türk topları, dehşet vericilikleriyle meşhurdu XVII asırda bile dünyanın en iyi topu ve topçusu Türk ordusundaydı
Yardımcı sınıflar iyi yetiştirilmişti: Cebeciler, demirciler, nakliyeciler ve her türlü yardımcı sınıf Türk levazım teşkilatı yer yüzünün en iyisiydi Asker, ülkenin sırtından geçinmezdi; levazımın kendisine verdiğinden başka ne yemek, ne almak isterse hepsini öderdi

Sayfa 326
· XVI asırda Türk ordugahını gören Postel "dünyanın en ilâhî düzeni= le plus divin ordre du monde" ibaresini yazmaktan kendisini alamamıştır
· XV asırda Bertrandon de la Brocquiere: "Bizim 10 askerimizin yaptığı gürültüyü, 1000 Türk askeri bir araya geldiği zaman duymadım" diye yazar
· Rodos'u teslim almak üzere kaleye giren 30000 askerden bir tek gürültü, bir tek kelime, adım seslerinden sonra hiçbir şey duyulmadığını gözleriyle gören Hristiyan müşahidler hadiseyi yazmışlardır
· Paule Jove, Türk askerinin Hristiyan askerinden 3 üstünlüğü olduğunu kaydeder: Kumandanlarına körü körüne itaat, muharebe meydanında canlarını sakınmamak, yiyip içmeksizin çok uzun yol yürüyebilmek
· Thevenot: "Bir şeyleri eksik olduğu zaman sadece sabrederler Giyimleri ve teçhizatları hafif, yorgunluğa mütehammildirler, sür'atleri hayret vericidir Cengiz Han'ın askerlerine benzerler" diye kaydediyor
· Postel: "Hristiyan askerinin 3 gün 3 gecede aldığı yolu, Türk askeri bir gecede alır" diye yazmaktadır
· Busbeçg: "Teşkilatının kudreti ne olursa olsun, Türk ordusu nâmağlub bir ordu değildi Pekala mağlubiyetlere de uğradığı oldu Ona mukavemet edilemez kudretini veren başlıca iki hususiyet vardı: Daima seferberlik halinde, daima emre âmâde idi ve sefer yolu ne kadar uzun olursa olsun yürümeye hazırdı Halbuki Avrupalılar her yeni sefer için büyük masraflarla yeniden asker toplamaya mecburdular ve üstelik bu askerlerin iradesi kısa zamanda gevşiyordu Diğer taraftan Türkler bir başarısızlıkla karşılaşınca aynı teşebbüsü tekrarlamak, gene tekrarlamak karakterinde idiler Bu sebat, inatçılık ve tâkıyb fikri Osmanlı prensibi idi Cengiz'in, Timur'un, Babur'un prensibi de bu idi Bu tâkıyb fikri ve muvaffak oluncaya teşebbüse devam azmi, şüphesiz devletin malî gücü sayesinde olabiliyordu Ordu ile devlet iyice kaynaşmıştı ve maliye bu gücün emrindeydi Halbuki Batı'da ordular, sosyal yapının üzerinde ve dışında, sonradan eklenmiş müesseselerdi Bunun neticesi olarak Avrupa orduları için normal kaynaklar bulmakta müşkilat içindeydi Avrupa hükümdarları üst üste yığılan istikrazların yükü altındaydı Charles Quint bile bu durumdaydı Türkiye'de ise aksine ordu hükümetin normal imkânları içinde hayatını devam ettiriyordu

Sayfa 265
· II Murad ve Fatih Mehmed zamanında 22 yıl Türkler arasında esir olarak yaşıyan ve sonradan Almanya'ya dönerek hatıralarını yazıp bastıran Georg von Mühlenbach (s432): "100000 atın bulunduğu Türk ordugâhında bir tek atın kişnemesinin bile duyulamayacağını" yazmaktadır Sessizliğin savaş sırasında ne derecede işe yarayacağı âşikârdır
· Babinger: "Türk ordusundan hâkim olan mâneviyât, muhakkak ki herhangi bir düşman ordusununkinden çok üstündü" der
· Gene II Murad devrinde Türkiye'ye gelip Türk ordusunu gören De la Brocqiere şunları yazar:
"Ordudaki büyük emirler ve kumandanlar; öyle basit bir kıyafette idiler ki, onları, alayların içinde alelâde neferlerden ayırmak imkânsızdır Padişahı (II Murad'ı) camide namazını kılarken görmeye muvaffak olabildim Ne tahta benzer ki bir koltukta ne bir iskemlede değil, fakat yere serilmiş bir seccadede ibadet ediyordu Çevresinde, arkasında veya başı üzerinde, mevkiini işaret eden hiçbir şey yoktu"
· XVII asrın son yarısında, bu haşyet verici sessizlik hâlâ devam ediyordu Türk ordusu pek büyük bir sessizlik ve Majeste'nin (XIV Louis) askerleri arasında tasavvuru müşkül bir tevazu içindeydi

Sayfa 266
· Yabancıları her şeyden fazla şaşırtan bu sessizlik bahsine Busbecq tekrar döner ve Kânûnî'nin Amasya ordugâhını şöyle tasvir eder:
"Bu muazzam kalabalık içinde medhe değer görünen nokta, sessizlik ve disiplindir Hiç bir bağrışma ve uğultu yoktur Halbuki alelâde kalabalıklarda böyle şeyler eksik olmaz Herkes kendisine tayin edilen noktada rahatça duruyordu Paşalar, sancak ve alay beyleri, yüzbaşılar ve daha küçük Türk subayları yerlerine oturmuşlardı Alelâde neferler ayakta idi En çok göze çarpan topluluk, sayıları bir kaç bine erişen yeniçerilerdi Bunlar, diğer birliklerden ayrı bir yerde uzun bir saf halinde duruyorlardı O kadar sessizdiler ki, benden çok uzakta bulunmadıkları halde, acaba canlı insanlar mıdır, yoksa birer heykel midirler diye tereddüt ediyordum Bu mevki'den ayrıldığım zaman; hoş bir manzara göründü Sultan'ın hasa alayı atlar üzerinde, yerlerine dönüyorlardı Atlar gayet güzel ve yüksek olduktan başka, gayet bakımlı ve süslü idi
· İstanbul'a gelen Fransız rahiplerinden Canillac, Türk askerinin harp adamları değil keşiş sanılacak derecede sessiz ve mütevazı olduğunu, Dîvân-ı Hümâyûn'da vezirlerin bile yüksek sesle konuşmadıklarını kaydediyor

Sayfa 268
· Gene Iorga (I, 198-9 ) şöyle der: "Bir Avrupa ordusunun bir ülkeden geçmesi ülkenin halkı için bir felaket, bir Türk ordusunun geçişi bir saadetti Halk, Türk ordusunun kendi memleketlerinden geçmesini dört gözle beklerdi; zira zengin Türk ordusu ile geniş ölçüde alış veriş yapardı Balkanlar'da genç hristiyan kızları, tek başlarına mal satmak için endişesizce Türk ordugâhına girerlerdi Böyle bir durum Avrupa orduları için tamamen imkânsızdı
· Çağdaş büyük Fransız yazarı Montaine'in kaydettiği gibi Yavuz'un ordusu memlûklerin Şam şehrine girerken, şehri çepeçevre kuşatan hârikulâde meyve bahçelerine el bile değdirmemişti Türk ordusunda disiplin o derece idi

Sayfa 268, 269 ve 270 yarısına kadar
· Meşhur İngiliz diplomatı Ricault, Orduy-u Hümâyûn ile köprülü-zade Fâzıl Ahmed Paşa'nın Uyvar seferine katılmıştır Müşahadeleri arasında şunları anlatır:
"Gerek vezîr-i âzamın, gerek diğer büyük kumandanların otağlarına çadırdan fazla saray demek doğru olur Fevkalâde büyük olmaları, muhteşem ve hârikulâde süsleri, çeşitli dairelere ayrılmaları, otağlara saray manzarası verir En konforlu şehirlerde bile bu otağlardaki huzur yoktur Aslında bu otağlara mermer, yahut başka değerli taşlardan yapılmış saraylardan fazla masraf edilmektedir Zira otağın ömrü azdır, bir kaç yılda yenilenir Saraylarsa, asırlarca ayakta kalır Bu otağlar ve onları taşıyan kazıklar çok ağır çektikleri için nakilleri kolay değildir Fakat bütün eşyalarıyla beraber bu seyyar saraylar, menzilden menzile taşınır
Türk ordusu günde 5 veya 6 saat yürür, daha fazlası cebri yürüyüştür ve fevkalâde hallerde olur Bütün ordu ağırlıkları at, katır ve develerle taşınır Otağ kurucular, bir menzil önden giderek otağı hazırlarlar Otağı sahipleri menzile gelince, otağlarını kurulmuş ve hazır bulurlar otağ kurucu ekip, ordudan daima bir gün ileridedir Aslında her otağ çifttir, birinde otağ sahibi yatıp dinlenirken, diğer otağ bir menzil ileride kuruluş halindedir Türkler her menzili "konak" tabir ederler Bu durum Türk ordusunda çok büyük sayıda deve, katır ve diğer yük hayvanlarının bulunmasını icap ettirir Bu hayvan kervanlarına memur askerler de çok büyük sayıdadır Bu da büyük masrafı mûcip olmaktadır Fakat benim fikrime göre, bu halden daha fazla bir ihtişam gösterişi mümkün değildir ve Osmanlı İmparatorluğu bunu gerçekleştirmiştir
Ordu da düzen tek kelimeyle fevkalâdedir Fikrimce bu düzen, içki yasağı ile sağlanmaktadır İçki yasağı, Türk askerini itaatkâr, uyanık ve kanaatkâr yapmıştır Ordugâhta en küçük bir gürültü ve münakaşa duymak mümkün değildir Halk ordularının geçişi sırasında en ufak bir endişe hissetmez Ordu geçtiği yerde her şeyi peşin para ile satın alır; hanlarda geceleyin asker parasını öder Türk ordugâhına, kızlarına tecâvüz edildiği için şikayete gelen anneler görmek mümkün değildir Malının asker tarafından yağma edildiğini, hoş olmayan herhangi bir muameleye muhatap olduğunu söyleyerek şikayete gelen de yoktur Zîrâ böyle şeyler olmaz Bu düzen, Türk ordusunu muzaffer kılmış ve imparatorluklarını muntazam şekilde büyütmüştür Biz Hristiyanlar'ın ordularına ise şarap, Türk ordusunda görülenlerin tamamen aksine husule getirir Türkler bunu çok iyi bilmekte ve değerlendirmektedir Ordugâhlarına şarap girmemesi için her türlü tedbiri alırlar İki üç gün önce bir konağa vâsıl olduk, bu konakta meyhaneler vardı, ordu orada bulunduğu müddetçe meyhaneler kapatıldığı gibi , her türlü şarap alış verişi ve satışı da yasak edildi
Türk ordugâhı her zaman için son derece temizdir, en küçük bir çöp görülmez Her çadırın yanına, tabiî ihtiyaçlar için geçici çukurlar kazılır ve bu çukurlar ordu hareket ederken toprakla doldurulur Bu suretle Türk ordugâhı, en temiz şehirlerden daha temizdir
Büyük yaz sıcaklarında yürüyüş olduğu zaman, nakliye katarları, gecenin 7 saatinde harekete geçirilir Vezîr-i âzam ve maiyeti ise gece yarısından az sonra yürüyüşe başlar Bu sûretle gündüzün zahmetli yürüyüşler yerine, gece yürüyüşleri tercih edilir Her birliğin önünde öylesine bol miktarda meşale yakılır ki; gökyüzü, gündüz gibi aydınlanır Bu işi "Meşaleci" denilen ve Şam yahut Halep ayetlerinden gelen Arap Birlikleri yaparlar Bu birlikleri "Meşalecibaşı" denilen subayları düzenler
Belgrad'dan geçerken genç Sırp kızları ordugâha geldiler En iyi elbiselerini giymişlerdi Getirdikleri malları birliklerin içine girip sattıktan sonra çekilip gittiler Hangi yerden geçtiysek köylüler, orduyu sevinçle karşılıyorlardı Türk askerine bol bol mal satıp çok para kazanıyorlardı"

Sayfa 300, 301 ve 302
· Üstün nişancı olan Türk askeri, üstün süvari idi de, doğuştan atlıydı Bin yıl önce bir Hristiyan müellif, Türkler için: "Atlarıyla beraber doğmuş sanılırlar" demişti Türk ordusu da esas bakımdan atlı bir ordu idi Süvarilik meziyetleri XIX asırda bile üstün kalmıştı
· 1827'de Sir Adolphus Slade şöyle yazar:
"Türk süvarileri atlarına çok hakimler Günlerinin çoğu at üzerinde geçer Eğitimleri sert ve çok disiplinlidir Atlarını daima muharebe sahasının icaplarına göre terbiye ederler Eğitinde Türk süvarisi atını alevlere bürünmüş fıçılara, silah ateşlerine, domuz ayaklarına doğru sürer ve düz duvarlardan aşırır Onun için Türk atı, muharebe meydanına girince ürkmez Türk süvarisi atını sürmekteki mahareti kadar, dört nalla giderken nişan alması ve vurması ile de meşhurdur, çok keskin nişancıdır Cirit atmada Türk süvarisinin üzerine yoktur Hiç bir süvari, Türk süvarisi ile teke tek döğüşemez, mağlup olur
Türk atlıları 100 yarda gibi kısa bir mesafede baskın tarzında taarruz eden nâdir dünya süvarilerinden biridir Bu kabiliyetin ârızalı arazide ne derecede ehemmiyet taşıdığı âşikârdır Nitekim Kelefçe muhaberesinden sonra Rus süvari subaylarıyla konuştum Niye Türk süvarileri karşısında âciz kaldıklarını sordum Arazinin Rusya'da bile alışmadıkları derecede ârızalı olduğunu, atlarının böyle arazide hareket edemediklerini, meşhur kazak süvarilerinin bile Türk atlarına yetişemediğini söylediler
Kelefçe muharebesinde Türk süvarisinin hareket kabiliyeti inanılmaz bir şeydi "Deli" denilen Türk süvarisinin cesaretine, benimle beraber muharebe meydanında bulunan arkadaşım İngiliz süvari yüzbaşısı Chesney'de hayretler içinde kaldı Rus subayları bile Türk süvarilerinden "muhteşem cengâverlermiş" diye bahsetmeye başladılar
Bir Rus subayından dinledim
"Şumnu kalesinden bize taarruz için çıkan Türk süvarilerinin atlarını şaha kaldırarak gelmeleri, bana şövalye romanlarını hatırlattı, heyecanlandım" diyordu "Türk süvarileri, ellerindeki mızrakları havaya atıp tekrar tutarak atlarını dört nala sürüyorlar ve yürük atları üzerinde, uçan kuş sürüleri gibi, ovaya akıyorlardı Doludizgin at süren bu gözü pek insanların bazen kalpakları başlarından uçuyor, cepkenlerinin geniş yenleri yaprak gibi açılıyor, yağız atlarının kuyrukları rüzgârda dalgalanıyor ve ölüme göz kırpmadan ilerliyorlardı Derken Rus süvarileri ile mızraklaşmaya başlıyor, ölüyor veya öldürülüyorlardı Bu akım birden bir hengâme halini alıyor, dalgalanıyor, karışıyor, naralar yeri göğü inletiyordu Kanlı muharebeden arta kalan süvariler, yıldırım gibi çark ederek aynı sür'atle dönüyorlardı Fakat ric'at taktikleri şaşırtıcıydı Öylesine dağılıyorlardı ki, iki atlıyı bir arada görmenin imkânı yoktu Bu sûretle kendilerini tevcih edilmiş Rus toplarını hayal kırıklığına uğratıyorlardı Rus topçuları teker teker her Türk süvarisine bir mermi göndermeyi göze alamıyorlardı Bu sûretle geri çekilen Türk süvarilerinin çok azı şarapnel isabeti aldı
Açıkta Türk süvarisini karşılayamayacağını anlayan Ruslar, bu defa müstahkem tabyaların arkasına sinerek Türk süvarilerini beklemeye ve onları mustahkem siperlerin önünde kırmaya karar verdiler Türk süvarisi bu defa da taarruza geçmekten çekinmedi Ölümden zerrece korkuları olmadığı âşikârdır Rus siperlerine doğru yaklaştılar Siperlere az kala atlarını dizginleyip bir an siperlerin ardındaki Rus kazak süvarilerine küfrediyor, onları kızdırıp siperlerden çıkarmak istiyorlardı Siperlerin önünde bir an kalıp derhal çekildikleri için isabet almıyorlardı Âdetâ şehir meydanında cirit oynuyorlardı Bu yaptıkları artık süvariliğe bile sığar şey değildi Tam manasıyla at canbazlığı idi Rus topçusunun ateşi altında, ateşten mümkün olduğu kadar kaçınıp isabet almamaya çalışarak siperlere yaklaşıp piştovlarını Ruslar'ın üzerlerine boşaltıyorlardı Fakat bir an geldi ki Rus toplarının ateşi şiddetlendi O zaman Türk süvarisi ric'ate başladı Ama atlarının üzerlerinde görünmüyorlardı, kafalarını atlarının karnına sokup çekiliyorlardı
Fakat başları atlarının karnında çekilmeleri çok kötü netice verdi Zira çevrelerini görmüyor, yanlız istikamet tayin edebiliyorlardı Kumandanları Reşit Paşa'nın yalnız başına Rusların önünde kalakaldığını göremediler Bir kazak yüzbaşısı, Rus siperleri önünde şaşkın şaşkın bakan bir Türk süvarisini fark etti Süvarinin üzerindeki parlak üniformadan, bunun büyük bir Türk subayı olduğunu anlamıştı Reşit Paşa Serdar başkumandandı Kazak yüzbaşısı atını sürdü, paşanın kolundan tuttu Paşa şaşırmıştı Tarihte ilk defa olarak bir Türk Serdarı'nın düşmana esir düşmesine bir saniye kalmıştı Fakat o sırada ric'at eden bir Türk süvarisi durumu görmüş, atını gerisin geriye Serdar'a doğru sürmeye başlamıştı Yıldırım gibi yetişip piştovuyla kazak yüzbaşısını alnından vurdu Reşit Paşa'nın atının dizginlerini kavrayıp çekti Ve paşasıyla beraber Şumnu istikametinde gözden kayboldu Hadise yalnız bir an sürmüştü Ruslar siperlerinin arkasında sadece şaşkın şaşkın seyrediyorlardı Böyle bir vak'a olmamış gibiydi, sanki hayal görmüşlerdi
XIX asırda böyle olan bir süvarinin, XVI asırda ne olduğu kıyas yoluyla kolayca tahayyül edilebilir İngiliz amiralinin tasvir ettiği Türk süvarisinin, akıncılar askerin son fertlerinden biri olduğu aşikardır
· 1789 tarihli bir Almanya İmparatorluk askeri jurnelinde: "Avrupa'nın en âlâ süvarisi olan Osmanlı süvarisi" denmektedir Bu sûretle son zamanlara kadar Türk süvarisinin kesin şekilde Avrupa süvarisinden üstün olduğu anlaşılır Fakat XVII asırdan sonra muharebelerin mukadderâtı artık süvarinin elinde değildi, piyadenin eline geçmişti

Sayfa 263 ve 264
· Charles-Quint'in Kânûnî nezdindeki büyükelçisi Baron ve Busbecq:
"Türk sistemini kendi sistemimizle mukayese ettiğim zaman, istikbalin başımıza getireceği şeyleri düşünerek titriyorum Bir ordu galip gelecek ve Pâyidâr olacak, diğeri de mahv olacaktır Çünkü şüphesiz, ikisi de sağlam sûrette devam edemezler Türkler'in tarafında, kuvvetli bir imparatorluğun bütün kaynakları mevcut; hiç sarsılmamış bir kuvvet var; sefer görmüş askerler, zafer îtiyadları, meşakkatleri tahammül kabiliyeti, birlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve uyanıklık var Bizim tarafta ise, umûmi fakirlik, hususî israf, sarsılmış kuvvet, bozulmuş mâneviyât, tahammülsüzlük ve idmansızlık var Askerlerimiz serkeştir, subaylarımız tamâkârdır Disiplini istihkar ediyoruz Sebatsizlik, serkeşlik, sarhoşluk, sefâhat, bizde bol bol mevcuttur Bütün bunların en kötüsü düşmanın (Türkler'in) zafere, bizim de hezimete alışkın bulunmamamızdır Neticenin ne olacağını tahminde tereddüt, artık caiz midir? Yalnız İran, bizim lehimize işe müdahale ediyor Çünkü düşman, hücûma teşebbüs ettiği zaman arkalarını tehtid eden tehlikeyi (İran-ı) hesaba katmak mecburiyetindedir Fakat İran bizim mukadderâtımızı geciktirmekten başka bir iş görmüyor İran bizi kurtaramaz Türkler, İranlılar ile işlerini neticelendirdikleri zaman, bütün Doğu'nun kuvvetlerinden yardım görerek, bizim boğazımıza atılacaklardır Bu tehlikeye karşı ne kadar hazırlıksız bulunduğumuzu düşünmekten korkuyorum (1 Haziran 1560'da Almanya'ya gönderdiği mektup) (Türk mektupları, HC Yalcın tercümesi 141-2)
"İlk dikkat ettiğim husus, muhtelif teşkilatı mensup Türk askerlerinin, kendi karargâhları içinden hârice çıkmamaları idi Bizim karargâhlarda cereyân eden işleri bilenler, buna inanmakta zorluk çekerler Fakat gerçek şu ki, her tarafta tam bir sükûnet ve sessizlik hüküm sürüyordu Kat'iyen kavga ve münakaşaya tesadüf edilmiyordu Hiç bir türlü zorlama ve şiddet harekâtı görülmüyordu Sarhoşluktan yahut kafa kızgınlığından ileri gelmiş yüksek sesler bile yoktu Bundan başka, her taraf tertemizdi Gübre yığınları, süprüntüler görülmüyordu Göze, yahut buruna fena gelecek hiç bir şeye tesadüf etmedim Bu gibi şeyleri Türkler yakıyorlar, yahut uzağa götürüyorlar Neferler de büyük bir çukur açarak, pislikleri oraya gömüyorlar ve karargâhı tertemiz tutuyorlar Bizim askerimiz arasında olduğu gibi hiç bir tarafta bir sarhoşluk, cünbüş yahut kumar gibi şeylere tesadüf edemezsiniz Türkler kâğıt ve zar oyununu bilmezler (s 201)
Bundan başka, düşman memleketinde bulundukları ve muharebe yakın olduğu zaman, Türk askeri, ordularını başka bir zaman için geri bırakabilirler Açlık yüzünden zayıf düşmüş oldukları bir sırada muharebeye girmemeleri için böyle yapılır Bu emre itaat hususunda tereddüt gösterirlerse padişah, bizzat öğle üzeri, ordunun göreceği bir yerde yemek yer Bu sûretle herkes, aynı vechile hareket etmeye cesaretlendirilmiş olur (s 204-5)
Türk ordugâhında (Amasya yakınlarında) bir bayram namazı seyrettim Sarıklı başlardan mürekkep büyük bir topluluğun toplanmış olduğunu gördüm Derin bir sessizlik içinde namazı idare eden dîn adamının sözlerini dinliyorlardı Her saffın belirli bir durumu vardı Ayrı saflar, dizildikleri açık sahrâda, tıpkı bir duvar gibi uzanıyordu
Yılmaz Öztuna'nın Büyük Türkiye Tarihi kitabının 9 cildinden alınmıştır



Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #11
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Gerileme döneminde Osmanlı Ordusu (1699-1792)

Gerileme döneminde, Avrupa örnek alınmaya çalışılmış, teknik ve ekonomik alanlarda yapılanmaya gidilirken Donanmanın yenilenmesi gibi askeri birtakım yenileşme çabalarına gidilmiştir

Çöküş Döneminde Osmanlı Ordusu (1792-1918)
  • III Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması,
  • Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları,
  • İltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmesi ve eyaletlerde asker yetiştirilmemesi,
  • Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi,
  • Avrupa’da meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi,
gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Duraklama Döneminde Osmanlı Ordusu (1566-1699)




Kanunî Sultan Süleyman'ın ölümü ile, devletin henüz karalarda üstünlüğü, iç denizlerde hakimiyeti ve sosyal düzeni devam etmekte idi
Duraklama Döneminde artık ihtiyaç kalmayan yaya ve müsellemler ve voynuklar gibi bazı eski askeri birlikler kaldırılmıştır Kapıkullarının toplam mevcudu; 1470'lerde 13000, timarlı sipahi 60000; 1526'da kapıkulu 24000, timarlı sipahi 80000 olduğu halde, 1610'larda kapıkulu 40000'e çıkmış, timarlı sipahi sayısı 20000'e düşmüştür Sonuç olarak, tımar sisteminin bozulmasının en olumsuz tarafı, devletin iktisadi yapısına yansımasıdır
1593-1606 Avusturya harplerinde tımarlıların yerine mecburiyet sebebiyle Sekban ve Tüfenkçilerin sayılarının fazlalaştırılması tımar sistemiin bozulmasına aynı zamanda sulh dönemlerinde boşta kalan Sekbanların başıbozukluğu ordu disiplininin bozulmaya başlamasına neden olmuştur
Küçük timar sahipleri 1580'lerden itibaren batıdan gelen büyük ölçüde gümüşün fiyatların düşmesine sebep olması üzerine masraflı seferlerden kaçınmaya başlamışlardır İltizam sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmiş ve eyaletlerde asker yetiştirilmemeye başlanmıştır
Sokullu Mehmed Paşanın ölümünden sonraki 30 sene boyunca devlet idaresinde ehliyet sahibi yöneticilerin getirilmemesi orduyada yansımıştır
Düzenin bozulduğu Yeniçeri Ocağını düzenlemek isteyen II Osman (1618-1622) yeniçeriler tarafından tahttan indirilerek yerine, I Mustafa getirilmiş ve sonrasında, Yedikule Zindanları'nda katledilmiştir
  • III Murat döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak sayılarının artırılması
  • Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
  • Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
  • Avrupa’da meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi
gibi etkenler Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden olmuştur


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #13
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Yükselme Döneminde Osmanlı Ordusu (1452-1579)



Osmanlı Devleti’nin beylik-devlet siyasetinden imparatorluk siyasetine geçişi imparatorluk içinde bağımsız güç bırakmak istemeyen, merkezi otoriteyi devşirme-kapıkulu-yeniçeri-enderun sistemiyle sağlamlaştırmak isteyen II Mehmet ile başlamıştır
II Mehmet Yeniçeri ocağına büyük önem vermiş Çandarlı ailesinden sonra vezir-i azamlığa devşirme-kapıkulu kökenliler getirilmeye başlanmış ve yeniçeri-devşirme aristokrasisi Cem ve II Bayezıt arasında çıkan taht kavgasında belirleyici rol oynayarak tımarlı sipahi-Türk aristokrasisine karşı üstünlük sağlamışlardır


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Beylik-Devlet Döneminde Osmanlı Ordusu




Beylik-Devlet Döneminde Osmanlı Ordusu, Osman Gâzi (1281-1326) devrinde Türk atlı aşîret kuvvetlerinden oluşmaktaydı
Selçuklu Sultanı Sultan Alâaddin tarafından Bizans sınırına bir uç beyi olarak tayin edilen Ertuğrul Gazi'ye yurt olarak verilen yer bugünkü Bursa, Kütahya ve Bilecik vilâyetlerinin sınırlarının birleştigi yerdir
Beylikler döneminde Osmanlı, komşu Türkmen beylikleriyle mücadele yerine, Balkanlar üzerine seferler yapmıştır Topraklarını çok kısa bir sürede genişleten ve savaşmak ve yönetmek ikilemi ile karşı karşıya kalan Osmanlının basit beylik yapısından kurtulması için düzenli bir devletin niteliği olan askeri, siyasi, iktisadi ve sosyal yapısal öğelerin oluşturulmasını ve geliştirilmesini zorunlu haline getirmiştir
İlk seferler ve fetihler beyliğe bağlı aşiret kuvvetleri ile yapılmıştır Zamanla fetihlerin genişlemesi sefere çıkacak asker ihtiyacını arttırdığından düzenli bir ordunun kurulması zorunlu hale gelmiştir Bu zorunluluk sonucu tamamen Türk gençlerinden yerleşik birlikler oluşturulmuştur İlk düzenli ordu oluşturma teklifi Alaeddin Paşa ile Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil tarafından yapılmış, İznik seferinden önce bu adım Orhan Gazi tarafından atılmıştır
Osmanlı kuvvetleri beylik döneminde Osman Gâzi zamanında Türk atlı aşiret kuvvetleri, Nöker ile Orhan Bey zamanında eklenen yaya ve müsellemlerden meydana geliyordu


Alıntı Yaparak Cevapla

Osmanlı Ordusu

Eski 06-22-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Ordusu




Osmanlı Ordusu



Topçu arması



Osmanlı ordu teşkilatı, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar ve Memlüklüler devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur
Osmanlı İmparatorluğu Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır
Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler
Osmanlı Devletinin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf iki sınıf piyade ve süvari kuvveti kuruldu


Osmanlı ordusunda; alemkılıç, ok, sapan, bozdoğan, topuz da denilen gürz, kamçı, döğen, balta, meç, şimşir, gaddara, yatağan, hançer, kama, mızrak, cirit, kantariye, kastaniçe, süngü, zıpkın, tırpan, çatal, halbart, mancınık, müteharrik kule, şayka, zarbazen, miyane zarbazen, şahî zarbazen, şakloz, drankı, bedoluşka, marten, ejderhan, kolonborna, miyane, balyemez adlarındaki toplar şişhaneli karabina, çakmaklı, fitilli çeşitleriyle tüfek, tabanca, zırh, karakal, miğfer, dizçek, kolçak, kalkan da düşman silâhından muhafaza için kullanılırdı



Konu başlıkları
1 Beylik-Devlet Döneminde Osmanlı Ordusu
2 Yükselme Döneminde Osmanlı Ordusu (1452-1579)
3 Duraklama Döneminde Osmanlı Ordusu (1566-1699)
4 Gerileme döneminde Osmanlı Ordusu (1699-1792)
5 Çöküş Döneminde Osmanlı Ordusu (1792-1918)
6 Askeri Ödenekler
7 Askeri Tayınlar
8 Osmanlı Ordusu'nda eğitim
9 Askeri Teşkilat
91 Kapıkulu Ocağı
92 Eyalet Askerleri
93 Akıncılar
10 Modern Osmanlı Askeri Birimleri
11 Donanma-yı Hümayun
12 Osmanlı Ordusu'nda kullanılan silahlar
13 Mehteran Takımı


Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.