Prof. Dr. Sinsi
|
Halide Nusret Zorlutuna
Halide Nusret adını ilk defa Konya Lisesi'nin orta kısmına yatılı öğrenci yazıldığım yıllarda duydum (1937 -1940) Şiire meraklı olduğumu öğrenen, büyük sınıflardaki ağabeylerimiz, bana - ballandıra ballandıra-iki şair arasında çıkan bir kavgayı anlatmışlardı Halide Nusret adında bir hanım şair, erkeklere çatan bir şiir yazmış, Faruk Nafiz de ona gereken cevabı vermiş Hailde Nusret'e ve Faruk Nafiz'e ait olduğu söylenen manzumeler defterden deftere aktarılarak büyük bir hızla yayılıyordu Bu manzumeleri ben de defterime not etmekte gecikmedim
Karşı cinsi suçlayan, yerle bir eden her iki manzume de, ağır bir dille yazılmıştı Yatılı bir erkek mektebinin öğrencileri olan arkadaşlarım ve ağabeylerim, Halide Nusret'e ait olduğu söylenen manzumeyi okurken öfkeden kuduruyor, Faruk Nafiz'in ona verdiği ileri sürülen cevaba gelince son derece keyifleniyorlardı
İş bununla kalmadı: Fırsatı ganimet bilen bir sürü şiir heveslisi, Halide Nusret'e cevap yazıp, erkekleri yiğitçe savunmak ve bu yolla ucuz bir şöhrete ulaşmak hevesine kapıldılar Şimdi, o yıllarda tuttuğum şiir defteri elim de olsa, bu kahramanların adlarını verebilirdim Ama, yazdıklarını istesem de yaymlayamam Çünkü, kadınlarla erkekler arasındaki manzum kavga düpedüz küfür ve hakarete dönüşmüştü
Bize gelen şaheserlere (!) göre, hırsını alamayıp, kavgayı sürdürüp duran erkeklerdi Acaba kız okullarına da kadınların cevabları mı gönderiliyordu ? Bilmiyorum
İşin aslına gelince  Bunu Halide Nusret'in kendisinden dinleyelim "Bir Devrin Romanı" adiyle Hürriyet Gazetesi'nde tefrika edilen hatıralarında Zorlutuna, Erenköy Kız Lisesi'nde öğrenci iken, Faruk Nafiz'in Musaffa ve Zübeyde adındaki iki hala kızı ile arkadaş olduklarını söyledikten sonra, şöyle diyor: "Musaffa ile Zübeyde dayılarının oğlu Faruk Nafiz'in şiirleriyle mağrurdular Bir yandan da ona "Bizim sınıfta bir şaire yetişiyor" diye öğünmüşler O da "Kadınlar ellerinin hamuruyla bu işlere karışmasalar iyi ederler!" gibi sözler etmiş, onları kızdırmış, sonra da bu dediklerini Musaffa'nın sarı yapraklı müsvedde defterine yazarak bana göndermiş Teneffüste üçümüz baş başa verip bu alaylı, küçümseyen yazıları tekrar tekrar okuduk Sinirlendik O zamanlar, kadın - erkek eşitliği davasının başlangıç seneleri; bu konuda tartışmak modası almış yürümüş Biz durur muyuz, hemen bir güzel cevap hazırladık; oturup Musaffa'nın defterine itina ile yazdım bu yazıyı; arkadaşlarım sevinçle alıp Faruk Nafiz'e götürdüler "
İşte kavganın esası bu Erkekleri hicveden o şiiri kendisi yazmadığı gibi, kadınlara hakaret eden mısralarım da Faruk Nafiz'e ait olmasına ihtimal vermediğini, Zorlutuna bir çok defa, yazı ile sözle açıklamıştır Ama, yukarıda sözü gecen hatıralarında anlattığı sarı defterli kavgadan dolayı Faruk Nafiz'le aralarına uzun süren bir soğukluk girdiğini aynı hatıralardan öğreniyoruz: "Daha sonraki seneler, Celâl Sahir, Halit Fahri, Orhan Seyfi  Nazım Hikmet gibi bir çok şairlerle tanışmış olduğum halde, Faruk Nafiz'le selâmlaşmazdık bile  Aramızda sanki bir düşmanlık vardı "
Halide Nusret'in erkeklere hitaben kendi ağzından uydurulduğunu söylediği manzume, o tarihlerde O'nun bütün şiirlerinden daha fazla bir yayıl ma ve okunma gücü kazanmıştır Buna, şairin kendisi de, şaşıp kaldığını söyler
Ben, Halide Nusret'e şöhretin kapılarını açan ve bütün şiir severlerin gönüllerinde yer eden, "Git Bahar" şiirini bile, senelerce sonra, ancak lise sıralarına geldiğim zaman görüp okumak fırsatını bulabildim Çekil, bu gölgeli yolda gezinme, Bahar, bakışların yine pek sarhoş! Yanılıp gönlüme misafir inme, Kapısı kilitli, mihrabı bomboş, Mabeddir orası, meyhane değil
Git bahar, git bahar , uzaklarda gü1, Denize renginden bırak hediye Ufuklarda gezin, semaya süzül, Kalbime sokulma "peymane" diye, Gördüklerin kandil Peymane değil! "Git Bahar" şiiri 1919 yılında yazılmıştır Birinci Cihan Savaşı'nın verdiği acılar, üzüntüler, yokluklar ve çaresizlikler üstüne bir de Mondros mütarekenamesinin utanç verici ağırlığının çöktüğü; İstanbul'un düşman işgaline uğradığı, zulmün, işkencenin sınırı olmadığı yıl  
"1919 yılının baharı işte böyle bir İstanbul'a bütün güzelliği, bütün haşmeti ve çılgın neşesiyle çıkıp gelmişti Ona : "Safa geldin, sofalar getirdin!" demeye imkân var mıydı ? O harikulâde güzel renkler, gölgeler, kokular, ışıklar, deli bir neşeyle cıvıldaşan kuşlar beni boğuyorlardı sanki Ben de elimde olsa baharı boğacaktım Ama elimde değildi, onu sadece kovuyordum "
Böyle diyor, Halide Nusret Fakat biz ilk gençlik yıllarımızda "Git Bahar" şiirini okurken, böyle şeyleri aklımıza bile getirmiyor, Şair'e bu şiiri olsa olsa bir aşk küskünlüğünün yazdırdığını sanıyorduk Şiirin, üzerine basa basa tekrarladığımız kıt'ası da şu idi :
Ziyalar, kokular, sesler, çiçekler
Ömrünün her günü bir başka düğün!
Bülbüller koynunda aşkı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün,
Gerçekten güzelsin, efsane değil
Biz, çok şükür, barış yıllarında doğmuş büyümüştük Devletimizin katılmadığı İkinci Dünya Savaşı, zaman zaman yüreğimizi ağzımıza getirmiş, ekmeği az miktarda vesikayla yememize, şekere uzaktan bakmamıza sebep olmuşsa da, bize annelerimizin, babalarımızın çektiği cinsten dayanılmaz acılar getirmemişti
O zamanlar esen havaya göre, en büyük üzüntünün erkek - kadın ilişkilerinden doğduğunu sanır, Çalıkuşu Feride'ye ihanet edip onu diyar diyar dolaştıran Kâmuran'a içerler, aşk yüzünden canına kıyan Graziella'ya gözyaşı döker, Verter'le ah ederdik
"Git bahar" şiiriyle şöhrete erer Halide Nusret, git dediği baharın peşini de kolay kolay bırakmaz Aynı mısra düzeni ve kafiyelerle 1939 yılında "Gel, Bahar!", 1949 yılında da "Bahar Geldi" şiirini yazar
"Gel Bahar!" da şöyle diyor:
Ben mi çıldırmışım, sen mî delirdin?
Yalvaran sesimden bu kaçış neye ?
Git dediğim zaman koşar gelirdin,
Gel şimdi de inan bu efsaneye!
Şimdi günler birer peymanedir gel !
Şairimize, kovduğu baharı, yıllar sonra, yalvararak geri çağırtan, her halde, o sırada oturmakta olduğu Kars ilimizin uzun süren kışı ve şöhretli soğuğu değildir Her ne kadar şiir :
Gel bahar, erit bu yolun karını
diye başlıyorsa da, ondan hemen sonra :
Geçen seneleri anmayalım hiç
diyerek, bize sırrının kapısını aralıyor ve :
Şimdi günler birer peymanedir, gel!
mısraıyla asıl yazılış sebebini açığa vuruyor Üstadımız artık üzüntülü yılları geride bırakmış, mutlu bir aile yuvasında, huzur içinde yaşamaktadır Baharı çağırmaz da ne yapar ?
1949 yılında yazdığı üçüncü bahar şiiri, 1951 yılında Hisar dergisinde yayınlanmış Bu şiirde bir yandan geçmiş güzel yılların geri gelmeyeceğine hayıflanış, öte yandan Tanrı'ya yöneliş var :
Yıllardır kaybettim o tatlı sesi,
Bir türlü içimde ötmez o bülbül,
Bir ömre bedeldi bir tek nağmesi,
Hem ötmez, hem içten gitmez o bülbül
Kalbim sükûtuna kâşane oldu
           
Hasret dedikleri zorlu ateştir:
Bekledim, bağrımı dağladı gül gül
Artık gelse de bir, gelmese de bir
Dermanı yanmada, bulan bu gönül"
Vahdet şarabına meyhane oldu
"Bahar Geldi" şiiri 1951 yılında yayımlandığına göre, demek ki Halide Nusret, Hisar'ın çıkışının daha ikinci yılında, derginin yazı ailesine katılmış
O tarihte oturduğu ev de dergi idarehanesine pek yakındı Hisar, benim oturduğum, Öncebeci, Bahadırlar Sokak'tan yönetilir, Zorlutuna'lar da Hukuk Fakültesi'nin yanından yukarı çıkan Erdem sokakta otururlar İşime gidip gelmek için, her gün birinin önünden geçerdim Böyle olduğu halde, bir kere bile ziyaretlerine gittiğimi hatırlamıyorum Sanırım, benden yaşça da, şöhretçe de çok ilerde bulunan bir hanımla sert bir paşa olduğunu işittiğim eşini ziyaret edersem, çok resmi disiplinli bir hava içine girip sıkılacağımdan korkuyordum
Üstad'la umumî yerler ve toplantılar dışında, ailece görüşmemiz ve O'nun iftihar ettiğim dostluğunu kazanabilmem, ancak bu çeşit korkuları attıktan sonra mümkün olabilmiştir Yakından tanıyınca, Halide Nusret'in ne kadar samimî, nazik ve alçakgönüllü bir hanımefendi olduğunu anlamakta gecikmedim Sanatçı heyecanını ve amatör ruhunu da -yılların geçmesine rağmen- aynen muhafaza ettiğine hayretle şahit oldum
Halide Nusret, 70 yaşını geçtiği halde şiir yazmaya devam eden nadir şairlerimizden biridir Hisar'a her şiir gönderişinde, beğenip beğenmediğimi merak eder ve heyecanla sorar Yeni çıkan yazı ve şiirlerimizi, kendisi okuyamazsa, mutlaka birisine okutur, takdirlerini, tenkitlerini günü gününe bize ulaştırır Bizden daha genç, daha yeni şairleri de oldukça yakından izlediğini biliyorum
Bize son yolladığı ve Hisar'ın Nisan 1976 sayısında yayınladığımız "Yüzükoyun" başlıklı şiiri üzerinde özellikle durmuş, bu şiiri dikkatle okuyup, kanaatimi açıkça söylememi ısrarla istemişti Şiiri, istediği gibi, dikkatle okudum, fakat neden bahsettiğini pek iyi anlayamadım
Yalandı söylediklerin, Yüzde yüz yalandı, biliyorum
diye başlayan şiirin :
Ya inansaydım, sevgilim,
Düşünsene bir, Ya inanıverseydim sana?
mısraları özellikle beni şaşırtıyordu Acaba, bu sevgili kim olabilirdi? Bu bir erkekse, şiir, Üstad'ın yaşına ve başına uymazdı; "Sevgili" den kastedilen Tanrı ise "Yalandı söylediklerin" "Ya inanıverseydim sana" mısraları ne oluyordu? Şiiri, o sırada dergiye gelen Yavuz Bülent Bâkiler'e gösterdim O da işin içinden çıkamadı Sonunda Üstad'a azıcık takılmaya karar verdik Telefonu açtım :
- Şiirinizi okudum Üstad'ım,
- Beğendin mi?
- Beğendim, fakat ne demek istediğinizi pek iyi anlayamadım Düşündüm, taşındım, sizin yeni bir aşka tutulduğunuza ve bu şiiri o sebeple yazdığınıza karar verdim Yavuz Bülent de bu kanaatıma iştirak etti
- Hay aklınızla bin yaşayın Demek bu yaşta ha?
- Aşkın yaşı olmaz
- Ayol, ben gençliğimde bile, sizin anladığınız manada bir aşk şiiri yazmadım
Bunları söylerken, azıcık da öfkelenmiş olduğunu hissettim Telefonu kapattıktan biraz sonra, bu sefer kendisi açtı :
- Durumu sana açıklamaya karar verdim  
Sesi kederli ve heyecanlı idi Şiirde anlatılan olaya çok önem verdiği belliydi Öyle bir ruh hali içindeyken kendisine takılmak istemekle baltayı taşa vurduğumu anladım
Bana üstü kapalı anlattığına göre, yakınlarından birisi, o günlerde, kendisine çok kötü bir itirafta bulunmuş İtirafın ne olduğunu söylemedi Fakat üzerinde korkunç bir tesir uyandırdığı açıkça anlaşılıyordu Bu itirafa inanmıyor, inanırsa yaşayamayacağını söylüyordu :
Ya inanıverseydim sana?
Hepten yıkılıp çökerdim; yerle bir
Yok, hayır "yerle bir" nedir?
Uçurumlar boyunca, yerin dibinde
Ve  
Yüzükoyun!
Şiirin, bizim yaptığımız gibi, yanlış tefsir edilmemesi (!) için,
Ya inansaydım, sevgilim, "
mısraını, Ya inansaydım, yavrucuğum,
olarak değiştirmeyi uygun buldu ve şiiri o şekilde yaymadık Son mısralardaki trajik ifadeye rağmen, konunun bu kadar ciddi ve önemli olduğunu hiç düşünmemiştim
Halide Nusret'in 50 sanat yılı dolayısıyla yayınlanan "Ellerim Bomboş" adlı kitabına bakıyorum Üstad'ın 50 yıl boyunca yazdığı şiirlerden seçmeleri içine alan bu kitapta karşı cinse duyulan aşkla ilgili bir parçaya rastlamak hemen hemen imkansız gibi
Kitabın, "Aşk imiş her ne var âlemde" başlığını taşıyan bölümünde de Şair'in Tanrı'ya, yurda, annesine, çocuklarına, torunlarına duyduğu sevgiyi dile getirilmiş "Aziz Eşime" başlığını koyduğu şiirde bile bir erkek değil, bir ırmak var: Tuna Belki, bu dediklerimden "Hayali Cihan Değer" ve "Hatıran" başlıklı şiirleri istisna edebilirim Onlarda da, sadece, maddî olmaktan çok uzak bir sevginin anıları ve belirsiz izleri görünüyor
Halide Nusret gibi duygulu bir Şair hanım, ilk gençlik yıllarından itibaren kendisine âşık olan erkeklerin hepsine ilgisiz kalmış, onların sevgisine hiç karşılık vermemiş olabilir mi? "Bir Devrin Romanı" nda bu sorunun cevabını arıyor, zaman zaman da buluyorum 1924 yılının ilk günlerinde, Ankara'ya öğretmenlik için başvurduğunu anlatırken, o zaman İstanbul hariç Türkiye'nin her hangi bir yerinde görev yapmayı kabul ettiğini söylüyor ve İstanbul'u istemeyişinin sebebini şu cümlelerle açıklıyor : "Güzel İstanbul'dan, evet, yangından kaçarcasına kaçmak istiyordum Bundan bir kaç yıl önce geçirdiğim bir his tecrübesini o zaman epeyce mühimsemiş "Aşk dedikleri şey acaba bu mudur?" demiştim  Bugün yarım yüz yıl geriye bakarken de rahatça "Evet aşk o idi!" diyebiliyorum Ama, ne garip, inandığım, yaşadığım o şeyin, o çok güzel ve çok kutsal şeyin bir tarifini yapamıyorum Hiç bir zaman da yapamadım"
Bu satırlarda İstanbul'dan kaçıp, Anadolu'da çalışarak sevdiğini unutmak isteyen bir hoca hanımı (yeni bir Çalıkuşu Feride'yi) buluyoruz Bu satırlar, Halide Nusret'te niçin ateşli bir aşk şiiri bulamadığımızı da açıklıyor
"Onunla dokuz ay nişanlı kaldık, Onun güzel adını taşıyan altın halkanın parmağıma ilk geçtiği günkü o kanatlı sevinci ve onu parmağımdan âdeta sökercesine çıkardığım dakikadaki korkunç ve sefil acıyı hiç bir zaman unutamadım Benim tam tersime anacığım onu hiç sevmemiş, sevememiş; o aileye bir türlü ısınamamıştı  Annemin onları reddetmek için, kendince pek kuvvetli sebepleri vardı "
Bu son satırlar da samimi ve derin bir aşkın nasıl feda edildiğini anlatıyor Görüyoruz ki, Halide Nusret'in sevdiği adam Çalıkuşu Feride'nin Kâmuran'ı gibi hercailik etmemiş, fakat kendisinden zorla sökülüp alınmıştır Annesinin kararına ve zevkine itaat etmekten başka bir şey düşünmeyen, kalbi parça parça olsada annesine karşı saadetini koruyamayan, iyi yetişmiş eski zaman kızlarının çok görüp işittiğimiz acıklı kaderleri de bu satırlarda yatmaktadır
Karşı cinse duyulan aşkı, şiirlerine pek uğratmayan Halide Nusret, Tanrı'ya içini döktüğü; Yunus'a, Mevlâna'ya seslendiği zaman, son derece coşkundur :
Avcumuz boş, gönlümüz boş,bağrımız sadparedir,
Yolcudur, yollarda şaşkın, çırpınır, âvâredir;
Koyma gafletlerde Râbbim kulların biçâredir,
Ya İlâhi, rahmetinden kimseler dur olmasın
---------------------------
Gecenin bir saatinde
Eşiğine varan bendim
Kuşlar yuvada, kurt inde,
Karanlığı yaran bendim!
      
Seni buldum Şahım seni
Tut elinden Üftadeni!
Koma karanlıkta beni
Mevlâna! Aman efendim!
---------------------------
Yunus'um! Aşkınla dil oldu bülbül,
Cehennem ateşi kızı! kızıl gül
Seni bu illerde bulalı gönül
Karaman diyarı apaydın bana!
Halide Nusret, her şeyden önce büyük bir vatanseverdir 50 sanat yılı dolayısıyle yapılan törende şöyle demişti: "Kalemimi 50 yıldan beri karınca kaderince milletimin hizmetinde, memleketimin hayrına kullanmağa çalıştım Bunda ne dereceye kadar başarılı olduğumu bilemiyorum
Ama, memleket zararına tek satır yazmamış olmanın inanç ve sevinci içerisindeyim "
Q gün (17 Mayıs 1967) bu inancı hepimiz paylaşmıştık, bugün de paylaşıyoruz Gerçekten, Halide Nusret memleket zararına tek satır yazmamış, her şeyi memleketin hayrına yapmaya çalışmıştır
Şair'in ilk gençlik yıllarına ait hayal ve tasavvurlarında dahi, her genç kızın düşüncesinden ayrı, millî bir intikam duygusu ön plâna geçer Yukarda sözünü ettiğim hatıralarında şöyle diyor: "Anamın ailesi asker oluyordu, miralaylar, paşalar, hatta müşirler   Ve en önemlisi şehitler  Annemin babası gencecik bir yüzbaşı iken (93) de, bir Moskof kurşunu ile şehit düşmüştü Zavallı anacığım, kundakta yetim kalmıştı Subayla evlenmeyi kurduğum çocuk yaşlarımda-, parıl parıl apolet, şıkır şıkır kılıç kadar, şehit dedemin intikamını Moskof'tan alacak bir Türk zabitine eş olmak hevesi de yer alırdı " Kader, bu "Türk zabitini", Edirne'de öğretmenlik yaptığı yıllarda karşısına çıkarır O zaman Kırklareli'ndeki süvari alayında binbaşı olan rahmetli Aziz Zorlutuna'yla evlenirler (9 Eylül 1926)
Halide Nusret, Aziz Paşa'nın vefatına kadar, tam 45 yıl, mutlu olduğunu sandığım, bir evlilik hayatı sürmüştür Eşiyle birlikte Anadolu'nun bir çok yerlerini dolaşmış, çeşitli okullarda öğretmenlik yapmış, Türk çocuklarının kalplerine ve kafalarına ışık tutmuştur
Öğretmenlikle ilgili hatıralarının toplandığı "Benim Küçük Dostlarım" kitabı için, rahmetli Arif Nihat Asya şöyle der :   Onu yalnız bir hatıra değil, aynı zamanda bir meslek kitabı olarak ilgililere tavsiye ederim  Bunun, okul klâsikleri arasına girmesi gereken bir kitap olduğu kanaatindeyim "
Şairimizin, çocukluk hayatı sarsıcı olaylarla dopdoludur Bir gazeteci ve hürriyet savaşçısı olan babası Avnullah Kâzımî önce istibdat idaresinin, daha sonra'-1908 yılında "Fedekaran-ı Millet Cemiyeti" adı altında bir siyasi parti kurup muhalefete geçtiği için- sözde hürriyet idaresinin (İttihat ve Terakki'nin) hışmına uğrayıp, ömrünün büyük bir kısmını sürgünde ve zindanda geçirir Bir süre, siyasetten çekilmeyi kabul edip, Kerkük'e mutasarrıf tayin edilir Orada çok değerli hizmetler görür "Bir Devrin Romanı"nda, Halide Nusret'in Kerkük'e ve çocukluk yıllarına ait hatıraları canlı bir şekilde anlatılmaktadır
Sevinci güller açmış, dertleri kor içimde,
Yurdumun dört bucağı sarmaşıyor içimde
diyen Şair'in, gezip dolaştığı yurt köşelerinden pek çok renk ve kokuyu şiirlerinde bulabilirsiniz Bu şiirlerde, Urfa, Suruç Ovası, Birecik, Antep, Bingöl Yaylası, Erzurum, Sarısu, Karaman, Erciyaş, Sarıkamış ve şimdi yurdumuzun dışında kalan Kerkük geçit resmi yapar
Mehmetçiğe seslenirken, yüreğini koparıp, yiğit askerlerimize uzattığını hissedersiniz
Köyde düşünceli, cenklerde şensin
Yerlerde, göklerde, kalpde esensin,
Bir baştan bir başa tarihim sensin!
Ah arslan Mehmedim! Arslan
Mehmedim
Şairimizin vatan toprağıyla nasıl kaynaşıp , sarmaştığını şu mısralar anlatmaya yeter sanırım :
Allah azîm lûtfudur insanlara toprak
Ak ekmeği berrak suyu doğuran kara toprak
Mevsimleri besler ve bezer onları bir bir
Can verdiğimiz uğruna beyhude değildir
İnsanlar onundur , ona bağlanmış ezelden
Ey sevgili toprak önümüz sen, sonumuz sen
Hayran sana, kurban sana canlar,
Sana toprak!
Hür bayrağımın sahibi toprak! Ana toprak!
Şairimiz, Ana Toprak için iki de fidan yetiştirmiştir :
Sendendir, sana döner damarlarımdaki kan
Senin için büyüttüm bağrımda bir çift fidan
Bu iki fidan, şimdi benim yakınlarım olan, oğlu Ergun Zorlutuna kızı Emine Işınsu'dur Ergun meslek olarak önce annesi gibi öğretmenliği seçmiş (Gazi Eğitim Enstitüsü'nü bitirmiş) sonra idarecilikte karar kılmıştır Şimdi Devlet Hava Meydanları Genel Müdür Yardımcısıdır Kendisini yazarlığa adayan Emine Işınsu da annesinin sanatçı ruhu ve kabiliyeti devam ediyor
Mehmet ÇINARLI / TÖRE / Mayıs 1976
|