Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Biyografiler

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
efendi, yahya

Yahya Efendi

Eski 07-22-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yahya Efendi



Beşiktaş'ta bir İstanbul Efendisi Yahya Efendi


İstanbul'lu denizciler Boğaz’ın dört manevi bekçisi olduğuna inanırlar Bunlar Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi, Beykoz’da Yuşa Aleyhisselam, Sarıyer’de Telli Baba ve Beşiktaş’ta Yahya Efendi’dir


Hâl böyle olunca Yahya Efendi’nin dergâhına denizciler sık gelir, giderler İşte Karadeniz’de amansız bir fırtınaya yakalanan Apostol adlı Rum, zor anlarında “Aman Ya Rabbi!” der, “Şu sıkıntıdan bir kurtulayım, Yahya Efendi’nin dergâhına en pahalısından bir fıçı şarap


Eh, o telâşede Müslümanların şarap içmedikleri hatırına gelmez tabii Yine aynı dalgınlıkla yüklenir fıçıyı gelir dergâha Müridler bu işe bayağı bozulurlar Hatta içlerinden ters ters bakanlar olur Apostol yaptığı gafın farkına vardığında, çok geçtir Tam fıçıyı açmakla, kaçmak arasında tereddütler geçirdiği anda Yahya Efendi görünür “Aman efendim! Niye zahmet ettiniz” der, “Hadi açın da misafirlerimizin ağzı tatlansın!” Garibim fıçıyı korka korka açar, ama içinden mis gibi nar şerbeti çıkar Büyük veli onu mahçup etmez, hatasını, ama samimi hatasını kerametiyle örter İşte bu müşfik tavır üzerine Rum gemici “Ey yol güneşi” der,” Vallahi senin dinin haktır!”


MAHLUKATA ŞEFKAT

Yine bir gece Yahya Efendi telaşla kayıkhaneye koşar ve âcele ile sandalı indirip denize açılır Ortalık savaş meydanı gibidir Rüzgâr ıslık çalar, dalgalar kubbe kubbe gelir, sahilde patlar Çok geçmez Yahya efendi batmakta olan bir kayıktan iki papazı kurtarır döner geriye Onlara kuru giyecekler verir, ateş başına oturtur Sonra sıcak bir çorba koyar önlerine Adamcağızlar bu olaydan öylesine duygulanırlar ki, anlatılamaz Nitekim bizzat Beşiktaş Metropoliti ziyarete gelir teşekkür eder


Yahya Efendi dergâhın misafirlerine mutlaka bir şeyler ikrâm eder Talebelerine yemek çıkarmakla kalmaz, harçlık da verir Saray ricali burayı sıkça ziyaret eder, değerli hediyeler getirirler Mübarek onların tamamını fakirlere dağıtır


Yahya Efendi her meslekten ve her meşrepten insanı muhatap alır, onlarla sofraya oturur Kim olursa olsun “aşık” diye hitap eder


Baba Tarık adlı bir balıkçı zor günler yaşar Nedendir bilinmez her gün balığa çıkar, ama denizden dişe dokunur bir şey alamaz Karısı açar ağzını yumar gözünü “Miskin herif!” der, “sen dergâh dergâh dolaş bakalım Kızının düğünü yaklaştı, daha çeyizi bile yapılmadı


Yahya Efendi, Tarık Babanın sıkıntısını hisseder, işini gücünü bırakıp onunla denize açılır Balıkçı “Aman efendim deryada balık mı kaldı?” dese de Halık’a güvenir, ağ salar Eh onun attığı ağlar elbette balık dolar


BALA BAN BALA BAN

Günün birinde, Rum çocuğunun biri soluk soluğa dergahın bahçesine girer Kan ter içinde “Koyunlarım” der “koyunlarım bu tarafa kaçtılar” Dervişler arar, tarar, ama bulamazlar Çocukcağız bitkin ve ağlamaklıdır Tam bu esnada Yahya Efendi görünür “Bu delikanlı yorulmuş” der, “sanırım acıkmıştır da Koşun ekmek, yağ, bal getirin!” Garibim hâlâ ürkektir Mübarek sofraya katılır ve ona cesaret verir


“İşte sana tereyağı, bal, taze nan (ekmek)

Dilersen yağa ban, dilersen bala ban!”



Balaban! İşte bu son kelime çocuğu şaşırtır Çünkü adı Balaban’dır Bu şiirli ikram çok hoşuna gider Tam o sıra dervişler küçük çobana koyunlarının bulunduğunu müjdelerler Sonraki günlerde Balaban ve babası tekkenin müdavimlerinden olurlar


KİME GÖLGE?

“Şimdi bunlar iyi, güzel de konumuzla ne alâkası var?” dediğinizi duyar gibiyim Öyle ya, Yahya Efendi’nin gölgesine sığınan padişahlar kimdir acaba? Mübarek hangi ufukları açmıştır onlara?


Peki oraya gelelim Yahya Efendi, Trabzon Kadısı Ömer Efendi’nin oğludur O Kanuni Süleyman ile aynı günlerde doğar Hatta minik şehzadeyi Yahya Efendi’nin annesi Afife Hanım emzirir Hasılı ikisi süt kardeş olurlar


Yahya Efendi balıkçıya, kayıkçıya bile kıymet verir, çoluk çocuğu muhatap edinir Hâlimdir, selimdir, ama yeri geldiğinde Kanuni gibi bir cihan imparatoruna “Bakasın bre süt kardeş!” diye çıkışacak kadar yüreklidir Nitekim günün birinde papazın biri atının yularına yapışır “Bu da adalet mi yani?” der, “Doğru dürüst defter tutulmuyor, ölülerimizden bile haraç istiyorlar!” Yahya Efendi derhal sultana çıkar “Yazıklar olsun” der, “Böyle ele geçen mal helâl değildir Yediğin, içtiğin, sarayın, saltanatın, haram sana!”


Kânuni ağlamaklıdır “Ağabey; halimi Allah biliyor ki bunlardan haberim yok!” diye sızlanır ve ikinci azarı yer “O halde gaflettesin Allahü teâlâ’nın huzuruna çıktığında ne cevap vereceksin? Korkarım yakanı kafirlerin eline verecekler Sürüm sürüm sürünecek, cehenneme itileceksin Unutma tacın, tahtın, burada kalır, seni şöhretin değil, adaletin kurtarır!”


Yahya Efendi sıkı bir tedristen geçer O, çölde su arayan seyyah gibi ilim arar Çiçekten, çiçeğe konar Hem çok okur, hem ilim meclislerine koşar Disiplinli ve çalışkandır Çok beğenilir, hızla yükselir Gün gelir Osmanlının zirve medreselerinden Fatih Medresesi'ne atanır ki, görevi devraldığı zat, Kadızâde Hazretleri gibi bir zirvedir Ancak özlediği makam bu değildir Onun rüyalarını, bir Allah dostunun dizi dibinde manevi mertebelere yürümek süsler Aradığına yıllar sonra kavuşur Zembilli Ali Efendinin feyzli sohbetleriyle


Yahya Efendi güçlü bir şair, ünlü bir tabiptir Hendeseyi, riyaziyeyi yani matematik ve geometriyi iyi bilir


Eh, her medreseli gibi astronomiden anlar Hoş, onlar için gökleri satır satır okumak maharet değildir

Yahya Efendi para, pul peşinde koşmaz, ama Osmanlı müderrisine iyi para verir Bir evin üç akçeye geçindiği günlerde eline 50 akçe geçer Yahya Efendi bu para ile o zamanlar kuytu bir yer olan Beşiktaş'ta bir arazi alır ve dergâhını yaptırır Kâh kayaları oyar, kâh denizi doldurur İnşaat işlerinde çok mahirdir İşte ömrünün son yıllarında, sevenlerini burada ağırlar


"GÖRDÜN DEĞİL Mİ?"

Yahya Efendi'nin Hızır Aleyhisselam ile imrenilecek bir dostluğu vardır ve sık sık bir araya gelirler Kanuni nereden duyar bilinmez, ısrarla sohbete katılmak ister Yahya Efendi sadece "Nasip" der Bir gün padişahla birlikte tebdil-i kıyafet gezintiye çıkarlar Kayıkçının birine takılıp, boğaza açılırlar Tekneye Salı Pazarı'ndan boylu poslu, temiz tertipli, insan güzeli bir genç biner Yanlarına ilişir Yahya Efendi ile muhabbete başlar


Koca devletin yükü ağır olmalıdır Kanuni o gün neyi düşünür bilinmez, dalgındır Elini suya sokar, dalgaları okşar Ama olacak bu ya yüzüğünü denize düşürür Sandaldakilere belli etmez, ama çok üzülür Yüzüğün hatırası olmalıdır, aklı denizde kalır Kayık tam Kuruçeşme iskelesine yaklaşırken genç elini suya daldırır ve yüzüğü alıp sultanın avucuna bırakır Kanuni şaşkın şaşkın ıslak yüzüğe baka dursun, o çoktan kaybolmuştur


Yahya Efendi sorar

-Hadi bakalım gözün aydın Aradığını gördün işte

-Kimi?

-Hızır Aleyhisselam'ı

-Hani nerede?

-Bir saattir yanımızdaydı

-Yoksa o genç miydi?

-Ta kendisi!


BULGAR PEHLİVANI

Kanuni spora meraklıdır Bir gün saltanat kayığı ile dergahın iskelesine yaklaşır ve Yahya Efendi'yi alıp, Yeniköy Çayırı'na götürür Burada güreşler vardır Ancak hiç hesapta olmayan şeyler olur Nereden geldiği bilinmeyen Bulgar asıllı bir pehlivan bizimkileri duman eder Adam insan azmanıdır, bacakları kök salar çınar gibi Koca koca yiğitler çaresiz kalırlar Bırakın yenmeyi, yerinden kıpırdatamazlar Adam her yıktığı Türkün ardından kahkahalar atar, haçını öperek tamenna çakar Yerli Rumlar sevinçten çıldırırlar

Kanuni mi? Kahrolur tabii


Yahya Efendi bakar Padişah fena bozuluyor, çıkar meydana ve akıllara durgunluk bir pazarlık yapar "Yenilen, yenenin dinini kabul edecek" der, "tamam mı?" Bulgar pehlivanı bıyıklarını burarak güler, teklifi kabul eder Ancak bu aksakallı ihtiyar karşısında eli ayağı tutmaz olur Adalelerinde güç, derman kalmaz Yahya Efendi onun sırtını yere vurur mu bilmiyoruz, ama nefsini ve kibrini yerden yere vurur Gözünü ve gönlünü açar Sayfa sayfa hakikatleri aralar Pehlivan diz çöker, iman eder


NEME GEREK

Bir gün Kanuni, Yahya Efendi'ye "Ağabey sen ilahi sırlara vakıfsın" diye haber yollar "Acaba devletimizin encamı n'ola?" Yahya Efendi iki kelime yazar, üstelik altını çizer: "Neme gerek!" *Kanuni bu cevaba bozulur Halbuki sır o kelimelerde gizlidir


Eğer zulüm yayılır, fukaralar feryada başlarsa ve şahısların menfaati devletin çıkarının üstüne çıkarsa Üstelik görüp işitenler "Amaaan neme gerek" derlerse bil ki yıkılış yakındır! Gün gelir Kanuni vefat eder 2 Selim kendini bir anda devletin başında bulur Saltanat yükü omuzlarını çökerttiğinde sığınacak gölge, tutunacak dal arar Birden aklına baba dostu Yahya Efendi gelir Yüce Veliyi gördüğü an içi bir hoş olur Onun bir bakışı ile öylesine rahatlar ki tarifi ne mümkün Devletini ve milletini güvende hisseder ve ayaklarına kapanmamak için zor tutar kendini Mübarek onu kulaklarından yakalar "Söyle bakalım!" der, "abdestin var mı?" Sultan edeple başını eğer, zor duyulan bir sesle "Var efendim" der Yahya Efendi, tonunda şefkat hissedilen bir sesle "Hayır!" der, "benim sorduğum tövbe abdestidir Şimdi seninle tövbe edeceğiz ve bundan böyle birbirimize eksiklerimizi söyleyeceğiz tamam mı?"

Ve öyle de olur


Yahya Efendi mükemmel bir şairdir Şiirlerini "Müderris" mahlası ile yazar ve her bahane ile ölümü hatırlatır, ölüme hazırlanır

Mübarek, kabrini elceğizi ile kazar ve döner dolaşır kendi mezarına okur Ona göre müminin ölümü bayram olmalıdır Bakın şu işe ki bir bayram gecesi vefat eder, cenaze namazı bayram namazını müteakip kılınır ve defnolunur bayram günü


2 Selim bu nurlu kabrin üzerine nefis bir türbe yaptırır Derken şehzadeler, paşalar ona komşu olmak isterler Aşıkları kutlu eşiğe gömülmeyi vasiyyet ederler ki gün gelir koca bahçe mezarlığa döner


Bu kapıdan giren dünyadan sıyrılır Ama o mekânda ölüm ürkütücü değil, şirindir Ziyaretçiler duygu seline kapılırlar İşte edipleri yazdıran, ozanları söyleten hava bu olmalıdır Ki Evliya Çelebi'den, Tanpınar'a onlarca yazar bu dergahı anlatırlar


ORTAKÖY'ÜN ÇOCUKLARI

Ortaköy'ü bilirsiniz Cafeler, publar, gazinolar Bol ışıklı, cıvıl cıvıl bir dünya Burası ressamların, yazarların, müzisyenlerin hasılı yaşamayı sevenlerin buluştuğu adres gibi Yahya Efendi'nin dergahı başka alem Merkezde bir ahşap mescid Etrafında binlerle kabir Dolu dolu ölümü hatırlatıyor insana İki adım ötede iki farklı dünya


Ama ikisinin de müdavimleri aynı Dergâha bakan, onaran, yaşatan yine Ortaköy'ün çocukları Onlar içlerini hüzün kapladığında da buraya koşuyorlar, yüreklerinde sevinç kabardığında daVe inanın buluyorlar huzuru

"Nerden biliyorsun?" diyeceksiniz

Tam dergahtan ayrılıyorum, dev gibi bir Harley duruyor önümde Güçlü motor güp güp vuruyor, nikelajları göz alıyor Üstünde kotlu, montlu iki genç Hani adres sorulacak yer de değil ama? İniyorlar, önce kasklarını çıkarıyor, çizgisi uçuk gözlüklerini katlayıp ceplerine koyuyorlar Sonra parmaklarını tarak yapıyor, saçlarını atıyorlar geriye Biri "Ama takkem yok" diye sızlanıyor Motoru süren "Olsun" diyor, "benim de yok!"

-Şu üstümüz, başımız

-Boşver oğlum Allah dostları kalbe bakarlar, kalıba değil

İçim ılıcık oluyor Bu çok büyük bir söz! Erbabının elinde kitap olur "Söyleyene değil, söyletene bak" diyesim geliyor, "Feyz" denen şey bu belki

Kimbilir?

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.