|  | Kadir Mısıroğlu ( 1933) |  | 
|  07-07-2012 | #1 | 
| 
Prof. Dr. Sinsi
 |   Kadir Mısıroğlu ( 1933)1933 yılında Trabzon’un Akçaabat ilçesinde doğdu  Trabzon Lisesi’ni,İ  Ü  Hukuk Fakültesi’ni bitirdi  Sebil Yayınevi’ni kurdu  12 Eylül 1980’den sonra bir süre yurtdışına çıktı, bilahare yurda döndü  xxx 1933 yılı Ramazan-ı Şerifi’nin yirmiyedisinde yani “Kadir Gecesi” seher vakti Dünya’ya gelmişim  O saat mahallemizin Câmii Şerifinde âdet üzere “Seher Mukabelesi” okunuyormuş  Bu mukalebeyi takib etmekte olan babamın kulağına o anda müjdeyi fısıldamışlar ki, tam “Sûre-i Kadir” okunuyormuş  Bu sebeple ismimin “Kadir” olarak konulmasını gönlünden geçirmiş  Doğduğum ev Akçaabat’ın Dürbinar (1) Mahallesi’nin “Dere Mahallesi” denilmekle mâruf semtinde iki katlı, ahşap kağgir karışığı bir evdi  Hâlâ ayakta olan bu ev ailenin köyden şehre indiğinde yerleşmiş olduğu ilk evdir  (2) İsmimin Kadir olarak konulmasına babaannem itiraz etmiş ve Dedemin adını bana vermekte direnmiş, Dedemin adı aslında Kâzım‘mış  Fakat güzellik ve yakışıklılığından kinaye “Paşa, Paşa…” diye sevilirken Kâzım unutulup Paşa umûmileşmiş  Bundan dolayı babaannemi de tatmin maksadıyla bana “Kadir Paşa” adını vermişler  Lâkin babam bu ismi nüfusa Paşa’sız olarak kaydettir miş  Esasen bir yıl sonra da çıkarılan bir kanunla paşa sözü diğer bir çok elkabla birlikte yasaklanmıştır  Buna rağmen, mahallede hep “Kadir Paşa” olarak anılagelmişimdir  Dedemin mezarı Dürbinar mahallesindeki aile kabristanı-mızdadır  1975 yılında vefat eden babam 1991 sonlarında vefat eden vâlidem ve diğer akrabalarımız da orada yatmaktadır  (3) Vâlidem Sâriye Hanım da ebâecdad Akçaabatlı olup kazanın en eski ve mâruf âilesi “Hacısâlihoğulları” ndandır  (4) Vâlidemin anlattığına göre hiç ana sütü emmediğimden, çocukken gâyet cılızmışım  Hatta bu sebeble dört yaşına kadar yürüyememişim  Bir gün kapıya gelen dilenci kılıklı biri Vâlideme: ” - Bu çocuk neden hep oturuyor?”diye sormuş  vâlidem de cılızlıktan yürüyemediğimi izah edince adam: ” - Siz buna bir kurban kesiniz, kurbanın kanıyla kendisini belden aşağıya yıkayınız, kan vücûdunda üç gün kalsın  Üç gün sonra normal su ile yıkayıp kanları temizleyiniz  Allah (c  c  )’ın izniyle yürür!   ” demiş  Vâlidem kendisine bi, ikram için odaya girip çıktığında kapıdaki bu zatın kaybolduğunu görmüş  Bu işte bir fevkalâdelik olduğunu düşünerek o gün adamın dediğini yapmış ve böylece yürümüşüm  Cılızlığım sebebiyle yedi yaşıma bastığımda mektebe gönderilmedim  Bu husustaki yalvarmalarım fayda vermedi  Bir yıl sonra yani, sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk Mektebi ‘ne başladım  İslâm aleyhtarlığının en şiddetli bir sûrette yürütüldüğü zamandı  Mektebe başlamadan önce Kur’an Hocası’na gitmiştim  Hocanın defaatle Jandarmalar tarafından basılması yüzünden, ancak bir hatim indirebildim  İlk tahsilimi tamamıyla bu Merkez İlk Mektebi ‘nde bitirdim  O sene kazamızda bir ortamektep yapılmasına başlanmış fakat bitirilmemişti  Babamsa beni okutmak istemiyordu  Bu sebeble devre arkadaşlarımdan bazıları orta mektep tahsili için Trabzon’a gittikleri halde, babam beni bir terzi yanına çırak olarak verdi  Fakat benim böyle bir işle vakit geçirmeye hiç de niyetim yoktu  Bu bakımdan sık sık terzi dükkânından kaçıyordum  O sıralarda başta Hz  Ali cenkleriyle ilgili kitaplar olmak üzere, ne bulursam okuyordum  O derece ki, her an elimde kitap bulunduğundan söylenen söz kulağıma girmez, bana havale edilen işleri yanlış yapardım  Bir gün böyle bir halime kızan vâlidem biriktire-bilğidim bütün kitapları avluya dökerek yakmıştır  Bu kadar anormal okuma hevesimin sonunda şuurumun bozulacağından korkuyorlardı  Ertesi yıl ortamektep ikmal edildi  Talebeler kaydolmaya başladılar  Babam beni okutmamak için hâlâ direniyordu  ” - Bir tek oğlum var, okuyup da memur olur giderse ocağım söner” diyordu  Lâkin sağın, solun zorlaması, hocalarımın baskısı neticesinde O’nun mukavemetini kırabildik  Böylece yirmibir numara ile Akçaabat Orta Mektebi‘ne en son kaydolan bir talebe olabildim  O yıl (1947) Büyük Doğu ile tanıştım  İlk mektepten itibaren parlak bir talebeydim  Hocalarım beni el üstünde tutarlardı  Hariçten ne bulabildimse okumam sebebiyle dâima sınıf arkadaşlarımın üstünde bir seviyem vardı  Büyük Doğu, CHP, M  Kemal Paşa ve inkılâplara bakış açımın teşekkül etmesinde mühim bir merhale oldu  Esasen öteden beri evimizin dindar havasında bunlar menfur ilân edilmiş olduklarından bende, bu istikamette bir temâyülün ilk nüvesi mevcuttu  Orta mektep ikinci sınıfda okurken (1948) sınıf arkadaşlarımla vâki bir münakaşa mektep dışından idareye aksettirilmiş ve bundan dolayı bir haftalık “Tard-ı muvakkat” yani geçici uzaklaştırma cezası almıştım  Sebap gâyet basitti : Bu münakaşanın mevzuu M  Kemal Paşa’nın şahsiyet ve hareket-leriydi  Bu hususta serdettiğim fikirler, idarece suç telakki edilmiş ve bir hafta mektepten uzaklaştırılmıştım  Eğer fevkâlâde zeki bir talebe olmasaymışım, beni büsbütün kovacaklarmış  Babam bu ceza işiyle hiç alâkadar olmadı  Belki de kovulmadığıma üzülmüştür  Lâkin bu sûretle başlayan yakın tarihimizle alâkalı bir bakış açısı, zamanla gelişecek, hayat ve mücâdelemin hâkim çizgisini teşkil edecekti  Hafta sonları, Trabzon’a gidip gelmeye başladım  Trabzon lisesi’nde ve Trabzon Muallim Mektebi’nde bazı milliyetçi arkadaşlar edindim  Bunlar vasıtasıyla Sebilürreşad ve Serdengeçti mecmualarından haberdar oldum  O sırada güdümlü demokrasi mücâdelesinin hızlanmasıyla dindar insanlar da milliyetçilik adı altında yavaş yavaş fikirlerini izhar etmeye başlamışlardı  Bu sebeple üç-beş sayı çıkıp batan birkaç sayfalık gazete ve dergiler görülüyordu  Bunların her birinden birşey kapmışımdır  1950 yılında Trabzon Lisesi’ne başladığım zaman, şahsiyet ve fikirlerim ana hatlarıyla tebellür etmiş bulunuyordu  Kendime göre fikrî bir muhitim de vardı  Sık sık anma günleri yapar, Mehmed Akif, Kâzım Karabekir ve hatta Mareşal Fevzi Çakmak için bile mevlüd okutmaya kadar varan, alâkalar içinde davayı terennüm etmeye çalışıyordum ki; bunlardan bazıları mahallî gazetelere de aksetmiştir  Bu sırada dört küçük milliyetçi teşekkülün birleşmesiyle vücud bulan “Türk Milliyetçiler Derneği” nin Akçaabat Şubesi’ni açtım ve 1953 yılında DP hükümetince basit bir bahane ile kapatılıncaya kadar başkanlığını deruhte ettim  En yakın arkadaşım bilâhere 27 Mayıs İhtilâli hengâmmda öldürülen Özdemir Kazancıoğlu idi  O’nunla gece gündüz beraberdik  Trabzon Lisesi benim için islâmî mücâdele bakımından dört fırtınalı yıl olarak geçmiştir  O zamanlar liseler dört yıldı  Heyecan ve asabiyetim had safhada olduğundan, nasıl olup da o mektebi bitirebildiğime hâlâ şaşarım  1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin beş yüzüncü yıldönümü dolayısıyla yapılan kompozisyon yarışmasını kazanarak bir güzel dolmakalem mükâfat olarak aldım  Bütün lise hayatım boyunca iki dindar hocayla karşılaşabilmişim  Bunlar coğrafya muallimi merhum İsmail Hakkı Berkmen ile halen hayatta olan Ahmet Saka Bey’lerdi  İdâre ve müdürümüz dindarlık ve milliyetçiliğe haşin bir sûrette karşıydı  Bundan dolayı pek çok kereler disiplin kuruluna girip çıkmak mecburiyetinde kalmışımdır  Bu arada binbir güçlükle temin edebildiğimiz namaz odasına asılmış olan bir takvimin kartonundaki M  Kemal Paşa resmini yırtma sebebiyle üç gün “Tard-ı muvakkat” cezasına çarptırılışım zikre değer  Bilahere büyütülen bu hâdise yüzünden, mezûniyet ve olgunluk imtihanları arasında tamamen mektepten uzaklaştırılma cezasına çaptırıldım  Ayrıca, güya beni himaye etmiş olmak töhmetiyle o zamanın başmuavini İsmail Hakkı Berkmen ve edebiyat muallimi Kaya Bilgegil (sonradan Profesör) de altı ay vekâlet emrinde kalmak sûretiyle iz’ac olunmuşlardır  Ben de müteakip imtihanlar için Giresun’a gittim  O zaman olgunluk imtihanı dört dersten yapılırdı  Sualler Bakanlıktan ge¬ lirdi  Yolda imtihanların birini kaçırmıştım  Diğerlerini Giresun’da vermiştim  Kaçırdığım imtihan için 1954 Ekimi’nde Erzurum’a gittim  Bu dersin imtihanını da Erzurum Lisesi’nde vererek nihâyet lise mezunu olabildim  Lâkin lise devremdeki mücadeleler tâfsilatıyla okunmaya değer mâhiyet-tedir  Davamızın o günkü şartlarının anlaşılması bakımından hâiz-i ehemmiyet olan bu devreyi, çeşitli yönleriyle anlatan “Geçmiş Günü Elerken I-II” serlev-halı esere bakılabilir  Artık yüksek tahsil için İstanbul’a gitmem gerekiyordu  Babamın bu husustaki muhalefetini bertaraf etmek kolay olmadı  O sırada mahallemizde bir kız delirmişti  Okuma arzusuna set çekildiği için delirdiği şâiası babamı biraz yumuşatır gibi oldu  Lâkin para vermeyerek Akçaabat’tan ayrılmamı önlemeye çalışıyordu  Zavallı anacağım aynı zamanda terzilik eder, şuna buna dikiş dikerdi  Yediyüz lira para biriktirmiş imiş  Bunu bana verince, son müşkül de hallolmuş oldu  Üç günlük bir vapur yolculuğundan sonra 6 Ekim 1954′te İstanbul’a ayak bastım  Her taraf bayraklarla donatılmıştı  İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü imiş  Boğazı hayranlıkla seyrederek Galata’da karaya ayak bastım  Bir müddet Edirnekapı’daki eniştemin yanında, bir müddet de Fatih Sarıgüzel’deki babamın teyzesi yanında kaldım  Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırarak bilahere Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin Soğanağa semtindeki yurduna yerleştim  Fakülte hayatım lisedekinin birkaç katı daha hareketli ve mücâdeleli geçti  Bunun bir kısım tafsilâtını da yine “Geçmiş Günü Elerken” adlı eserimde bulabilirsiniz  Ehemmiyetli olanı bir taraftan çalışarak, diğer taraftan da okumak sûretiyle fakülteyi yürütmüş olmam ve dava için uğraşmaktan bir an bile geri durmamamdı  Trabzon Liselerinden Yetişenler Cemiyeti‘nin yurdundaki ikâmetim bir yıl sonra o cemiyetin başkanlığını yapmamı ve bu başkanlıkta yurtçuluk mes’elesini öğrenmemi intaç eylemiştir  Üniversite talebeliğim esnasında yedi talebe yurdu açıp çalıştırmışımdır ki bunların en meşhurları “Vefa”, “Seyhan”, “Karadeniz” ve “Yıldız” Talebe Yurdlarıdır  Dava yönünden genç insanlarla meşgul olmak için en müsâid müessesenin yurd olduğunu ilk keşfeden benim, desem herhalde yanlış olmaz, o derecede ki mâhud dönme Ahmed Emin Yalman o tarihlerde vatan gazetesinde bu faaliyetimden dolayı aleyhime bir baş yazı yazmıştır  1961 yılında Aynur (Aydınaslan) ile evlendim  Sırasıyla Abdullah Sünusi (1963) Fatıma Mehlika (1965) Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğumuz oldu  Fakülte yıllarından itibaren neşriyat ve konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok tarihçiliğe meylettim  Yakın tarihimiz üzerindeki araştır-malar daha çok alâkamı celbediyordu  Vâsıl olduğum kanaatleri, izhar ve ifadenin kanûnî güçlüklerine rağmen yazıp söylemekten geri kalmadım  Daha önceleri çeşitli mecmua ve gazetelerde çoğu müstear adlarla yazılar yayın-lamıştım  Öz adımla matbuat âleminde ilk görünüşüm 1948 yılındadır  Bu çocuksu bir şiirdir ve Yeni Polathane Gazete’sinde yayınlanmıştır  Polathane, Akçaabat’ın eski adıdır  Fakülte yıllarımda merhum İlhan Darendelioğlu‘nun çıkarmakta olduğu Toprak Dergisine de Mehmed Meriçgiller nâm-ı müsteari ile birkaç yazı yazmıştım  İlk eserim Lozan Zafer mi, Hezimet mi ? adlı araştırmanın birinci cildidir  İlk tabı 1964 yılında yapılmıştır  Aynı yıl “SEBİL YAYINEVİ”ni kurmuştum  Bu eser yayınevinin ilk kitabı oldu  1970 yılındaki genişletilmiş ikinci tabı 5816 sayılı “Atatürk Aleyhinde İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”na istinaden toplattırılmış, hakkımızda dava açılmış ve bu dava 1974 umûmî affı ile bir karara iktiran etmeksizin düşmüştür  1970 yılı ocak ayında İstanbul Milli Türk Talebe Birliği‘nde “Harf İnkılâbı” ile alâkalı bir konferansım dava mevzuu yapılarak hakkımda Eski-şehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi‘nce yedi sene hapis beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası verilmiştir  Hem kanunî ikamet-gâhım ve hem de konferansın verildiği yer İstanbul olduğu halde, Eskişehir’in bir selâhiyet tecâvüzü ile bu davaya bakmasındaki garabet ve hukukun de-faatle nasıl çiğnenmiş olduğunu göstermek için ciltler dolusu yazmak gerekir  Şâhidlerin hapsedilmesinden tutunuz da, askerî şahısların kendi fiilleri ha-kkında şahid olarak dinlenmelerine ve hatta önce beraat olarak yazılmış olan kararın kumandan İrfanÖzaydınlı’nın baskısıyla yırtılıp yedi sene hapse tahvil edilmesine kadar nice nice kanunsuzlukların sergilendiği bu macerayı - inşallah - müstakil bir eser halinde kaleme alacağım  Hükmedilen cezanın infazı Eskişehir Sivil Cezâevi‘nde başlayıp İstanbul Sağmalcılar Cezaevi, ve Bakırköy Akıl Hastahânesi Adlî Servis merhale-lerinde geçtikten sonra Cerrahpaşa Hastahânesi Psikiyatri Kliniği‘nden 1974 Yılı Mayısında çıkarılan umûmî afla nihayete ermiştir  Lâkin bu benim ilk hapse-dilişim değildir  Merhum Necip Fazıl Bey‘le yakınlığım dolayısıyla resmî bir sürü istintak geçirmiş ve nihayet 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nden sonra hapsin hem de “Kızgın Askerler” kontrolündeki en şiddetli nev’ini tatmıştım  Aziz Nesin‘le Nâdir Nâdi arasındaki bir kalem münakaşasından başlayıp garip şekiller geçir-dikten sonra benim Bursa’da Çekirce Kaplıcaları‘ndan alınıp İstanbul’a getirilmem, İstanbul Harbiye Binasındaki hücrelerden birine hapsedilmem, bilâhere Balmumcu Askerî Kışlası‘ndan tahliye edilmemle ilgili tafsilât da müstakilen yazılmaya değer mâhiyettedir  1964 yılında “Sebil Yayınevi“ni kurup kendimi tamamen neşriyata verdim  1970 yılında Harf İnkılâbı ile ilgili mezkûr konferansım yüzünden, mâruz kaldığım hapsedilme macerasından sonra yine aynı işe devam ettim ve 1976 yılı başından itibaren haftalık olarak Sebil Dergisi‘ni çıkarmaya başladım  Bu dergideki yazılarımdan dolayı kısa bir müddet sonra hakkımda M  Kemal Paşa ile ilgili mâhud kanun ve 163  maddeye istinaden sayısız dava açılması üzerine yeniden hapse girmeyi bertaraf etmek ümidiyle 1977 umûmî seçimlerinde MSP’den Trabzon mebus namzedi oldum  Listede ikinci sıraya konulmam sebebiyle kazanamadım  Ertesi yıl aynı partiden İstanbul senato namzedi oldum  Yine ikinci sıraya konulmuş olduğum için kazanamadım  1978 yılında MSP Merkez Umûmî Heyeti‘ne (Genel idare Kurulu) seçildim  Bu vazifedeyken 12 Eylül 1980 İhtilâli oldu ve 13 Ekim 1980 tarihinde bütün merkez Umûmî Heyeti hakkında tevkif kararı verildi  Bunun üzerine hakkımda daha evvel açılmış olan davaların, MSP davasıyla birleşmesinden doğacak psikolojik ağırlıktan kurtulmak isteyen bazı arkadaşlarımızın ısrarı sebebiyle yurtdışına çıktım, Almanya’da ikâmet hakkım olduğundan Frankfurt’a yerleştim  Böylece vatan-ı azizimden ayrıldığım zaman, arkada otuzdan fazla ağır cezalık dava bırakmış durumdaydım  Bilâhere çoluk çocuğumu yanıma getirttim  Almanların benden gayrısına oturma müsâdesi vermemesi üzerine, hep birlikte İngiltere’ye geçtik  Gurbete hazır değildim  Mâlî imkânlarım mahduddu  Bu sebeble gâyet sıkıntılı bir gurbet çilesi içinde boğuşurken 1983 yılı başlarında gazete, radyo ve televizyon anonslarıyla yurda dönmeye dâvet olundum  Dâvete icabet etmediğimden bilâhere Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı‘ndan tard edildim  Bu sebeble İngiltereden siyasî iltica hakkı istedim  Bunun için 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararın yayınlandığı Resmî Gazete’yi göstermem kâfî geldi  Daha sonra ecdaddan kalma gayri menkullerim hazinece haraç - mezat sattırıldı  Bu yetmiyormuş gibi 1984 yılında da kitap depomuz yaktırılarak iktisaden çökertilmem için elden geleni yaptılar  Çoluk çocuğumla Londra’da oturmaktayken geçimimi sağlayacak bir iş kuramadığımdan bir buçuk yıl sonra iş ve geçim mecburiyeti beni tekrar Almanya’ya dönmeye zorladı  Böylece “Gurbet İçinde Gurbet” denilebilecek bir çile çemberi içinde günlerimi geçirmek kaderimin garip bir cilvesi olmuştur  1991 Yılında çıkarılan Terör Kanunu” ile TCK  ndan mâhud 163  madde çıkarılınca aziz vatana avdet edebildim  Yayınlanmış olan eserlerimin tam bir listesi işbu yazının altında mevcudtur  Ancak fazla emek vermediğim bazı eserlerde Cüneyd Emiroğlu müsteâr adını kullandığımı hatırlatmak isterim  ESERLERİ Araştırmaları:Lozan Zafer mi Hezimet mi 1-2,Yunan Mezalimi, Macar İhtilali,Amerika’da Zenci müslümanlık Hareketi,Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, Moskof Mezalimi,,Musul Meselesi ve Irak Türkleri,Ali Şükrü Bey,Osmanoğulları’nın Dramı,Türkçe, İslam Yazısına Dair, Üstad Necip Fazıl’ı Anarken,Üç Hilafetçi Şahsiyet, Geçmiş Günü Elerken 1-2 Romanları:Kanlı Düğün, Uzunca Sevindik, Kırık Kılıç   | 
|   | 
|  | 
|  |