Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Genel Kültür & Serbest Forum > ForumSinsi Ansiklopedisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
istanbul, kent

İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

İstanbul (kent)



İstanbul (kent)


İSTANBUL, eski çekirdeği, Marmara denizi'ni Karadeniz'e bağlayan ve istanbul boğazının G girişinin her iki yakasında yer alan kent; nüfus ve kapladığı alan, ekonomi, ticaret, sermaye, eğitim ve kültür bakımlarından Türkiye'nin en büyük, en etkili kenti Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olarak çeşitli işlevleriyle tarih boyunca büyük rol oynamış bir dünya kenti; 5 475 982 nüf (1985, büyük kent sınırları içinde) Yurdun öteki bölgelerine ve dış ülkelere kara, deniz ve hava yoluyla bağlı

• COĞRAFYA, istanbul, K'den G'e doğru yükseltisi giderek azalan bir plato üzerindedir Kent alanı, deniz altında kalmış eski birer akarsu vadisi olan Boğaz ve Haliç ile başlıca üç kesime ayrılır Bunlardan Haliç ile Marmara arasındaki küçük yarımada asıl istanbul'un semtlerini içerir; kentin tarihsel çekirdeği burada, yarımadanın D ucundadır Haliç'in karşı kıyısında Galata ve Beyoğlu ile, onların günümüzde K'e doğru çok uzamış semtleri ikinci büyük kesimdir Asya yakasında Üsküdar ve Kadıköy gibi eski yerleşme çekirdeklerini kuşatan daha yeni yerleşmeler de kentin üçüncü büyük parçasıdır Eski kaynaklarda kentin bu parçalanmış haline Bilad-ı selâse (üç kent) denir, istanbul'un gerek bugünkü, gerek tarih boyunca, zaman zaman sarsılmakla birlikte, daima yeniden artan önemi, genel ve özel konumunun sağladığı üstünlüklerin sonucudur Orta Avrupa'dan ve Balkan yarımadasından gelen yollar, D'ya doğru daralan Trakya havzasını izleyerek burada birbirine kavuşarak, Boğazın karşı kıyısında Anadolu'nun içerlerine doğru uzanırlar D-B doğrultulu bu yollar yine burada, Karadeniz ülkelerini Boğaz aracılığıyla açık denizlere bağlayan tek deniz yolu ile kesişir Ayrıca, üç yandan denizlerle kuşatılmış istanbul yarımadasının eski savaş tekniklerine göre kolay savunmaya elverişli biçimi; Haliç'in ku>îu ve derin bir liman oluşu, bir zamanlar balık bakımından ünlü zenginliği gibi özel konum koşulları da, istanbul'un genel konumunun sağladığı üstünlüğü tamamlar ve burada dünya ölçüsünde önemli bir kentin kuruluş ve gelişme nedenlerini açıklar

• Kentsel ve ekonomik gelişme, istanbul İÖ VII yy'da Megaralılar tarafından Byzantion adıyla kurulduğunda, G'de Marmara denizi (Propontis), K'de Haliç' le (Khrysokeras, Altın boynuz) sınırlanmış, kabaca üçgen biçimindeki yarımadanın ucunda yer alıyordu Kentin sınırları bugünkü Ayasofya ile Topkapı sarayı'nın bulunduğu tepeleri kaplayan, iki km'den biraz daha az genişlikte bir alandan oluşuyordu Birkaç kapısı ve yirmi yedi kulesi bulunan surlarının kesin çizgisi bilinmemektedir Kentin akropolisi bugünkü Topkapı sarayı'nın bulunduğu kesimdeydi Sur duvarları içinde, yerleşmenin K'inde birkaç tapınak (Zeus, Aphrodite, Athena, Poseidon, Dionysos) ve kutsal alanlar bulunuyordu Surların B sınırının ortalarında Thrakion denilen kare planlı alan, bunun K'inde de Strategeion (bugün Babıâli) yer alıyordu Agora Ayasofya'nın bulunduğu kesimdeydi ve burada bir Heli-os heykeli vardı Öteki yunan yapıları arasında sarnıçlar, gymnasion, stadion ve bir tiyatro belirtilebilir Ayasofya ve Ayairini arasındaki alanda yapılan kazılarda, Artemis, Aphrodite ve Apollon kutsal alanlarına ilişkin bazı kalıntılar ele geçmiş olmakla birlikte, yunan kentinden günümüze hiçbir şey kalmadı

Roma dönemi Byzantium'una ilişkin bilgiler de çok azdır Septimius Severus tarafından kuşatılan ve tahrip edilen (İS II yy) kentin stratejik konumu ve ticari önemi göz ardı edilemezdi Bu yüzden kısa bir süre sonra bayındırlık çalışmalarının yanı sıra kent alanının genişletilmesi etkinliklerine girişildi Roma kentinin planı ve alanı kesin olarak saptanamamışsa da, surla çevrili kesimin iki katına çıkarıldığı, kara yönündeki K-G doğrultusunda uzanan duvarın, yunan kentinden yaklaşık yarım km B'ya kaydırıldığı bilinmektedir K sınır Haliç'e, bugünkü Galata köprüsü' nün biraz D'suna ulaştı Agora'nın revak-larla çevrilmesi ve buradan B'ya yeni sura doğru uzanan bir sütunlu yolun açılması çalışmalarının da Septimius Severus' un bu etkinlikleri sırasında gerçekleştiği sanılmaktadır Agora'nın G-B'sında Hi-podrom'un yapımı başlatıldı (Constanti-nus 1 [Büyük] döneminde bitirilen bu yapı 450 m uzunluğundaydı) Topkapı sarayinın mutfaklarının bulunduğu kesimde bir tiyatro yer alıyordu Agora'nın yanında, Hipodrom'un K-D'sunda roma hamamları vardı

Constantinus I (Büyük) döneminde kent daha kapsamlı bayındırlık çalışmalarına sahne oldu Septimius Severus'un surları yıktırıldı, yeni ve görkemli bir başkent kurulması için büyük ölçülerde insan gücü ve parasal kaynak sağlandı (325) Yeni kentin Septimius Severus dönemindekinin beş katı büyüklüğünde olması amaçlanıyordu Yeni sur duvarları Seve-rus'unkinden üç km B'ya kaydırıldı Bu surlar içinde Constantinus iden sonra da İki yüz yıl sürecek bir kentleşme etkinliği başlatıldı Bu çalışmalarda bir ölçüde Roma kenti örnek alındı, burada da yedi tepe üzerinde, on dört yönetim bölgesinde, benzer bir yapı tipolojisi ve ideal bir dağılım amaçlanmıştı, ancak hellenlstik ve doğu etkileri de çok belirgindi, istanbul' un Constantinus I dönemi kent planı belirlenememiş, yapıları ise yok olmuştur, ancak yapıların ve sanat eserlerinin sayısını veren metinlerin yanı sıra, topografyayı da az çok yansıtan, resmi törenlerle ilgili betimlemeler vardır Ayrıca gezginlerin verdiği bilgilerle, kentin Osmanlılar tarafından fethinden hemen sonra çizilmiş resimleri bulunmaktadır Bu dönemde revaklı agora Augusteion adıyla resmi bir alana dönüşmüş ve 600 m B'sına doğru yuvarlak planlı yeni bir forum eklenmiştir Ayrıca altından yapılmış bir mil taşı (Milion ya da Mllliarum Aureum), iki senato binası ve Capitolium bulunduğu bilinmektedir Bu forumdan yarımadanın içlerine, yeni kent surlarındaki ana kapılara ulaşan yollar açılmıştı Augusteion meydaninın hemen K'inde Ayasofya'nın yapımı başlatılmıştı Başka büyük kiliselerin yanı sıra, Augus-telon'un G'inde, bugünkü Sultanahmet camisi'ne doğru, Constantinus l'in Büyük saray'ı (Daphne) yükseliyordu Bu saray tunç bir kapıyla (Khalke) meydana açılıyordu Büyük saray ayrıca Hipodrom' la da bağlantılıydı Hipodrom'un dik bir eğimle Marmara'ya inen, yuvarlak planlı G-B kesiminde, güçlü sütunlara oturan, tonoz örtülü bölümün altında bir sarnıç vardı Kentteki öteki eğimli kesimlerde de dikdörtgen planlı, tonozlu sarnıçlar bulunuyordu Kentin her yanında yunan-roma dünyasının çeşitli kesimlerinden getirilmiş sanat eserleri ve anıtlar yer alıyordu Constantinus iden sonra bayındırlık çalışmaları bir ölçüde yavaşladı Valens (364-378) bir su kemeri (bugün Saraçhane'deki Bozdoğan* kemeri) büyük bir nymphaion, hamamlar, sarnıçlar yaptırdı Theodosius I (379-395) Constantinus l'in yolunu izledi, Constantinus l'in forumunun yaklaşık 700 m B'sında, Mese caddesi (bugünkü Divanyolu) boyunca yeni bir forum açtırdı (Forum Tauri) Arcadlus (395 -408), XII bölgeye, Marmara kara surlarından G'e doğru yeni bir forum yaptırdı Bu forumla ilgili ayrıntılar da bilinmemekle birlikte, Arcadius* sütunu'nun kaidesi hâlâ durmaktadır Theodosios II döneminde (408-450) Konstantinopolis en görkemli anıtlardan birine kavuştu: büyük kara surları Constantinus I dönemi surlarının 1,5 km B'sında yer alan bu surlarla kentin alanı iki katına çıkıyordu Surlar o dönem için içi doldurulamayacak bir alanı sınırlıyordu ve Konstantinopolis Ortaçağ' ın en büyük kenti görünümündeydi Surların G'lndeki Altın kapı (Khrysai Pyle, Por-ta Aurea) tören kapısıydı Kenti D'dan B'ya kateden Mese caddesi Milion'dan başlayıp Forum Bovis'e uzanıyor, burada iki kola ayrılıyordu; biri Hagioi Apostoloi' nin önünden geçip K-B'da Edirnekapi ya ulaşıyor, ötekisi Forum Arcadii'den geçip Altın kapida İstanbul'u Dalmaçya kıyılarına bağlayan vla Egnatia ile birleşiyordu

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



Theodosios II döneminden bir topografya belgesi olan Notitia urbis Constan-tinopolitanae'de kentin Osmanlılar'ca fethine değin süregelen gelişimi görülmektedir Bu belgede sınırları ayrıntılarıyla belirtilmiş olan on dört bölgenin on İkisi başlangıçtan beri Constantinus surları içindeydi Ayasofya ve Topkapı sarayinın bulunduğu kesim ikinci bölgede, Hipodrom üçüncü, Augusteion ve Yerebatan sarayı dördüncü, Strategeion beşinci Forum Constantini (Çemberlitaş) altıncı, Forum Theodosii (Forum Tauri), Süleymaniye ve Beyazıt'ı kapsayan kesim yedinci, Forum Bovis (Aksaray) on birinci, Galata' nın aşağı kesimini kapsayan ve Sykai denilen dış mahalle on üçüncü, Blakhernai on dördüncü bölgedeydi Ana yollar boyunca uzanan meydanlar Bizans kentinin en önemli öğelerindendi (Augusteion, Forum Constantini, Forum Amastrianum, Forum Theodosii, Forum Bovis, Forum Ar-cadii)

Osmanlı döneminde de istanbul XIX yy'ın ikinci yarısına değin topografik konumuna uyan gelişme çizgisini sürdürdü ve surlar içinde kalan yapısı çok az değişti Bu dönemde de önemli anıtlar kentin tarihsel çekirdeğinde, bin beş yüz yıllık sınırlar içinde yer aldı (Sultanahmet, Bayezit külliyeleri, Topkapı sarayı) Buna karşılık birbirini izleyen dönemlerin görüntüsü, bir iki anıtsal yapı dışında yaşamadı, yunan Byzantionu, Bizans Konstantinopolisi ve osmanlı istanbulu bir arada sürmedi, birbirinin yerine geçti Ama istanbul XVII yy'da da 700 000 olduğu öne sürülen nüfusu, Haliç'e, Boğaziçi'ne, Üsküdar ve Kadıköy'e yayılan alanıyla Avrupa'nın ve Yakındoğu'nun en büyük kentiydi Osmanlı döneminde kentin sokak dokusu ve konutları sürekli değişiyordu Yangınlar ve depremler büyük yapı alanlarını ortadan kaldırırken, bunların yerini daha farklı bir yol ve yapılaşma alıyordu Bu sürekli değişim içinde, yalnızca topografyaya bağımlı olan ana yönler, anıtlar değişmedi, yerleşme onların çevresinde gerçekleşti Çok yakın zamana değin farklı işlevleri üstlenen alanlar değişmeden kaldı (Topkapı, Babıâli ve çevresi yönetim, Eminönü-Sirkeoi kesimi limanlara bağlı olarak ticaret merkeziydi) Kentin içindeki tek önemli ulaşım ekseni Ayasofya'dan Beyazıt'e ve Edirnekapı'ya uzanan yoldu Ulaşım daha çok deniz yoluyla (kayıklarla) yapılıyordu Kentin kıyılar boyunca gelişiminin nedeni de buna bağlanabilir (kara ulaşımı arttıkça kıyılardan uzaklaşıldı) Konstantinopolis'in ana yollar üzerindeki forumları osmanlı döneminde çoğunlukla büyük anıtlarla dolduruldu; Bizanslılar' da toplanma yeri olan bu forumların yerini, Osmanlılar'da camiler, külliyeler aldı (Nuruosmaniye, Bayezit, Şehzade külliyeleri) XVI , XVII ve XVIII yy'larda kentin tüm kesimlerinde devlet önde gelenlerinin ve sarayla ilgili kişilerin konaklan, sarayları vardı XIX yy'a değin bu yapılar genellikle duvarlarla çevrili büyük bahçeler içinde yer alıyordu XIX yy'dan başlayarak özellikle sultan saraylarının yerinde kışlalar, fabrikalar, hatta Kandilli, Emirgân gibi büyük mahalleler ortaya çıktı Anado-

lu türk yerleşmelerinde görüldüğü gibi istanbul'da da en küçük evin bile bir yeşil alanı, bahçesi vardı Bu konut alanları osmanlı döneminde yavaş yavaş sur dışına taştı, daha çok kıyıları izleyerek (Beyoğlu dışında) Eyup'e, Boğaziçi'ne, Üsküdar'a ve Kadıköy'e uzandı Bizans döneminde Galata (Sykai), Kadıköy (Khalkedon) ve Üsküdar (Khrysopolis) sur içindeki merkeze bağlı olmakla birlikte, ayrı kentler gibiydiler Bu durum aynı ölçüde olmamakla birlikte osmanlı döneminde de sürdü (Evliya Çelebi Üsküdar'dan XVII yy'da Üsküdar şehri diye söz eder), işlevsel farklılıklar bu dönemde de sözkonusudur istanbul imparatorluğun yönetim merkezi, Galata dış ticaret merkeziydi, Üsküdar ve Kadıköy ise kendi kendilerine yeten birer uydu kent görünümündeydiler Boğaziçi sayfiye yeri olarak gelişmiş, ana kentle olan ulaşım bağlantısızlığı yüzünden kent-leşememişti istanbul'la Galata arasındaki işlevsel ve fiziksel farklılaşma XIX yy'da daha da belirginleşti, Galata batılı bir çizgide gelişimini sürdürdü (istiklal caddesi bir Avrupa kenti görünümündeydi)

Byzantion'un yerini Konstantinopolis'e, onun da istanbul'a bırakması oluşumu günümüzde de yaşanmakta, bu kez osmanlı kent dokusu büyük anıtsal yapıları dışında yok olmaktadır Özellikle 1950 sonrası yenilemeler kentin tarihsel siluetini ortadan kaldıracak boyutlara varmış, öte yandan istanbul sınır tanımaz bir biçimde kıyılar ve tepeler boyunca içerlere dek yayılmış ve bugünkü görünümüne ulaşmıştır

Kent özellikle VII-XI yy'lar arasında, Bizans imparatorluğu'nun merkezi olarak büyük bir gelişme gösterdi; D-B ve K-G ticaretini adeta tekeline alarak gerçek bir dünya pazarı oldu Bu sırada Çin'den gelen ipek ve porselen; iran'dan gelen halılar; G ve D Asya'dan gelen baharat, kıymetli ağaç işlemeler, değerli taşlar; Afrika'dan gelen fildişi; K ve B yoluyla gelen bazı madenler, kehribar, kürk, yün, da kuma ve esirler burada toplanıyor ve ondan sonra öteki ülkelere sevk ediliyordu Nüfus yerli Rumlar'dan başka, türk, iranlı, mısırlı, Venedikli, cenovalı, amalfili tüccarların kendilerine ayrılan belli yerlerde yerleşmesiyle etnik bakımdan çok karışık bir hal aldı Fakat XI yy'dan sonra istanbul D ticareti üstündeki tekelini italyan kent devletlerine kaptırdı; bunun sonucunda dünya pazarı olma özelliğini gidererek kaybetti Onun yerini bir ara Venedik ve iskenderiye aldı Daha sonra Uzakdoğu deniz yolunun açılmasıysa kentin ticari önemini daha da azaltarak sönükleş-mesine neden oldu istanbul ancak Türk-ler'in fethinden sonra, Osmanlı imparatorluğu'nun merkezi ve üç kıta üzerine yayılan geniş imparatorluk topraklarını bağlayan ticari ve askeri yolların en büyük kavşağı olarak yeniden canlandı ve yalnızca imparatorluk sınırları içinde olsa bile, ticari önemi arttı

Bütün tarihi boyunca istanbul'un nüfus ve alan bakımından en hızlı, adeta bir patlama şeklindeki gelişmesi, 1950'li yıllardan sonraya rastlar Bu tarihe kadar konut alanı, K'de Şişli'de sona eriyor; D'da Üsküdar, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik, Ümraniye, Merdivenköy; B'da Bakırköy, Yeşilköy ile Boğaziçi'ndeki küçük yerleşmeler asıl kentten ve birbirinden ayrı köyler ve yazlıklar meydana getiriyordu 1950'den sonra büyük ölçüde kamulaştırmayla kent içinde ve çevresinde açılan yeni ve geniş yollar bir yandan kent planını büyük ölçüde değiştirirken, bir yandan da yurdun öteki bölgelerinden kitle halinde kente göçenlerin yol açtığı bir nüfus patlaması, eski banliyöler arasındaki boş alanlarda yeni semtlerin doğması, kentsel alanın her yöne yayılması ve altyapısız gecekondularla kuşatılmasıyla sonuçlandı Günümüzde (1988) Büyük şehir belediye sınırları içini, iki bu kentsel yerleşmeler kümesi K'de yukarı boğaz içinde taban marmara kıyılarında olan bir üçgen biçimini almıştır Üçnenin uzunluğu K'e doğru yaklaşık 30 km, B -D doğrultusunda 60 km kadardır ve 652 km2'lik bir alan kaplar Aynı alanın 1960 lı yıllarda 320 km2 kadar olduğu düşünülürse, kentsel yayılmanın büyük hızı açıkça ortaya çıkar

• işlevsel doku Bu hızlı gelişmenin sonucunda yenileri de meydana gelmiş olmakla birlikte, en önemli iş ve ticaret merkezleri yine eski kentin sınırları içinde, Eminönü, Sirkeci, Karaköy ve Galata gibi semtlerdir Bununla birlikte K'de Şişli ve Meci-diyeköy çevresinde, B'da Bakırköy'de, D'da Üsküdar ve Kadıköy'de, Bağdat caddesi boyunca yeni ve birbirinden ayrı iş ve ticaret merkezleri gelişmiştir Eski sanayi kuruluşlarının çoğu Haliç kıyılarında, Bomonti ve Kurtuluş çevresinde; yenileri ise B'da, surların dışındaki Topkapı Mal-tepesi'nde, Kâğıthane vadisinde, ama çoğu D'da Ümraniye çevresiyle E-5 karayolu boyunca toplanmıştır Bunların dışında istinye koyu ve vadisinde, Beykoz koyu kıyılarında da bazıları eski sanayi kuruluşları vardır Liman işletmeleri Haliç, Tophane ve Haydarpaşa'dadır Son yayılma sırasında K'de, D'da ve B'da modern konut semtleri gelişmiş olmakla birlikte, bu evrenin temel özelliği, nüfusun önemli bir kısmını barındıran, şehir içinde yer yer adacıklar meydana getirmesinin yanı sıra kenti hemen her yönden kuşatan çok geniş gecekondu semtlerinin ortaya çıkmış olmasıdır

• Nüfus ve nüfus yapısı, istanbul'un nüfus miktarı ve nüfus yapısı tarih boyunca siyasi ve iktisadi önemine, geçirdiği siyasal olaylara bağlı olarak büyük değişikliğe uğramıştır İlk önemli nüfus artışı Doğu Roma imparatorluğu'nun merkezi olmasıyla başlamış ve XI yy'a kadar sürmüştür Veriler ve bunların dayanakları farklı olmakla birlikte, IV yy sonlarında kent nüfusunun 100 000 kadar olduğu ileri sürülür V yy'a ilişkin nüfus tahminleri, değişik araştırıcılara göre 200 000-600 bin arasındadır; XIII yy başında 400 000 dolayında olduğu kabul edilir, imparatorluğun daraldığı, ticari öneminin sona erdiği dönemdeyse nüfus çok azalmıştır Fetihten önce Bizans 40 000, 50 000 nüfuslu, birçok semtleri terk edilmiş harap bir kent durumundaydı Nüfus bileşimi çok karışıktı ve çeşitli etnik gruplardan oluşuyordu Daha Fatih döneminde kenti canlandırmak, bayındırlaştırmak ve aynı zamanda türkleştirmek için yürütülen bir iskân politikası nüfus bileşimini Türkler lehine büyük ölçüde değiştirdi Bu amaçla Anadolu'dan ve çeşitli Balkan ülkelerinden getirilen göçmenler istanbul'un belli yerlerine yerleştirildiler Bu suretle Aksaray'dan, Eğridir'den, Konya ve Karaman' dan, Tire'den, Çarşamba'dan, Kastamonu'dan, izmir'den, Sinop ve Samsun'dan getirilen türk göçmenler sıra ile, bugün çoğu geldikleri kentin adını yansıtan yerlere (Aksaray, Eğrikapı, Karaman, Vefa, Çarşamba, Kazancı, Galata, Tophane) yerleştirildiler Mora'dan getirilen Rumlar Fener' de, Selanikli Yahudiler Tekfur sarayı çevresinde, Arnavutlar Silivrikapı'da, Balat Çingeneleri Balat mahallesinde, Amasra-lılar Sulu Manastır semtinde iskân edildiler Böylece istanbul'un nüfus yapısında müslümanların oranı % 60'ı buldu XVII yy sonunda istanbul 750 000'e varan nüfusuyla yeniden dünyanın en kalabalık kenti haline geldi Nüfus XIX yy'da 700 bin dolayında durakladıktan sonra, biraz artarak Birinci Dünya savaşı öncelerinde 1,1 milyonu buldu Ama bunun yarıya yakını rum, ermeni, musevi kökenli vatandaşlar ile yabancı uyruklulardan meydana geliyordu, işgal yıllarından sonra 1927 sayımı istanbul nüfusunun bir hayli gerilemiş olduğunu ortaya koydu: nüfus 691 bine inmişti Bunu izleyen yıllarda ağır bir tempoyla arttı ve 1950'de 983 000'e çıkta Bunu, sonraki yıllarda adeta patlama biçiminde çok hızlı bir artış izledi ve nüfus 1960'ta 1,5 milyona yaklaştı; 1970'te 2,1 milyonu geçti: 1980'de 4,5 milyona, 1985'te ise 5,5 milyona ulaştı Aradan geçen yıllarda Museviler'in israil'e, Rumlar' ın Yunanistan'a, Ermeniler'in daha çok Fransa'ya göç etmeleriyle, geçen yüzyılların kozmopolit istanbul'u hemen tamamıyla Türkler'den meydana gelen ulusal bir yapı kazandı

• Türkiye genelindeki rolü istanbul birçok bakımlardan Türkiye'nin en önemli kentidir Türkiye nüfusunun 1/10 kadarı burada kümelenmiştir Bu büyük nüfus topluluğunun gereteinimlerinin karşılanması, bölge ve ülke düzeyinde başlı başına çok canlı bir ticarete yol açar, sanayiyi ve tarımsal üretimi besler ve yönlendirir Türkiye imalat sanayisinin değer bakımından 1/3 kadarını, devlete ödenen gelir vergisinin yarıya yakınını bu kent ve çevresi sağlar En büyük ithal limanı, ülke denizyollarının başlangıcı, dünyanın öteki ülkeleriyle havayolu bağlantısını sağlayan en büyük merkezdir Sermayenin, bankaların, güçlü holdinglerin, şirketlerin, sağlık tesislerinin büyük çoğunluğu bu kentte toplanır Uzun tarihi boyunca farklı dönemlerden kalma anıtları, yapıları, sarayları, doğal güzellikleri, modern konaklama tesisleriyle yurdun en çok ziyaret edilen turizm merkezidir Müzeleri, kitaplıkları, değişik düzeydeki okulları, 6 üniversitesi, tiyatroları, operası, sanat galerileriyle Türkiye' nin en büyük eğitim ve kültür, basını ile Türkiye'de halkoyunu yönlendiren, siyasal davranışları etkileyen bir düşünce ve fikir merkezidir Ama bu aşırı hızlı büyümenin sakıncalı tarafları da vardır Kentin beslenmesi, su, elektrik, yakıt gibi gereksinimlerinin karşılanması, yetersiz sağlık ve ulaşım işleri, kanalizasyon, çevre koruma, yeşil alan sorunları ve özellikle daha da belirgin olarak, altyapıdan yoksun geniş gecekondu semtlerinin karşı karşıya bulunduğu çözümü zor problemler, aşırı hızla meydana gelen bir jigantizmin başlıca sakıncaları arasında sayılabilir

• TARİH İÖ 658'e doğru Byzantion Me-gara kolonisi daha önce, Bosporos'un en eski halklarından biri olan Traklar tarafından işgal edilmiş bir bölgeye kurulmuştu Tahkim edilen site, Makedonyalı Philip-pos ll'nin (İÖ 340), Galyalılar'ın (İÖ 279) ve Septimius Severus'un (İS 196) saldırısına uğradı Septimius Severus önce sitenin surlarını yıktırdı, daha sonra yeniden yaptırarak, büyüttü ve güzelleştirdi, siteye Augusta Antonina adını verdi Licinius' un eline geçen sitenin surları bir süre sonra yeniden yıktırıldı Ancak Constantinus sitenin stratejik önemini kavrayarak başkent yapmaya karar verdi Bu seçimin birçok nedeni vardı: bir yarımadanın ucuna kurulmuş olan site kolayca tahkim edilebilirdi, eşsiz bir yapıdaydı, sahip olduğu 7 km uzunluğundaki Haliç'in düşman gemilerine kapatılması için zincir germek yeterliydi; ayrıca Karadeniz'den (Pontos Eukseinos) [iskit buğdayı] Akdeniz'e kadar uzanan kıyı boyunu ve hacılarla orduların kullandıkları Avrupa'yı Asya'ya bağlayan yollan kontrolü altında tutan olağanüstü stratejik bir konuma sahipti; ancak en önemlisi IV yy başlarında Tuna (Sarmatlar ve Gotlar) ve Fırat (Parthlar) boyu başta olmak üzere imparatorluk sınırlarının, akıncı halkların ciddi tehdidi altında olması ve imparatorla hükümet organlarının bu duruma karşı önlem almak zorunda olmalarıydı

"Yeni Roma" (Konstantinopolis, istanbul) 324-336 yılları arasında inşa edildi 11 mayıs 330'da kırk gün sürecek şenliklerle resmi açılışı yapıldı ve siyasal otoriteler kente yerleşti

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



istanbul'daki ticaretin canlılığı, kentte birçok yabancı tüccarın akın ederek, koloniler kurmasını beraberinde getirdi, ilk gelenler kentin dışına, Bosporos üzerindeki Aziz Mamas varoşuna yerleştiler: bunlar bulgar (VIII yy'ın hemen başında geldikleri sanılır) ve rus (VIII yy'ın sonu - IX yy'ın başı) tüccarlarıydı Ancak en önemli yabancı koloni italyanlar'ınkiydi; istanbul'a X yy'da yerleşen, logothetes koruması (992) ve yasal düzenlemelerine tabi tutulan Venediklilerden sonra, imparatorluk başkentine ilk kez kesin olarak yerleşenler Amalfiler (IX - X yy) oldu; Amal-filer daha sonra, 1082'de Aleksios Kom-nenos tarafından Venedik'e bağlandılar Bu tarihte, bu imparator tarafından Vene-dikliler'e tanınan ayrıcalıklar istanbul'un ve imparatorluğun yaşamında bir dönüm noktası oldu, zira ilk kez yabancılara başkentin limanında ve tüm Galata mahallesinde tam gümrük muafiyeti veriliyordu; 1111'de Pisalılar, 1155'te Cenovalılar benzer ayrıcalıklar aldılar, ancak gümrük konusunda ad valorem'in % 40'ı oranında bir indirim elde edebildiler

İmparatorluk yönetimi, istanbul'un zenginliğini sağlayan ticaret yollarının, Haçlı seferleri yüzünden latin Levant limanlarına kaymasını boş yere önlemeye çalıştıysa da yabancı akını XII ve XIII yy'da giderek arttı; bu amaçla batılı tüccarlara verilen ayrıcalıkların artırılması imparatorluk kentinin çökmesinden başka işe yaramadı, İstanbul limanına yalnızca Bizans gemileri ve imparatorluğun deniz savunmasını üstlenen italyan gemileri uğramaya başladı; italyan gruplar arasındaki rekabet (Cenovalılar'ın oturduğu mahallenin 1162'de ve 1169'da Pisalılar ve Venedikliler tarafından yağmalanması), Bizanslılar' ın yabancılara karşı duyduğu düşmanlık (1182 ayaklanması) toplumsal dengeyi bozdu

İstanbul'un 1204'te Haçlılar tarafından ele geçirilmesi ve bir latin imparatorluğunun kurulması siyasal ve iktisadi çöküşü hızlandırdı, bu, özellikle Venedikliler'in işine yaradı; 1261'de Bizanslılar'ın kenti tekrar ele geçirmeleri, Cenovalılar'ı rakipleri karşısında yeniden üstün duruma geçirdi; bununla birlikte istanbul'un iki tüccar cumhuriyeti arasında bir denge kuruldu; sonuçta Venedikliler Galata'da, Cenovalılar Pera'da kentin aleyhine olmak üzere iki gerçek bağımsız devlet oluşturdular, bu devletlerin önderleri podestalar, özellikle XV yy'da gitgide artan bir oran ve kesinlikle imparatorluk hükümetine müdahalede bulundular Aynı dönemde kente başka tüccar kolonileri de yerleşti: 1290'dan başlayarak (1352-1438 arası hariç) Katalonyalılar, XIV yy'da Provencelı-lar; 1431'den başlayarak Ragusalılar (1451'de bunlara bir mahalle ayrıldı); Pi-sa'yı yenerek kendi devletlerine katan ve 1436'da Pişalılar'ın eski kolonisini devralan Floransalılar

Gerçekte, 1076 veba salgınıyla da sarsılan Yeni Roma, 1204'ten önceki iktisadi refah ve demografik canlılık düzeyine Yunanlıların kente yeniden dönmelerinden sonra bile, bir daha hiçbir zaman ulaşamadı Birçok felakete tanık olan (1348-49 arası kara veba, 1416 ve 1447-48 salgınları), gitgide daha heterojen bir yapı kazanan ve Gasmuloslar'ın küçümsenmeyecek bir rol oynadıkları bir nüfusa sahip kent, XIII yy'dan başlayarak Hipodrom oyunları ve görkemli gösterilerinden yoksun kaldı, nüfusu azalan (1453'te 50 000 nüfustan 40 000'e İndi) ve kısmen terk edilmiş bir kent haline gelmişti Öte yandan imparatorluğun sınırları da hızla da-ralıyordu Kent, savunmasını, mevcudu birkaç bin kişiye düşmüş ordusuna ve tüm ticareti eline geçirmiş italyan kolonilerinin mali gücüne dayandırmak zorunda kalmıştı, iç karışıklıkların nedeni de çoğunlukla bu italyan kolonileri arasındaki rekabetti İstanbul ayrıca Ayasofya'da ilan edilen Floransa birliğiyle (12 aralık 1452) dinsel açıdan da bölünmüştü, aynı dönemde, kenti daha önce altı kez kuşatan (Ba-yezit I, 1391, 1395, 1397,1400; Musa Çelebi, 1411; Murat II, 1422) Osmanlılar kesin bir saldırıya geçtiler

• istanbul'un fethi Mehmet II tahta çıktığında (1451) Bizans, bir zamanların büyük İmparatorluğunun yalnızca bir kalıntısıydı Osmanlı topraklarının tam kalbinde yer alan bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve olgunlaşmakta olan Osmanlı imparatorluğu'na İstanbul ile bir başkent hediye etmek, genç padişahın ilk hedefiydi Büyük bir enerji ile imparatorluk başkentinin fethine hazırlanmaya başladı Tahta çıkışının ilk yılında Boğaz'ın Rumeli yakasına yaptırdığı hisar (Boğazkesen, sonraki adı Rumelihisarı) onun istanbul üzerindeki niyetini açıkça ortaya koyuyordu Hisar, boğazın en dar yerinde, Baye-zit I'in yaptırdığı Güzelcehisar'ın (Anado-luhisarı) tam karşısındaydı

Bu İki hisar güçlü toplarıyla boğazdan geçişi denetleyebiliyordu Hisar'ın yapımının tamamlanmasından sonra Mehmet II, 50 000 kişilik ordusu ile istanbul surları önünde göründü ve üç gün kalarak kentin surlarını inceledikten sonra Edirne'ye hareket etti (1 eylül 1452) Mehmet II, kışı Edirne'de hummalı bir hazırlık İçinde geçirdi O güne kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü (İstanbul'un fethinde bu toplar başlıca rolü oynadı) 1453 şubatında Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey'i istanbul çevresinde ve Karadeniz kıyılarında hâlâ Bizans'ın elinde bulunan yerleri almakla görevlendirdi Perinthos (Marmara Ereğlisi), Ankhialos (Ahyolu-Pamorie), Me-sembria (Misivri), Blzye (Vize), Kortero (Kumburgaz), Hagios Stephanos (Yeşilköy), Blgados (Selimpaşa) zapt edildi Yalnızca Selymbria (Silivri) karşı koydu Böylece Bizans başkentinin çevresindeki savunma noktaları düşmüş, kent kuşatılmıştı Mehmet II, ayrıca istanbul'a yardım etmelerini önlemek için Mora despotluğu üzerine de bir akıncı kuvveti gönderdi

imparator Konstantinos XII (XI) Dragases bütün ümidini Batidan gelecek yardıma bağlamıştı Bu nedenle ortodoks ve katolik kiliselerinin birliğini yeniden canlandırmaya çalıştı Papalık legatus'u olarak istanbul'a gelen Kardinal isidor, 12 aralık 1452'de Ayasofya'da birliği ilan ederek Roma usulünde ayin yaptı Ama halkın çoğunluğu bu birleşmeye karşıydı ve La-tinler'e karşı sönmek bilmeyen bir kin duyuyordu Önde gelen devlet adamlarından Lukas Notaras bu ruh halini "Ben kentin ortasında latin papazların ayin taçları yerine, türk sarığını görmeyi tercih ederim" biçiminde ifade etmişti, imparator bir yandan da kentin savunması için gerekil önlemleri almaya başladı Surları onarttı, Haliç'in ağzını büyük bir zincirle kapattı, imparatorun kara askerleri 8 000 -9 000 kişiydi Bunların üçte birini Latinler (Venedikliler, Cenevizliler Romalılar, Ka-talanlar) oluşturuyordu, imparatorun elinde ayrıca 10'u kendisinin, 16'sı müttefiklerinin olmak üzere toplam 26 gemi bulunuyordu Bunların en büyük 9'u, Haliç'i kapatan zincirin yanında yer almışlardı Kentin savunmasını Cenevizli Giovanni Longo Giustinlanl yönetiyordu

5 nisan 1453'te İstanbul surları önünde görünen türk ordusunun muharip gücünün 80 000-100 000 olduğu sanılmaktadır Bunların yarısını eyalet askerleri, dörtte birini azaplar, kalanını da yeniçeriler, kapıkulu süvarileri, topçular, cebeciler, humbaracılar oluşturuyordu Türkler sayıca üstünlükleri yanında, güçlü bir topçuya da sahiptiler (her biri dört büyük toptan oluşan 14 batarya) 6 nisanda savaş alanına gelen padişah, Romanos kapısı' nın (Topkapı) karşısında Maltepe'de otağını kurdurdu Aynı gün kent, Haliç'ten Marmara'ya kadar karadan kuşatıldı Topkapı ile Edirnekapı arasındaki merkezde padişah ve sadrazam Çandarlı Halil Paşa bulunuyordu (bu kısım surların en zayıf noktası sayılıyordu)

Haliç'e kadar uzanan sol kanada Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa, Marmara'ya tadar uzanan sağ kanada ise Anadolu beylerbeyi ishak Paşa ile Mehmet Paşa komuta ediyordu Galata'daki Cenevizliler'in bir hareketini engellemek için Beyoğlu sırtları Zağanos Paşa tarafından tutulmuştu Kentin teslimi teklifinin Bizans imparatorunca reddedilmesi üzerine, savaş faaliyetlerine başlandı 12 nisanda türk donanması istanbul önlerine gelerek Beşiktaş'ta demirledi 12-18 nisan arasında sürekli dövülen surlarda tahribat önemli boyutlara ulaşmıştı Bunun üzerine Mehmet II, bir genel hücum denemesinde bulunmaya tarar verdi 18 nisan gecesi gerçekleştirilen bu hücum püskürtüldü

20 nisan günü kente yardıma gelen üçü Papalık'ın, biri Bizans'ın dört savaş gemisi ile osmanlı donanması arasında Yenikapı açıklarında bir deniz savaşı meydana geldi Kaptanıder-ya Baltaoğlu Süleyman Paşa'nın komuta ettiği osmanlı donanması, sayıca üstünlüğüne karşın, kendilerinden çok büyük ve yüksek olan düşman gemilerinin aralarından sıyrılarak Haliç'e girmelerini engelleyemedi (Bu mücadeleyi Zeytinbur-nu açıklarında izleyen Mehmet II öfkesinden atını denize sürdü) Bu savaştan sonra Baltaoğlu Süleyman Paşa azledilerek, yerine Hamza Bey getirildi Olaydan sonra Türkler'in barışa eğilim göstereceğini sanan imparator bir barış önerisinde bulundu Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın da desteklediği bu öneri reddedilerek kuşatmaya ve surların büyük toplarla dövülmesine devam edildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #4
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



Mehmet II yalnızca kara tarafındaki surlara saldırılarla yetinmedi Cüretkâr bir planla 21 nisanı 22 nisana bağlayan gece 72 parça gemiyi karadan (büyük olasılıkla Tophane limanından Kumbaracı yokuşu, Asmalımescit, Tepebaşı yolu ile kızaklar üzerinde yürüterek) Haliç'e indirdi Mehmet II bu harekâtı gizlemek için Haliç'teki Bizans gemilerine ve kara surlarına şiddetli bir top ateşi açtırmıştı Türk donanmasının umulmadık biçimde Haliç'te görünmesi Bizans üzerinde büyük bir moral çöküntüye yol açtı İmparatorluk kuvvetlerinin bir bölümünün Haliç surlarının savunmasına ayrılması, kara surlarının savunmasını zayıflattı Türkler Haliç'e bir köprü kurarak ve köprünün iki yanına yerleştirilen dubalara toplar yerleştirilerek Haliç surlarını da ateş altına aldılar

6/7 mayıs gecesi kuşatma ordusunun 30 000 kişilik bir kuvvetle Bayrampaşa deresi üzerindeki surlara yaptığı hücum bir sonuca ulaşamadı 12/13 mayıs gecesi Tekfursarayı ile Edirnekapı arasına yapılan saldırı da püskürtüldü 16 mayısta Türkler'in Eğrikapı yönünde kazdıkları lağımla Bizans'ın açtığı karşı-lağım birleşti ve yeraltında şiddetli bir çarpışma oldu Bizanslılar, Türkler'in kullandığı direkleri yakarak bu yeraltı yolunu çökerttiler Aynı gün türk donanmasının Haliç'teki zincire yaptığı saldırı da başarılı olamadı Bu saldırı ertesi gün yinelendi, ama yine bir sonuca ulaşamadı 18 mayısta Türkler büyük bir hareketli kule ile Topkapı yönünde saldırıya geçtiler Akşama kadar süren şiddetli çarpışmalar sonucunda Bizans için tehlikeli bir durum ortaya çıktı Ama Bizanslılar gece kuleyi rum ateşi ile yakmayı ve doldurulan hendekleri boşaltmayı başardılar Daha sonraki günlerde surların yoğun top ateşiyle dövülmesi sürdürüldü Öte yandan çeşitli yerlerde açılan lağımlar, Bizanslılar'ın açtığı karşı -lağımlarla etkisizleştirildi Mehmet II, 23 mayısta imparatora Isfendiyaroğlu Kasım Bey'i elçi olarak göndererek son bir kez daha kentin teslimi önerisinde bulundu, imparator bütün malları ve hazinesi ile istediği yere gidebilecekti, istanbul halkından isteyenler de mallarını alıp gidebilecekler, kalmak isteyenler mal ve mülklerini koruyabileceklerdi Bizanslılar kenti teslim etmeyi reddettiler 26 mayısta, osmanlı ordugâhına gelen macar kralının elçileri kuşatmanın kaldırılması, aksi durumda Macaristan'ın Bizans lehine harekete geçmek zorunda kalacağını bildirdiler Ayrıca Batı devletlerinin gönderdiği büyük bir donanmanın yaklaşmakta olduğundan söz ettiler Bu tür söylentilerin yaygınlaşması üzerine Mehmet H'nin topladığı savaş meclisinde öteden beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları kuşatmanın kaldırılmasını savundular Padişahla birlikte Zağanos Paşa, Akşem-settin, Molla Gurani, Molla Hüsrev gibi önemli kişilerin etkisiyle kuşatmanın sürdürülmesi kararı alındı Türk ordusu 28 mayısı, ertesi gün yapılacak nihai saldırıya hazırlanmak ve dinlenmekle geçirdi Bu arada surların toplarla dövülmesi sürdü Kentte ise bir yılgınlık egemendi 28 mayıs akşamı Ayasofya'da yapılan ve imparatorla birlikte bütün devlet erkânının katıldığı Kudas töreni, bir bakıma imparatorluğun cenaze töreniydi

28 mayısı 29 mayısa bağlayan gece türk birlikleri hücum için savaş düzenine girdiler Merkezde (Edirnekapı ile Topkapı arasında) yeniçerileriyle birlikte Mehmet II, sadrazam Çandarlı Halil ve vezir Saru-ca paşalar; Marmara denizi'ne kadar uzanan sağ kanatta Anadolu beylerbeyi ishak Paşa; Haliç'e kadar uzanan sol kanatta Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa yer alıyordu Haliç cephesi Zağanos Paşa'nın komutasındaydı Kaptanıderya Hamza Paşa Marmara'daki surlara mümkün olduğu kadar yaklaşıp ateş açarak düşmanı yerinde tutmakla görevlendirilmişti Saldırı 29 mayıs gününün ilk saatlerinde ve kentin her tarafından başladı Asıl hücum bölgesi Bayrampaşa deresi vadisinde ve Topkapı'nın kuzeyindeki büyük ölçüde tahrip edilmiş surlara karşıydı Bu bölgede art arda üç hücum yapıldı Canlarını dişlerine takarak kenti savunan Bizanslılar ilk iki hücumu püskürttüler Üçüncü hücumda Türkler surların üzerine çıkmayı başardılar (Surlara ilk türk sancağını diken Ulubatlı Hasan bu sırada şehit oldu) Kerkoporta (Canbazhane kapısı) önündeki gediğin ele geçirilmesi ve bu kapının açık olduğunu gören yeniçerilerin içeri girerek Edirnekapı'daki son direnişçileri arkadan çevirmeleri üzerine Bizans savunması çöktü Ağır yaralanarak gemisine taşınan Glustiniani'nin yerini alan imparator, sokak çatışmaları sırasında öldürüldü Öteki cephelerden de kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırarak kentte denetimi sağladılar Bundan sonra "Fatih" adıyla anılan Mehmet II, kente öğleye doğru Topkapı'dan törenle girdi ve doğruca Ayasofya'ya giderek burasını camiye çevirdi İstanbul, Osmanlı imparatorluğu'nun başkenti olurken Bizans imparatorluğu tarihe karıştı

• Türk kenti Mehmet II, askerlerine kenti üç gün süreyle yağmalamaları için söz vermişti Fethin üçüncü günü kentteki karışıklıklar son buldu ve padişah kentin imarına ve şenlendirilmesine girişti Önce bir çağrı yaparak isteyenlere İstanbul'da bağ, bahçe, ev vereceğini duyurdu; gönüllülerin sayısı yeterli olmayınca da aileleri göçe zorladı (sürgün) 1453 yılı İçinde istanbul'a Anadolu ve Rumeli'den 5 bin türk ve hıristiyan aile göç ettirildi Mehmet II, bu siyasetini fethettiği ülkelerin halkının bir bölümünü istanbul'a göç ettirerek daha sonra da sürdürdü Mora'dan, Güney Sırbistan'dan, Ege adalarından (Eğriboz, Taşoz, Semadirek), Anadolu' dan (Konya, Larende, Aksaray, Ereğli), Kefe vb yerlerden göç ettirilen halkın İstanbul'a yerleştirilmesiyle kentte Türkler, Rumlar, Sırplar, Arnavutlar, Ermeniler, Yahudiler vb halklardan oluşan renkli bir nüfus ortaya çıktı Mehmet ll'nin son yıllarında ve Bayezit II döneminde eskiden beri istanbul'da yerleşmiş Ramoniol denilen Yahudiler'e, İspanya ve Portekiz'den kovulan Spanlol ya da Sefaridim denilen Yahudiler de katıldı Daha sonra İspanya' dan kurtarılan endülüslü Araplar, Galata' ya yerleştirildi

Kent çok kısa bir süre sonra bir türk ve islam görünümünü aldı ve yeniden, bu kez bir islam imparatorluğunun etkinliklerinin başlıca merkezi durumuna geldi Osmanlı imparatorluğu'nun siyasal (Mehmet ll'den başlayarak padişahlar sürekli burada oturdu), dinsel (hilafet merkezi), kültürel (medreseler) ve iktisadi merkezi oldu Fetih sırasında 60 bin dolaylarında olan kent nüfusu XVI yy'da 600 bin kişiyi, XIX yy sonlarında da bir milyon kişiyi buldu

Bu İmparatorluk başkenti, bir yanıyla sarayın ve onun örgütlerinin kentiydi Kentin bu yanını padişah, sadrazam ve vezirler, dinsel yaşamı denetleyen şeyhülislam ve ulema, sayıları oldukça büyük rakamlara varan yeniçeriler, imparatorluğun bütün yönetici eliti temsil ediyordu

Kentin mülki yöneticisi istanbul efendisi de denilen istanbul kadısıydı Kent, istanbul (sur içi), Galata, Eyüp, Üsküdar olmak üzere dört kadılık bölgesine ayrılmıştı Bu kadıların gözetiminde belediye işlerine bakan dört ihtisap ağası bulunuyordu

Türk egemenliğinde istanbul, dış tehditlerden uzak, İstikrarlı bir gelişme dönemi yaşadı Ancak, zaman zaman halkın da karıştığı taht kavgalarına, ayaklanmalara sahne oldu Mehmet ll'nln ölümünden (1481) sonra Bayezit I yanlısı yeniçeriler, Cem yanlısı sadrazam Karamani Mehmet Paşa'yı evini basarak öldürdüler Mehmet ll'nin musevi hekimi Yakup Paşa öldürülerek, yahudi mahalleleri yağmalandı 1509'da osmanlı kaynaklarının "Kıyamet-I suğra" (küçük kıyamet) olarak adlandırdıkları depremde 109 cami ve 1 070 ev yıkıldı, binlerce kişi öldü 1512'de yeniçerilerin desteklediği şehzade Selim (sonra Selim I), istanbul'a gelerek babası Bayezit H'yi tahttan çekilmek zorunda bıraktı Selim j, Mısır seferi sonunda kutsal emanetleri istanbul'a getirerek "halife" unvanını alınca istanbul, Osmanlı impa-ratorluğu'nun yanı sıra islam halifeliğinin de merkezi oldu 1582'de ulufelerinin düşük ayarlı para ile ödenmesi nedeniyle ayaklanan kapıkulu süvarileri saraya hücum ettiler ve ancak Doğancı Mehmet Paşa ile defterdar Mahmut Paşa'nın başlarını aldıktan sonra yatıştılar 1590 ekimi sonunda çıkan veba salgını İki ay sürdü Bunu 1592 temmuzunda başlayan yeni bir salgın izledi 1622'de istanbul, yeniçeri ve sipahilerin ayaklanmalarına ve Osman II' nın (Genç Osman) tahttan indirilişine ve öldürülüşüne tanık oldu 1632'de sipahiler saraya hücum ederek Murat IV'ü ayak divanına çıkmaya zorladılar ve sadrazam Hafız Ahmet Paşa'yı padişahın gözleri önünde parçaladılar 1633'te çıkan büyük bir yangında istanbul'un yaklaşık beşte biri yandı 1633 eylülünde kahvehaneler kapatıldı, tütün ve içki yasağı konuldu 1648'de "Atmeydanı* vakası" diye anılan olayda sipahilerin başlattığı ayaklanma yeniçeriler tarafından bastırıldı Bu olaydan sonra istanbul'da yeniçerilerin nüfuzu arttı Ekim 1649'da İstanbul ilk esnaf ayaklanmasına sahne oldu istanbul'a ayarı o/o 30 oranında düşük para sürülmesi üzerine saraya yürüyen esnaf, sadrazamın azlini ve bazı vergilerin kaldırılmasını sağladı 1656 eylülünde kapıkulu askerlerine düşük ayarlı para dağıtılması büyük bir ayaklanmaya yol açtı Asiler, padişahtan sorumluların başlarını istediler Bunların başları Atmeydaninda bir ağaca asıldığı için bu olay "Vakai* vakvakiye" ya da "Çınar vakası" adıyla anıldı 1160 temmuzunda çıkan büyük yangında 80 000'i aşkın bina yandı Sürekli Edirne'de oturan Mustafa II, istanbul'da başlayan ve "Edirne* vakası" diye bilinen ayaklanma sonunda tahttan indirildi

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #5
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



XVIII yy'dan başlayarak Osmanlı devletinde Avrupa'ya karşı bir gevşeme başlaması, başkentin kültürel ve toplumsal yaşamında küçük de olsa bazı etkiler doğurmaya başladı Pasarofça antlaşması'ndan (1718) sonra "Lale devri" adı verilen dönemde fransız bahçesi, fransız mobilyaları saray çevresinde moda oldu Ama istanbul halkı saray çevrelerinin bu tarzını benimsemedi Bir esnaf ve yeniçeri ayaklanmasına (Patrona* Halil ayaklanması) Lale devri son buldu (1730) Padişah Ahmet III, tahttan ayrılmak zorunda kaldı, sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa öldürüldü

XVIII yy sonlarında Rusya ve Avusturya ile savaşlar nedeniyle istanbul'da gıda maddelerinin fiyatları aitmiş, konulan narhlar fayda etmemişti, istanbul'un nüfusunun gittikçe artmasının gıda maddesi darlığına, hırsızlık ve yangınlara yol açtığı ileri sürülerek bir bölüm nüfus istanbul dışına çıkarıldı Şubat 1807'de 16 gemilik bir ingiliz filosunun Çanakkale boğazını geçerek istanbul önlerine gelmesi kentte heyecan yarattı, istanbul, kendini

savunmaya hazırlanırken Marmara'ya hapsolmak tehlikesiyle karşı karşıya kalan ingilizler çekilip gittiler 25 mayıs 1807'de Selim lll'ün hal'i ile sonuçlanan Kabakçı Mustafa ayaklanması başladı 23 temmuz 1808'de Selim lll'ü yeniden tahta çıkarmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa, Rumeli ordusu ile istanbul'a girdi Saraya girdiğinde Selim lll'ün ölüsü ile karşılaşan Alemdar, Mustafa IV'ün yerine Mehmet II' yi tahta çıkardı 1808'de taşra âyanı, Alemdar'ın çağrısı üzerine istanbul'a geldiler Kendilerini güvencede hissetmediklerinden ordularını da beraberlerinde getiren âyanla merkezi hükümet arasında bir "senedi İttifak" yapıldı Ekim 1909'da istanbul, Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümü, yeni kurulan Sekbanı cedit'in kaldırılması ve yenilikçi devlet adamlarının tasfiyesiyle sonuçlanan bir yeniçeri ayaklanmasına tanık oldu ( -
Bir zorba ve eşkıya topluluğu haline gelen yeniçeriler kentin asayişini bozdukları gibi savaşta da işe yaramıyorlardı 15 haziran 1826'daki ayaklanma girişimleri ocağın sonu oldu Topçu, top arabacısı, kalyoncu, kumbaracı, lağımcı ocakları ile çıkarılan Sancakı şerifin altında toplanan medreseliler ve halk yeniçerileri dağıttı ve ocak bir fermanla resmen kaldırıldı


Tanzimat fermanı (1839) asıl etkisini istanbul'da duyurdu Devletin Batiya açılışı ile istanbul'da yaşam biçimi değişmeye ve ikileşmeye başladı Yeniliğin başlangıç noktası Saray'dı ve değişmenin öncülüğünü Abdülmecit yapıyordu Zengin Mısırlıların istanbul'a yerleşmeleri de alafranga yaşamın yüksek tabaka arasında yaygınlaşmasında etkili oldu Saray kadınları, vezir aileleri Mısırlılar') taklide başladılar Galata ile birleşen Pera (Beyoğlu) av-rupalı lokanta ve kahveleriyle, Avrupa mallarının satıldığı zengin mağazalarıyla, eğlence yerleriyle Avrupa yaşamının küçük bir kopyasıydı Tanzimat'tan sonra Pera, sur içinde bunalan "batılılaşmış" Türkler'e de açıldı Batılı yaşam biçiminin öğeleri, Şehzadebaşı, Beyazıt, Aksaray semtlerinde toplanan vezir konaklarıyla asıl istanbul'a da sokuldu Ama kent, alafranga sofralı konaklarına karşın gelenekleri, insanlarının giyimleri, çarşısı, pazarı ve genel görünümüyle yine eski müslüman başkentti Bazı kesimlerde yerleşen batılı yaşamda da yerli ve geleneksel olan varlığını sürdürüyordu

XIX yy'ın ilk yarısında istanbul'un kentsel yapısında yeni gelişmeler ortaya çıktı Batılılaşma sürecine koşut olarak külliyeler gibi anıtsal mimarlık ürünlerinin yerini kışlalar, saraylar, okullar, yönetim binaları aldı Kışlalar çevresinde Rami, Maltepe, Halıcıoğlu, Maçka, Gümüşsüyü, Taksim, Taşkışla, Harbiye gibi yeni yerleşmeler oluştu 1838'de Unkapanı-Azapkapı arasında açılan yaya köprüsü ve 1845'te açılan Karaköy-Emlnönü ile kentin İki ana ticaret bölgesi birleşti Abdülmecit'in Dol-mabahçe sarayinı (1853), Abdülaziz'in Beylerbeyi (1865) ve Çırağan (1894) saraylarını, Abdülmecit'in de Yıldız sarayı' nı yaptırmasıyla yönetici sınıf ilk kez eski istanbul'un dışına çıktı Batı mimarisinden alınan ilhamlarla yapılan büyük ve süslü yalılar boğazın iki yanında yükselmeye başladı

Modernleşme her alanda yaşanıyordu 1850'de Şirketi hayriye, Boğaz'da vapur seferlerini başlattı 1869'da Atlı tramvay şirketi kuruldu 1887'de Sirkeci, 1909'da Haydarpaşa garı yapıldı XX yy başlarında elektrikli tramvay kuzeyde Şişll'ye, doğuda Bostanciya ulaşıyordu

XIX yy ortalarından başlayarak siyasal düşünce alanında batı etkisiyle ortaya çıkan meşrutiyet düşüncesinin merkezi doğal olarak başkentti XIX yy'ın son çeyreğine girerken istanbul yoğun siyasal olaylara tanık oldu: Abdülaziz'in hal'i (30 mayıs 1876) ve intiharı (4 haziran 1876), Murat V'in tahta çıkışı (30 mayıs 1876) ve hal'i, Abdülhamit ll'nin tahta çıkışı (31 ağustos 1876), ilk osmanlı anayasasının (Kanunuesasi) ilanı (23 aralık 1876) ve İlk meclisin toplanması (19 mart 1877)

Doksanüç yenilgisi (1877-1878 Türk-Rus savaşı) ve Ruslar'ın Yeşilköy'e kadar gelmeleri istanbul'da büyük heyecan yarattı istanbul olası bir işgal girişimine karşı kendisini savunmaya hazırlandı Öte yandan yitirilen topraklardan büyük kafileler halinde istanbul'a gelen 200 000'i aşkın göçmene (Doksanüç muhacirleri) kapılarını açtı

Kanunuesasi'nin yürürlükten kaldırılması (13 şubat 1878) ile başlayan Abdülha-mit ll'nin baskıcı yönetimi (istibdat) etkisini en çok başkentte duyurdu AH Suavi' nin, Murat V'i yeniden tahta çıkarma girişimi (Çırağan vakası) başarılı olamadı Aynı amaçla harekete geçen "Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi" dağıtıldı Mithat Paşa ve Mahmut Celalettin Paşa'nın da aralarında bulunduğu bazı kişiler Ab-dülaziz'i öldürmekle suçlanarak yargılandılar (Yıldız mahkemesi) Yıldız'daki sarayında oturan padişahın hafiyeleri aracılığıyla denetlediği kent kabuğuna çekildi Ama, muhalif hareket (Jön Türkler) Abdül-hamit ll'yi Kanunuesasi'yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda bıraktı (ikinci meşrutiyet, 1908) 1908 meşrutiyeti (Hürriyetin ilanı) istanbul'da coşku ile karşılandı 13 nisan 1909'da istanbul, karşıdevrimci bir ayaklanmaya sahne oldu (31 mart vakası) Subaylarına karşı gelen I Ordu'ya bağlı birlikler, başlarındaki softalarla birlikte Sultanahmet meydanı'nda toplanarak "şeriat" istediler Hareket bir mektepli ve diplomalı avına dönüştü; Adliye nazırı Nazım Paşa ve Lazkiye mebusu Arslan Bey öldürüldüler Mebusların büyük bölümü istanbul'dan uzaklaştı Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti istifaya zorlanarak yerine Tev-fik Paşa hükümeti kuruldu Meclisi mebu-san başkanı Ahmet Rıza Bey istifaya zorlandı Ama, gericiliğin istanbul'daki egemenliği uzun sürmedi Devrime bağlı olan Makedonya'dan derlenen kuvvetler (Harekât ordusu) 23 nisanı 24 nisana bağlayan gece istanbul'a girdi ve önemli bir direnişle karşılaşmadan denetimi sağladı 27 nisanda bir arada toplanan Mebusan ve Âyan meclisleri Abdülhamit ll'nin hal' ine karar verdi Eski padişah Selanik'e gönderilirken şehzade Mehmet Reşat,

Mehmet V adıyla tahta çıktı

istanbul'da Balkan savaşı yenilgisi tartışılırken, bir süre önce muhalefete düşmüş olan ittihat ve Terakki, bir darbe ile (Babıâli baskını) iktidarı ele geçirdi (1913) Sadrazam Mahmut Şevket Paşa' nın öldürülmesi (11 haziran 1913) ittihat ve Terakki'ye rakiplerini sindirmek ve iktidarını sağlamlaştırmak olanağı verdi

Birinci Dünya savaşı yıllarında sıkıntılı günler yaşayan kent, yenilginin ve mütarekenin ardından fiilen işgal edildi (13 kasım 1918'de bir itilaf filosu istanbul'a geldi ve kentin çeşitli yerlerini İşgale başladı) istanbul, işgalin yanı sıra, işgali sevinçle karşılayan azınlıkların taşkınlıklarına da tanık oldu (Beyoğlu'nda mağaza vitrinleri yabancı ve yunan bayraklarıyla donanmıştı) 21 kasım 1918'de İttihatçı mebusların oluşturduğu Meclisi mebusan feshedildi ve 10 mart 1919'da savaş suçlusu sayılan ittihatçılar tutuklanmaya başlandı Boğazlıyan kaymakamı ve Yozgat mutasarrıf vekili Kemal Bey'in ermeni tehcirinden sorumlu tutularak Divanı harp kararıyla idam edilmesini (10 nisan) İstanbul halkı tepkiyle karşıladı, Kemal Bey'in cenaze töreni bir protesto gösterisine dönüştü, izmir'in Yunanlılar tarafından işgali (15 mayıs 1919), istanbul'da büyük tepki yarattı (Fatih, Doğancılar, Kadıköy [22 mayıs] Sultanahmet [23, 30 mayıs] mitingleri) Özellikle Sultanahmet mitingleri çok kalabalık oldu

Mütareke dönemi boyunca siyasi faaliyetin ağırlığı istanbul'daydı (TBMM'nin Ankara'da toplanmasından sonra da bu durumunu korudu) Mütareke Istanbulu' nun siyasal bakımdan göze çarpan özelliği anarşik bir çoğulculuktu İşgal kuvvetleri ve onların işbirlikçisi azınlıklar, yardımı işgalcilerden bekleyen padişah ve hükümet, himayeciler, mandacılar, ümitsizler ve bunların karşısında Anadolu'da başlayan ulusal hareketin yandaşları Mü-dafaai hukukçular Son Osmanlı meclisi mebusanı 12 ocak 1920'de istanbul'da toplandı ve 28 ocak 1920 tarihli gizil oturumda Misakı milli beyannamesl'ni kabul etti

15 mart 1920 gecesi İtilaf devletleri, istanbul'da 150 türk aydınını tutukladılar, ertesi gün de istanbul'un resmen işgalini duyurdular ve fiili işgali genişlettiler Başta, nezaret binaları olmak üzere resmi daireler işgal kuvvetlerinin denetimine geçti Şehzadebaşı karakolu'nu basan İşgal kuvvetleri 6 eri şehit ettiler Meclisi mebusan'ı basarak Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf beyleri tutukladılar

istanbul, bir yandan Anadolu'daki gelişmeleri izlerken, bir yandan da direniş örgütleri kurarak ulusal harekete yardımcı oldu (Gizli* gruplar) Birinci ve ikinci inönü, Sakarya zaferleri istanbul'da sevinçle karşılandı Büyük zafer'in ardından, Trakya'yı devralmakla görevlendirilen Refet Paşa 19 ekim 1922'de istanbul'a geldi 1 kasım 1922'de TBMM hilafetle saltanatı ayırarak saltanatı kaldırınca istanbul'daki iki başlı yönetim sona erdi Son padişah Vahidettin, 17 kasım 1922'de bir ingiliz gemisiyle istanbul'dan ayrılınca TBMM ertesi gün Abdülmecit Efendi'yi halife seçti 22 kasım 1922'de istanbul komutanlığına atanan Selahattin Adil Paşa, 16 aralık 1922'de Ankara hükümetinin istanbul temsilciliğine atanan Adnan Bey (Adıvar) göreve başladı 2 ekim 1923'te itilaf devletleri'nin son birlikleri istanbul'dan ayrıldılar 6 ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa (Gökberk) komutasındaki türk birlikleri coşkun bir törenle istanbul'a girdi 13 ekim 1923'te TBMM, Ankara'yı başkent yapınca, istanbul siyasi önemini yitirdi, ama Türkiye'nin en büyük kenti, bir ticaret ve kültür merkezi olma durumunu korudu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #6
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



GÜZEL SANATLAR Uzun süre Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapan İstanbul bunun sonucu olarak yoğun bir mimari kültüre ve anıtsal zenginliğe sahiptir Bunun yanı sıra imparator Constantinus I (Büyük) tarafından tüm eyaletlerde yürütülen yağmalarla, kent pagan sanat yapıtlarıyla donatılmıştı Re-vaklı yolları, forumları, Hipodrum'u ve saraylarının çevresini süsleyen bu yapıtların en ünlüleri Praksiteles'in Venüs'üyle, Pheidias'ın Zeus heykelleriydi Forum Constantini Çemberlitaş, Hipodrom Dikilitaş, Burmalı sütun, Örme sütun, Forum Bovis tunç bir öküz heykelciği, Forum Ta-uri bir zafer takı, Forum Arcadii Arcadius sütunuyla süslüydü Ancak kentin geçirdiği deprem, yangın ve vandallıklardan pek az anıt kurtulabilmiştir En acı olaylardan biri de kuşkusuz kentin 1204'te Haçlılar tarafından yağmalanmasıdır Venedik'te San Marco alanı'ndaki sütunlar ve aynı adla anılan bazilikanın cephesinin G köşesindeki, kırmızı porfirden Tet-rarkhes grubunun da tanıklık ettiği gibi bunlar, yağmaladıkları yapıtları Batı'ya taşımışlardır

Birçok yönden Roma'ya benzeyen kentte Septimius Severus, Constantinus I (Büyük) ve Theodosios II tarafından ardı ardına yaptırılan surlar, istanbul'un hızla büyüdüğünü gösterir Theodosios ll'nin emriyle vali Anthemius tarafından yaptırılan yedi km uzunluğundaki son surlar, deniz surlarını birbirine bağlayarak sağlam bir savunma düzeni meydana getiriyordu (bu surlar Blakhernai sarayı'nı da kent sınırları içine almak amacıyla XII yy'da genişletildi) Avarlar, Sasaniler, Araplar, Bulgarlar, Ruslar ve Türkler tarafından birçok kez kuşatılan istanbul surları (yalnızca latln işgalinde ve Mehmet ll'nin kuşatmasında olmak üzere iki kez aşılabildi) savunma işlevinin yanında, imparatorluğun gücünü ve görkemini de yansıtıyordu Savunma düzeni açısından Hititler'in başkenti Boğazköy'ü anımsatan duvarlar, büyük kuleler, çifte surlar ve hendeklerle güçlendirilmişti, kapılar çifte kuleler arasında yer alıyordu

Dinsel yapılar dışındaki mimarlık anıtlarının pek azı günümüze ulaşmıştır Constantinus I (Büyük) tarafından yaptırılan ve birçok kez genişletilen Büyük Saray'dan (Daphne) bugün hiçbir iz kalmamıştır Sultanahmet parkından Marmara denizi'ne uzanan alanı kaplayan ve içinde tören salonları, kiliseler, bahçeler, oyun yerleri bulunan bu saray XI yy'da terk edilmiş, yönetim kentin K-B'sındaki Blakhernai sarayı'na geçmiştir Marmara kıyısında, Çatladıkapı'daki birkaç kalıntı Bukoleon ya da İustinianos evi diye bilinen saraya aittir Blakhernai sarayı'nın yakınında bulunan Konstantinos Porp-hyrogenetos olarak adlandırılan saray (Tekfur sarayı) XI-XII yy'lara tarihlendiri-lir Yapının ikinci kat yüksekliğine kadar olan duvarları günümüzde de sağlamdır Kısa bir süre kullanılmakla birlikte, bi-zans sarayları arasında yer alan yapılardan biri de Manganol sarayı'dır (yalnızca temelleri ve mahzenleri kaldı) Bu saray XI yy'da birkaç yıl kullanıldı Sayfiye saraylarından günümüze kalıntıları ulaşan tek yapı, Bostanoı'daki Bryas sarayı'dır Çağdaşı arap saraylarına benzeyen bu yapı imparator Theophilos (829-842) dö-nemlndendlr

istanbul'un gereksinimini karşılayacak su düzeninin yapımı Roma imparatoru Hadrianus zamanında başlamıştı (117 -138) Valens döneminden su kemerleri de (Bozdoğan kemeri ya da Valens kemeri) Bizans ve Osmanlı dönemlerinde onarılarak kullanıldı Bizanslılar'ın başlıca uğraşlarından biri de kente su sağlamaktı Suyu gündelik işlerde, çeşme ve hamamlarda, ayrıca yangınlara karşı mücadelede kullanıyorlardı Bununla birlikte kent birkaç kez korkunç yangınlara sahne oldu Trakya'da Gûmüşpınar ve Keçigerme gibi yerlerde görülen kemer parçalan da aslında istanbul'a su getiren düzenin birer parçasıydı Çoğu IV yy'a ait olan bu yapıların istanbul'a en yakını Eyüp'teki Mazlum kemerl'dir Bu kemerlerle kente getirilen sular bir takım açık ve kapalı sarnıçlarda toplanıyordu Açık hava sarnıçlarının üçü bugün de görülebilmektedir Kent dışında, Bakırköy'deki (Hebdomon) 127 x 90 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuz, dışardan desteklerle güçlendirilmiş duvarları ve yapı tekniğiyle dikkati çeker Kent içindeki su yapılarıysa genellikle V yy'dandır Bunlardan biri Sultan-selim camisi yakınlarındaki, 152 x 152 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuzdur (bugün Karagümrük stadı) Bir baş-kasıysa Altımermer yakınlarındaki Hagios Mokios sarnıcidır 244 x 85 m boyutlarında, 15 m derinliğindeki bu sarnıcın su haznesi de 170 x 147 m ölçülerinde, 12 m derinliğindeydi Kapalı sarnıçlar VII yy'da önem kazandı Çoğu yıkılmış ya da toprakla dolmuş olan bu sarnıçların içinde pek çok sütun bulunuyordu Buna karşılık Philoksenos sarnıcı (Binbirdlrek), aynı adlı kilisenin yanındaki Myrelalon sarnıcı, özellikle çok güzel işlenmiş sütun başlıklarıyla ilgi çeken ve İçinde günümüzde de su bulunan Yerebatan sarayı gezilebilen örneklerdir, iustinianos tarafından yaptırılan Yerebatan sarayı 140 x 70 m boyutlarındadır, İçinde 336 sütun vardır Binbirdlrek sarnıcındaysa 224 sütun bulunur

Bizans dönemi dinsel yapıları daha az yıpranmıştır Günümüzde de sürdürülen onarım çalışmalarında yapıların özgün mozaik ve freskleri ortaya çıkarılmaktadır Bunların en iyi korunmuş ve önemli örnekleri Ayasofya* (Hagia Sophia) ve Ayalrini*'dir (Hagia Eirene) Hıristiyan dinsel yapılarının en görkemlilerinden olan Ayasofya, kubbeli bir bazilika planındadır Ayairini absida bölümündeki ikonakırıcı-lık döneminden mozaik süslemeleriyle dikkati çeker Kentin B'sında yer alan yunan haçı planlı, küçük boyutlu Khora manastır kilisesi (Kariye camisi), Komnenos-lar ve Palaiologoslar dönemlerinde onarılmış ve kimi eklemelerle genişletilmiştir; mozaiklerinde, Palaiologoslar dönemine özgü, hellenistik özellikte manzaralar üzerine isa ve Meryem'le ilgili öyküsel üslupta konular işlenmiştir Bu önemli yapıların yanı sıra istanbul'da çok sayıda manastır, kilise ve capella bulunuyordu Ancak bunların büyük bir bölümü kentin Osmanlılarca alınışından önce ortadan kalkmıştı Günümüzde gelebilen örnekler arasında Hagios ioannes Prodromos bazilikası (imrahorilyasbey camisi), Studios manas-tırı'nın bir bölümüydü (454-453) 530'ata-rihlendirilen Sergios ve Bakkhos kilisesi (Küçükayasofya camisi) merkezi planlıdır Vlll-X yy'lar arasında yaptırıldığı sanılan Kyriotissa manastır kilisesi ya da Akatalep-tos manastır kilisesi (Kalenderhane camisi) kapalı yunan haçı planındadır

Hagia Theodosia (Gül camisi) ve Hagia Thekla (Atlkmustafapaşa camisi) haç planlı örneklerdir Bu planın daha gelişmiş bir biçimde uygulandığı yapılar arasında X yy'dan Myrelaion manastır kilisesi (Bodrum camisi) ve aynı yy'dan Lips manastır kilisesi'nin K kanadı (Fenariisa camisi), XI yy sonlarına tarlhlendirilen Pantepoptes manastır kilisesi (Esklimaret camisi), XII yy'dan Pantokrator manastır kilisesi (Zeyrek camisi) belirtilebilir Bizans dinsel mimarlığının son dönemlerinde "dehlizli tip" diye tanımlanan bir plan türü ortaya çıkmıştır Burada kubbeyle örtülen ana mekân üç yönden, orta kubbeden daha alçak bir dehlizle çevrilmekteydi Lips ma-nastırı'nın G kilisesi, Pammakaristos manastır kilisesi (Fethiye camisi) mezar ca-pellası, Hagios Theodoros kilisesi (Vefa Ki-ilse camisi) bu gruba girer, ince mimari-leriyle dikkati çeken bu yapılar XIII yy sonlarıyla XIV yy başlarına tarihlendlrilir Hagios Andreas kilisesi'yse (Kocamusta-

fapaşa camisi), bu gruptan olmakla birlikte, camiye çevrilirken yeni bir duvar içine alındığından, dış süslemesi özelliklerini yitirmiştir Bizans döneminden sözü edilmesi gereken bir başka önemli yapı, 524-527 arasında Anicia Jullana adlı zengin bir prensesin Bozdoğan kemeri yakınlarında yaptırdığı Hagios Polyeuktos ba-zilikasidır Bu bazilika süslemelerinin zen-ginliğlyle, birkaç yıl sonra Ayasofya'nın inşası sırasında lustinianos'u etkilemiş ve daha zengin bezemeler kullanmaya yöneltmiştir

• Türk dönemi, istanbul Bizans döneminde hıristiyan dünyasının kültürel ve dinsel merkezi olarak önemini korurken, osmanlı döneminde de islam dünyasının merkezi, türk-islam kültür ve sanatının odak noktası oldu Oysa Osmanlılar Bizans'tan büyük ölçüde yıkılmış, bakımsız ve nüfusu azalmış bir kent teslim almışlardı Mehmet II, öncelikle Anadolu'dan ve Rumeli'den getirilen göçmenlerle nüfusu artırdı, ardından bayındırlık çalışmalarını başlattı Türk -islam yaşamının gerektirdiği cami, mescit, çeşitli vakıflar, hamam, çarşı, bedesten, han ve kervansarayların yapımına girişildi, su düzeni ve surlar elden geçirildi Bu arada Akdeniz çevresindeki toplumların durumu incelendi, bu ülkelerin sanatçıları İstanbul'a çağrıldı, Mehmet II batılı krallar gibi portrelerini yaptırdı

Sanat ve bilime önem veren sultanın kurdurduğu Fatih küliyesi dinbilim, hukuk, tıp alanlarında eğitim veren bir üniversite konumundaydı Ayrıca bu külliye türk mimarlığında Anadolu'da görülmeyen büyük boyutlu yapılar topluluğunun öncüsüdür Osmanlı sanatı istanbul'da oluşmuş, etkileri imparatorluğun her yanına yayılmıştır XVI yy'dan sonra da hassa mimarları, imparatorluğun her bir yanına istanbul'da belirlenen kuralları aktarmış, buralarda baş-kenttekine benzer yapılar gerçekleştirilmiştir Ekrem Hakkı Ayverdi Mehmet II döneminde istanbul'da 184 kadar cami ve mescit, 24 medrese, 32 hamam, 12 bedesten ve han, saraylar ve evler yaptırıldığını bildirir Ancak bunların birçoğu zamanla ortadan kalkmıştır

• Camiler, istanbul'un alınmasından sonra yaptırılan ilk camiler, daha önce iznik Bursa ve Edirne'de gerçekleştirilen ters T (yan mekânlı, zaviyeli) camiler planındadır Mahmutpaşa* (1462) ve Muratpaşa" (1471) külliyelerinin camileri bu türün örnekleridir Bayezit ll'nln sadrazamlarından Davut Paşa'nın yaptırdığı Davutpaşa* kül-llyesi'nin camisinde de aynı plan uygulanmıştır (1485) Çemberlitaş'taki Atikalipaşa külliyesi'nin camisi (1486/1497) ters T planlı Bursa üslubundan klasik üsluba geçişi belirleyen önemli bir yapıdır Edirnekapı yolu üzerindeki Atikalipaşa camisi'nin tarihi ise bilinmemektedir XVIII yy'da yapının son cemaat yeri bir depremle yıkılmıştır Bu plan son olarak Okmeydanı-Kasım-paşa arasındaki Piyalepaşa camisi'nde uygulanmıştır (1573)

Osmanlı sultanları kendi adlarına değişik işlevleri olan yapılardan oluşan selatin külliyeleri inşa ettirmişlerdir Bunların istanbul'daki ilk önemli örneği Fatih* külli-yesi'dir (1463-1470) Sinanettin Yusuf bin Abdullah'ın (Sinanı Atik) eseri olan bu anıtsal külliyenin ağırlık merkezini cami oluşturur, öteki yapılar bakışık bir düzen içinde onun çevresinde yer alır Camide, dönemin en önemli gelişmesi olarak yarım kubbeler başarıyla uygulanmıştır Bayezit" külliyesi istanbul'un ikinci büyük yapılar topluluğudur (1501-1506) Yakup Şah bin Sultan Şah'ın Bayezit II İçin yaptığı bu külliyede, caminin ana kubbesi, iki yarım ve yanlarda dörder küçük kubbeyle desteklenmiş, böylece Fatih camisi'nden daha gelişmiş bir örtü düzeni elde edilmiştir Avlu yönündeki köşelere yerleştirilen tabha-ne odalarıyla Bursa camilerinde görülen ters T planı görünümü kazanmıştır Fatih külliyesi'nin tersine, öteki yapıların yerleştirilmesinde belirli bir düzen gözetilmemiş-tir Sultanselim külliyesi'nin (1522-1526/1527) camisinde, ana mekân Edirne'deki Üçşerefeli cami'ninkinden daha büyük bir kubbeyle örtülmesine karşılık, kubbe tüm ağırlığıyla duvarlara oturduğundan anıtsal etki zayıflamıştır Abartılı ölçüde yüksek olan minareleri tabhanelerin avluyla birleştiği açılara yerleştirilmiştir

Süleyman l'in (Kanuni), Mimar Sinan'a yaptırdığı Şehzade külliyesi (1544-1548), sanatçının gelişimini yansıtan üç büyük anıttan biridir Sinan'ın üslubunu yansıtan camide, Bayezit camisi'yle Üsküdar Mihrimah-sultan camisi'nin planları geliştirilmiş, ana kubbe yanlarda dört yarım kubbe, köşelerde birer küçük kubbeyle desteklenerek merkezi bir yapı elde edilmiştir Kentin en görkemli ve önemli anıtı olan Süleymaniye külliyesi'yse (1550-1557), yapılarının çokluğu, bunların alana yerleştirilmelerin-deki ustalığı, özenli işçiliği ve mimarisiyle dikkati çeker Tüm yapılara olgunluk, yalınlık ve uyum egemendir Caminin ana mekânında merkezi kubbe, K ve G'den yarım kubbelerle desteklenmiş, D ve B/sına, üçer kubbeli, farklı boyutlarda bölümler eklenerek, aydınlık, ferah bir iç görünüm sağlanmıştır

Ahmet I tarafından Se-defkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılan Sultanahmet* külliyesi (1609-1617), XVII yy Osmanlı mimarlığına damgasını vurmuş bir başyapıttır Klasik üslupta olmakla birlikte, getirdiği yeniliklerle türk mimarisinde önemli bir yeri vardır Özellikle caminin, yanında yer aldığı Ayasofya'dan daha görkemli olmasına özen gösterilmiştir Kubbe düzeni ve planıyla Mimar Sinan'ın Şehzade camisi'ni örnek almakla birlikte, içte dört yivli sütuna oturan ana kubbesi, yanlarda sivri kemerlerin taşıdığı yarım kubbeli mekânlarıyla farklı bir görünüm elde edilmiştir Ayrıca tüm duvarları kaplayan iznik çinileri nedeniyle özellikle Ba-tı'da Mavi cami diye tanınır Kentin büyük yapı topluluklarından biri de Eminönü'n-deki Yenivallde* külliyesi'dir (1597-1598, 1661-1663) Külliyenin camisi (Yeni cami), dört yarım kubbeyle desteklenen ana kubbesiyle Şehzade ve Sultanahmet camilerinin planını sürdürür, iç süsleme açısından çok zengin olan yapının en ilginç yanı, camiye bitişik ve bir rampa ile çıkılan kasrı hümayunudur

Dönemin klasik sivil mimarlığını günümüze yansıtan tek örnek olan kasır, hünkâr mahfili ile de bağlantılıdır Klasik türk mimarlığının kentteki son büyük örneği Üsküdar'daki Yeni-valide* camisi'dir (1708-1710) Batılı biçimlerin denenmeye başlandığı bir dönemde yapılan Nuruosmaniye camisi'nde (1748-1755/1756) ana kubbe dört kemere oturur, kasrı hümayun ve hünkâr mahfiline hafif bir rampa ile çıkılır Kent içinde yer alan öteki başlıca büyük camiler arasında Abdülhamit l'in Beylerbeyi'nde yaptırdığı Beylerbeyi* camisi (1778), Selim III döneminden Selimiye kışlası yanındaki Selimiye camisi (1801-1805), gene bu dönemden Haliç civarında Halıcıoğlu camisi (1793), Mahmut II döneminden Nusre-tiye camisi (1822-1826), Bezmialem Valide Sultan tarafından yaptırılan Dolma-bahçe* camisi (1853), Ortaköy camisi (1854), seçmeci bir üslubun ürünü olan Aksaray Valide camisi (1871), Abdülhamit ll'nln Yıldız sarayı yakınında yaptırdığı Yıldız (Hamidiye) camisi (1886) belirtilebilir

Bu camilerin ilginç yanlarından biri, padişahın hünkâr mahfiline geçmeden önce dinlendiği ya da küçük resmi görüşmelerde bulunduğu, caminin bitişiğindeki kasrı hümayunun, özellikle Beylerbeyi camisi ile birlikte yapının içinde bir öğe olarak ele alınmasıdır Bu yapıların dışında, osmanlı devlet önde gelenlerinin istanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırdıkları, küçük bir son cemaat yeriyle, tek kubbeli, dörtgen bir mekândan oluşan camiler vardır Bayezit II dönemi devlet adamlarından Firuz Ağa'nın Sultanahmet'te yaptırdığı Firuzağa camisi (1491) bu türdendir Bir başka örnek 1504/1505'te Hu-ma Hatun'un eşi Bali Paşa için yaptırdığı Ballpaşa camisi'dir (1894 depreminde çok zarar görmüş, 1938'de onarılmıştır) Vatan caddesi üzerindeki Terkim mescidi (1505/1506), Eyüp'teki Cezerikasımpaşa camisi de (1515) bu planda yapılardır Mimar Sinan'ın devlet önde gelenleri adına yaptığı küçük boyutlu ilk örnek, Haseki* külliyesi'dir (1538-1539) Hadım ibrahim Paşa'nın, kendi adına Mimar Sinan'a yaptırdığı (1551) Silivrikapı'daki cami, çinile-riyle dikkati çeker Sadrazam Kara Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a ısmarlanan Topkapı'daki Ahmetpaşa camisi'nde (1555), altı sütuna oturan büyük kubbe, dört yarım kubbeyle desteklenmiştir

Yapının kalem işi tavan süslemeleri ve son cemaat yerinde kullanılan çinileri dönemin üslubunu yansıtan önemli örneklerdir Gene Mimar Sinan'ın eseri olan Edir-nekapı'daki Mihrimah camisi'nin (1562 -1565) minaresi ve medresesi 1719 ve 1894 depremlerinden sonra yenilendi Sadrazam Rüstem Paşa'nın Tahtakale semtinde yaptırdığı Rüstem paşa* camisi (1561) Sinan'ın en önemli vezir yapıla-rındandır Cami dönemin çini sanatını sergileyen bir müze görünümündedir Yakınına gene Rüstem Paşa tarafından bir han (Çukurhan) ve medrese ekletilmiştir Sinan tarafından gerçekleştirilen bir başka vezir camisi, Kadırga'daki Sokullu camisi'dir (1571/1572) Avlusunu 16 hücreli ve dershaneli bir medresenin çevrelediği bu yapı da çini bezemeleriyle dikkati çeker Sinan'ın öteki vezir camileri arasında Okemydanı'ndaki Piyalepaşa camisi (1573), Galata'daki Azapkapı (Sokullu) camisi (1577), Tophane'deki Kılıçalipaşa külliyesinin camisi (1580), Fındıklı'daki Mol-laçelebi camisi (1561), Beşiktaş'taki Sinan-paşa camisi (1553-1555), Üsküdar'daki Şemsipaşa külliyesi'nin camisi (1580) belirtilebilir

Sinan'dan sonra da vezir camilerinin yapımı sürdü Mimar Davut Ağa' nın eseri olan Fatih'teki Mehmetağa camisi (1585) zengin süslemeli bir örnektir 1584 tarihli Cedit camisi'nin mimarının da Davut Ağa olduğu sanılmaktadır Fatih ile Edirnekapı arasındaki Mesihmehmet paşa camisi (1586), avluda şadırvanın bulunması gereken yerde yer alan açık türbe-siyle dikkati çeker 1593/1594'te Cerrah Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Cerrahpaşa külliyesi'nin camisi de 1894 depreminde oldukça zarar görmüş, son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür Caminin yanında Cerrah Paşa'nın türbesinden başka, bir çeşme, Gevher Nesibe Sultan adına yaptırılan bir medrese ve son yıllarda yıkılmış bulunan bir hamam vardır XVII yy'la birlikte istanbul'da vezir camilerinin yapımı azalır Bu tarihten sonra daha çok büyük medrese ve sübyan mektebi ile birleşik olarak planlanmış, küçük boyutlu, minaresiz yapılar ortaya çıkmıştır Mimar Sinan tartından gerçekleştirilen, Yenibah-çe'deki Yavuzselim medresesi ve camisi bu türün İlk örneklerindendir

Köprülü-mehmetpaşa (XVII yy İkinci yarısı), Çor-lulualipaşa (1707-1708), Merzifonlukara-mustafapaşa (1681-1690), Amcazadehü-seyinpaşa (1700) külliyelerinin camileri de medrese-cami biçimindedir Şehzadeba-şı'ndaki Damatibrahimpaşa külliyesi (1720), bu grup içinde yer alır Seyithasan-paşa medresesi (1745) ise fevkani oluşuyla bu grup içinde farklı bir örnektir XVIII yy'la birlikte Avrupa etkileri taşıyan camiler yapılır (ismailefendi camisi [1724], Hekimoğlualipaşa camisi [1732-1734], Zeynepsultan camisi [1769]) Mehmet II döneminden başlayarak İstanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırılan, ancak yangın ve depremler sonucu yok olan ahşap çatılı, kiremit örtülü, ya da tek kubbeli küçük mekânlardan oluşan mescitler de ayrı bir grup meydana getirir

Bunlar arasında Unkapanı'nda Yavuzersinan, Uzunçarşı' da Yavaşçaşahin, Fatih'te Yarhisari, Tah-takale'de Timurtaşağa, Süleymaniye'de Samanveren, Eğrikapı-Balat arasında Yatağan (günümüze bozulmadan ulaşmıştır), XVI yy'dan, Haliç sırtlarında Hacı-hasan, Şehzadebaşı'nda Burmalı, Eyüp' te Semizalipaşa ve Silahimehmetbey, Şehremini'de Odabaşı, Balat'ta Ferruh-kethüda, Yedikule'de Hacıevhat, Davutpa-şa'da Ramazanefendi, Topkapı dışında Takkeciibrahimağa, daha sonraki yüzyıllardan Karagümrük'te Dervlşali, Altımer-mer yakınlarında Tulumcuhüsam, Laleli' de Yakupağa, Beyazıt'ta Kaliçecihasan mescitleri bulunmaktadır

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #7
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



• Medreseler Osmanlı imparatorluğu'nun ve islam dünyasının en önemli kültür ve eğitim merkezi olan istanbul'da külliyeler içinde ve bağımsız olarak pek çok medrese kurulmuştur, ilk ve büyük külliye medreseleri Fatih camisi'nin iki yanına bakışık düzende yerleştirilmiş Semaniye ve Tetimme medreseleridir Külliye medreselerinin ikinci büyük örneği Bayezit külliyesi içinde yer alır Bu yapı bir avlu çevresine yerleştirilmiş 19 mekândan oluşur Şehzade külliyesi'nin medresesi Haliç yönüne yerleştirilmiştir Süleymaniye külliyesi'nin dört medresesi caminin çevresine belirli bir düzen içinde konumlandırılmıştır

Bunlar dönemin en yetkin eğitim ve kültür kurumlarıydı Evvel ve Sani medreseleri kubbeli revaklar ardındaki odalardan ve bir dershaneden meydana gelen klasik planda yapılardır Benzer plandaki Rabi ve Sa-lis medreselerindeyse dershaneler bağımsız mekânlar biçiminde düzenlenmiştir Sultanahmet külliyesi'nin medresesi orta avlu çevresinde yer alan kubbeli odalardan oluşan klasik bir örnektir Nuruosmaniye külliyesi'nde medrese büyük tutulmuştur Tahir Ağa'nın gerçekleştirdiği, Eminönü-Sirkeci arasındaki Abdülhamit i külliyesi'nin medresesi avlulu, iki katlı bağımsız bir yapıdır (1774-1780) XIX yy'dan sonra yapılan camilerde medrese yer almaz

Daha küçük boyutlu kimi külliyelerde medreseler caminin bir parçası ya da ona ek olarak yapılmış bir mekân biçimindedir (Ahmetpaşa camisi, Sinanpaşa camisi, Mihrimah camisi, Sokullu camisi, Zal-mahmutpaşa camisi, Şemsipaşa camisi, Muratpaşa camisi, Davutpaşa camisi, Atikalipaşa camisi, Kocamustafapaşa camisi, Hafızpaşa camisi ve Hacıbeşirağa camisi medreseleri) Tümüyle bağımsız medreselerin bir bölümüne sübyan mektebi, sebil, küçük bir mescit, kitaplık ve türbe gibi yapılar eklenmiştir Divanyolu'nda-ki Kocasinanpaşa (1595), Bozdoğan kemeri yanındaki Gazanferağa (1599), Vez-neciler'deki Kuyucumuratpaşa (1606), gene Divanyolu'ndaki Merzifonluteramusta-fapaşa (1682-1690), Çorlulualipaşa (1708) bu gruba örnek gösterilebilir Bu grubun en yetkin örneği olarak Amcazedehüse-yinpaşa külliyesi'nin medresesi verilebilir (1700) Tek yapı olan medreseler arasında Cağaloğlu'ndakl Rüstempaşa (1550) ve XVIII yy'dan Abdülhalim (Ankaravi) medreseleri belirtilebilir

istanbul'da pek çok örneği bulunan bir başka eğitim kurumu sübyan mektepleridir (Bayezit külliyesi, Süleymaniye külliyesi, Sultanahmet külliyesi, Amcazadehüse-yinpaşa külliyesi vb) Bağımsız sübyan mekteplerinin bazılarına bir çeşme, sebil ya da bir türbe eklenmiştir (Kumkapı' da Kâtipsinan, Horhor'da Suphipaşa konağı karşısında Elhac Süleyman Efendi adına yapılmış çeşmenin üstündeki mektep [1729], Fındıklı'da Osman lll'ün kadını Zevki Kadın adına yaptırılan çeşmenin üstündeki mektep [1755/1756], Vefa'da Recai Mehmet Efendi'nin sebili üstündeki mektep [1767/1768], Ayasofya avlusundaki mektep [1740], Şebsefakadın camisi'nin avlu duvarı üzerindeki mektep vb)


• Türbeler, istanbul'daki türk dönemi mimarlığının en ilginç gruplarından birini türbeler ve mezar yapıları oluşturur Bunların bir bölümü fetihten önceki arap kuşatmaları sırasında ölenlere aittir Bunların en önemlisi, VII yy'da, şehit olan ve mezarı Mehmet ll'nin hocası Akşemsettin tarafından bulunan Eyyub el-Ensari'ninkidir (Haliç bin Zeyd) Yapı osmanlı döneminde padişahların tahta çıkarken kılıç kuşandıkları bir mekân olarak da kullanılmıştır Bunun yanı sıra özellikle Mahmut II döneminde yaptırılmış, birçoğu empire üslupta yatır türbeleri vardır (Eğrikapida Abdullah el -Hudri, Ayvansaray'da Ebu Şeybet el -Hudrl, Ayasofya yakınında Abdurrahman el-Şaml, Ayvansaray'da Hamdullah el -Ensari ve Ahmet el-Ensari, Eminönü'nde Babacafer, Eyüp'te Zalmahmutpaşa camisi yakınlarında Ebudderda türbeleri), istanbul'un türkleşmesi ve islamlaşmasında etkili olmuş sufi ve erenler için yapılan örnekler arasında da Ebulvefa, Sümbüle-fendi, Merkezefendi, Yahyaefendi, Karaca-ahmet, Azizmahmuthüdai, Emirbuhari gibi türbeler belirtilebilir Bu yapı türünde en önemli grubu selatin türbeleri oluşturur

Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri türbe mimarisi selatin türbelerinde en yetkin konumuna ulaşmıştır Mehmet II (Fatih), Bayezit II, Selim I (Yavuz), Süleyman I (Kanuni) kendi adlarına kurulan külliyelerin türbelerinde gömülmüşler, yanlarına ayrı türbelerde olmak üzere yakınları da konmuştur Ancak daha sonra türbenin banisinin yanına yapılan ek mezarlarla türbe yapısı özgün görünümünü yitirmiştir, istanbul'da Mehmet ll'den sonra yaptırılan türbelerin çoğu Bursa'daki Yeşil türbe' yi örnek almış, sekizgen planlı, kubbeli yapılardır Ancak Mimar Sinan'ın yapıtı olan türbelerde değişik şemalarla karşılaşılmaktadır Süleymaniye camisi haziresin-deki Kanuni türbesi (1566) Sinan'ın en ilginç denemelerindendir Osmanlı türbe mimarlığında benzersiz bir örnek olan bu yapıda sekizgen gövde yirmi sekiz sütun-lu bir revakla çevrilidir, içte de köşelerde yer alan sekiz bağımsız sütun bulunur

Yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır Ayasofya haziresindeki Selim II, Murat III ve Mehmet III türbeleri de bu türün seçkin örnekleridir Fatih külliyesi içindeki Mehmet II ve Gülbaharhatun türbeleri depremden zarar gördükten sonra 1766'da yeniden yapıldılar Sultanahmet külliyesi içindeki türbede Ahmet l'den başka Osman II, Murat IV ve Köşem Mahpeyker Sultan yatmaktadır Kare planlı, kubbeli, önü revaklı yapının duvarları dıştan mermer, içten XVII yy çinileriyle kaplıdır Sultanahmet türbesi ile aynı yüzyıldan bir başka önemli türbe Valide Turhan Sultan adına yaptırılan Yenivallde külliyesi içindeki türbesldir Kesme taştan kare planlı, kubbeli yapının abanoz ağacından kapısı fildişi ve sedef kakmalıdır Önünde ortası kubbe, yanları tonoz örtülü revakı vardır Mehmet IV, Mustafa II, Ahmet III, Mahmut I ve Osman lll'ün sandukaları da buradadır

Yanında Murat V'in türbesi bulunur XVIII yy'ın barok üsluplu Nuruosma-niye ve Laleli camileri yanındaki türbeler İse Mustafa III ve Selim III için yaptırılmıştır Abdülhamlt I külliyesi'nin köşesindeki mermer türbe (1789), köşeleri hafifçe pah-lanarak yuvarlatılmış kare biçimindedir iki köşeye küçük, barok üslupta çeşmeler yerleştirilmiştir Önündeki çok geniş reva-kın sekiz sütunu ve başlıkları da abartmaya kaçmayan barok süslemelidir Barok üsluptaki bir başka ilginç örnek Fatih külliyesi haziresindeki Nakşidilvalidesultan türbesl'dir (1817) Daire planlı, iki katlı, mermer yapının hafif dilimli kubbesinin çevresinde payandalar ve kulecikler yer alır Oval pencerelerin üzerindeki askıçe-lenkleı; empire üslubun belirtileridir Divan-yolu'ndaki Mahmut II türbesi (1840) artık tümüyle empire üsluptadır Türbede ayrıca Abdülaziz ve Abdülhamit ll'nin sandukaları bulunmaktadır Mimar Kemalettin' in yapıtı olan Eyüp'teki Mehmet V türbesi yeniklasik üsluptadır

Sultanselim camisi' nin haziresindeki Abdülmecit türbesi ise (1865) süslemesiz, yalın bir yapıdır, istanbul'da devlet önde gelenleri için yapılmış önemli türbeler de vardır Bunların ilk ve önemli örneklerinden biri Mahmutpaşa türbesi'dir (1473) Aynı yüzyıldan Davutpa-şa ve Rummehmetpaşa türbeleri de belirtilmesi gereken örneklerdir Beşiktaş'taki Barbaroshayrettlnpaşa türbesi (1541), Mimar Sinan'ın ilk eserlerindendir Bu yüzyılın öteki önemli türbeleri arasında Ayaz-paşa, Mustafapaşa, Mimarsinan, Zalmahmutpaşa, Hüsrevpaşa, Kılıçalipaşa, Per-tevpaşa, Sinanpaşa, Gazanferağa türbeleri belirtilebilir XVIII yy'da sözü edilebilecek vezir türbesi bulunmamasına karşılık, XIX yy'da bu grup türbeler yeniden ortaya çıkmıştır (Bayezit külliyesi haziresindeki Reşitpaşa, Cağaloğlu'nda Mahmut-nedimpaşa, Fatih'te Ahmetcevatpaşa, Hürriyeti edebiye tepesinde Mimar Kema-lettin'in yaptığı Mahmutşevketpaşa türbeleri)

• Saraylar Mehmet ll'nin istanbul'da yaptırdığı ilk saray, Beyazıt'taki Eski saray (Sarayı atik) hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuştur Daha sonra Sarayburnu'nda Topkapı* sarayı (Sarayı cedit, Yeni saray) yaptırıldı Edirne sarayinın bir benzeri olan Topkapı sarayı, yüzyıllar boyunca süren eklemelerle günümüzdeki görünümünü almıştır 700 000 m2'lik bir alanı kaplayan bu saray pek çok kasır, köşk, devlet daireleri, koğuşlar, cami, kitaplık ve büyük bir mutfaktan oluşur Saltanatın son dönemlerinde özel izin ile yabancıların ziyaretine açılan Topkapı sarayı, 3 nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü

Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde geçici olarak kullanılmak üzere özellikle Boğaziçi'nde çok sayıda saray yapıldı Bunların ilk örneklerinden biri olan ve Üsküdar ile Haydarpaşa arasında yer alan Kavak sarayı, Selimiye kışla-sı'nın yapımı sırasında ortadan kalkmıştır Anadolu yakasının Marmara denizi kıyısındaki Fenerbahçe ve Beykoz'daki Tokat bahçesi kasırları da zaman içinde yok olmuştur Ahmet III döneminde Fındıklı' da Emnabad, Defterdarburnu'nda Neşat-abad, Beşiktaş ile Ortaköy arasında Gül-şenabad, Bebek'te Hümayunabad, Anadolu yakasında Çubuklu'da Feyzabad, Kanlıca'da Mihrabad, Çengelköy ile Beylerbeyi arasında Ferahabad, istavroz'da Şevkabad, Üsküdar burnunda Şerefabad kasırları yapıldı

Aldülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde, eski türk konak ve köşklerinin daha büyük birer örneği olan bu saraylar yıktırıldı ve yerlerini avrupa saraylarına özenen, osmanlı üslubuna yabancı yapılar aldı Mahmut II döneminde yaptırılan ahşap Beşiktaş sahilsarayı Abdülmecit tarafından yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe sarayı yaptırıldı (1848 -1856) Boğaziçi'nin Anadolu yakasındaki Beylerbeyi sarayı ise yazlık saraydır ve Abdülaziz döneminde buradaki ahşap sarayın yerine kurdurulmuştur (1865) Gene Abdülaziz tarafından yaptırılan Çırağan sarayı (1863-1871), 1910 yangınından sonra uzun süre bakımsız kaldı (1988'de otele dönüştürülmesi çalışmaları sürüyordu) Özellikle Abdülhamit II tarafından ilgi gören ve kullanılan Yıldız sarayı, Selim lll'ün annesi tarafından yaptırılan köşkün çevresine eklenen Şale, Malta, Çadır köşkleriyle, silahhane ve porselen atölyesinden oluşur Haliç kıyısındaki Aynalıkavak kasrı, burada yer alan ve Mehmet II döneminden başlayarak gelişen Tersane sarayı'nın yerine kurulmuş, Ahmet III döneminde Venediklilerin armağanı olan aynalarla donanmıştır

Padişahların kısa süreli konaklamalar ve avlar için yaptırdıkları kasırlar arasında Anadolu yakasındaki Göksu kasrı, Tophane'deki Tophane kasrı, Beşiktaş'taki Ihlamur kasrı belirtilebilir Abdülaziz'in yaptırdığı Kalender kasrı'nın ise yalnızca kalıntıları vardır Kâğıthane kesiminde de saray, köşk ve kasırlar yer alıyordu Ahmet lll'ün sadrazamı Damat ibrahim Paşa'nın yaptırdığı Sadabad kasrı'nın en önemli özelliği, Kâğıthane deresinden getirilen yapay kanallarla kurulan su düzeniydi Çağlayan kasrı ise fransız sarayları örnek alınarak kurulmuştu

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : İstanbul (kent)

Eski 03-19-2011   #8
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul (kent)



• Hisarlar Anadoluhisarı, Bayezit I (Yıldırım) döneminde Bizans'ın deniz ulaşımını denetlemek amacıyla yapılmıştı (XIV yy sonları) Mehmet II de karşı kıyısına Rumelihisarı*'nı kurdurdu Kuşatma sırasında Bizans'a Karadeniz'den gelebilecek yardımları kesen bu İki kale, fetihle birlikte önemlerini yitirdiler, ancak o dönemde Karadeniz'de limanları ve kaleleri bulunan Cenova'nın gemilerinin denetlenmesini sağladılar Bir ara K'den gelebilecek tehlikelere karşı, daha sonra da XIX yy sonuna değin hapishane olarak kullanıldılar Mehmet II kenti aldıktan sonra Altın* kapinın bulunduğu yerde Yedikule hisa-rı'nı yaptırdı (1457-1458) Dönemi İçin oldukça yabancı bir planı olan hisar yıldız biçimindeydi Osmanlı hazinesi bir süre burada korunmuş ve hapishane olarak kullanılmıştı XIX yy sonlarına değin kulelerinin üstünün ahşap çatıyla örtülü olduğu bilinen Yedikule surlarının ortasında günümüze yalnızca minaresinin kalıntıları ulaşan bir mescit ve çeşme vardı Hisarın bugün altı kulesi ayaktadır

• Çeşmeler, sebiller, su yapıları Mehmet II döneminde istanbul'un su düzeni onarım görmüş olmakla birlikte, bu konuda temel bayındırlık hizmetleri Süleyman I (Kanuni) döneminde gerçekleştirildi, daha sonraki padişahlar zamanında da geliştirildi Kente Halkalı (büyük külliyelerin su gereksinimi bu şebekeyle karşılandığından Cevami-i şerife suları da denir), Kâğıthane ve Alibey dereleri çevresindeki Kırkçeşme ve Bahçeköy (Taksim) su şe-bekeleriyle getirilen sular maksemlerde (savak, taksim) toplanıyordu Bu merkezlerden biri Eğrikapı, ötekisi Taksim mey-danı'ndaki Galata-Beyoğlu maksemleriy-di Dönemin en önemli su yapılarından biri Mimar Sinan'ın yapıtı olan Mağlova* kemeridir Ayrıca kentin su gereksinimini karşılamak üzere pek çok bent yaptırıldı {-> BENTLER)

istanbul'da osmanlı mimarlığının önemli yapılarından biri olan çeşmelerin de birçok örneği vardır Kentin Rumeli yakasında dört yüzden fazla yazıtlı çeşme bulunmakta, bu sayı Galata, Beyoğlu, Haliç'in yukarı kesimi, Boğaziçi, Üskadar ve Ka-dıköy'dekilerle yedi yüz doksan dörde yükselmekteydi Bunların bir bölümü bir yapının duvarına bitişik cephe çeşmeleridir Bu türün en eski tarihli örneği Davut-paşa çeşmesi'dir (1485) Beyazıt'ta Çadır-cılar'dakl Ahidurmuşbaba çeşmesi'nin de XV yy'ın ilk çeyreğinde yapıldığı sanılmaktadır Fatih'te Şahruh (1559/1560), Âşıkpaşazade (1564/1565), Altımermer' de Fatmasultan (1573/1574), Hasekide Kethüdaaliağa (1635/1636), Süleymaniye' de Karamustafapaşa (1677/1678), Ayvansaray'da Şatırhasanağa (1692/1693), Fatih'te Feyzullahefendi (1700/1701), Kabataş'ta Selim lll'ün onarttığı Kazaskeresat-efendi, Edirnekapı'da Semizalipaşa (1565/1566), Kâğıthane'de Mirahornuha-ğa (1589/1590) ve Şehzadebaşinda ibra-himpaşa (1603/1604) çeşmeleri klasik üslupta yalın yapılardır Lale devri'nde çeşmeler daha ince bir görünüm kazanır (Kâğıthane'de Ahmet III çeşmesi, Yenivalide külliyesinde, hazire duvarına bitişik Hati-cesultan çeşmesi) Lale devri sonlarında barok etkili çeşmeler görülmeye başladı (Eyüp'te Mustafaağa, Sirkeci'de Zeynep-sultan çeşmeleri) Fatih'te Vezirahmetpa-şa (1741/1742), Vilayet karşısında Hacıbe-şirağa (1756/1757) ve Nuruosmaniye camisi'nin (1756/1757) çeşmeleri ise daha iddialı yapılardır

Meydan çeşmelerinin en anıtsal ve önemli örnekleri Topkapı sarayinın önündeki alanda ve Üskadar'da yaptırılan Ahmet* III çeşmeleridir Lale devrl'nin estetik anlayışını başarıyla yansıtan bu yapıların ardından Mahmut I döneminden Tophane çeşmesi (1732), Azapkapı'daki Salihasultan çeşmesi (1732/1733), Küçük-su'daki Mihrişahvalidesultan çeşmesi (1806/1807), son dönem meydan çeşmelerinin en anıtsal örneği olan Beşiktaş -Maçka arasındaki Bezmiâlemvalidesultan çeşmesi (1839/1840), Halıcıoğlu'ndaki Hüsrevpaşa çeşmesi (1843), Kâğıthane' deki (1892/1893) ve Yıldız-Balmumcu arasındaki (1888/1889) Abdülhamit II çeşmeleri belirtilebilir Sultanahmet meydanı'n-daki Alman* çeşmesi ise (1901), türk sanatına yabancı, özgün bir anıttır, istanbul dışındaki kentlerde pek az rastlanan sebiller arasında da Dolmabahçe'dekl Ha-cıeminağa sebili (1644), Kabataş'ta Setüs-tü'ndeki Kocayusufpaşa sebili (1787), Eyüp'teki Validemlhrişah sebili (1796) ve Fatih'teki Nakşldilvalidesultan sebili (1809) sayılabilir

• Hamamlar, istanbul'da hemen hemen her külliye için bir hamam yapılmıştı Bunlar çoğunlukla çifte hamam planındaydı Mahmutpaşa külliyesi'nin 1466 tarihli hamamı, büyük kubbeli soyunma bölümü ve her biri farklı süslemell çeşitli küçük kubbelerin çevrelediği sekizgen planlı sıcaklık bölümüyle dlkati çeker Bayezit II' nln eşi Gülbahar Hatun'un Trabzon'daki imaretinin vakfiyesi olan Bayezit hamamı XVI yy başlarından kalma anıtsal bir yapıdır Mimar Sinan'ın gerçekleştirdiği iki önemli örnekse Çemberlltaş hamamı'yla Haseki* (Ayasofya) hamamı'dır Kaynaklara göre Sinan istanbul'da kent içinde, Üskadar, Galata ve Boğaziçi'nde 23 hamam yapmıştır Bunlardan Zeyrek'tekl Çinili hamam renkli mermer süslemeli şadırvanı, duvarlarının üst bölümünü kaplayan çinileriyle ünlüdür Kentin son büyük boyutlu hamamı, Yerebatan sarayı yakınındaki Cağaloğlu hamamı'dır (1740)

• Bedestenler, büyük çarşılar, arastalar, işlek bir ticaret merkezi olan istanbul'da, türk dönemi ticaret yaşamının ana yapılarını, yangın tehlikesine karşı taştan yapılmış bedestenler oluşturur Bunların İlk örneği Mehmet II döneminden iç bedes-ten'dir (Bedesteni atik) Yapı tuğla kemerlere oturan on beş kubbeyle örtülüdür D'suna daha sonra Sandal bedesteni eklenmiştir Bu yapı kubbe sayısı açısından türk mimarisinin en büyük bedesteni sayılır (on iki ayağa oturan yirmi kubbeyle örtülüdür) Bu bedestenlerin çevresinde yer alan ahşap dükkânların arasında kalan yollar tonozlarla örtülerek bugünkü Kapalıçarşı oluşturulmuştur Bu arada çevredeki pek çok han da Kapalıçarşı'ya katılmıştır (Sarnıçlı, Alipaşa, Paçavracı, Camili, Çuhacı, Baltacı, Yağcı, Sorguçlu, imameli, Kebeci, Zincirli vd) Genellikle büyük külliyelerin çevrelerinde bulunan arastaların İstanbul'daki en ünlü örnekleri arasında Süleymaniye camisi'nin yanındaki ile Sultanahmet camisi'nin arkasındaki arastalar belirtilebilir Sultanahmet camisi'nin arastası günümüzde onarılarak Sipahiler çarşısı adını almıştır Yenivalide külliyesi'nin arastası ise Mısırçarşısı'dır

• Hanlar, kervansaraylar Mehmet II döneminden başlayarak istanbul'da pek çok kent içi han yaptırılmıştır (- • Medreseler Osmanlı imparatorluğu'nun ve islam dünyasının en önemli kültür ve eğitim merkezi olan istanbul'da külliyeler içinde ve bağımsız olarak pek çok medrese kurulmuştur, ilk ve büyük külliye medreseleri Fatih camisi'nin iki yanına bakışık düzende yerleştirilmiş Semaniye ve Tetimme medreseleridir Külliye medreselerinin ikinci büyük örneği Bayezit külliyesi içinde yer alır Bu yapı bir avlu çevresine yerleştirilmiş 19 mekândan oluşur Şehzade külliyesi'nin medresesi Haliç yönüne yerleştirilmiştir Süleymaniye külliyesi'nin dört medresesi caminin çevresine belirli bir düzen içinde konumlandırılmıştır Bunlar dönemin en yetkin eğitim ve kültür kurumlarıydı Evvel ve Sani medreseleri kubbeli revaklar ardındaki odalardan ve bir dershaneden meydana gelen klasik planda yapılardır Benzer plandaki Rabi ve Sa-lis medreselerindeyse dershaneler bağımsız mekânlar biçiminde düzenlenmiştir Sultanahmet külliyesi'nin medresesi orta avlu çevresinde yer alan kubbeli odalardan oluşan klasik bir örnektir Nuruosmaniye külliyesi'nde medrese büyük tutulmuştur

Tahir Ağa'nın gerçekleştirdiği, Eminönü-Sirkeci arasındaki Abdülhamit i külliyesi'nin medresesi avlulu, iki katlı bağımsız bir yapıdır (1774-1780) XIX yy'dan sonra yapılan camilerde medrese yer almaz Daha küçük boyutlu kimi külliyelerde medreseler caminin bir parçası ya da ona ek olarak yapılmış bir mekân biçimindedir (Ahmetpaşa camisi, Sinanpaşa camisi, Mihrimah camisi, Sokullu camisi, Zal-mahmutpaşa camisi, Şemsipaşa camisi, Muratpaşa camisi, Davutpaşa camisi, Atikalipaşa camisi, Kocamustafapaşa camisi, Hafızpaşa camisi ve Hacıbeşirağa camisi medreseleri) Tümüyle bağımsız medreselerin bir bölümüne sübyan mektebi, sebil, küçük bir mescit, kitaplık ve türbe gibi yapılar eklenmiştir Divanyolu'nda-ki Kocasinanpaşa (1595), Bozdoğan kemeri yanındaki Gazanferağa (1599), Vez-neciler'deki Kuyucumuratpaşa (1606), gene Divanyolu'ndaki Merzifonluteramusta-fapaşa (1682-1690), Çorlulualipaşa (1708) bu gruba örnek gösterilebilir Bu grubun en yetkin örneği olarak Amcazedehüse-yinpaşa külliyesi'nin medresesi verilebilir (1700) Tek yapı olan medreseler arasında Cağaloğlu'ndakl Rüstempaşa (1550) ve XVIII yy'dan Abdülhalim (Ankaravi) medreseleri belirtilebilir

istanbul'da pek çok örneği bulunan bir başka eğitim kurumu sübyan mektepleridir (Bayezit külliyesi, Süleymaniye külliyesi, Sultanahmet külliyesi, Amcazadehüse-yinpaşa külliyesi vb) Bağımsız sübyan mekteplerinin bazılarına bir çeşme, sebil ya da bir türbe eklenmiştir (Kumkapı' da Kâtipsinan, Horhor'da Suphipaşa konağı karşısında Elhac Süleyman Efendi adına yapılmış çeşmenin üstündeki mektep [1729], Fındıklı'da Osman lll'ün kadını Zevki Kadın adına yaptırılan çeşmenin üstündeki mektep [1755/1756], Vefa'da Recai Mehmet Efendi'nin sebili üstündeki mektep [1767/1768], Ayasofya avlusundaki mektep [1740], Şebsefakadın camisi'nin avlu duvarı üzerindeki mektep vb)

• Türbeler, istanbul'daki türk dönemi mimarlığının en ilginç gruplarından birini türbeler ve mezar yapıları oluşturur Bunların bir bölümü fetihten önceki arap kuşatmaları sırasında ölenlere aittir Bunların en önemlisi, VII yy'da, şehit olan ve mezarı Mehmet ll'nin hocası Akşemsettin tarafından bulunan Eyyub el-Ensari'ninkidir (Haliç bin Zeyd) Yapı osmanlı döneminde padişahların tahta çıkarken kılıç kuşandıkları bir mekân olarak da kullanılmıştır Bunun yanı sıra özellikle Mahmut II döneminde yaptırılmış, birçoğu empire üslupta yatır türbeleri vardır (Eğrikapida Abdullah el -Hudri, Ayvansaray'da Ebu Şeybet el -Hudrl, Ayasofya yakınında Abdurrahman el-Şaml, Ayvansaray'da Hamdullah el -Ensari ve Ahmet el-Ensari, Eminönü'nde Babacafer, Eyüp'te Zalmahmutpaşa camisi yakınlarında Ebudderda türbeleri), istanbul'un türkleşmesi ve islamlaşmasında etkili olmuş sufi ve erenler için yapılan örnekler arasında da Ebulvefa, Sümbüle-fendi, Merkezefendi, Yahyaefendi, Karaca-ahmet, Azizmahmuthüdai, Emirbuhari gibi türbeler belirtilebilir Bu yapı türünde en önemli grubu selatin türbeleri oluşturur Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri türbe mimarisi selatin türbelerinde en yetkin konumuna ulaşmıştır Mehmet II (Fatih), Bayezit II, Selim I (Yavuz), Süleyman I (Kanuni) kendi adlarına kurulan külliyelerin türbelerinde gömülmüşler, yanlarına ayrı türbelerde olmak üzere yakınları da konmuştur Ancak daha sonra türbenin banisinin yanına yapılan ek mezarlarla türbe yapısı özgün görünümünü yitirmiştir, istanbul'da Mehmet ll'den sonra yaptırılan türbelerin çoğu Bursa'daki Yeşil türbe' yi örnek almış, sekizgen planlı, kubbeli yapılardır

Ancak Mimar Sinan'ın yapıtı olan türbelerde değişik şemalarla karşılaşılmaktadır Süleymaniye camisi haziresin-deki Kanuni türbesi (1566) Sinan'ın en ilginç denemelerindendir Osmanlı türbe mimarlığında benzersiz bir örnek olan bu yapıda sekizgen gövde yirmi sekiz sütun-lu bir revakla çevrilidir, içte de köşelerde yer alan sekiz bağımsız sütun bulunur Yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır Ayasofya haziresindeki Selim II, Murat III ve Mehmet III türbeleri de bu türün seçkin örnekleridir Fatih külliyesi içindeki Mehmet II ve Gülbaharhatun türbeleri depremden zarar gördükten sonra 1766'da yeniden yapıldılar Sultanahmet külliyesi içindeki türbede Ahmet l'den başka Osman II, Murat IV ve Köşem Mahpeyker Sultan yatmaktadır Kare planlı, kubbeli, önü revaklı yapının duvarları dıştan mermer, içten XVII yy çinileriyle kaplıdır Sultanahmet türbesi ile aynı yüzyıldan bir başka önemli türbe Valide Turhan Sultan adına yaptırılan Yenivallde külliyesi içindeki türbesldir Kesme taştan kare planlı, kubbeli yapının abanoz ağacından kapısı fildişi ve sedef kakmalıdır Önünde ortası kubbe, yanları tonoz örtülü revakı vardır Mehmet IV, Mustafa II, Ahmet III, Mahmut I ve Osman lll'ün sandukaları da buradadır Yanında Murat V'in türbesi bulunur XVIII yy'ın barok üsluplu Nuruosma-niye ve Laleli camileri yanındaki türbeler İse Mustafa III ve Selim III için yaptırılmıştır Abdülhamlt I külliyesi'nin köşesindeki mermer türbe (1789), köşeleri hafifçe pah-lanarak yuvarlatılmış kare biçimindedir iki köşeye küçük, barok üslupta çeşmeler yerleştirilmiştir Önündeki çok geniş reva-kın sekiz sütunu ve başlıkları da abartmaya kaçmayan barok süslemelidir Barok üsluptaki bir başka ilginç örnek Fatih külliyesi haziresindeki Nakşidilvalidesultan türbesl'dir (1817) Daire planlı, iki katlı, mermer yapının hafif dilimli kubbesinin çevresinde payandalar ve kulecikler yer alır Oval pencerelerin üzerindeki askıçe-lenkleı; empire üslubun belirtileridir Divan-yolu'ndaki Mahmut II türbesi (1840) artık tümüyle empire üsluptadır Türbede ayrıca Abdülaziz ve Abdülhamit ll'nin sandukaları bulunmaktadır Mimar Kemalettin' in yapıtı olan Eyüp'teki Mehmet V türbesi yeniklasik üsluptadır Sultanselim camisi' nin haziresindeki Abdülmecit türbesi ise (1865) süslemesiz, yalın bir yapıdır, istanbul'da devlet önde gelenleri için yapılmış önemli türbeler de vardır Bunların ilk ve önemli örneklerinden biri Mahmutpaşa türbesi'dir (1473) Aynı yüzyıldan Davutpa-şa ve Rummehmetpaşa türbeleri de belirtilmesi gereken örneklerdir Beşiktaş'taki Barbaroshayrettlnpaşa türbesi (1541), Mimar Sinan'ın ilk eserlerindendir Bu yüzyılın öteki önemli türbeleri arasında Ayaz-paşa, Mustafapaşa, Mimarsinan, Zalmahmutpaşa, Hüsrevpaşa, Kılıçalipaşa, Per-tevpaşa, Sinanpaşa, Gazanferağa türbeleri belirtilebilir XVIII yy'da sözü edilebilecek vezir türbesi bulunmamasına karşılık, XIX yy'da bu grup türbeler yeniden ortaya çıkmıştır (Bayezit külliyesi haziresindeki Reşitpaşa, Cağaloğlu'nda Mahmut-nedimpaşa, Fatih'te Ahmetcevatpaşa, Hürriyeti edebiye tepesinde Mimar Kema-lettin'in yaptığı Mahmutşevketpaşa türbeleri)

• Saraylar Mehmet ll'nin istanbul'da yaptırdığı ilk saray, Beyazıt'taki Eski saray (Sarayı atik) hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuştur Daha sonra Sarayburnu'nda Topkapı sarayı (Sarayı cedit, Yeni saray) yaptırıldı Edirne sarayinın bir benzeri olan Topkapı sarayı, yüzyıllar boyunca süren eklemelerle günümüzdeki görünümünü almıştır 700 000 m2'lik bir alanı kaplayan bu saray pek çok kasır, köşk, devlet daireleri, koğuşlar, cami, kitaplık ve büyük bir mutfaktan oluşur Saltanatın son dönemlerinde özel izin ile yabancıların ziyaretine açılan Topkapı sarayı, 3 nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü

Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde geçici olarak kullanılmak üzere özellikle Boğaziçi'nde çok sayıda saray yapıldı Bunların ilk örneklerinden biri olan ve Üsküdar ile Haydarpaşa arasında yer alan Kavak sarayı, Selimiye kışla-sı'nın yapımı sırasında ortadan kalkmıştır Anadolu yakasının Marmara denizi kıyısındaki Fenerbahçe ve Beykoz'daki Tokat bahçesi kasırları da zaman içinde yok olmuştur Ahmet III döneminde Fındıklı' da Emnabad, Defterdarburnu'nda Neşat-abad, Beşiktaş ile Ortaköy arasında Gül-şenabad, Bebek'te Hümayunabad, Anadolu yakasında Çubuklu'da Feyzabad, Kanlıca'da Mihrabad, Çengelköy ile Beylerbeyi arasında Ferahabad, istavroz'da Şevkabad, Üsküdar burnunda Şerefabad kasırları yapıldı Aldülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde, eski türk konak ve köşklerinin daha büyük birer örneği olan bu saraylar yıktırıldı ve yerlerini avrupa saraylarına özenen, osmanlı üslubuna yabancı yapılar aldı Mahmut II döneminde yaptırılan ahşap Beşiktaş sahilsarayı Abdülmecit tarafından yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe sarayı yaptırıldı (1848 -1856) Boğaziçi'nin Anadolu yakasındaki Beylerbeyi sarayı ise yazlık saraydır ve Abdülaziz döneminde buradaki ahşap sarayın yerine kurdurulmuştur (1865) Gene Abdülaziz tarafından yaptırılan Çırağan sarayı (1863-1871), 1910 yangınından sonra uzun süre bakımsız kaldı (1988'de otele dönüştürülmesi çalışmaları sürüyordu) Özellikle Abdülhamit II tarafından ilgi gören ve kullanılan Yıldız sarayı, Selim lll'ün annesi tarafından yaptırılan köşkün çevresine eklenen Şale, Malta, Çadır köşkleriyle, silahhane ve porselen atölyesinden oluşur Haliç kıyısındaki Aynalıkavak* kasrı, burada yer alan ve Mehmet II döneminden başlayarak gelişen Tersane sarayı'nın yerine kurulmuş, Ahmet III döneminde Venediklilerin armağanı olan aynalarla donanmıştır

Padişahların kısa süreli konaklamalar ve avlar için yaptırdıkları kasırlar arasında Anadolu yakasındaki Göksu kasrı, Tophane'deki Tophane kasrı, Beşiktaş'taki Ihlamur kasrı belirtilebilir Abdülaziz'in yaptırdığı Kalender kasrı'nın ise yalnızca kalıntıları vardır Kâğıthane kesiminde de saray, köşk ve kasırlar yer alıyordu Ahmet lll'ün sadrazamı Damat ibrahim Paşa'nın yaptırdığı Sadabad kasrı'nın en önemli özelliği, Kâğıthane deresinden getirilen yapay kanallarla kurulan su düzeniydi Çağlayan kasrı ise fransız sarayları örnek alınarak kurulmuştu

kaynak:2-cilt:10
• Kitaplıklar Osmanlı mimarlığında bağımsız ya da bir külliyenin parçası olarak kitaplıkların yapılması XVII yy'da başladı Vakıf niteliği taşıyan bu kitaplıklar arasında bilinen en eski örnek Köprülü kltap-lığı'dır (1661) Amcazadehüseyinpaşa külliyesi içinde de bir kitaplık bulunmaktadır Bir cami içinde yer alan kitaplıklara verilebilecek en ilginç örnek, Süleymaniye camisi'nin yanındaki, barok üslupta dökme tunç parmaklıkla ayrılmış olanıdır (1751/1752) XVIII yy'da kitaplık mimarlığında bezemenin yoğunlaştığı görülür (Fatih'te Feyzullahefendi, Vefa'da Şehita-lipaşa [1715], Hekimoğlualipaşa külliyesi camisi'nin dış avlu kapısı üzerindeki kitaplıklar) Mahmut I döneminde Ayasofya'nın destek payandaları arasına yaptırılan kitaplık (Ayasofya* Mahmut I kitaplığı) ve Vefa'daki Atıfefendi kütüphanesi bu türün dikkate değer örnekleridir Reisülküttap Mustafa Efendi'nin Sultanhamam'da yaptırdığı kitaplıksa (1741/1742) günümüzde ticarethaneye dönüştürülmüştür Büyük külliye kitaplıklarının son örnekleriyse Nu-ruosmaniye ve Hamidiye kitaplıklarıdır

• Anıtlar, istanbul'daki osmanlı dönemi anıtlarından biri Topkapı sarayı'nın Babı hümayun kapısından sağa inen yolun üzerindeki Lahana anıtı'dır (1790) Laha-nacı ocağından yetişen Selim III tarafından dikilen anıt, tepesinde lahana kabartması bulunan dört köşe mermer sütundan oluşur Cepheleri kabartma çiçek bezemelidir Yanındaki Bamya anıtı ise Bam-yacılar ocağından yetişen Mahmut II tarafından yaptırılmıştır (1811) Kabataş iskelesinin yapımı üzerine Abdülmecit tarafından diktirilen Hadika (1851), dört köşeli bir sütun biçimindedir 1969'da onarılan anıtın cephelerinde İskelenin yararları anlatılmakta, Ahmet Ziver Paşa'nın padişahı öven dizeleri ve yapım yazıtı yer almaktadır Hürriyeti edebiye tepesindeki Abldei* hürriyet, mimar Muzaffer Bey tarafından 31 mart şehitlerinin anısına dikildi (1909) Fatih parkı İçindeki Tayyare şehitleri anıtı, türk havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sadık ve Nuri beyler için yapıldı (1916) Mimar Vedat Bey'in (Tek) yapıtı olan anıt işlemeli mermer kaide üzerinde havacıların yarım kalan yolculuklarını simgeleyen kırık bir sütundan oluşur Sarayburnu'nda, Heinrich Krlppel'in yapıtı olan Atatürk anıtı, Cumhuriyet'ten sonra yaptırılan ilk Atatürk heykelidir (1926) Taksim'dekl Cumhuriyet* anıtı'ysa italyan heykelci Ca-nonica'nın ürünüdür Beşiktaş meydanı'n-da, Deniz müzesi karşısındaki Barbaros anıtı Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu: nun ortak yapıtıdır (1944) Dört basamakla çıkılan tunç anıtta Barbaros Hayrettin Paşa ve leventleri betimlenmiştir istanbul Üniversitesi bahçesindeki Atatürk gençlik anıtı'ysa Yavuz Görey'in bir çalışmasıdır (1955) Anıtta Atatürk üniversite gençliği arasında gösterilmektedir Bunların yanı sıra Bakırköy'de Kenan Yontuç'un, Eyüp ve Büyükada'da Zühtü Müridoğlu'nun Atatürk heykelleri belirtilebilir Çumhuri-yet'in kuruluşunun ellinci yılında istanbul Belediyesi'nce kentin çeşitli kesimlerine yaptırılan heykellerin önemli bir bölümünün yeri sonradan değiştirilmiştir

• Müzeler Kentte dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan kuruluşlar bulunmaktadır (istanbul Arkeoloji müzeleri, Topkapı sarayı müzesi, Türk ve islam eserleri müzesi) [-
• ARKEOLOJİ, istanbul'un yerleşme alanları içindeki kesimlerde, sürekli yapılaşmadan doğan bozulma yüzünden tarihöncesi dönemleri aydınlatacak araştırma ve kazı yapılamadı Ancak yerleşme dışı bölgelerde gerçekleştirilen çalışmalarda önemli sonuçlar alındı Küçükçekmece gölünün K ucundaki Yarımburgaz* mağarası'nda yapılan çalışmalarda (1927 Prof R Ho-vasse, 1964-1965 Prof Ş A Kansu, Prof K Kökten, N Dolunay, 1986 ve sonrası M Özdoğan, Alpaslan Koyunlu), istanbul'un yanı sıra bölgenin tarihöncesi dönemine ışık tutan ve Yontmataş dönemine değin inen buluntular elde edildi Ayrıca Bostancı deresi sekisi İle içerenköy arasındaki kaya sığınaklarında, Uzunça-

yır ve Kurbağalıdere sekilerinde, istanbul boğazı'nın Anadolu kıyısındaki Küçüksu, Mahmutşevketpaşa deresi vadilerinde de araştırmalar yapıldı Fikirtepe'de (1952 -1954 K Bittel, H Çambel) Yontmataş döneminden aletler bulundu Pendik'te (1961 Ş A Kansu, 1963 istanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü) bu dönemden bir açık hava yerleşmesi saptandı, istanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü ile istanbul Arkeoloji müzeleri'nin ortak çalışmalarında Büyükgöksu ve Küçükgöksu derelerinin yukarı kesimlerinde, Ümraniye' nin K'indeki sığ vadilerde çakmak taşından aletler ele geçti Ümraniye ile Dudul-lu arasındaki bölgede on üç buluntu yeri belirlendi 1980'den başlayarak Doç M Özdoğan yönetiminde yapılan yüzey araştırmalarındaysa Büyükçekmece gölünün K'inde, Eskice sırtı ile Kolağası arasında, Terkos golüyle Kilyos arasındaki bölgede (Ağaçlı, Gümüşdere, Yassıören) Levallois, Moustier, Aurlgnac endüstrileri türünde yongalar, uçlar, kazıyıcılar, dilgi-ler vb aletler ele geçti Bakırtaş dönemi buluntularıysa Yarımburgaz* mağarası, Fikirtepe*, Pendik*, Tuzla* (1958 N Fıratlı, 1965 Ş A Kansu), Silivri yakınındaki Kanallıköprü* höyüğü'nde (1959-1962 Ş

A Kansu) yoğunlaşmaktadır

Kentin tarihsel çağlarına İlişkin araştırma ve kazılarsa yerleşim bölgeleri içinde yer almıştır Bunlar daha çok kentin İlk kurulduğu kesimdedir ve yeni yapıların temel tazıları sırasında ortaya çıkan buluntular sonucu başlatılmıştır Divanyolu -Firuzağa camisi ve Adalet sarayı arasındaki alanda (bugün açık hava müzesi görünümündedir), istanbul Arkeoloji müzeleri ile Alman arkeoloji enstitüsü'nün birlikte düzenledikleri kazılarda (1963-1964) bizans döneminden bir sarayın, duvarları absidalı büyük salonu ortaya çıkarıldı Lausos sarayı'na ait olduğu sanılan salon Geç bizans döneminde sarnıca dönüştürülmüş, Osmanlılar zamanında da su deposu olarak kullanılmıştı

Ayrıca bu kesimde ünlü Mese caddesl'nln mermer döşemeleri ve yanlarında yer alan dükkânların kalıntıları bulundu Çemberlitaş'taki Darüşşafaka işhanı'nın temel kazısında (1963), birçok yapı kalıntısı, mezar taşları, heykeller, lahitler, sikkeler seramikler ele geçti Saraçhane'deki yeraltı geçidinin yapımı sırasında da VI yy'dan Haglos Pol-yeuktos klllsesi'nln kalıntıları ortaya çıkarıldı Burada istanbul Arkeoloji müzeleri İle D Oaks'ın yaptığı kazılar 1968'de son buldu, üç sahınlı, kare planlı kilisenin planı belirlendi Belediye sarayı'nın yapımında, bizanslı köylülerin betimlendiği bir mozaik bulundu Beyazıt, Cağaloğlu, Mahmutpaşa kesimlerinde de birçok bizans sarnıcı ortaya çıkarıldı (1965-1966) Şişhane' de (1968) ve Vezneciler yakınında (1975) bulunan sarnıçlar da bu dönemde su yapılarına verilen önemi vurgulamaktadır, istanbul Arkeoloji müzeleri'ne ek bina yapılması çalışmaları sırasında, Topkapı sarayı'nın birinci avlusundaki temel kazılarında kentin kuruluş evresine ilişkin önemli buluntular elde edildi ve bu kesimin ak-ropolis olduğu belirlendi (1968) Şehzade-başı'ndaki Kalenderhane camisi'nde (Atataleptos manastırı kilisesi) yapılan araştırma ve restorasyon çalışmalarında (1966-1972), burasının latin işgali sırasında Fransisken rahipleri tarafından kullanılan Francesco d'Assisi kilisesi olduğunu ortaya koyan yazıtlı bir duvar resmi ortaya çıkarıldı 1979-1983 arasında DSİ'nin Topkapı sarayı, Surusultanl içinde ve deniz surları boyunca sürdürdüğü boru isa-le hattı çalışmaları sırasında İstanbul Arkeoloji müzeleri uzmanlarının katkılarıyla aziz Georgios kilisesi'nin avlu duvarının

B'ya uzantısı olduğu anlaşılan 22 m uzunluğundaki nişll cephe duvarı ve gerisindeki mimarlık kalıntıları, ayrıca Gülhane hastanesl'nin K'inde figürlü (sasani ve bizanslı) bir mermer kabartma (IV-V yy'lar) bulundu Aynı yıl Çatladıkapı'nın D'sun-dakl Bukoleon sarayı'nın K'inde de temel kazısı sırasında büyük bir taban mozaiki ele geçti (X-XI yy'lar) Perşembepazarı'n-da, Galata bedesteni'nin karşısındaki bir inşaat alanında XVIII yy'da yapıldığı sanılan ve bir tarikat sahnesinin canlandırdığı büyük bir duvar resmi bulundu ve istanbul Arkeoloji müzelerine götürüldü 1984 yılı temel kazıları sırasında da Beyazıt'ta Sekbanbaşı mevklsinde ortaya çıkarılan kalıntıların ünlü Mese caddesi boyunca sıralanan önemli yapılardan birine alt olduğu sanılmaktadır Aynı yıl Koca-mustafapaşa'da, Ramazanefendl camisi yakınındaki kanalizasyon çalışmalarında 1 722 adet altın bizans sikkesinden oluşan bir define bulundu Konstantinopolis darphanesinde basılan sikkeler Orta bizans döneminde, 1042-1081 arasında yönetimde bulunan altı imparator ve bir imparatoriçeye aittir (Konstantinos IX - Ni-kephoros III arası) Sikkeler istanbul Arkeoloji müzeleri nümismatik bölümü'ndedir • EDEBİYAT, istanbul için bilinen en eski metinlerden biri Osman Gazi'ye mal edilen şu dörtlüktür: "Osman Ertuğrul oğlusun / Oğuz kayıhan neslisin / Hakkın bir kemter kulusun / İstanbul'u aç gîılzâr yap", "istanbul" adı, fetihten sonra, ilk kez Fatih Sultan Mehmet tarafından bir gazelde kullanıldı: "Bağlamaz Firdevs'e gönlünü Kalata'yı gören / Kâfir olur ey müsel-manlar o tersâyı gören"

XV yy'da istanbul'dan söz eden en İlginç yapıt, Tacizade Cafer Çelebinin He-vesname adlı mesnevisidir, istanbul'da geçen bir aşk hikâyesini anlatırken Cafer Çelebi, Galata'nın yüksek yapılarını "pür ziver ü zer", dükkânlarını "bütler ile zeyn olmuş" sözcükleriyle niteler ve camilerden, türbelerden söz eder XVI yy'da Zâti, Baki, Nihani, Yahya Efendi gibi şairler istanbul'u sözkonusu eden beyitlerin bulunduğu gazeller, kasideler ve mesneviler yazmışlardır Taşlıcalı Yahya'nın Şah u Ge-da mesnevisinde ilginç İstanbul betimlemeleri vardır: "Kurşun örtülü kubbeler yer yer / Yelken açmış gemilere benzer"

Yazar olarak istanbul'u ilk kez geniş biçimde Latifi (XVI yy) Evsaf-ı İstanbul adlı yapıtında betimler ve ondan "içinde enva-ı hırfet ve yetmiş iki millet temekkül ve tavattun eden" olarak söz eder Lâtifi' ye göre bu şehir, insanı baştan çıkaracak, dinden uzaklaştıracak kadar güzel ve çekicidir XVII yy şairleri içinde istanbul'u öven en güzel gazel, Nef'i tarafından yazılmıştır Tacizade Cafer Çelebi'nin, doğal güzelliğinden uzun uzadıya söz ettiği Kâğıthane'de eğlence fasılları o tarihlerde de var olmalı ki, Nef'i ünlü gazelinde: "Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıthane dünya bundadır/Cennete dönmüş güzellerle tema-şâ bundadır" der

istanbul üzerine gazeller de yazmış olan Nabl, Hayriye'sinde kenti, bütün yetenekli insanların bir araya geldiği, ilim ve fen alanında en üst düzeye çıkmış bir yer olarak niteler Eski edebiyatta istanbul'u en geniş biçimde, canlı ve kıvrak bir üslupla anlatan, kuşkusuz, Evliya Çelebidir On ciltlik ünlü Seyahatname'sinin birinci çildi, onun deyişi ile "maskat-ı re'sl olan islamboi'a ayrılmıştır, istanbul'u, tarihi, coğrafi güzellikleri, nüfus yapısı, semtleri, esnaf ve zanaat sahipleri ile ayrıntılı biçimde dile getiren Çelebi, bunlarda da abartma huyundan vazgeçmez, istanbul' dan söz eden XVIII yy şairleri içinde Ne dim'in özel bir yeri vardır Kasidelerinde, gazel, şarkı, mesnevi ve tarihlerinde Ahmet III döneminin istanbulu'nu bütün özellikleri ile bulmak mümkündür Ne dim'e göre istanbul'un tek taşı bile tüm acem mülkünden daha değerlidir: "Bu şehr-i Sitanbul ki bî misi ü bahadır / Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır"

Yaşam görüş ve biçimleri bakımından dünya işleriyle pek ilgilenmeyen Şeyh Galip ve Esrar Dede (XVIII yy) gibi mutasavvıflar bile istanbul'un çekiciliğinden kendilerini kurtaramamışlardır: "Boğaziçinde bu şeb mey vererek muğbeçeler / Etti sağar gibi lebriz bizi tâ be-gelû" (Esrar Dede) Tanzimat'la birlikte Batı'ya yönelişin hız kazandığı dönemlerde yaşam biçiminde olduğu gibi, edebiyatta da yeni öğeler yeni motifler ortaya çıkmaya başladı Şinasi, Tasvir-i efkâr'daki makaleleri ile istanbul'un bazı sorunlarını dile getirdi; Şair evlenmesi ile kenar mahalle İnsanlarının portrelerini çizdi Namık Kemal, yine Tas-vir'de "Ramazan mektupları" başlığı altında istanbul röportajları yayımladı ve romanlarında istanbul tasvirleri yaptı Ahmet Mithat Efendinin İlgisini, daha çok Beyoğ-lu'nun eğlence yerleri, gazino ve batakhaneleri çeker Ona göre Beyoğlu, Türk-ler'in ahlakını bozan bir bölgedir Abdül-hak Hamlt, Recalzade Ekrem, Sami Paşazade Sezai gibi Tanzimat dönemi şair ve yazarlarında istanbul ve istanbul motifleri oldukça geniş bir yer tutar Türk romanında gerçekçiliğin öncülerinden olan Nabizade Nazım, Zehra adlı yapıtında, istanbul semtlerini ve özellikle tulumbacı takımını başarı ile anlatır Mizancı Murat Bey'in Turfanda mı Turfa mı adlı yapıtı (1891), Tanzimat dönemi istanbulu'nun bir tür eleştlrisidir

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanlarında ise arka sokakları, konak ve yalıları, alafrangalığa özenen ya da batıl inançları olan insanları, varup iskeleleri, atlı tramvayları, kahve ve gazinoları ile tüm bir istanbul yaşar Ahmet Rasim'in gazetelerde yayımladığı fıkra ve anılarında da, günlük yaşamı içinde istanbul önemli bir yer tutar Halit Ziya'nın romanlarında istanbul, kahramanları ile iç içe geçmiş ve onları belirleyen bir öğe olarak yer alır Mehmet Rauf'un Eylül romanı (1900), Boğaziçi'nde geçen İçli bir aşkın hikâyesidir

Tevfik Fikret zaman zaman iyimser, zaman zaman kötümser bir yaklaşımla istanbul'u şiirlerine konu etmiş Servet-i fünun şairlerinin başında gelir Karamsarlığının tipik bir örneğini oluşturan "Sis" şiirinde istanbul onun için " bin kocadan artakalan bir dul bakire"dir 1908 meşrutiyeti'nden sonra, şiirlerinde istanbul'u en çok sözkonusu eden şairlerin başında Mehmet Akif gelir Semt semt, sokak sokak, cami cami gezip dolaştığı şehre din ve ahlak açısından eleştirel bir gözle bakar Yahya Kemal'de İse istanbul bütün bir vatan, bütün bir tarih ve bütün bir türklüktür: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer / Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul / Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer Nice revnaklı şehirler görülür dünyada / Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan / Yaşamaktır derim en hoş ve uzun rüyada / Sende çok yıl yaşayan sende ölen sende yatan"

Yahya Kemal'in, şiirleri dışında istanbul'un tarihi, güzellikleri ve belli başlı semtleriyle ilgili görüş ve bilgileri içeren yazıları ile konferansları, Aziz İstanbul adı altında istanbul Fetih cemiyeti Yahya Kemal enstitüsü tarafından yayımlanmıştır (1964) Halide Edip (Adıvar), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Reşat Nuri (Güntekin) gibi romancıların yapıtlarında da istanbul ve istanbul yaşamına ilişkin geniş bölümler vardır Abdülhak Şinasi Hisar, roman, anı ve denemelerinde istanbul'un, özellikle Çamlıca, Boğaz ve Büyükada üçlüsü içinde istanbul'da kesitler verir Ahmet Hamdi Tanpınar Beş şehir (1946) adlı kitabında istanbul'un doğal güzelliklerini, tarihini ve yaşamından ilginç görüntüleri bir araya getirir Mithat Cemal Kuntayin Üç istanbul'u (1938), Sermet Muhtar Alus'un Kıvırcık Paşa'sı (1933), Osman Cemal Kaygılinın Çingeneler'i de (1939) İstanbul ve istanbul yaşamını konu alan yapıtlar arasındadır Toplumun üst katlarından uzak, ama istanbul'u istanbul yapan insanları ile Salt Faik Abasıyanık, hikâyelerinde istanbul temasına yeni bir çeşni getirmiş türk yazarlarından biridir Orhan Kemal, Haldun Taner, Orhan Hançerlioğlu, Oktay Akbal gibi yazarların yapıtlarında da istanbul ve istanbul yaşamına ilişkin gözlemler çoktur Şiirlerinde istanbul görüntülerine sık sık yer veren Ziya Osman Saba, hikâyelerinde de (Değişen istanbul, 1959) kentin sokaklarını, İnsanlarını ve onların yaşantılarını ayrıntıları ile canlandırır, "istanbul türküsü", "Kapalı çarşı", "istanbul'u dinliyorum" ve "Galata köprüsü" gibi şiirleriyle Orhan Veli (Kanık) de istanbul yaşamından kesitleri başarı ile yansıtan şairlerden biridir Behçet Necatigil, ilhan Berk, Attilâ ilhan gibi şairlerde de istanbul'a değişik bakış açıları bulmak mümkündür İstanbul için yazılmış şiirler için sözü edilmesi gereken yapıtlardan biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca' nın istanbul fethi destanı'dır (1953)

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.