|  | İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #1 | 
| 
Şengül Şirin   |   İstanbul (kent)İstanbul (kent) İSTANBUL, eski çekirdeği, Marmara denizi'ni Karadeniz'e bağlayan ve istanbul boğazının G  girişinin her iki yakasında yer alan kent; nüfus ve kapladığı alan, ekonomi, ticaret, sermaye, eğitim ve kültür bakımlarından Türkiye'nin en büyük, en etkili kenti  Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olarak çeşitli işlevleriyle tarih boyunca büyük rol oynamış bir dünya kenti; 5 475 982 nüf  (1985, büyük kent sınırları içinde)  Yurdun öteki bölgelerine ve dış ülkelere kara, deniz ve hava yoluyla bağlı  • COĞRAFYA, istanbul, K  'den G  'e doğru yükseltisi giderek azalan bir plato üzerindedir  Kent alanı, deniz altında kalmış eski birer akarsu vadisi olan Boğaz ve Haliç ile başlıca üç kesime ayrılır  Bunlardan Haliç ile Marmara arasındaki küçük yarımada asıl istanbul'un semtlerini içerir; kentin tarihsel çekirdeği burada, yarımadanın D  ucundadır  Haliç'in karşı kıyısında Galata ve Beyoğlu ile, onların günümüzde K  'e doğru çok uzamış semtleri ikinci büyük kesimdir  Asya yakasında Üsküdar ve Kadıköy gibi eski yerleşme çekirdeklerini kuşatan daha yeni yerleşmeler de kentin üçüncü büyük parçasıdır  Eski kaynaklarda kentin bu parçalanmış haline Bilad-ı selâse (üç kent) denir, istanbul'un gerek bugünkü, gerek tarih boyunca, zaman zaman sarsılmakla birlikte, daima yeniden artan önemi, genel ve özel konumunun sağladığı üstünlüklerin sonucudur  Orta Avrupa'dan ve Balkan yarımadasından gelen yollar, D  'ya doğru daralan Trakya havzasını izleyerek burada birbirine kavuşarak, Boğazın karşı kıyısında Anadolu'nun içerlerine doğru uzanırlar  D  -B  doğrultulu bu yollar yine burada, Karadeniz ülkelerini Boğaz aracılığıyla açık denizlere bağlayan tek deniz yolu ile kesişir  Ayrıca, üç yandan denizlerle kuşatılmış istanbul yarımadasının eski savaş tekniklerine göre kolay savunmaya elverişli biçimi; Haliç'in ku>îu ve derin bir liman oluşu, bir zamanlar balık bakımından ünlü zenginliği gibi özel konum koşulları da, istanbul'un genel konumunun sağladığı üstünlüğü tamamlar ve burada dünya ölçüsünde önemli bir kentin kuruluş ve gelişme nedenlerini açıklar  • Kentsel ve ekonomik gelişme, istanbul İ  Ö  VII  yy  'da Megaralılar tarafından Byzantion adıyla kurulduğunda, G  'de Marmara denizi (Propontis), K  'de Haliç' le (Khrysokeras, Altın boynuz) sınırlanmış, kabaca üçgen biçimindeki yarımadanın ucunda yer alıyordu  Kentin sınırları bugünkü Ayasofya ile Topkapı sarayı'nın bulunduğu tepeleri kaplayan, iki km'den biraz daha az genişlikte bir alandan oluşuyordu  Birkaç kapısı ve yirmi yedi kulesi bulunan surlarının kesin çizgisi bilinmemektedir  Kentin akropolisi bugünkü Topkapı sarayı'nın bulunduğu kesimdeydi  Sur duvarları içinde, yerleşmenin K  'inde birkaç tapınak (Zeus, Aphrodite, Athena, Poseidon, Dionysos) ve kutsal alanlar bulunuyordu  Surların B  sınırının ortalarında Thrakion denilen kare planlı alan, bunun K  'inde de Strategeion (bugün Babıâli) yer alıyordu  Agora Ayasofya'nın bulunduğu kesimdeydi ve burada bir Heli-os heykeli vardı  Öteki yunan yapıları arasında sarnıçlar, gymnasion, stadion ve bir tiyatro belirtilebilir  Ayasofya ve Ayairini arasındaki alanda yapılan kazılarda, Artemis, Aphrodite ve Apollon kutsal alanlarına ilişkin bazı kalıntılar ele geçmiş olmakla birlikte, yunan kentinden günümüze hiçbir şey kalmadı  Roma dönemi Byzantium'una ilişkin bilgiler de çok azdır  Septimius Severus tarafından kuşatılan ve tahrip edilen (İ  S  II  yy  ) kentin stratejik konumu ve ticari önemi göz ardı edilemezdi  Bu yüzden kısa bir süre sonra bayındırlık çalışmalarının yanı sıra kent alanının genişletilmesi etkinliklerine girişildi  Roma kentinin planı ve alanı kesin olarak saptanamamışsa da, surla çevrili kesimin iki katına çıkarıldığı, kara yönündeki K  -G  doğrultusunda uzanan duvarın, yunan kentinden yaklaşık yarım km B  'ya kaydırıldığı bilinmektedir  K  sınır Haliç'e, bugünkü Galata köprüsü' nün biraz D  'suna ulaştı  Agora'nın revak-larla çevrilmesi ve buradan B  'ya yeni sura doğru uzanan bir sütunlu yolun açılması çalışmalarının da Septimius Severus' un bu etkinlikleri sırasında gerçekleştiği sanılmaktadır  Agora'nın G  -B  'sında Hi-podrom'un yapımı başlatıldı (Constanti-nus 1 [Büyük] döneminde bitirilen bu yapı 450 m uzunluğundaydı)  Topkapı sarayinın mutfaklarının bulunduğu kesimde bir tiyatro yer alıyordu  Agora'nın yanında, Hipodrom'un K  -D  'sunda roma hamamları vardı  Constantinus I (Büyük) döneminde kent daha kapsamlı bayındırlık çalışmalarına sahne oldu  Septimius Severus'un surları yıktırıldı, yeni ve görkemli bir başkent kurulması için büyük ölçülerde insan gücü ve parasal kaynak sağlandı (325)  Yeni kentin Septimius Severus dönemindekinin beş katı büyüklüğünde olması amaçlanıyordu  Yeni sur duvarları Seve-rus'unkinden üç km B  'ya kaydırıldı  Bu surlar içinde Constantinus iden sonra da İki yüz yıl sürecek bir kentleşme etkinliği başlatıldı  Bu çalışmalarda bir ölçüde Roma kenti örnek alındı, burada da yedi tepe üzerinde, on dört yönetim bölgesinde, benzer bir yapı tipolojisi ve ideal bir dağılım amaçlanmıştı, ancak hellenlstik ve doğu etkileri de çok belirgindi, istanbul' un Constantinus I dönemi kent planı belirlenememiş, yapıları ise yok olmuştur, ancak yapıların ve sanat eserlerinin sayısını veren metinlerin yanı sıra, topografyayı da az çok yansıtan, resmi törenlerle ilgili betimlemeler vardır  Ayrıca gezginlerin verdiği bilgilerle, kentin Osmanlılar tarafından fethinden hemen sonra çizilmiş resimleri bulunmaktadır  Bu dönemde revaklı agora Augusteion adıyla resmi bir alana dönüşmüş ve 600 m B  'sına doğru yuvarlak planlı yeni bir forum eklenmiştir  Ayrıca altından yapılmış bir mil taşı (Milion ya da Mllliarum Aureum), iki senato binası ve Capitolium bulunduğu bilinmektedir  Bu forumdan yarımadanın içlerine, yeni kent surlarındaki ana kapılara ulaşan yollar açılmıştı  Augusteion meydaninın hemen K  'inde Ayasofya'nın yapımı başlatılmıştı  Başka büyük kiliselerin yanı sıra, Augus-telon'un G  'inde, bugünkü Sultanahmet camisi'ne doğru, Constantinus l'in Büyük saray'ı (Daphne) yükseliyordu  Bu saray tunç bir kapıyla (Khalke) meydana açılıyordu  Büyük saray ayrıca Hipodrom' la da bağlantılıydı  Hipodrom'un dik bir eğimle Marmara'ya inen, yuvarlak planlı G  -B  kesiminde, güçlü sütunlara oturan, tonoz örtülü bölümün altında bir sarnıç vardı  Kentteki öteki eğimli kesimlerde de dikdörtgen planlı, tonozlu sarnıçlar bulunuyordu  Kentin her yanında yunan-roma dünyasının çeşitli kesimlerinden getirilmiş sanat eserleri ve anıtlar yer alıyordu  Constantinus iden sonra bayındırlık çalışmaları bir ölçüde yavaşladı  Valens (364-378) bir su kemeri (bugün Saraçhane'deki Bozdoğan* kemeri) büyük bir nymphaion, hamamlar, sarnıçlar yaptırdı  Theodosius I (379-395) Constantinus l'in yolunu izledi, Constantinus l'in forumunun yaklaşık 700 m B  'sında, Mese caddesi (bugünkü Divanyolu) boyunca yeni bir forum açtırdı (Forum Tauri)  Arcadlus (395 -408), XII  bölgeye, Marmara kara surlarından G  'e doğru yeni bir forum yaptırdı  Bu forumla ilgili ayrıntılar da bilinmemekle birlikte, Arcadius* sütunu'nun kaidesi hâlâ durmaktadır  Theodosios II döneminde (408-450) Konstantinopolis en görkemli anıtlardan birine kavuştu: büyük kara surları  Constantinus I dönemi surlarının 1,5 km B  'sında yer alan bu surlarla kentin alanı iki katına çıkıyordu  Surlar o dönem için içi doldurulamayacak bir alanı sınırlıyordu ve Konstantinopolis Ortaçağ' ın en büyük kenti görünümündeydi  Surların G  'lndeki Altın kapı (Khrysai Pyle, Por-ta Aurea) tören kapısıydı  Kenti D  'dan B  'ya kateden Mese caddesi Milion'dan başlayıp Forum Bovis'e uzanıyor, burada iki kola ayrılıyordu; biri Hagioi Apostoloi' nin önünden geçip K  -B  'da Edirnekapi ya ulaşıyor, ötekisi Forum Arcadii'den geçip Altın kapida İstanbul'u Dalmaçya kıyılarına bağlayan vla Egnatia ile birleşiyordu   
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz  En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #2 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)Theodosios II döneminden bir topografya belgesi olan Notitia urbis Constan-tinopolitanae'de kentin Osmanlılar'ca fethine değin süregelen gelişimi görülmektedir  Bu belgede sınırları ayrıntılarıyla belirtilmiş olan on dört bölgenin on İkisi başlangıçtan beri Constantinus surları içindeydi  Ayasofya ve Topkapı sarayinın bulunduğu kesim ikinci bölgede, Hipodrom üçüncü, Augusteion ve Yerebatan sarayı dördüncü, Strategeion beşinci  Forum Constantini (Çemberlitaş) altıncı, Forum Theodosii (Forum Tauri), Süleymaniye ve Beyazıt'ı kapsayan kesim yedinci, Forum Bovis (Aksaray) on birinci, Galata' nın aşağı kesimini kapsayan ve Sykai denilen dış mahalle on üçüncü, Blakhernai on dördüncü bölgedeydi  Ana yollar boyunca uzanan meydanlar Bizans kentinin en önemli öğelerindendi (Augusteion, Forum Constantini, Forum Amastrianum, Forum Theodosii, Forum Bovis, Forum Ar-cadii)  Osmanlı döneminde de istanbul XIX  yy  'ın ikinci yarısına değin topografik konumuna uyan gelişme çizgisini sürdürdü ve surlar içinde kalan yapısı çok az değişti  Bu dönemde de önemli anıtlar kentin tarihsel çekirdeğinde, bin beş yüz yıllık sınırlar içinde yer aldı (Sultanahmet, Bayezit külliyeleri, Topkapı sarayı)  Buna karşılık birbirini izleyen dönemlerin görüntüsü, bir iki anıtsal yapı dışında yaşamadı, yunan Byzantionu, Bizans Konstantinopolisi ve osmanlı istanbulu bir arada sürmedi, birbirinin yerine geçti  Ama istanbul XVII  yy  'da da 700 000 olduğu öne sürülen nüfusu, Haliç'e, Boğaziçi'ne, Üsküdar ve Kadıköy'e yayılan alanıyla Avrupa'nın ve Yakındoğu'nun en büyük kentiydi  Osmanlı döneminde kentin sokak dokusu ve konutları sürekli değişiyordu  Yangınlar ve depremler büyük yapı alanlarını ortadan kaldırırken, bunların yerini daha farklı bir yol ve yapılaşma alıyordu  Bu sürekli değişim içinde, yalnızca topografyaya bağımlı olan ana yönler, anıtlar değişmedi, yerleşme onların çevresinde gerçekleşti  Çok yakın zamana değin farklı işlevleri üstlenen alanlar değişmeden kaldı (Topkapı, Babıâli ve çevresi yönetim, Eminönü-Sirkeoi kesimi limanlara bağlı olarak ticaret merkeziydi)  Kentin içindeki tek önemli ulaşım ekseni Ayasofya'dan Beyazıt'e ve Edirnekapı'ya uzanan yoldu  Ulaşım daha çok deniz yoluyla (kayıklarla) yapılıyordu  Kentin kıyılar boyunca gelişiminin nedeni de buna bağlanabilir (kara ulaşımı arttıkça kıyılardan uzaklaşıldı)  Konstantinopolis'in ana yollar üzerindeki forumları osmanlı döneminde çoğunlukla büyük anıtlarla dolduruldu; Bizanslılar' da toplanma yeri olan bu forumların yerini, Osmanlılar'da camiler, külliyeler aldı (Nuruosmaniye, Bayezit, Şehzade külliyeleri)  XVI  , XVII  ve XVIII  yy  'larda kentin tüm kesimlerinde devlet önde gelenlerinin ve sarayla ilgili kişilerin konaklan, sarayları vardı  XIX  yy  'a değin bu yapılar genellikle duvarlarla çevrili büyük bahçeler içinde yer alıyordu  XIX  yy  'dan başlayarak özellikle sultan saraylarının yerinde kışlalar, fabrikalar, hatta Kandilli, Emirgân gibi büyük mahalleler ortaya çıktı  Anado- lu türk yerleşmelerinde görüldüğü gibi istanbul'da da en küçük evin bile bir yeşil alanı, bahçesi vardı  Bu konut alanları osmanlı döneminde yavaş yavaş sur dışına taştı, daha çok kıyıları izleyerek (Beyoğlu dışında) Eyup'e, Boğaziçi'ne, Üsküdar'a ve Kadıköy'e uzandı  Bizans döneminde Galata (Sykai), Kadıköy (Khalkedon) ve Üsküdar (Khrysopolis) sur içindeki merkeze bağlı olmakla birlikte, ayrı kentler gibiydiler  Bu durum aynı ölçüde olmamakla birlikte osmanlı döneminde de sürdü (Evliya Çelebi Üsküdar'dan XVII  yy  'da Üsküdar şehri diye söz eder), işlevsel farklılıklar bu dönemde de sözkonusudur  istanbul imparatorluğun yönetim merkezi, Galata dış ticaret merkeziydi, Üsküdar ve Kadıköy ise kendi kendilerine yeten birer uydu kent görünümündeydiler  Boğaziçi sayfiye yeri olarak gelişmiş, ana kentle olan ulaşım bağlantısızlığı yüzünden kent-leşememişti  istanbul'la Galata arasındaki işlevsel ve fiziksel farklılaşma XIX  yy  'da daha da belirginleşti, Galata batılı bir çizgide gelişimini sürdürdü (istiklal caddesi bir Avrupa kenti görünümündeydi)  Byzantion'un yerini Konstantinopolis'e, onun da istanbul'a bırakması oluşumu günümüzde de yaşanmakta, bu kez osmanlı kent dokusu büyük anıtsal yapıları dışında yok olmaktadır  Özellikle 1950 sonrası yenilemeler kentin tarihsel siluetini ortadan kaldıracak boyutlara varmış, öte yandan istanbul sınır tanımaz bir biçimde kıyılar ve tepeler boyunca içerlere dek yayılmış ve bugünkü görünümüne ulaşmıştır  Kent özellikle VII  -XI  yy  'lar arasında, Bizans imparatorluğu'nun merkezi olarak büyük bir gelişme gösterdi; D  -B  ve K  -G  ticaretini adeta tekeline alarak gerçek bir dünya pazarı oldu  Bu sırada Çin'den gelen ipek ve porselen; iran'dan gelen halılar; G  ve D  Asya'dan gelen baharat, kıymetli ağaç işlemeler, değerli taşlar; Afrika'dan gelen fildişi; K  ve B  yoluyla gelen bazı madenler, kehribar, kürk, yün, da kuma ve esirler burada toplanıyor ve ondan sonra öteki ülkelere sevk ediliyordu  Nüfus yerli Rumlar'dan başka, türk, iranlı, mısırlı, Venedikli, cenovalı, amalfili tüccarların kendilerine ayrılan belli yerlerde yerleşmesiyle etnik bakımdan çok karışık bir hal aldı  Fakat XI  yy  'dan sonra istanbul D  ticareti üstündeki tekelini italyan kent devletlerine kaptırdı; bunun sonucunda dünya pazarı olma özelliğini gidererek kaybetti  Onun yerini bir ara Venedik ve iskenderiye aldı  Daha sonra Uzakdoğu deniz yolunun açılmasıysa kentin ticari önemini daha da azaltarak sönükleş-mesine neden oldu  istanbul ancak Türk-ler'in fethinden sonra, Osmanlı imparatorluğu'nun merkezi ve üç kıta üzerine yayılan geniş imparatorluk topraklarını bağlayan ticari ve askeri yolların en büyük kavşağı olarak yeniden canlandı ve yalnızca imparatorluk sınırları içinde olsa bile, ticari önemi arttı  Bütün tarihi boyunca istanbul'un nüfus ve alan bakımından en hızlı, adeta bir patlama şeklindeki gelişmesi, 1950'li yıllardan sonraya rastlar  Bu tarihe kadar konut alanı, K  'de Şişli'de sona eriyor; D  'da Üsküdar, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik, Ümraniye, Merdivenköy; B  'da Bakırköy, Yeşilköy ile Boğaziçi'ndeki küçük yerleşmeler asıl kentten ve birbirinden ayrı köyler ve yazlıklar meydana getiriyordu  1950'den sonra büyük ölçüde kamulaştırmayla kent içinde ve çevresinde açılan yeni ve geniş yollar bir yandan kent planını büyük ölçüde değiştirirken, bir yandan da yurdun öteki bölgelerinden kitle halinde kente göçenlerin yol açtığı bir nüfus patlaması, eski banliyöler arasındaki boş alanlarda yeni semtlerin doğması, kentsel alanın her yöne yayılması ve altyapısız gecekondularla kuşatılmasıyla sonuçlandı  Günümüzde (1988) Büyük şehir belediye sınırları içini, iki bu kentsel yerleşmeler kümesi K  'de yukarı boğaz içinde taban marmara kıyılarında olan bir üçgen biçimini almıştır  Üçnenin uzunluğu K  'e doğru yaklaşık 30 km, B  -D  doğrultusunda 60 km kadardır ve 652 km2'lik bir alan kaplar  Aynı alanın 1960 lı yıllarda 320 km2 kadar olduğu düşünülürse, kentsel yayılmanın büyük hızı açıkça ortaya çıkar  • işlevsel doku  Bu hızlı gelişmenin sonucunda yenileri de meydana gelmiş olmakla birlikte, en önemli iş ve ticaret merkezleri yine eski kentin sınırları içinde, Eminönü, Sirkeci, Karaköy ve Galata gibi semtlerdir  Bununla birlikte K  'de Şişli ve Meci-diyeköy çevresinde, B  'da Bakırköy'de, D  'da Üsküdar ve Kadıköy'de, Bağdat caddesi boyunca yeni ve birbirinden ayrı iş ve ticaret merkezleri gelişmiştir  Eski sanayi kuruluşlarının çoğu Haliç kıyılarında, Bomonti ve Kurtuluş çevresinde; yenileri ise B  'da, surların dışındaki Topkapı Mal-tepesi'nde, Kâğıthane vadisinde, ama çoğu D  'da Ümraniye çevresiyle E-5 karayolu boyunca toplanmıştır  Bunların dışında istinye koyu ve vadisinde, Beykoz koyu kıyılarında da bazıları eski sanayi kuruluşları vardır  Liman işletmeleri Haliç, Tophane ve Haydarpaşa'dadır  Son yayılma sırasında K  'de, D  'da ve B  'da modern konut semtleri gelişmiş olmakla birlikte, bu evrenin temel özelliği, nüfusun önemli bir kısmını barındıran, şehir içinde yer yer adacıklar meydana getirmesinin yanı sıra kenti hemen her yönden kuşatan çok geniş gecekondu semtlerinin ortaya çıkmış olmasıdır  • Nüfus ve nüfus yapısı, istanbul'un nüfus miktarı ve nüfus yapısı tarih boyunca siyasi ve iktisadi önemine, geçirdiği siyasal olaylara bağlı olarak büyük değişikliğe uğramıştır  İlk önemli nüfus artışı Doğu Roma imparatorluğu'nun merkezi olmasıyla başlamış ve XI  yy  'a kadar sürmüştür  Veriler ve bunların dayanakları farklı olmakla birlikte, IV  yy  sonlarında kent nüfusunun 100 000 kadar olduğu ileri sürülür  V  yy  'a ilişkin nüfus tahminleri, değişik araştırıcılara göre 200 000-600 bin arasındadır; XIII  yy  başında 400 000 dolayında olduğu kabul edilir, imparatorluğun daraldığı, ticari öneminin sona erdiği dönemdeyse nüfus çok azalmıştır Fetihten önce Bizans 40 000, 50 000 nüfuslu, birçok semtleri terk edilmiş harap bir kent durumundaydı  Nüfus bileşimi çok karışıktı ve çeşitli etnik gruplardan oluşuyordu  Daha Fatih döneminde kenti canlandırmak, bayındırlaştırmak ve aynı zamanda türkleştirmek için yürütülen bir iskân politikası nüfus bileşimini Türkler lehine büyük ölçüde değiştirdi  Bu amaçla Anadolu'dan ve çeşitli Balkan ülkelerinden getirilen göçmenler istanbul'un belli yerlerine yerleştirildiler Bu suretle Aksaray'dan, Eğridir'den, Konya ve Karaman' dan, Tire'den, Çarşamba'dan, Kastamonu'dan, izmir'den, Sinop ve Samsun'dan getirilen türk göçmenler sıra ile, bugün çoğu geldikleri kentin adını yansıtan yerlere (Aksaray, Eğrikapı, Karaman, Vefa, Çarşamba, Kazancı, Galata, Tophane) yerleştirildiler  Mora'dan getirilen Rumlar Fener' de, Selanikli Yahudiler Tekfur sarayı çevresinde, Arnavutlar Silivrikapı'da, Balat Çingeneleri Balat mahallesinde, Amasra-lılar Sulu Manastır semtinde iskân edildiler  Böylece istanbul'un nüfus yapısında müslümanların oranı % 60'ı buldu  XVII  yy  sonunda istanbul 750 000'e varan nüfusuyla yeniden dünyanın en kalabalık kenti haline geldi  Nüfus XIX  yy  'da 700 bin dolayında durakladıktan sonra, biraz artarak Birinci Dünya savaşı öncelerinde 1,1 milyonu buldu  Ama bunun yarıya yakını rum, ermeni, musevi kökenli vatandaşlar ile yabancı uyruklulardan meydana geliyordu, işgal yıllarından sonra 1927 sayımı istanbul nüfusunun bir hayli gerilemiş olduğunu ortaya koydu: nüfus 691 bine inmişti  Bunu izleyen yıllarda ağır bir tempoyla arttı ve 1950'de 983 000'e çıkta  Bunu, sonraki yıllarda adeta patlama biçiminde çok hızlı bir artış izledi ve nüfus 1960'ta 1,5 milyona yaklaştı; 1970'te 2,1 milyonu geçti: 1980'de 4,5 milyona, 1985'te ise 5,5 milyona ulaştı  Aradan geçen yıllarda Museviler'in israil'e, Rumlar' ın Yunanistan'a, Ermeniler'in daha çok Fransa'ya göç etmeleriyle, geçen yüzyılların kozmopolit istanbul'u hemen tamamıyla Türkler'den meydana gelen ulusal bir yapı kazandı  • Türkiye genelindeki rolü  istanbul birçok bakımlardan Türkiye'nin en önemli kentidir  Türkiye nüfusunun 1/10 kadarı burada kümelenmiştir  Bu büyük nüfus topluluğunun gereteinimlerinin karşılanması, bölge ve ülke düzeyinde başlı başına çok canlı bir ticarete yol açar, sanayiyi ve tarımsal üretimi besler ve yönlendirir  Türkiye imalat sanayisinin değer bakımından 1/3 kadarını, devlete ödenen gelir vergisinin yarıya yakınını bu kent ve çevresi sağlar  En büyük ithal limanı, ülke denizyollarının başlangıcı, dünyanın öteki ülkeleriyle havayolu bağlantısını sağlayan en büyük merkezdir Sermayenin, bankaların, güçlü holdinglerin, şirketlerin, sağlık tesislerinin büyük çoğunluğu bu kentte toplanır  Uzun tarihi boyunca farklı dönemlerden kalma anıtları, yapıları, sarayları, doğal güzellikleri, modern konaklama tesisleriyle yurdun en çok ziyaret edilen turizm merkezidir  Müzeleri, kitaplıkları, değişik düzeydeki okulları, 6 üniversitesi, tiyatroları, operası, sanat galerileriyle Türkiye' nin en büyük eğitim ve kültür, basını ile Türkiye'de halkoyunu yönlendiren, siyasal davranışları etkileyen bir düşünce ve fikir merkezidir  Ama bu aşırı hızlı büyümenin sakıncalı tarafları da vardır  Kentin beslenmesi, su, elektrik, yakıt gibi gereksinimlerinin karşılanması, yetersiz sağlık ve ulaşım işleri, kanalizasyon, çevre koruma, yeşil alan sorunları ve özellikle daha da belirgin olarak, altyapıdan yoksun geniş gecekondu semtlerinin karşı karşıya bulunduğu çözümü zor problemler, aşırı hızla meydana gelen bir jigantizmin başlıca sakıncaları arasında sayılabilir  • TARİH  İ  Ö  658'e doğru Byzantion Me-gara kolonisi daha önce, Bosporos'un en eski halklarından biri olan Traklar tarafından işgal edilmiş bir bölgeye kurulmuştu  Tahkim edilen site, Makedonyalı Philip-pos ll'nin (İ  Ö  340), Galyalılar'ın (İ  Ö  279) ve Septimius Severus'un (İ  S  196) saldırısına uğradı  Septimius Severus önce sitenin surlarını yıktırdı, daha sonra yeniden yaptırarak, büyüttü ve güzelleştirdi, siteye Augusta Antonina adını verdi  Licinius' un eline geçen sitenin surları bir süre sonra yeniden yıktırıldı  Ancak Constantinus sitenin stratejik önemini kavrayarak başkent yapmaya karar verdi  Bu seçimin birçok nedeni vardı: bir yarımadanın ucuna kurulmuş olan site kolayca tahkim edilebilirdi, eşsiz bir yapıdaydı, sahip olduğu 7 km uzunluğundaki Haliç'in düşman gemilerine kapatılması için zincir germek yeterliydi; ayrıca Karadeniz'den (Pontos Eukseinos) [iskit buğdayı] Akdeniz'e kadar uzanan kıyı boyunu ve hacılarla orduların kullandıkları Avrupa'yı Asya'ya bağlayan yollan kontrolü altında tutan olağanüstü stratejik bir konuma sahipti; ancak en önemlisi IV  yy  başlarında Tuna (Sarmatlar ve Gotlar) ve Fırat (Parthlar) boyu başta olmak üzere imparatorluk sınırlarının, akıncı halkların ciddi tehdidi altında olması ve imparatorla hükümet organlarının bu duruma karşı önlem almak zorunda olmalarıydı  "Yeni Roma" (Konstantinopolis, istanbul) 324-336 yılları arasında inşa edildi  11 mayıs 330'da kırk gün sürecek şenliklerle resmi açılışı yapıldı ve siyasal otoriteler kente yerleşti   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #3 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)istanbul'daki ticaretin canlılığı, kentte birçok yabancı tüccarın akın ederek, koloniler kurmasını beraberinde getirdi, ilk gelenler kentin dışına, Bosporos üzerindeki Aziz Mamas varoşuna yerleştiler: bunlar bulgar (VIII  yy  'ın hemen başında geldikleri sanılır) ve rus (VIII  yy  'ın sonu - IX  yy  'ın başı) tüccarlarıydı  Ancak en önemli yabancı koloni italyanlar'ınkiydi; istanbul'a X  yy  'da yerleşen, logothetes koruması (992) ve yasal düzenlemelerine tabi tutulan Venediklilerden sonra, imparatorluk başkentine ilk kez kesin olarak yerleşenler Amalfiler (IX  - X  yy  ) oldu; Amal-filer daha sonra, 1082'de Aleksios Kom-nenos tarafından Venedik'e bağlandılar  Bu tarihte, bu imparator tarafından Vene-dikliler'e tanınan ayrıcalıklar istanbul'un ve imparatorluğun yaşamında bir dönüm noktası oldu, zira ilk kez yabancılara başkentin limanında ve tüm Galata mahallesinde tam gümrük muafiyeti veriliyordu; 1111'de Pisalılar, 1155'te Cenovalılar benzer ayrıcalıklar aldılar, ancak gümrük konusunda ad valorem'in % 40'ı oranında bir indirim elde edebildiler  İmparatorluk yönetimi, istanbul'un zenginliğini sağlayan ticaret yollarının, Haçlı seferleri yüzünden latin Levant limanlarına kaymasını boş yere önlemeye çalıştıysa da yabancı akını XII  ve XIII  yy  'da giderek arttı; bu amaçla batılı tüccarlara verilen ayrıcalıkların artırılması imparatorluk kentinin çökmesinden başka işe yaramadı, İstanbul limanına yalnızca Bizans gemileri ve imparatorluğun deniz savunmasını üstlenen italyan gemileri uğramaya başladı; italyan gruplar arasındaki rekabet (Cenovalılar'ın oturduğu mahallenin 1162'de ve 1169'da Pisalılar ve Venedikliler tarafından yağmalanması), Bizanslılar' ın yabancılara karşı duyduğu düşmanlık (1182 ayaklanması) toplumsal dengeyi bozdu  İstanbul'un 1204'te Haçlılar tarafından ele geçirilmesi ve bir latin imparatorluğunun kurulması siyasal ve iktisadi çöküşü hızlandırdı, bu, özellikle Venedikliler'in işine yaradı; 1261'de Bizanslılar'ın kenti tekrar ele geçirmeleri, Cenovalılar'ı rakipleri karşısında yeniden üstün duruma geçirdi; bununla birlikte istanbul'un iki tüccar cumhuriyeti arasında bir denge kuruldu; sonuçta Venedikliler Galata'da, Cenovalılar Pera'da kentin aleyhine olmak üzere iki gerçek bağımsız devlet oluşturdular, bu devletlerin önderleri podestalar, özellikle XV  yy  'da gitgide artan bir oran ve kesinlikle imparatorluk hükümetine müdahalede bulundular Aynı dönemde kente başka tüccar kolonileri de yerleşti: 1290'dan başlayarak (1352-1438 arası hariç) Katalonyalılar, XIV  yy  'da Provencelı-lar; 1431'den başlayarak Ragusalılar (1451'de bunlara bir mahalle ayrıldı); Pi-sa'yı yenerek kendi devletlerine katan ve 1436'da Pişalılar'ın eski kolonisini devralan Floransalılar  Gerçekte, 1076 veba salgınıyla da sarsılan Yeni Roma, 1204'ten önceki iktisadi refah ve demografik canlılık düzeyine Yunanlıların kente yeniden dönmelerinden sonra bile, bir daha hiçbir zaman ulaşamadı  Birçok felakete tanık olan (1348-49 arası kara veba, 1416 ve 1447-48 salgınları), gitgide daha heterojen bir yapı kazanan ve Gasmuloslar'ın küçümsenmeyecek bir rol oynadıkları bir nüfusa sahip kent, XIII  yy  'dan başlayarak Hipodrom oyunları ve görkemli gösterilerinden yoksun kaldı, nüfusu azalan (1453'te 50 000 nüfustan 40 000'e İndi) ve kısmen terk edilmiş bir kent haline gelmişti  Öte yandan imparatorluğun sınırları da hızla da-ralıyordu  Kent, savunmasını, mevcudu birkaç bin kişiye düşmüş ordusuna ve tüm ticareti eline geçirmiş italyan kolonilerinin mali gücüne dayandırmak zorunda kalmıştı, iç karışıklıkların nedeni de çoğunlukla bu italyan kolonileri arasındaki rekabetti  İstanbul ayrıca Ayasofya'da ilan edilen Floransa birliğiyle (12 aralık 1452) dinsel açıdan da bölünmüştü, aynı dönemde, kenti daha önce altı kez kuşatan (Ba-yezit I, 1391, 1395, 1397,1400; Musa Çelebi, 1411; Murat II, 1422) Osmanlılar kesin bir saldırıya geçtiler   • istanbul'un fethi  Mehmet II tahta çıktığında (1451) Bizans, bir zamanların büyük İmparatorluğunun yalnızca bir kalıntısıydı  Osmanlı topraklarının tam kalbinde yer alan bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve olgunlaşmakta olan Osmanlı imparatorluğu'na İstanbul ile bir başkent hediye etmek, genç padişahın ilk hedefiydi  Büyük bir enerji ile imparatorluk başkentinin fethine hazırlanmaya başladı  Tahta çıkışının ilk yılında Boğaz'ın Rumeli yakasına yaptırdığı hisar (Boğazkesen, sonraki adı Rumelihisarı) onun istanbul üzerindeki niyetini açıkça ortaya koyuyordu  Hisar, boğazın en dar yerinde, Baye-zit I'in yaptırdığı Güzelcehisar'ın (Anado-luhisarı) tam karşısındaydı   Bu İki hisar güçlü toplarıyla boğazdan geçişi denetleyebiliyordu  Hisar'ın yapımının tamamlanmasından sonra Mehmet II, 50 000 kişilik ordusu ile istanbul surları önünde göründü ve üç gün kalarak kentin surlarını inceledikten sonra Edirne'ye hareket etti (1 eylül 1452)  Mehmet II, kışı Edirne'de hummalı bir hazırlık İçinde geçirdi  O güne kadar görülmemiş büyüklükte toplar döktürdü (İstanbul'un fethinde bu toplar başlıca rolü oynadı)  1453 şubatında Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Bey'i istanbul çevresinde ve Karadeniz kıyılarında hâlâ Bizans'ın elinde bulunan yerleri almakla görevlendirdi  Perinthos (Marmara Ereğlisi), Ankhialos (Ahyolu-Pamorie), Me-sembria (Misivri), Blzye (Vize), Kortero (Kumburgaz), Hagios Stephanos (Yeşilköy), Blgados (Selimpaşa) zapt edildi  Yalnızca Selymbria (Silivri) karşı koydu  Böylece Bizans başkentinin çevresindeki savunma noktaları düşmüş, kent kuşatılmıştı  Mehmet II, ayrıca istanbul'a yardım etmelerini önlemek için Mora despotluğu üzerine de bir akıncı kuvveti gönderdi  imparator Konstantinos XII (XI) Dragases bütün ümidini Batidan gelecek yardıma bağlamıştı  Bu nedenle ortodoks ve katolik kiliselerinin birliğini yeniden canlandırmaya çalıştı  Papalık legatus'u olarak istanbul'a gelen Kardinal isidor, 12 aralık 1452'de Ayasofya'da birliği ilan ederek Roma usulünde ayin yaptı  Ama halkın çoğunluğu bu birleşmeye karşıydı ve La-tinler'e karşı sönmek bilmeyen bir kin duyuyordu  Önde gelen devlet adamlarından Lukas Notaras bu ruh halini "Ben kentin ortasında latin papazların ayin taçları yerine, türk sarığını görmeyi tercih ederim" biçiminde ifade etmişti, imparator bir yandan da kentin savunması için gerekil önlemleri almaya başladı  Surları onarttı, Haliç'in ağzını büyük bir zincirle kapattı, imparatorun kara askerleri 8 000 -9 000 kişiydi  Bunların üçte birini Latinler (Venedikliler, Cenevizliler Romalılar, Ka-talanlar) oluşturuyordu, imparatorun elinde ayrıca 10'u kendisinin, 16'sı müttefiklerinin olmak üzere toplam 26 gemi bulunuyordu  Bunların en büyük 9'u, Haliç'i kapatan zincirin yanında yer almışlardı  Kentin savunmasını Cenevizli Giovanni Longo Giustinlanl yönetiyordu  5 nisan 1453'te İstanbul surları önünde görünen türk ordusunun muharip gücünün 80 000-100 000 olduğu sanılmaktadır  Bunların yarısını eyalet askerleri, dörtte birini azaplar, kalanını da yeniçeriler, kapıkulu süvarileri, topçular, cebeciler, humbaracılar oluşturuyordu  Türkler sayıca üstünlükleri yanında, güçlü bir topçuya da sahiptiler (her biri dört büyük toptan oluşan 14 batarya)  6 nisanda savaş alanına gelen padişah, Romanos kapısı' nın (Topkapı) karşısında Maltepe'de otağını kurdurdu  Aynı gün kent, Haliç'ten Marmara'ya kadar karadan kuşatıldı  Topkapı ile Edirnekapı arasındaki merkezde padişah ve sadrazam Çandarlı Halil Paşa bulunuyordu (bu kısım surların en zayıf noktası sayılıyordu)  Haliç'e kadar uzanan sol kanada Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa, Marmara'ya tadar uzanan sağ kanada ise Anadolu beylerbeyi ishak Paşa ile Mehmet Paşa komuta ediyordu  Galata'daki Cenevizliler'in bir hareketini engellemek için Beyoğlu sırtları Zağanos Paşa tarafından tutulmuştu  Kentin teslimi teklifinin Bizans imparatorunca reddedilmesi üzerine, savaş faaliyetlerine başlandı  12 nisanda türk donanması istanbul önlerine gelerek Beşiktaş'ta demirledi  12-18 nisan arasında sürekli dövülen surlarda tahribat önemli boyutlara ulaşmıştı  Bunun üzerine Mehmet II, bir genel hücum denemesinde bulunmaya tarar verdi  18 nisan gecesi gerçekleştirilen bu hücum püskürtüldü   20 nisan günü kente yardıma gelen üçü Papalık'ın, biri Bizans'ın dört savaş gemisi ile osmanlı donanması arasında Yenikapı açıklarında bir deniz savaşı meydana geldi  Kaptanıder-ya Baltaoğlu Süleyman Paşa'nın komuta ettiği osmanlı donanması, sayıca üstünlüğüne karşın, kendilerinden çok büyük ve yüksek olan düşman gemilerinin aralarından sıyrılarak Haliç'e girmelerini engelleyemedi  (Bu mücadeleyi Zeytinbur-nu açıklarında izleyen Mehmet II öfkesinden atını denize sürdü  ) Bu savaştan sonra Baltaoğlu Süleyman Paşa azledilerek, yerine Hamza Bey getirildi  Olaydan sonra Türkler'in barışa eğilim göstereceğini sanan imparator bir barış önerisinde bulundu  Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın da desteklediği bu öneri reddedilerek kuşatmaya ve surların büyük toplarla dövülmesine devam edildi   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #4 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)Mehmet II yalnızca kara tarafındaki surlara saldırılarla yetinmedi  Cüretkâr bir planla 21 nisanı 22 nisana bağlayan gece 72 parça gemiyi karadan (büyük olasılıkla Tophane limanından Kumbaracı yokuşu, Asmalımescit, Tepebaşı yolu ile kızaklar üzerinde yürüterek) Haliç'e indirdi  Mehmet II bu harekâtı gizlemek için Haliç'teki Bizans gemilerine ve kara surlarına şiddetli bir top ateşi açtırmıştı  Türk donanmasının umulmadık biçimde Haliç'te görünmesi Bizans üzerinde büyük bir moral çöküntüye yol açtı  İmparatorluk kuvvetlerinin bir bölümünün Haliç surlarının savunmasına ayrılması, kara surlarının savunmasını zayıflattı  Türkler Haliç'e bir köprü kurarak ve köprünün iki yanına yerleştirilen dubalara toplar yerleştirilerek Haliç surlarını da ateş altına aldılar  6/7 mayıs gecesi kuşatma ordusunun 30 000 kişilik bir kuvvetle Bayrampaşa deresi üzerindeki surlara yaptığı hücum bir sonuca ulaşamadı  12/13 mayıs gecesi Tekfursarayı ile Edirnekapı arasına yapılan saldırı da püskürtüldü  16 mayısta Türkler'in Eğrikapı yönünde kazdıkları lağımla Bizans'ın açtığı karşı-lağım birleşti ve yeraltında şiddetli bir çarpışma oldu  Bizanslılar, Türkler'in kullandığı direkleri yakarak bu yeraltı yolunu çökerttiler  Aynı gün türk donanmasının Haliç'teki zincire yaptığı saldırı da başarılı olamadı  Bu saldırı ertesi gün yinelendi, ama yine bir sonuca ulaşamadı  18 mayısta Türkler büyük bir hareketli kule ile Topkapı yönünde saldırıya geçtiler  Akşama kadar süren şiddetli çarpışmalar sonucunda Bizans için tehlikeli bir durum ortaya çıktı  Ama Bizanslılar gece kuleyi rum ateşi ile yakmayı ve doldurulan hendekleri boşaltmayı başardılar  Daha sonraki günlerde surların yoğun top ateşiyle dövülmesi sürdürüldü  Öte yandan çeşitli yerlerde açılan lağımlar, Bizanslılar'ın açtığı karşı -lağımlarla etkisizleştirildi  Mehmet II, 23 mayısta imparatora Isfendiyaroğlu Kasım Bey'i elçi olarak göndererek son bir kez daha kentin teslimi önerisinde bulundu, imparator bütün malları ve hazinesi ile istediği yere gidebilecekti, istanbul halkından isteyenler de mallarını alıp gidebilecekler, kalmak isteyenler mal ve mülklerini koruyabileceklerdi  Bizanslılar kenti teslim etmeyi reddettiler  26 mayısta, osmanlı ordugâhına gelen macar kralının elçileri kuşatmanın kaldırılması, aksi durumda Macaristan'ın Bizans lehine harekete geçmek zorunda kalacağını bildirdiler  Ayrıca Batı devletlerinin gönderdiği büyük bir donanmanın yaklaşmakta olduğundan söz ettiler  Bu tür söylentilerin yaygınlaşması üzerine Mehmet H'nin topladığı savaş meclisinde öteden beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları kuşatmanın kaldırılmasını savundular  Padişahla birlikte Zağanos Paşa, Akşem-settin, Molla Gurani, Molla Hüsrev gibi önemli kişilerin etkisiyle kuşatmanın sürdürülmesi kararı alındı  Türk ordusu 28 mayısı, ertesi gün yapılacak nihai saldırıya hazırlanmak ve dinlenmekle geçirdi  Bu arada surların toplarla dövülmesi sürdü  Kentte ise bir yılgınlık egemendi  28 mayıs akşamı Ayasofya'da yapılan ve imparatorla birlikte bütün devlet erkânının katıldığı Kudas töreni, bir bakıma imparatorluğun cenaze töreniydi  28 mayısı 29 mayısa bağlayan gece türk birlikleri hücum için savaş düzenine girdiler  Merkezde (Edirnekapı ile Topkapı arasında) yeniçerileriyle birlikte Mehmet II, sadrazam Çandarlı Halil ve vezir Saru-ca paşalar; Marmara denizi'ne kadar uzanan sağ kanatta Anadolu beylerbeyi ishak Paşa; Haliç'e kadar uzanan sol kanatta Rumeli beylerbeyi Dayı Karaca Paşa yer alıyordu  Haliç cephesi Zağanos Paşa'nın komutasındaydı  Kaptanıderya Hamza Paşa Marmara'daki surlara mümkün olduğu kadar yaklaşıp ateş açarak düşmanı yerinde tutmakla görevlendirilmişti  Saldırı 29 mayıs gününün ilk saatlerinde ve kentin her tarafından başladı  Asıl hücum bölgesi Bayrampaşa deresi vadisinde ve Topkapı'nın kuzeyindeki büyük ölçüde tahrip edilmiş surlara karşıydı  Bu bölgede art arda üç hücum yapıldı  Canlarını dişlerine takarak kenti savunan Bizanslılar ilk iki hücumu püskürttüler Üçüncü hücumda Türkler surların üzerine çıkmayı başardılar  (Surlara ilk türk sancağını diken Ulubatlı Hasan bu sırada şehit oldu  ) Kerkoporta (Canbazhane kapısı) önündeki gediğin ele geçirilmesi ve bu kapının açık olduğunu gören yeniçerilerin içeri girerek Edirnekapı'daki son direnişçileri arkadan çevirmeleri üzerine Bizans savunması çöktü  Ağır yaralanarak gemisine taşınan Glustiniani'nin yerini alan imparator, sokak çatışmaları sırasında öldürüldü  Öteki cephelerden de kente giren Türkler Bizans savunmasını tümüyle kırarak kentte denetimi sağladılar  Bundan sonra "Fatih" adıyla anılan Mehmet II, kente öğleye doğru Topkapı'dan törenle girdi ve doğruca Ayasofya'ya giderek burasını camiye çevirdi  İstanbul, Osmanlı imparatorluğu'nun başkenti olurken Bizans imparatorluğu tarihe karıştı   • Türk kenti  Mehmet II, askerlerine kenti üç gün süreyle yağmalamaları için söz vermişti  Fethin üçüncü günü kentteki karışıklıklar son buldu ve padişah kentin imarına ve şenlendirilmesine girişti  Önce bir çağrı yaparak isteyenlere İstanbul'da bağ, bahçe, ev vereceğini duyurdu; gönüllülerin sayısı yeterli olmayınca da aileleri göçe zorladı (sürgün)  1453 yılı İçinde istanbul'a Anadolu ve Rumeli'den 5 bin türk ve hıristiyan aile göç ettirildi  Mehmet II, bu siyasetini fethettiği ülkelerin halkının bir bölümünü istanbul'a göç ettirerek daha sonra da sürdürdü  Mora'dan, Güney Sırbistan'dan, Ege adalarından (Eğriboz, Taşoz, Semadirek), Anadolu' dan (Konya, Larende, Aksaray, Ereğli), Kefe vb  yerlerden göç ettirilen halkın İstanbul'a yerleştirilmesiyle kentte Türkler, Rumlar, Sırplar, Arnavutlar, Ermeniler, Yahudiler vb  halklardan oluşan renkli bir nüfus ortaya çıktı  Mehmet ll'nin son yıllarında ve Bayezit II döneminde eskiden beri istanbul'da yerleşmiş Ramoniol denilen Yahudiler'e, İspanya ve Portekiz'den kovulan Spanlol ya da Sefaridim denilen Yahudiler de katıldı  Daha sonra İspanya' dan kurtarılan endülüslü Araplar, Galata' ya yerleştirildi  Kent çok kısa bir süre sonra bir türk ve islam görünümünü aldı ve yeniden, bu kez bir islam imparatorluğunun etkinliklerinin başlıca merkezi durumuna geldi  Osmanlı imparatorluğu'nun siyasal (Mehmet ll'den başlayarak padişahlar sürekli burada oturdu), dinsel (hilafet merkezi), kültürel (medreseler) ve iktisadi merkezi oldu  Fetih sırasında 60 bin dolaylarında olan kent nüfusu XVI  yy  'da 600 bin kişiyi, XIX  yy  sonlarında da bir milyon kişiyi buldu  Bu İmparatorluk başkenti, bir yanıyla sarayın ve onun örgütlerinin kentiydi  Kentin bu yanını padişah, sadrazam ve vezirler, dinsel yaşamı denetleyen şeyhülislam ve ulema, sayıları oldukça büyük rakamlara varan yeniçeriler, imparatorluğun bütün yönetici eliti temsil ediyordu  Kentin mülki yöneticisi istanbul efendisi de denilen istanbul kadısıydı  Kent, istanbul (sur içi), Galata, Eyüp, Üsküdar olmak üzere dört kadılık bölgesine ayrılmıştı  Bu kadıların gözetiminde belediye işlerine bakan dört ihtisap ağası bulunuyordu  Türk egemenliğinde istanbul, dış tehditlerden uzak, İstikrarlı bir gelişme dönemi yaşadı  Ancak, zaman zaman halkın da karıştığı taht kavgalarına, ayaklanmalara sahne oldu  Mehmet ll'nln ölümünden (1481) sonra Bayezit I yanlısı yeniçeriler, Cem yanlısı sadrazam Karamani Mehmet Paşa'yı evini basarak öldürdüler  Mehmet ll'nin musevi hekimi Yakup Paşa öldürülerek, yahudi mahalleleri yağmalandı  1509'da osmanlı kaynaklarının "Kıyamet-I suğra" (küçük kıyamet) olarak adlandırdıkları depremde 109 cami ve 1 070 ev yıkıldı, binlerce kişi öldü  1512'de yeniçerilerin desteklediği şehzade Selim (sonra Selim I), istanbul'a gelerek babası Bayezit H'yi tahttan çekilmek zorunda bıraktı  Selim j, Mısır seferi sonunda kutsal emanetleri istanbul'a getirerek "halife" unvanını alınca istanbul, Osmanlı impa-ratorluğu'nun yanı sıra islam halifeliğinin de merkezi oldu  1582'de ulufelerinin düşük ayarlı para ile ödenmesi nedeniyle ayaklanan kapıkulu süvarileri saraya hücum ettiler ve ancak Doğancı Mehmet Paşa ile defterdar Mahmut Paşa'nın başlarını aldıktan sonra yatıştılar  1590 ekimi sonunda çıkan veba salgını İki ay sürdü  Bunu 1592 temmuzunda başlayan yeni bir salgın izledi  1622'de istanbul, yeniçeri ve sipahilerin ayaklanmalarına ve Osman II' nın (Genç Osman) tahttan indirilişine ve öldürülüşüne tanık oldu  1632'de sipahiler saraya hücum ederek Murat IV'ü ayak divanına çıkmaya zorladılar ve sadrazam Hafız Ahmet Paşa'yı padişahın gözleri önünde parçaladılar  1633'te çıkan büyük bir yangında istanbul'un yaklaşık beşte biri yandı  1633 eylülünde kahvehaneler kapatıldı, tütün ve içki yasağı konuldu  1648'de "Atmeydanı* vakası" diye anılan olayda sipahilerin başlattığı ayaklanma yeniçeriler tarafından bastırıldı  Bu olaydan sonra istanbul'da yeniçerilerin nüfuzu arttı  Ekim 1649'da İstanbul ilk esnaf ayaklanmasına sahne oldu  istanbul'a ayarı o/o 30 oranında düşük para sürülmesi üzerine saraya yürüyen esnaf, sadrazamın azlini ve bazı vergilerin kaldırılmasını sağladı  1656 eylülünde kapıkulu askerlerine düşük ayarlı para dağıtılması büyük bir ayaklanmaya yol açtı  Asiler, padişahtan sorumluların başlarını istediler  Bunların başları Atmeydaninda bir ağaca asıldığı için bu olay "Vakai* vakvakiye" ya da "Çınar vakası" adıyla anıldı  1160 temmuzunda çıkan büyük yangında 80 000'i aşkın bina yandı  Sürekli Edirne'de oturan Mustafa II, istanbul'da başlayan ve "Edirne* vakası" diye bilinen ayaklanma sonunda tahttan indirildi   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #5 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)XVIII  yy  'dan başlayarak Osmanlı devletinde Avrupa'ya karşı bir gevşeme başlaması, başkentin kültürel ve toplumsal yaşamında küçük de olsa bazı etkiler doğurmaya başladı  Pasarofça antlaşması'ndan (1718) sonra "Lale devri" adı verilen dönemde fransız bahçesi, fransız mobilyaları saray çevresinde moda oldu  Ama istanbul halkı saray çevrelerinin bu tarzını benimsemedi  Bir esnaf ve yeniçeri ayaklanmasına (Patrona* Halil ayaklanması) Lale devri son buldu (1730)  Padişah Ahmet III, tahttan ayrılmak zorunda kaldı, sadrazam Nevşehirli Damat ibrahim Paşa öldürüldü  XVIII  yy  sonlarında Rusya ve Avusturya ile savaşlar nedeniyle istanbul'da gıda maddelerinin fiyatları aitmiş, konulan narhlar fayda etmemişti, istanbul'un nüfusunun gittikçe artmasının gıda maddesi darlığına, hırsızlık ve yangınlara yol açtığı ileri sürülerek bir bölüm nüfus istanbul dışına çıkarıldı  Şubat 1807'de 16 gemilik bir ingiliz filosunun Çanakkale boğazını geçerek istanbul önlerine gelmesi kentte heyecan yarattı, istanbul, kendini savunmaya hazırlanırken Marmara'ya hapsolmak tehlikesiyle karşı karşıya kalan ingilizler çekilip gittiler  25 mayıs 1807'de Selim lll'ün hal'i ile sonuçlanan Kabakçı Mustafa ayaklanması başladı  23 temmuz 1808'de Selim lll'ü yeniden tahta çıkarmak isteyen Alemdar Mustafa Paşa, Rumeli ordusu ile istanbul'a girdi  Saraya girdiğinde Selim lll'ün ölüsü ile karşılaşan Alemdar, Mustafa IV'ün yerine Mehmet II' yi tahta çıkardı  1808'de taşra âyanı, Alemdar'ın çağrısı üzerine istanbul'a geldiler  Kendilerini güvencede hissetmediklerinden ordularını da beraberlerinde getiren âyanla merkezi hükümet arasında bir "senedi İttifak" yapıldı  Ekim 1909'da istanbul, Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümü, yeni kurulan Sekbanı cedit'in kaldırılması ve yenilikçi devlet adamlarının tasfiyesiyle sonuçlanan bir yeniçeri ayaklanmasına tanık oldu  ( - Bir zorba ve eşkıya topluluğu haline gelen yeniçeriler kentin asayişini bozdukları gibi savaşta da işe yaramıyorlardı  15 haziran 1826'daki ayaklanma girişimleri ocağın sonu oldu  Topçu, top arabacısı, kalyoncu, kumbaracı, lağımcı ocakları ile çıkarılan Sancakı şerifin altında toplanan medreseliler ve halk yeniçerileri dağıttı ve ocak bir fermanla resmen kaldırıldı  Tanzimat fermanı (1839) asıl etkisini istanbul'da duyurdu  Devletin Batiya açılışı ile istanbul'da yaşam biçimi değişmeye ve ikileşmeye başladı  Yeniliğin başlangıç noktası Saray'dı ve değişmenin öncülüğünü Abdülmecit yapıyordu  Zengin Mısırlıların istanbul'a yerleşmeleri de alafranga yaşamın yüksek tabaka arasında yaygınlaşmasında etkili oldu  Saray kadınları, vezir aileleri Mısırlılar') taklide başladılar Galata ile birleşen Pera (Beyoğlu) av-rupalı lokanta ve kahveleriyle, Avrupa mallarının satıldığı zengin mağazalarıyla, eğlence yerleriyle Avrupa yaşamının küçük bir kopyasıydı  Tanzimat'tan sonra Pera, sur içinde bunalan "batılılaşmış" Türkler'e de açıldı  Batılı yaşam biçiminin öğeleri, Şehzadebaşı, Beyazıt, Aksaray semtlerinde toplanan vezir konaklarıyla asıl istanbul'a da sokuldu  Ama kent, alafranga sofralı konaklarına karşın gelenekleri, insanlarının giyimleri, çarşısı, pazarı ve genel görünümüyle yine eski müslüman başkentti  Bazı kesimlerde yerleşen batılı yaşamda da yerli ve geleneksel olan varlığını sürdürüyordu  XIX  yy  'ın ilk yarısında istanbul'un kentsel yapısında yeni gelişmeler ortaya çıktı  Batılılaşma sürecine koşut olarak külliyeler gibi anıtsal mimarlık ürünlerinin yerini kışlalar, saraylar, okullar, yönetim binaları aldı  Kışlalar çevresinde Rami, Maltepe, Halıcıoğlu, Maçka, Gümüşsüyü, Taksim, Taşkışla, Harbiye gibi yeni yerleşmeler oluştu  1838'de Unkapanı-Azapkapı arasında açılan yaya köprüsü ve 1845'te açılan Karaköy-Emlnönü ile kentin İki ana ticaret bölgesi birleşti  Abdülmecit'in Dol-mabahçe sarayinı (1853), Abdülaziz'in Beylerbeyi (1865) ve Çırağan (1894) saraylarını, Abdülmecit'in de Yıldız sarayı' nı yaptırmasıyla yönetici sınıf ilk kez eski istanbul'un dışına çıktı  Batı mimarisinden alınan ilhamlarla yapılan büyük ve süslü yalılar boğazın iki yanında yükselmeye başladı  Modernleşme her alanda yaşanıyordu  1850'de Şirketi hayriye, Boğaz'da vapur seferlerini başlattı  1869'da Atlı tramvay şirketi kuruldu  1887'de Sirkeci, 1909'da Haydarpaşa garı yapıldı  XX  yy  başlarında elektrikli tramvay kuzeyde Şişll'ye, doğuda Bostanciya ulaşıyordu  XIX  yy  ortalarından başlayarak siyasal düşünce alanında batı etkisiyle ortaya çıkan meşrutiyet düşüncesinin merkezi doğal olarak başkentti  XIX  yy  'ın son çeyreğine girerken istanbul yoğun siyasal olaylara tanık oldu: Abdülaziz'in hal'i (30 mayıs 1876) ve intiharı (4 haziran 1876), Murat V'in tahta çıkışı (30 mayıs 1876) ve hal'i, Abdülhamit ll'nin tahta çıkışı (31 ağustos 1876), ilk osmanlı anayasasının (Kanunuesasi) ilanı (23 aralık 1876) ve İlk meclisin toplanması (19 mart 1877)  Doksanüç yenilgisi (1877-1878 Türk-Rus savaşı) ve Ruslar'ın Yeşilköy'e kadar gelmeleri istanbul'da büyük heyecan yarattı  istanbul olası bir işgal girişimine karşı kendisini savunmaya hazırlandı  Öte yandan yitirilen topraklardan büyük kafileler halinde istanbul'a gelen 200 000'i aşkın göçmene (Doksanüç muhacirleri) kapılarını açtı  Kanunuesasi'nin yürürlükten kaldırılması (13 şubat 1878) ile başlayan Abdülha-mit ll'nin baskıcı yönetimi (istibdat) etkisini en çok başkentte duyurdu  AH Suavi' nin, Murat V'i yeniden tahta çıkarma girişimi (Çırağan vakası) başarılı olamadı  Aynı amaçla harekete geçen "Kleanti Skalyeri-Aziz Bey komitesi" dağıtıldı  Mithat Paşa ve Mahmut Celalettin Paşa'nın da aralarında bulunduğu bazı kişiler Ab-dülaziz'i öldürmekle suçlanarak yargılandılar (Yıldız mahkemesi)  Yıldız'daki sarayında oturan padişahın hafiyeleri aracılığıyla denetlediği kent kabuğuna çekildi  Ama, muhalif hareket (Jön Türkler) Abdül-hamit ll'yi Kanunuesasi'yi yeniden yürürlüğe koymak zorunda bıraktı (ikinci meşrutiyet, 1908)  1908 meşrutiyeti (Hürriyetin ilanı) istanbul'da coşku ile karşılandı  13 nisan 1909'da istanbul, karşıdevrimci bir ayaklanmaya sahne oldu (31 mart vakası)  Subaylarına karşı gelen I  Ordu'ya bağlı birlikler, başlarındaki softalarla birlikte Sultanahmet meydanı'nda toplanarak "şeriat" istediler  Hareket bir mektepli ve diplomalı avına dönüştü; Adliye nazırı Nazım Paşa ve Lazkiye mebusu Arslan Bey öldürüldüler  Mebusların büyük bölümü istanbul'dan uzaklaştı  Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti istifaya zorlanarak yerine Tev-fik Paşa hükümeti kuruldu  Meclisi mebu-san başkanı Ahmet Rıza Bey istifaya zorlandı  Ama, gericiliğin istanbul'daki egemenliği uzun sürmedi  Devrime bağlı olan Makedonya'dan derlenen kuvvetler (Harekât ordusu) 23 nisanı 24 nisana bağlayan gece istanbul'a girdi ve önemli bir direnişle karşılaşmadan denetimi sağladı  27 nisanda bir arada toplanan Mebusan ve Âyan meclisleri Abdülhamit ll'nin hal' ine karar verdi  Eski padişah Selanik'e gönderilirken şehzade Mehmet Reşat, Mehmet V adıyla tahta çıktı  istanbul'da Balkan savaşı yenilgisi tartışılırken, bir süre önce muhalefete düşmüş olan ittihat ve Terakki, bir darbe ile (Babıâli baskını) iktidarı ele geçirdi (1913)  Sadrazam Mahmut Şevket Paşa' nın öldürülmesi (11 haziran 1913) ittihat ve Terakki'ye rakiplerini sindirmek ve iktidarını sağlamlaştırmak olanağı verdi  Birinci Dünya savaşı yıllarında sıkıntılı günler yaşayan kent, yenilginin ve mütarekenin ardından fiilen işgal edildi (13 kasım 1918'de bir itilaf filosu istanbul'a geldi ve kentin çeşitli yerlerini İşgale başladı)  istanbul, işgalin yanı sıra, işgali sevinçle karşılayan azınlıkların taşkınlıklarına da tanık oldu  (Beyoğlu'nda mağaza vitrinleri yabancı ve yunan bayraklarıyla donanmıştı  ) 21 kasım 1918'de İttihatçı mebusların oluşturduğu Meclisi mebusan feshedildi ve 10 mart 1919'da savaş suçlusu sayılan ittihatçılar tutuklanmaya başlandı  Boğazlıyan kaymakamı ve Yozgat mutasarrıf vekili Kemal Bey'in ermeni tehcirinden sorumlu tutularak Divanı harp kararıyla idam edilmesini (10 nisan) İstanbul halkı tepkiyle karşıladı, Kemal Bey'in cenaze töreni bir protesto gösterisine dönüştü, izmir'in Yunanlılar tarafından işgali (15 mayıs 1919), istanbul'da büyük tepki yarattı (Fatih, Doğancılar, Kadıköy [22 mayıs] Sultanahmet [23, 30 mayıs] mitingleri)  Özellikle Sultanahmet mitingleri çok kalabalık oldu  Mütareke dönemi boyunca siyasi faaliyetin ağırlığı istanbul'daydı  (TBMM'nin Ankara'da toplanmasından sonra da bu durumunu korudu  ) Mütareke Istanbulu' nun siyasal bakımdan göze çarpan özelliği anarşik bir çoğulculuktu  İşgal kuvvetleri ve onların işbirlikçisi azınlıklar, yardımı işgalcilerden bekleyen padişah ve hükümet, himayeciler, mandacılar, ümitsizler ve bunların karşısında Anadolu'da başlayan ulusal hareketin yandaşları Mü-dafaai hukukçular  Son Osmanlı meclisi mebusanı 12 ocak 1920'de istanbul'da toplandı ve 28 ocak 1920 tarihli gizil oturumda Misakı milli beyannamesl'ni kabul etti  15 mart 1920 gecesi İtilaf devletleri, istanbul'da 150 türk aydınını tutukladılar, ertesi gün de istanbul'un resmen işgalini duyurdular ve fiili işgali genişlettiler  Başta, nezaret binaları olmak üzere resmi daireler işgal kuvvetlerinin denetimine geçti  Şehzadebaşı karakolu'nu basan İşgal kuvvetleri 6 eri şehit ettiler  Meclisi mebusan'ı basarak Rauf (Orbay) ve Kara Vasıf beyleri tutukladılar  istanbul, bir yandan Anadolu'daki gelişmeleri izlerken, bir yandan da direniş örgütleri kurarak ulusal harekete yardımcı oldu (Gizli* gruplar)  Birinci ve ikinci inönü, Sakarya zaferleri istanbul'da sevinçle karşılandı  Büyük zafer'in ardından, Trakya'yı devralmakla görevlendirilen Refet Paşa 19 ekim 1922'de istanbul'a geldi  1 kasım 1922'de TBMM hilafetle saltanatı ayırarak saltanatı kaldırınca istanbul'daki iki başlı yönetim sona erdi  Son padişah Vahidettin, 17 kasım 1922'de bir ingiliz gemisiyle istanbul'dan ayrılınca TBMM ertesi gün Abdülmecit Efendi'yi halife seçti  22 kasım 1922'de istanbul komutanlığına atanan Selahattin Adil Paşa, 16 aralık 1922'de Ankara hükümetinin istanbul temsilciliğine atanan Adnan Bey (Adıvar) göreve başladı  2 ekim 1923'te itilaf devletleri'nin son birlikleri istanbul'dan ayrıldılar  6 ekim 1923'te Şükrü Naili Paşa (Gökberk) komutasındaki türk birlikleri coşkun bir törenle istanbul'a girdi  13 ekim 1923'te TBMM, Ankara'yı başkent yapınca, istanbul siyasi önemini yitirdi, ama Türkiye'nin en büyük kenti, bir ticaret ve kültür merkezi olma durumunu korudu   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #6 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)GÜZEL SANATLAR  Uzun süre Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapan İstanbul bunun sonucu olarak yoğun bir mimari kültüre ve anıtsal zenginliğe sahiptir  Bunun yanı sıra imparator Constantinus I (Büyük) tarafından tüm eyaletlerde yürütülen yağmalarla, kent pagan sanat yapıtlarıyla donatılmıştı  Re-vaklı yolları, forumları, Hipodrum'u ve saraylarının çevresini süsleyen bu yapıtların en ünlüleri Praksiteles'in Venüs'üyle, Pheidias'ın Zeus heykelleriydi  Forum Constantini Çemberlitaş, Hipodrom Dikilitaş, Burmalı sütun, Örme sütun, Forum Bovis tunç bir öküz heykelciği, Forum Ta-uri bir zafer takı, Forum Arcadii Arcadius sütunuyla süslüydü  Ancak kentin geçirdiği deprem, yangın ve vandallıklardan pek az anıt kurtulabilmiştir  En acı olaylardan biri de kuşkusuz kentin 1204'te Haçlılar tarafından yağmalanmasıdır  Venedik'te San Marco alanı'ndaki sütunlar ve aynı adla anılan bazilikanın cephesinin G  köşesindeki, kırmızı porfirden Tet-rarkhes grubunun da tanıklık ettiği gibi bunlar, yağmaladıkları yapıtları Batı'ya taşımışlardır  Birçok yönden Roma'ya benzeyen kentte Septimius Severus, Constantinus I (Büyük) ve Theodosios II tarafından ardı ardına yaptırılan surlar, istanbul'un hızla büyüdüğünü gösterir  Theodosios ll'nin emriyle vali Anthemius tarafından yaptırılan yedi km uzunluğundaki son surlar, deniz surlarını birbirine bağlayarak sağlam bir savunma düzeni meydana getiriyordu (bu surlar Blakhernai sarayı'nı da kent sınırları içine almak amacıyla XII  yy  'da genişletildi)  Avarlar, Sasaniler, Araplar, Bulgarlar, Ruslar ve Türkler tarafından birçok kez kuşatılan istanbul surları (yalnızca latln işgalinde ve Mehmet ll'nin kuşatmasında olmak üzere iki kez aşılabildi) savunma işlevinin yanında, imparatorluğun gücünü ve görkemini de yansıtıyordu  Savunma düzeni açısından Hititler'in başkenti Boğazköy'ü anımsatan duvarlar, büyük kuleler, çifte surlar ve hendeklerle güçlendirilmişti, kapılar çifte kuleler arasında yer alıyordu  Dinsel yapılar dışındaki mimarlık anıtlarının pek azı günümüze ulaşmıştır  Constantinus I (Büyük) tarafından yaptırılan ve birçok kez genişletilen Büyük Saray'dan (Daphne) bugün hiçbir iz kalmamıştır  Sultanahmet parkından Marmara denizi'ne uzanan alanı kaplayan ve içinde tören salonları, kiliseler, bahçeler, oyun yerleri bulunan bu saray XI  yy  'da terk edilmiş, yönetim kentin K  -B  'sındaki Blakhernai sarayı'na geçmiştir  Marmara kıyısında, Çatladıkapı'daki birkaç kalıntı Bukoleon ya da İustinianos evi diye bilinen saraya aittir  Blakhernai sarayı'nın yakınında bulunan Konstantinos Porp-hyrogenetos olarak adlandırılan saray (Tekfur sarayı) XI  -XII  yy  'lara tarihlendiri-lir  Yapının ikinci kat yüksekliğine kadar olan duvarları günümüzde de sağlamdır  Kısa bir süre kullanılmakla birlikte, bi-zans sarayları arasında yer alan yapılardan biri de Manganol sarayı'dır (yalnızca temelleri ve mahzenleri kaldı)  Bu saray XI  yy  'da birkaç yıl kullanıldı  Sayfiye saraylarından günümüze kalıntıları ulaşan tek yapı, Bostanoı'daki Bryas sarayı'dır  Çağdaşı arap saraylarına benzeyen bu yapı imparator Theophilos (829-842) dö-nemlndendlr  istanbul'un gereksinimini karşılayacak su düzeninin yapımı Roma imparatoru Hadrianus zamanında başlamıştı (117 -138)  Valens döneminden su kemerleri de (Bozdoğan kemeri ya da Valens kemeri) Bizans ve Osmanlı dönemlerinde onarılarak kullanıldı  Bizanslılar'ın başlıca uğraşlarından biri de kente su sağlamaktı  Suyu gündelik işlerde, çeşme ve hamamlarda, ayrıca yangınlara karşı mücadelede kullanıyorlardı  Bununla birlikte kent birkaç kez korkunç yangınlara sahne oldu  Trakya'da Gûmüşpınar ve Keçigerme gibi yerlerde görülen kemer parçalan da aslında istanbul'a su getiren düzenin birer parçasıydı  Çoğu IV  yy  'a ait olan bu yapıların istanbul'a en yakını Eyüp'teki Mazlum kemerl'dir  Bu kemerlerle kente getirilen sular bir takım açık ve kapalı sarnıçlarda toplanıyordu  Açık hava sarnıçlarının üçü bugün de görülebilmektedir  Kent dışında, Bakırköy'deki (Hebdomon) 127 x 90 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuz, dışardan desteklerle güçlendirilmiş duvarları ve yapı tekniğiyle dikkati çeker  Kent içindeki su yapılarıysa genellikle V  yy  'dandır  Bunlardan biri Sultan-selim camisi yakınlarındaki, 152 x 152 m boyutlarında, 11 m derinliğindeki havuzdur (bugün Karagümrük stadı)  Bir baş-kasıysa Altımermer yakınlarındaki Hagios Mokios sarnıcidır  244 x 85 m boyutlarında, 15 m derinliğindeki bu sarnıcın su haznesi de 170 x 147 m ölçülerinde, 12 m derinliğindeydi  Kapalı sarnıçlar VII  yy  'da önem kazandı  Çoğu yıkılmış ya da toprakla dolmuş olan bu sarnıçların içinde pek çok sütun bulunuyordu  Buna karşılık Philoksenos sarnıcı (Binbirdlrek), aynı adlı kilisenin yanındaki Myrelalon sarnıcı, özellikle çok güzel işlenmiş sütun başlıklarıyla ilgi çeken ve İçinde günümüzde de su bulunan Yerebatan sarayı gezilebilen örneklerdir, iustinianos tarafından yaptırılan Yerebatan sarayı 140 x 70 m boyutlarındadır, İçinde 336 sütun vardır  Binbirdlrek sarnıcındaysa 224 sütun bulunur  Bizans dönemi dinsel yapıları daha az yıpranmıştır  Günümüzde de sürdürülen onarım çalışmalarında yapıların özgün mozaik ve freskleri ortaya çıkarılmaktadır  Bunların en iyi korunmuş ve önemli örnekleri Ayasofya* (Hagia Sophia) ve Ayalrini*'dir (Hagia Eirene)  Hıristiyan dinsel yapılarının en görkemlilerinden olan Ayasofya, kubbeli bir bazilika planındadır  Ayairini absida bölümündeki ikonakırıcı-lık döneminden mozaik süslemeleriyle dikkati çeker  Kentin B  'sında yer alan yunan haçı planlı, küçük boyutlu Khora manastır kilisesi (Kariye camisi), Komnenos-lar ve Palaiologoslar dönemlerinde onarılmış ve kimi eklemelerle genişletilmiştir; mozaiklerinde, Palaiologoslar dönemine özgü, hellenistik özellikte manzaralar üzerine isa ve Meryem'le ilgili öyküsel üslupta konular işlenmiştir  Bu önemli yapıların yanı sıra istanbul'da çok sayıda manastır, kilise ve capella bulunuyordu  Ancak bunların büyük bir bölümü kentin Osmanlılarca alınışından önce ortadan kalkmıştı  Günümüzde gelebilen örnekler arasında Hagios ioannes Prodromos bazilikası (imrahorilyasbey camisi), Studios manas-tırı'nın bir bölümüydü (454-453)  530'ata-rihlendirilen Sergios ve Bakkhos kilisesi (Küçükayasofya camisi) merkezi planlıdır  Vlll  -X  yy  'lar arasında yaptırıldığı sanılan Kyriotissa manastır kilisesi ya da Akatalep-tos manastır kilisesi (Kalenderhane camisi) kapalı yunan haçı planındadır  Hagia Theodosia (Gül camisi) ve Hagia Thekla (Atlkmustafapaşa camisi) haç planlı örneklerdir  Bu planın daha gelişmiş bir biçimde uygulandığı yapılar arasında X  yy  'dan Myrelaion manastır kilisesi (Bodrum camisi) ve aynı yy  'dan Lips manastır kilisesi'nin K  kanadı (Fenariisa camisi), XI  yy  sonlarına tarlhlendirilen Pantepoptes manastır kilisesi (Esklimaret camisi), XII  yy  'dan Pantokrator manastır kilisesi (Zeyrek camisi) belirtilebilir  Bizans dinsel mimarlığının son dönemlerinde "dehlizli tip" diye tanımlanan bir plan türü ortaya çıkmıştır  Burada kubbeyle örtülen ana mekân üç yönden, orta kubbeden daha alçak bir dehlizle çevrilmekteydi  Lips ma-nastırı'nın G  kilisesi, Pammakaristos manastır kilisesi (Fethiye camisi) mezar ca-pellası, Hagios Theodoros kilisesi (Vefa Ki-ilse camisi) bu gruba girer, ince mimari-leriyle dikkati çeken bu yapılar XIII  yy  sonlarıyla XIV  yy  başlarına tarihlendlrilir  Hagios Andreas kilisesi'yse (Kocamusta- fapaşa camisi), bu gruptan olmakla birlikte, camiye çevrilirken yeni bir duvar içine alındığından, dış süslemesi özelliklerini yitirmiştir  Bizans döneminden sözü edilmesi gereken bir başka önemli yapı, 524-527 arasında Anicia Jullana adlı zengin bir prensesin Bozdoğan kemeri yakınlarında yaptırdığı Hagios Polyeuktos ba-zilikasidır Bu bazilika süslemelerinin zen-ginliğlyle, birkaç yıl sonra Ayasofya'nın inşası sırasında lustinianos'u etkilemiş ve daha zengin bezemeler kullanmaya yöneltmiştir  • Türk dönemi, istanbul Bizans döneminde hıristiyan dünyasının kültürel ve dinsel merkezi olarak önemini korurken, osmanlı döneminde de islam dünyasının merkezi, türk-islam kültür ve sanatının odak noktası oldu  Oysa Osmanlılar Bizans'tan büyük ölçüde yıkılmış, bakımsız ve nüfusu azalmış bir kent teslim almışlardı  Mehmet II, öncelikle Anadolu'dan ve Rumeli'den getirilen göçmenlerle nüfusu artırdı, ardından bayındırlık çalışmalarını başlattı  Türk -islam yaşamının gerektirdiği cami, mescit, çeşitli vakıflar, hamam, çarşı, bedesten, han ve kervansarayların yapımına girişildi, su düzeni ve surlar elden geçirildi  Bu arada Akdeniz çevresindeki toplumların durumu incelendi, bu ülkelerin sanatçıları İstanbul'a çağrıldı, Mehmet II batılı krallar gibi portrelerini yaptırdı   Sanat ve bilime önem veren sultanın kurdurduğu Fatih küliyesi dinbilim, hukuk, tıp alanlarında eğitim veren bir üniversite konumundaydı  Ayrıca bu külliye türk mimarlığında Anadolu'da görülmeyen büyük boyutlu yapılar topluluğunun öncüsüdür  Osmanlı sanatı istanbul'da oluşmuş, etkileri imparatorluğun her yanına yayılmıştır  XVI  yy  'dan sonra da hassa mimarları, imparatorluğun her bir yanına istanbul'da belirlenen kuralları aktarmış, buralarda baş-kenttekine benzer yapılar gerçekleştirilmiştir  Ekrem Hakkı Ayverdi Mehmet II döneminde istanbul'da 184 kadar cami ve mescit, 24 medrese, 32 hamam, 12 bedesten ve han, saraylar ve evler yaptırıldığını bildirir  Ancak bunların birçoğu zamanla ortadan kalkmıştır  • Camiler, istanbul'un alınmasından sonra yaptırılan ilk camiler, daha önce iznik Bursa ve Edirne'de gerçekleştirilen ters T (yan mekânlı, zaviyeli) camiler planındadır  Mahmutpaşa* (1462) ve Muratpaşa" (1471) külliyelerinin camileri bu türün örnekleridir  Bayezit ll'nln sadrazamlarından Davut Paşa'nın yaptırdığı Davutpaşa* kül-llyesi'nin camisinde de aynı plan uygulanmıştır (1485)  Çemberlitaş'taki Atikalipaşa külliyesi'nin camisi (1486/1497) ters T planlı Bursa üslubundan klasik üsluba geçişi belirleyen önemli bir yapıdır  Edirnekapı yolu üzerindeki Atikalipaşa camisi'nin tarihi ise bilinmemektedir  XVIII  yy  'da yapının son cemaat yeri bir depremle yıkılmıştır  Bu plan son olarak Okmeydanı-Kasım-paşa arasındaki Piyalepaşa camisi'nde uygulanmıştır (1573)  Osmanlı sultanları kendi adlarına değişik işlevleri olan yapılardan oluşan selatin külliyeleri inşa ettirmişlerdir Bunların istanbul'daki ilk önemli örneği Fatih* külli-yesi'dir (1463-1470)  Sinanettin Yusuf bin Abdullah'ın (Sinanı Atik) eseri olan bu anıtsal külliyenin ağırlık merkezini cami oluşturur, öteki yapılar bakışık bir düzen içinde onun çevresinde yer alır  Camide, dönemin en önemli gelişmesi olarak yarım kubbeler başarıyla uygulanmıştır  Bayezit" külliyesi istanbul'un ikinci büyük yapılar topluluğudur (1501-1506)  Yakup Şah bin Sultan Şah'ın Bayezit II İçin yaptığı bu külliyede, caminin ana kubbesi, iki yarım ve yanlarda dörder küçük kubbeyle desteklenmiş, böylece Fatih camisi'nden daha gelişmiş bir örtü düzeni elde edilmiştir  Avlu yönündeki köşelere yerleştirilen tabha-ne odalarıyla Bursa camilerinde görülen ters T planı görünümü kazanmıştır  Fatih külliyesi'nin tersine, öteki yapıların yerleştirilmesinde belirli bir düzen gözetilmemiş-tir  Sultanselim külliyesi'nin (1522-1526/1527) camisinde, ana mekân Edirne'deki Üçşerefeli cami'ninkinden daha büyük bir kubbeyle örtülmesine karşılık, kubbe tüm ağırlığıyla duvarlara oturduğundan anıtsal etki zayıflamıştır  Abartılı ölçüde yüksek olan minareleri tabhanelerin avluyla birleştiği açılara yerleştirilmiştir   Süleyman l'in (Kanuni), Mimar Sinan'a yaptırdığı Şehzade külliyesi (1544-1548), sanatçının gelişimini yansıtan üç büyük anıttan biridir  Sinan'ın üslubunu yansıtan camide, Bayezit camisi'yle Üsküdar Mihrimah-sultan camisi'nin planları geliştirilmiş, ana kubbe yanlarda dört yarım kubbe, köşelerde birer küçük kubbeyle desteklenerek merkezi bir yapı elde edilmiştir  Kentin en görkemli ve önemli anıtı olan Süleymaniye külliyesi'yse (1550-1557), yapılarının çokluğu, bunların alana yerleştirilmelerin-deki ustalığı, özenli işçiliği ve mimarisiyle dikkati çeker  Tüm yapılara olgunluk, yalınlık ve uyum egemendir  Caminin ana mekânında merkezi kubbe, K  ve G  'den yarım kubbelerle desteklenmiş, D  ve B/sına, üçer kubbeli, farklı boyutlarda bölümler eklenerek, aydınlık, ferah bir iç görünüm sağlanmıştır  Ahmet I tarafından Se-defkâr Mehmet Ağa'ya yaptırılan Sultanahmet* külliyesi (1609-1617), XVII  yy  Osmanlı mimarlığına damgasını vurmuş bir başyapıttır  Klasik üslupta olmakla birlikte, getirdiği yeniliklerle türk mimarisinde önemli bir yeri vardır  Özellikle caminin, yanında yer aldığı Ayasofya'dan daha görkemli olmasına özen gösterilmiştir  Kubbe düzeni ve planıyla  Mimar Sinan'ın Şehzade camisi'ni örnek almakla birlikte, içte dört yivli sütuna oturan ana kubbesi, yanlarda sivri kemerlerin taşıdığı yarım kubbeli mekânlarıyla farklı bir görünüm elde edilmiştir  Ayrıca tüm duvarları kaplayan iznik çinileri nedeniyle özellikle Ba-tı'da Mavi cami diye tanınır  Kentin büyük yapı topluluklarından biri de Eminönü'n-deki Yenivallde* külliyesi'dir (1597-1598, 1661-1663)  Külliyenin camisi (Yeni cami), dört yarım kubbeyle desteklenen ana kubbesiyle Şehzade ve Sultanahmet camilerinin planını sürdürür, iç süsleme açısından çok zengin olan yapının en ilginç yanı, camiye bitişik ve bir rampa ile çıkılan kasrı hümayunudur  Dönemin klasik sivil mimarlığını günümüze yansıtan tek örnek olan kasır, hünkâr mahfili ile de bağlantılıdır  Klasik türk mimarlığının kentteki son büyük örneği Üsküdar'daki Yeni-valide* camisi'dir (1708-1710)  Batılı biçimlerin denenmeye başlandığı bir dönemde yapılan Nuruosmaniye camisi'nde (1748-1755/1756) ana kubbe dört kemere oturur, kasrı hümayun ve hünkâr mahfiline hafif bir rampa ile çıkılır  Kent içinde yer alan öteki başlıca büyük camiler arasında Abdülhamit l'in Beylerbeyi'nde yaptırdığı Beylerbeyi* camisi (1778), Selim III döneminden Selimiye kışlası yanındaki Selimiye camisi (1801-1805), gene bu dönemden Haliç civarında Halıcıoğlu camisi (1793), Mahmut II döneminden Nusre-tiye camisi (1822-1826), Bezmialem Valide Sultan tarafından yaptırılan Dolma-bahçe* camisi (1853), Ortaköy camisi (1854), seçmeci bir üslubun ürünü olan Aksaray Valide camisi (1871), Abdülhamit ll'nln Yıldız sarayı yakınında yaptırdığı Yıldız (Hamidiye) camisi (1886) belirtilebilir  Bu camilerin ilginç yanlarından biri, padişahın hünkâr mahfiline geçmeden önce dinlendiği ya da küçük resmi görüşmelerde bulunduğu, caminin bitişiğindeki kasrı hümayunun, özellikle Beylerbeyi camisi ile birlikte yapının içinde bir öğe olarak ele alınmasıdır  Bu yapıların dışında, osmanlı devlet önde gelenlerinin istanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırdıkları, küçük bir son cemaat yeriyle, tek kubbeli, dörtgen bir mekândan oluşan camiler vardır  Bayezit II dönemi devlet adamlarından Firuz Ağa'nın Sultanahmet'te yaptırdığı Firuzağa camisi (1491) bu türdendir  Bir başka örnek 1504/1505'te Hu-ma Hatun'un eşi Bali Paşa için yaptırdığı Ballpaşa camisi'dir (1894 depreminde çok zarar görmüş, 1938'de onarılmıştır)  Vatan caddesi üzerindeki Terkim mescidi (1505/1506), Eyüp'teki Cezerikasımpaşa camisi de (1515) bu planda yapılardır  Mimar Sinan'ın devlet önde gelenleri adına yaptığı küçük boyutlu ilk örnek, Haseki* külliyesi'dir (1538-1539)  Hadım ibrahim Paşa'nın, kendi adına Mimar Sinan'a yaptırdığı (1551) Silivrikapı'daki cami, çinile-riyle dikkati çeker  Sadrazam Kara Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a ısmarlanan Topkapı'daki Ahmetpaşa camisi'nde (1555), altı sütuna oturan büyük kubbe, dört yarım kubbeyle desteklenmiştir  Yapının kalem işi tavan süslemeleri ve son cemaat yerinde kullanılan çinileri dönemin üslubunu yansıtan önemli örneklerdir  Gene Mimar Sinan'ın eseri olan Edir-nekapı'daki Mihrimah camisi'nin (1562 -1565) minaresi ve medresesi 1719 ve 1894 depremlerinden sonra yenilendi  Sadrazam Rüstem Paşa'nın Tahtakale semtinde yaptırdığı Rüstem paşa* camisi (1561) Sinan'ın en önemli vezir yapıla-rındandır  Cami dönemin çini sanatını sergileyen bir müze görünümündedir  Yakınına gene Rüstem Paşa tarafından bir han (Çukurhan) ve medrese ekletilmiştir  Sinan tarafından gerçekleştirilen bir başka vezir camisi, Kadırga'daki Sokullu camisi'dir (1571/1572)  Avlusunu 16 hücreli ve dershaneli bir medresenin çevrelediği bu yapı da çini bezemeleriyle dikkati çeker  Sinan'ın öteki vezir camileri arasında Okemydanı'ndaki Piyalepaşa camisi (1573), Galata'daki Azapkapı (Sokullu) camisi (1577), Tophane'deki Kılıçalipaşa külliyesinin camisi (1580), Fındıklı'daki Mol-laçelebi camisi (1561), Beşiktaş'taki Sinan-paşa camisi (1553-1555), Üsküdar'daki Şemsipaşa külliyesi'nin camisi (1580) belirtilebilir  Sinan'dan sonra da vezir camilerinin yapımı sürdü  Mimar Davut Ağa' nın eseri olan Fatih'teki Mehmetağa camisi (1585) zengin süslemeli bir örnektir  1584 tarihli Cedit camisi'nin mimarının da Davut Ağa olduğu sanılmaktadır Fatih ile Edirnekapı arasındaki Mesihmehmet paşa camisi (1586), avluda şadırvanın bulunması gereken yerde yer alan açık türbe-siyle dikkati çeker  1593/1594'te Cerrah Mehmet Paşa tarafından yaptırılan Cerrahpaşa külliyesi'nin camisi de 1894 depreminde oldukça zarar görmüş, son cemaat yerinin kubbeleri çökmüştür Caminin yanında Cerrah Paşa'nın türbesinden başka, bir çeşme, Gevher Nesibe Sultan adına yaptırılan bir medrese ve son yıllarda yıkılmış bulunan bir hamam vardır XVII  yy  'la birlikte istanbul'da vezir camilerinin yapımı azalır  Bu tarihten sonra daha çok büyük medrese ve sübyan mektebi ile birleşik olarak planlanmış, küçük boyutlu, minaresiz yapılar ortaya çıkmıştır  Mimar Sinan tartından gerçekleştirilen, Yenibah-çe'deki Yavuzselim medresesi ve camisi bu türün İlk örneklerindendir   Köprülü-mehmetpaşa (XVII  yy  İkinci yarısı), Çor-lulualipaşa (1707-1708), Merzifonlukara-mustafapaşa (1681-1690), Amcazadehü-seyinpaşa (1700) külliyelerinin camileri de medrese-cami biçimindedir  Şehzadeba-şı'ndaki Damatibrahimpaşa külliyesi (1720), bu grup içinde yer alır  Seyithasan-paşa medresesi (1745) ise fevkani oluşuyla bu grup içinde farklı bir örnektir  XVIII  yy  'la birlikte Avrupa etkileri taşıyan camiler yapılır (ismailefendi camisi [1724], Hekimoğlualipaşa camisi [1732-1734], Zeynepsultan camisi [1769])  Mehmet II döneminden başlayarak İstanbul'un çeşitli kesimlerinde yaptırılan, ancak yangın ve depremler sonucu yok olan ahşap çatılı, kiremit örtülü, ya da tek kubbeli küçük mekânlardan oluşan mescitler de ayrı bir grup meydana getirir  Bunlar arasında Unkapanı'nda Yavuzersinan, Uzunçarşı' da Yavaşçaşahin, Fatih'te Yarhisari, Tah-takale'de Timurtaşağa, Süleymaniye'de Samanveren, Eğrikapı-Balat arasında Yatağan (günümüze bozulmadan ulaşmıştır), XVI  yy  'dan, Haliç sırtlarında Hacı-hasan, Şehzadebaşı'nda Burmalı, Eyüp' te Semizalipaşa ve Silahimehmetbey, Şehremini'de Odabaşı, Balat'ta Ferruh-kethüda, Yedikule'de Hacıevhat, Davutpa-şa'da Ramazanefendi, Topkapı dışında Takkeciibrahimağa, daha sonraki yüzyıllardan Karagümrük'te Dervlşali, Altımer-mer yakınlarında Tulumcuhüsam, Laleli' de Yakupağa, Beyazıt'ta Kaliçecihasan mescitleri bulunmaktadır   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #7 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)• Medreseler  Osmanlı imparatorluğu'nun ve islam dünyasının en önemli kültür ve eğitim merkezi olan istanbul'da külliyeler içinde ve bağımsız olarak pek çok medrese kurulmuştur, ilk ve büyük külliye medreseleri Fatih camisi'nin iki yanına bakışık düzende yerleştirilmiş Semaniye ve Tetimme medreseleridir  Külliye medreselerinin ikinci büyük örneği Bayezit külliyesi içinde yer alır  Bu yapı bir avlu çevresine yerleştirilmiş 19 mekândan oluşur  Şehzade külliyesi'nin medresesi Haliç yönüne yerleştirilmiştir  Süleymaniye külliyesi'nin dört medresesi caminin çevresine belirli bir düzen içinde konumlandırılmıştır   Bunlar dönemin en yetkin eğitim ve kültür kurumlarıydı  Evvel ve Sani medreseleri kubbeli revaklar ardındaki odalardan ve bir dershaneden meydana gelen klasik planda yapılardır  Benzer plandaki Rabi ve Sa-lis medreselerindeyse dershaneler bağımsız mekânlar biçiminde düzenlenmiştir  Sultanahmet külliyesi'nin medresesi orta avlu çevresinde yer alan kubbeli odalardan oluşan klasik bir örnektir  Nuruosmaniye külliyesi'nde medrese büyük tutulmuştur  Tahir Ağa'nın gerçekleştirdiği, Eminönü-Sirkeci arasındaki Abdülhamit i külliyesi'nin medresesi avlulu, iki katlı bağımsız bir yapıdır (1774-1780)  XIX  yy  'dan sonra yapılan camilerde medrese yer almaz   Daha küçük boyutlu kimi külliyelerde medreseler caminin bir parçası ya da ona ek olarak yapılmış bir mekân biçimindedir (Ahmetpaşa camisi, Sinanpaşa camisi, Mihrimah camisi, Sokullu camisi, Zal-mahmutpaşa camisi, Şemsipaşa camisi, Muratpaşa camisi, Davutpaşa camisi, Atikalipaşa camisi, Kocamustafapaşa camisi, Hafızpaşa camisi ve Hacıbeşirağa camisi medreseleri)  Tümüyle bağımsız medreselerin bir bölümüne sübyan mektebi, sebil, küçük bir mescit, kitaplık ve türbe gibi yapılar eklenmiştir  Divanyolu'nda-ki Kocasinanpaşa (1595), Bozdoğan kemeri yanındaki Gazanferağa (1599), Vez-neciler'deki Kuyucumuratpaşa (1606), gene Divanyolu'ndaki Merzifonluteramusta-fapaşa (1682-1690), Çorlulualipaşa (1708) bu gruba örnek gösterilebilir  Bu grubun en yetkin örneği olarak Amcazedehüse-yinpaşa külliyesi'nin medresesi verilebilir (1700)  Tek yapı olan medreseler arasında Cağaloğlu'ndakl Rüstempaşa (1550) ve XVIII  yy  'dan Abdülhalim (Ankaravi) medreseleri belirtilebilir  istanbul'da pek çok örneği bulunan bir başka eğitim kurumu sübyan mektepleridir (Bayezit külliyesi, Süleymaniye külliyesi, Sultanahmet külliyesi, Amcazadehüse-yinpaşa külliyesi vb  )  Bağımsız sübyan mekteplerinin bazılarına bir çeşme, sebil ya da bir türbe eklenmiştir (Kumkapı' da Kâtipsinan, Horhor'da Suphipaşa konağı karşısında Elhac Süleyman Efendi adına yapılmış çeşmenin üstündeki mektep [1729], Fındıklı'da Osman lll'ün kadını Zevki Kadın adına yaptırılan çeşmenin üstündeki mektep [1755/1756], Vefa'da Recai Mehmet Efendi'nin sebili üstündeki mektep [1767/1768], Ayasofya avlusundaki mektep [1740], Şebsefakadın camisi'nin avlu duvarı üzerindeki mektep vb  )   • Türbeler, istanbul'daki türk dönemi mimarlığının en ilginç gruplarından birini türbeler ve mezar yapıları oluşturur  Bunların bir bölümü fetihten önceki arap kuşatmaları sırasında ölenlere aittir  Bunların en önemlisi, VII  yy  'da, şehit olan ve mezarı Mehmet ll'nin hocası Akşemsettin tarafından bulunan Eyyub el-Ensari'ninkidir (Haliç bin Zeyd)  Yapı osmanlı döneminde padişahların tahta çıkarken kılıç kuşandıkları bir mekân olarak da kullanılmıştır  Bunun yanı sıra özellikle Mahmut II döneminde yaptırılmış, birçoğu empire üslupta yatır türbeleri vardır (Eğrikapida Abdullah el -Hudri, Ayvansaray'da Ebu Şeybet el -Hudrl, Ayasofya yakınında Abdurrahman el-Şaml, Ayvansaray'da Hamdullah el -Ensari ve Ahmet el-Ensari, Eminönü'nde Babacafer, Eyüp'te Zalmahmutpaşa camisi yakınlarında Ebudderda türbeleri), istanbul'un türkleşmesi ve islamlaşmasında etkili olmuş sufi ve erenler için yapılan örnekler arasında da Ebulvefa, Sümbüle-fendi, Merkezefendi, Yahyaefendi, Karaca-ahmet, Azizmahmuthüdai, Emirbuhari gibi türbeler belirtilebilir Bu yapı türünde en önemli grubu selatin türbeleri oluşturur   Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri türbe mimarisi selatin türbelerinde en yetkin konumuna ulaşmıştır  Mehmet II (Fatih), Bayezit II, Selim I (Yavuz), Süleyman I (Kanuni) kendi adlarına kurulan külliyelerin türbelerinde gömülmüşler, yanlarına ayrı türbelerde olmak üzere yakınları da konmuştur  Ancak daha sonra türbenin banisinin yanına yapılan ek mezarlarla türbe yapısı özgün görünümünü yitirmiştir, istanbul'da Mehmet ll'den sonra yaptırılan türbelerin çoğu Bursa'daki Yeşil türbe' yi örnek almış, sekizgen planlı, kubbeli yapılardır  Ancak Mimar Sinan'ın yapıtı olan türbelerde değişik şemalarla karşılaşılmaktadır  Süleymaniye camisi haziresin-deki Kanuni türbesi (1566) Sinan'ın en ilginç denemelerindendir  Osmanlı türbe mimarlığında benzersiz bir örnek olan bu yapıda sekizgen gövde yirmi sekiz sütun-lu bir revakla çevrilidir, içte de köşelerde yer alan sekiz bağımsız sütun bulunur   Yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır  Ayasofya haziresindeki Selim II, Murat III ve Mehmet III türbeleri de bu türün seçkin örnekleridir  Fatih külliyesi içindeki Mehmet II ve Gülbaharhatun türbeleri depremden zarar gördükten sonra 1766'da yeniden yapıldılar  Sultanahmet külliyesi içindeki türbede Ahmet l'den başka Osman II, Murat IV ve Köşem Mahpeyker Sultan yatmaktadır  Kare planlı, kubbeli, önü revaklı yapının duvarları dıştan mermer, içten XVII  yy  çinileriyle kaplıdır  Sultanahmet türbesi ile aynı yüzyıldan bir başka önemli türbe Valide Turhan Sultan adına yaptırılan Yenivallde külliyesi içindeki türbesldir  Kesme taştan kare planlı, kubbeli yapının abanoz ağacından kapısı fildişi ve sedef kakmalıdır  Önünde ortası kubbe, yanları tonoz örtülü revakı vardır  Mehmet IV, Mustafa II, Ahmet III, Mahmut I ve Osman lll'ün sandukaları da buradadır   Yanında Murat V'in türbesi bulunur  XVIII  yy  'ın barok üsluplu Nuruosma-niye ve Laleli camileri yanındaki türbeler İse Mustafa III ve Selim III için yaptırılmıştır  Abdülhamlt I külliyesi'nin köşesindeki mermer türbe (1789), köşeleri hafifçe pah-lanarak yuvarlatılmış kare biçimindedir iki köşeye küçük, barok üslupta çeşmeler yerleştirilmiştir  Önündeki çok geniş reva-kın sekiz sütunu ve başlıkları da abartmaya kaçmayan barok süslemelidir  Barok üsluptaki bir başka ilginç örnek Fatih külliyesi haziresindeki Nakşidilvalidesultan türbesl'dir (1817)  Daire planlı, iki katlı, mermer yapının hafif dilimli kubbesinin çevresinde payandalar ve kulecikler yer alır  Oval pencerelerin üzerindeki askıçe-lenkleı; empire üslubun belirtileridir  Divan-yolu'ndaki Mahmut II türbesi (1840) artık tümüyle empire üsluptadır  Türbede ayrıca Abdülaziz ve Abdülhamit ll'nin sandukaları bulunmaktadır  Mimar Kemalettin' in yapıtı olan Eyüp'teki Mehmet V türbesi yeniklasik üsluptadır   Sultanselim camisi' nin haziresindeki Abdülmecit türbesi ise (1865) süslemesiz, yalın bir yapıdır, istanbul'da devlet önde gelenleri için yapılmış önemli türbeler de vardır  Bunların ilk ve önemli örneklerinden biri Mahmutpaşa türbesi'dir (1473)  Aynı yüzyıldan Davutpa-şa ve Rummehmetpaşa türbeleri de belirtilmesi gereken örneklerdir  Beşiktaş'taki Barbaroshayrettlnpaşa türbesi (1541), Mimar Sinan'ın ilk eserlerindendir  Bu yüzyılın öteki önemli türbeleri arasında Ayaz-paşa, Mustafapaşa, Mimarsinan, Zalmahmutpaşa, Hüsrevpaşa, Kılıçalipaşa, Per-tevpaşa, Sinanpaşa, Gazanferağa türbeleri belirtilebilir  XVIII  yy  'da sözü edilebilecek vezir türbesi bulunmamasına karşılık, XIX  yy  'da bu grup türbeler yeniden ortaya çıkmıştır (Bayezit külliyesi haziresindeki Reşitpaşa, Cağaloğlu'nda Mahmut-nedimpaşa, Fatih'te Ahmetcevatpaşa, Hürriyeti edebiye tepesinde Mimar Kema-lettin'in yaptığı Mahmutşevketpaşa türbeleri)  • Saraylar  Mehmet ll'nin istanbul'da yaptırdığı ilk saray, Beyazıt'taki Eski saray (Sarayı atik) hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuştur  Daha sonra Sarayburnu'nda Topkapı* sarayı (Sarayı cedit, Yeni saray) yaptırıldı  Edirne sarayinın bir benzeri olan Topkapı sarayı, yüzyıllar boyunca süren eklemelerle günümüzdeki görünümünü almıştır  700 000 m2'lik bir alanı kaplayan bu saray pek çok kasır, köşk, devlet daireleri, koğuşlar, cami, kitaplık ve büyük bir mutfaktan oluşur  Saltanatın son dönemlerinde özel izin ile yabancıların ziyaretine açılan Topkapı sarayı, 3 nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü  Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde geçici olarak kullanılmak üzere özellikle Boğaziçi'nde çok sayıda saray yapıldı  Bunların ilk örneklerinden biri olan ve Üsküdar ile Haydarpaşa arasında yer alan Kavak sarayı, Selimiye kışla-sı'nın yapımı sırasında ortadan kalkmıştır  Anadolu yakasının Marmara denizi kıyısındaki Fenerbahçe ve Beykoz'daki Tokat bahçesi kasırları da zaman içinde yok olmuştur  Ahmet III döneminde Fındıklı' da Emnabad, Defterdarburnu'nda Neşat-abad, Beşiktaş ile Ortaköy arasında Gül-şenabad, Bebek'te Hümayunabad, Anadolu yakasında Çubuklu'da Feyzabad, Kanlıca'da Mihrabad, Çengelköy ile Beylerbeyi arasında Ferahabad, istavroz'da Şevkabad, Üsküdar burnunda Şerefabad kasırları yapıldı   Aldülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde, eski türk konak ve köşklerinin daha büyük birer örneği olan bu saraylar yıktırıldı ve yerlerini avrupa saraylarına özenen, osmanlı üslubuna yabancı yapılar aldı  Mahmut II döneminde yaptırılan ahşap Beşiktaş sahilsarayı Abdülmecit tarafından yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe sarayı yaptırıldı (1848 -1856)  Boğaziçi'nin Anadolu yakasındaki Beylerbeyi sarayı ise yazlık saraydır ve Abdülaziz döneminde buradaki ahşap sarayın yerine kurdurulmuştur (1865)  Gene Abdülaziz tarafından yaptırılan Çırağan sarayı (1863-1871), 1910 yangınından sonra uzun süre bakımsız kaldı (1988'de otele dönüştürülmesi çalışmaları sürüyordu)  Özellikle Abdülhamit II tarafından ilgi gören ve kullanılan Yıldız sarayı, Selim lll'ün annesi tarafından yaptırılan köşkün çevresine eklenen Şale, Malta, Çadır köşkleriyle, silahhane ve porselen atölyesinden oluşur  Haliç kıyısındaki Aynalıkavak kasrı, burada yer alan ve Mehmet II döneminden başlayarak gelişen Tersane sarayı'nın yerine kurulmuş, Ahmet III döneminde Venediklilerin armağanı olan aynalarla donanmıştır  Padişahların kısa süreli konaklamalar ve avlar için yaptırdıkları kasırlar arasında Anadolu yakasındaki Göksu kasrı, Tophane'deki Tophane kasrı, Beşiktaş'taki Ihlamur kasrı belirtilebilir  Abdülaziz'in yaptırdığı Kalender kasrı'nın ise yalnızca kalıntıları vardır  Kâğıthane kesiminde de saray, köşk ve kasırlar yer alıyordu  Ahmet lll'ün sadrazamı Damat ibrahim Paşa'nın yaptırdığı Sadabad kasrı'nın en önemli özelliği, Kâğıthane deresinden getirilen yapay kanallarla kurulan su düzeniydi  Çağlayan kasrı ise fransız sarayları örnek alınarak kurulmuştu   | 
|   | 
|  | 
|  | Cevap : İstanbul (kent) |  | 
|  03-19-2011 | #8 | 
| 
Şengül Şirin   |   Cevap : İstanbul (kent)• Hisarlar  Anadoluhisarı, Bayezit I (Yıldırım) döneminde Bizans'ın deniz ulaşımını denetlemek amacıyla yapılmıştı (XIV  yy  sonları)  Mehmet II de karşı kıyısına Rumelihisarı*'nı kurdurdu  Kuşatma sırasında Bizans'a Karadeniz'den gelebilecek yardımları kesen bu İki kale, fetihle birlikte önemlerini yitirdiler, ancak o dönemde Karadeniz'de limanları ve kaleleri bulunan Cenova'nın gemilerinin denetlenmesini sağladılar  Bir ara K  'den gelebilecek tehlikelere karşı, daha sonra da XIX  yy  sonuna değin hapishane olarak kullanıldılar  Mehmet II kenti aldıktan sonra Altın* kapinın bulunduğu yerde Yedikule hisa-rı'nı yaptırdı (1457-1458)  Dönemi İçin oldukça yabancı bir planı olan hisar yıldız biçimindeydi  Osmanlı hazinesi bir süre burada korunmuş ve hapishane olarak kullanılmıştı  XIX  yy  sonlarına değin kulelerinin üstünün ahşap çatıyla örtülü olduğu bilinen Yedikule surlarının ortasında günümüze yalnızca minaresinin kalıntıları ulaşan bir mescit ve çeşme vardı  Hisarın bugün altı kulesi ayaktadır  • Çeşmeler, sebiller, su yapıları  Mehmet II döneminde istanbul'un su düzeni onarım görmüş olmakla birlikte, bu konuda temel bayındırlık hizmetleri Süleyman I (Kanuni) döneminde gerçekleştirildi, daha sonraki padişahlar zamanında da geliştirildi  Kente Halkalı (büyük külliyelerin su gereksinimi bu şebekeyle karşılandığından Cevami-i şerife suları da denir), Kâğıthane ve Alibey dereleri çevresindeki Kırkçeşme ve Bahçeköy (Taksim) su şe-bekeleriyle getirilen sular maksemlerde (savak, taksim) toplanıyordu  Bu merkezlerden biri Eğrikapı, ötekisi Taksim mey-danı'ndaki Galata-Beyoğlu maksemleriy-di  Dönemin en önemli su yapılarından biri Mimar Sinan'ın yapıtı olan Mağlova* kemeridir  Ayrıca kentin su gereksinimini karşılamak üzere pek çok bent yaptırıldı  {-> BENTLER  ) istanbul'da osmanlı mimarlığının önemli yapılarından biri olan çeşmelerin de birçok örneği vardır  Kentin Rumeli yakasında dört yüzden fazla yazıtlı çeşme bulunmakta, bu sayı Galata, Beyoğlu, Haliç'in yukarı kesimi, Boğaziçi, Üskadar ve Ka-dıköy'dekilerle yedi yüz doksan dörde yükselmekteydi  Bunların bir bölümü bir yapının duvarına bitişik cephe çeşmeleridir  Bu türün en eski tarihli örneği Davut-paşa çeşmesi'dir (1485)  Beyazıt'ta Çadır-cılar'dakl Ahidurmuşbaba çeşmesi'nin de XV  yy  'ın ilk çeyreğinde yapıldığı sanılmaktadır  Fatih'te Şahruh (1559/1560), Âşıkpaşazade (1564/1565), Altımermer' de Fatmasultan (1573/1574), Hasekide Kethüdaaliağa (1635/1636), Süleymaniye' de Karamustafapaşa (1677/1678), Ayvansaray'da Şatırhasanağa (1692/1693), Fatih'te Feyzullahefendi (1700/1701), Kabataş'ta Selim lll'ün onarttığı Kazaskeresat-efendi, Edirnekapı'da Semizalipaşa (1565/1566), Kâğıthane'de Mirahornuha-ğa (1589/1590) ve Şehzadebaşinda ibra-himpaşa (1603/1604) çeşmeleri klasik üslupta yalın yapılardır  Lale devri'nde çeşmeler daha ince bir görünüm kazanır (Kâğıthane'de Ahmet III çeşmesi, Yenivalide külliyesinde, hazire duvarına bitişik Hati-cesultan çeşmesi)  Lale devri sonlarında barok etkili çeşmeler görülmeye başladı (Eyüp'te Mustafaağa, Sirkeci'de Zeynep-sultan çeşmeleri)  Fatih'te Vezirahmetpa-şa (1741/1742), Vilayet karşısında Hacıbe-şirağa (1756/1757) ve Nuruosmaniye camisi'nin (1756/1757) çeşmeleri ise daha iddialı yapılardır  Meydan çeşmelerinin en anıtsal ve önemli örnekleri Topkapı sarayinın önündeki alanda ve Üskadar'da yaptırılan Ahmet* III çeşmeleridir Lale devrl'nin estetik anlayışını başarıyla yansıtan bu yapıların ardından Mahmut I döneminden Tophane çeşmesi (1732), Azapkapı'daki Salihasultan çeşmesi (1732/1733), Küçük-su'daki Mihrişahvalidesultan çeşmesi (1806/1807), son dönem meydan çeşmelerinin en anıtsal örneği olan Beşiktaş -Maçka arasındaki Bezmiâlemvalidesultan çeşmesi (1839/1840), Halıcıoğlu'ndaki Hüsrevpaşa çeşmesi (1843), Kâğıthane' deki (1892/1893) ve Yıldız-Balmumcu arasındaki (1888/1889) Abdülhamit II çeşmeleri belirtilebilir  Sultanahmet meydanı'n-daki Alman* çeşmesi ise (1901), türk sanatına yabancı, özgün bir anıttır, istanbul dışındaki kentlerde pek az rastlanan sebiller arasında da Dolmabahçe'dekl Ha-cıeminağa sebili (1644), Kabataş'ta Setüs-tü'ndeki Kocayusufpaşa sebili (1787), Eyüp'teki Validemlhrişah sebili (1796) ve Fatih'teki Nakşldilvalidesultan sebili (1809) sayılabilir  • Hamamlar, istanbul'da hemen hemen her külliye için bir hamam yapılmıştı  Bunlar çoğunlukla çifte hamam planındaydı  Mahmutpaşa külliyesi'nin 1466 tarihli hamamı, büyük kubbeli soyunma bölümü ve her biri farklı süslemell çeşitli küçük kubbelerin çevrelediği sekizgen planlı sıcaklık bölümüyle dlkati çeker  Bayezit II' nln eşi Gülbahar Hatun'un Trabzon'daki imaretinin vakfiyesi olan Bayezit hamamı XVI  yy  başlarından kalma anıtsal bir yapıdır  Mimar Sinan'ın gerçekleştirdiği iki önemli örnekse Çemberlltaş hamamı'yla Haseki* (Ayasofya) hamamı'dır  Kaynaklara göre Sinan istanbul'da kent içinde, Üskadar, Galata ve Boğaziçi'nde 23 hamam yapmıştır  Bunlardan Zeyrek'tekl Çinili hamam renkli mermer süslemeli şadırvanı, duvarlarının üst bölümünü kaplayan çinileriyle ünlüdür  Kentin son büyük boyutlu hamamı, Yerebatan sarayı yakınındaki Cağaloğlu hamamı'dır (1740)  • Bedestenler, büyük çarşılar, arastalar, işlek bir ticaret merkezi olan istanbul'da, türk dönemi ticaret yaşamının ana yapılarını, yangın tehlikesine karşı taştan yapılmış bedestenler oluşturur  Bunların İlk örneği Mehmet II döneminden iç bedes-ten'dir (Bedesteni atik)  Yapı tuğla kemerlere oturan on beş kubbeyle örtülüdür  D  'suna daha sonra Sandal bedesteni eklenmiştir  Bu yapı kubbe sayısı açısından türk mimarisinin en büyük bedesteni sayılır (on iki ayağa oturan yirmi kubbeyle örtülüdür)  Bu bedestenlerin çevresinde yer alan ahşap dükkânların arasında kalan yollar tonozlarla örtülerek bugünkü Kapalıçarşı oluşturulmuştur  Bu arada çevredeki pek çok han da Kapalıçarşı'ya katılmıştır (Sarnıçlı, Alipaşa, Paçavracı, Camili, Çuhacı, Baltacı, Yağcı, Sorguçlu, imameli, Kebeci, Zincirli vd  )  Genellikle büyük külliyelerin çevrelerinde bulunan arastaların İstanbul'daki en ünlü örnekleri arasında Süleymaniye camisi'nin yanındaki ile Sultanahmet camisi'nin arkasındaki arastalar belirtilebilir  Sultanahmet camisi'nin arastası günümüzde onarılarak Sipahiler çarşısı adını almıştır  Yenivalide külliyesi'nin arastası ise Mısırçarşısı'dır  • Hanlar, kervansaraylar  Mehmet II döneminden başlayarak istanbul'da pek çok kent içi han yaptırılmıştır  (- • Medreseler  Osmanlı imparatorluğu'nun ve islam dünyasının en önemli kültür ve eğitim merkezi olan istanbul'da külliyeler içinde ve bağımsız olarak pek çok medrese kurulmuştur, ilk ve büyük külliye medreseleri Fatih camisi'nin iki yanına bakışık düzende yerleştirilmiş Semaniye ve Tetimme medreseleridir  Külliye medreselerinin ikinci büyük örneği Bayezit külliyesi içinde yer alır  Bu yapı bir avlu çevresine yerleştirilmiş 19 mekândan oluşur  Şehzade külliyesi'nin medresesi Haliç yönüne yerleştirilmiştir  Süleymaniye külliyesi'nin dört medresesi caminin çevresine belirli bir düzen içinde konumlandırılmıştır  Bunlar dönemin en yetkin eğitim ve kültür kurumlarıydı  Evvel ve Sani medreseleri kubbeli revaklar ardındaki odalardan ve bir dershaneden meydana gelen klasik planda yapılardır  Benzer plandaki Rabi ve Sa-lis medreselerindeyse dershaneler bağımsız mekânlar biçiminde düzenlenmiştir  Sultanahmet külliyesi'nin medresesi orta avlu çevresinde yer alan kubbeli odalardan oluşan klasik bir örnektir  Nuruosmaniye külliyesi'nde medrese büyük tutulmuştur  Tahir Ağa'nın gerçekleştirdiği, Eminönü-Sirkeci arasındaki Abdülhamit i külliyesi'nin medresesi avlulu, iki katlı bağımsız bir yapıdır (1774-1780)  XIX  yy  'dan sonra yapılan camilerde medrese yer almaz  Daha küçük boyutlu kimi külliyelerde medreseler caminin bir parçası ya da ona ek olarak yapılmış bir mekân biçimindedir (Ahmetpaşa camisi, Sinanpaşa camisi, Mihrimah camisi, Sokullu camisi, Zal-mahmutpaşa camisi, Şemsipaşa camisi, Muratpaşa camisi, Davutpaşa camisi, Atikalipaşa camisi, Kocamustafapaşa camisi, Hafızpaşa camisi ve Hacıbeşirağa camisi medreseleri)  Tümüyle bağımsız medreselerin bir bölümüne sübyan mektebi, sebil, küçük bir mescit, kitaplık ve türbe gibi yapılar eklenmiştir  Divanyolu'nda-ki Kocasinanpaşa (1595), Bozdoğan kemeri yanındaki Gazanferağa (1599), Vez-neciler'deki Kuyucumuratpaşa (1606), gene Divanyolu'ndaki Merzifonluteramusta-fapaşa (1682-1690), Çorlulualipaşa (1708) bu gruba örnek gösterilebilir  Bu grubun en yetkin örneği olarak Amcazedehüse-yinpaşa külliyesi'nin medresesi verilebilir (1700)  Tek yapı olan medreseler arasında Cağaloğlu'ndakl Rüstempaşa (1550) ve XVIII  yy  'dan Abdülhalim (Ankaravi) medreseleri belirtilebilir  istanbul'da pek çok örneği bulunan bir başka eğitim kurumu sübyan mektepleridir (Bayezit külliyesi, Süleymaniye külliyesi, Sultanahmet külliyesi, Amcazadehüse-yinpaşa külliyesi vb  )  Bağımsız sübyan mekteplerinin bazılarına bir çeşme, sebil ya da bir türbe eklenmiştir (Kumkapı' da Kâtipsinan, Horhor'da Suphipaşa konağı karşısında Elhac Süleyman Efendi adına yapılmış çeşmenin üstündeki mektep [1729], Fındıklı'da Osman lll'ün kadını Zevki Kadın adına yaptırılan çeşmenin üstündeki mektep [1755/1756], Vefa'da Recai Mehmet Efendi'nin sebili üstündeki mektep [1767/1768], Ayasofya avlusundaki mektep [1740], Şebsefakadın camisi'nin avlu duvarı üzerindeki mektep vb  )   • Türbeler, istanbul'daki türk dönemi mimarlığının en ilginç gruplarından birini türbeler ve mezar yapıları oluşturur  Bunların bir bölümü fetihten önceki arap kuşatmaları sırasında ölenlere aittir  Bunların en önemlisi, VII  yy  'da, şehit olan ve mezarı Mehmet ll'nin hocası Akşemsettin tarafından bulunan Eyyub el-Ensari'ninkidir (Haliç bin Zeyd)  Yapı osmanlı döneminde padişahların tahta çıkarken kılıç kuşandıkları bir mekân olarak da kullanılmıştır  Bunun yanı sıra özellikle Mahmut II döneminde yaptırılmış, birçoğu empire üslupta yatır türbeleri vardır (Eğrikapida Abdullah el -Hudri, Ayvansaray'da Ebu Şeybet el -Hudrl, Ayasofya yakınında Abdurrahman el-Şaml, Ayvansaray'da Hamdullah el -Ensari ve Ahmet el-Ensari, Eminönü'nde Babacafer, Eyüp'te Zalmahmutpaşa camisi yakınlarında Ebudderda türbeleri), istanbul'un türkleşmesi ve islamlaşmasında etkili olmuş sufi ve erenler için yapılan örnekler arasında da Ebulvefa, Sümbüle-fendi, Merkezefendi, Yahyaefendi, Karaca-ahmet, Azizmahmuthüdai, Emirbuhari gibi türbeler belirtilebilir Bu yapı türünde en önemli grubu selatin türbeleri oluşturur  Türkler'in Orta Asya'dan getirdikleri türbe mimarisi selatin türbelerinde en yetkin konumuna ulaşmıştır  Mehmet II (Fatih), Bayezit II, Selim I (Yavuz), Süleyman I (Kanuni) kendi adlarına kurulan külliyelerin türbelerinde gömülmüşler, yanlarına ayrı türbelerde olmak üzere yakınları da konmuştur  Ancak daha sonra türbenin banisinin yanına yapılan ek mezarlarla türbe yapısı özgün görünümünü yitirmiştir, istanbul'da Mehmet ll'den sonra yaptırılan türbelerin çoğu Bursa'daki Yeşil türbe' yi örnek almış, sekizgen planlı, kubbeli yapılardır   Ancak Mimar Sinan'ın yapıtı olan türbelerde değişik şemalarla karşılaşılmaktadır  Süleymaniye camisi haziresin-deki Kanuni türbesi (1566) Sinan'ın en ilginç denemelerindendir  Osmanlı türbe mimarlığında benzersiz bir örnek olan bu yapıda sekizgen gövde yirmi sekiz sütun-lu bir revakla çevrilidir, içte de köşelerde yer alan sekiz bağımsız sütun bulunur  Yanında Hürrem Sultan'ın türbesi vardır  Ayasofya haziresindeki Selim II, Murat III ve Mehmet III türbeleri de bu türün seçkin örnekleridir  Fatih külliyesi içindeki Mehmet II ve Gülbaharhatun türbeleri depremden zarar gördükten sonra 1766'da yeniden yapıldılar  Sultanahmet külliyesi içindeki türbede Ahmet l'den başka Osman II, Murat IV ve Köşem Mahpeyker Sultan yatmaktadır  Kare planlı, kubbeli, önü revaklı yapının duvarları dıştan mermer, içten XVII  yy  çinileriyle kaplıdır  Sultanahmet türbesi ile aynı yüzyıldan bir başka önemli türbe Valide Turhan Sultan adına yaptırılan Yenivallde külliyesi içindeki türbesldir  Kesme taştan kare planlı, kubbeli yapının abanoz ağacından kapısı fildişi ve sedef kakmalıdır  Önünde ortası kubbe, yanları tonoz örtülü revakı vardır  Mehmet IV, Mustafa II, Ahmet III, Mahmut I ve Osman lll'ün sandukaları da buradadır  Yanında Murat V'in türbesi bulunur  XVIII  yy  'ın barok üsluplu Nuruosma-niye ve Laleli camileri yanındaki türbeler İse Mustafa III ve Selim III için yaptırılmıştır  Abdülhamlt I külliyesi'nin köşesindeki mermer türbe (1789), köşeleri hafifçe pah-lanarak yuvarlatılmış kare biçimindedir iki köşeye küçük, barok üslupta çeşmeler yerleştirilmiştir  Önündeki çok geniş reva-kın sekiz sütunu ve başlıkları da abartmaya kaçmayan barok süslemelidir  Barok üsluptaki bir başka ilginç örnek Fatih külliyesi haziresindeki Nakşidilvalidesultan türbesl'dir (1817)  Daire planlı, iki katlı, mermer yapının hafif dilimli kubbesinin çevresinde payandalar ve kulecikler yer alır  Oval pencerelerin üzerindeki askıçe-lenkleı; empire üslubun belirtileridir  Divan-yolu'ndaki Mahmut II türbesi (1840) artık tümüyle empire üsluptadır  Türbede ayrıca Abdülaziz ve Abdülhamit ll'nin sandukaları bulunmaktadır  Mimar Kemalettin' in yapıtı olan Eyüp'teki Mehmet V türbesi yeniklasik üsluptadır  Sultanselim camisi' nin haziresindeki Abdülmecit türbesi ise (1865) süslemesiz, yalın bir yapıdır, istanbul'da devlet önde gelenleri için yapılmış önemli türbeler de vardır  Bunların ilk ve önemli örneklerinden biri Mahmutpaşa türbesi'dir (1473)  Aynı yüzyıldan Davutpa-şa ve Rummehmetpaşa türbeleri de belirtilmesi gereken örneklerdir  Beşiktaş'taki Barbaroshayrettlnpaşa türbesi (1541), Mimar Sinan'ın ilk eserlerindendir  Bu yüzyılın öteki önemli türbeleri arasında Ayaz-paşa, Mustafapaşa, Mimarsinan, Zalmahmutpaşa, Hüsrevpaşa, Kılıçalipaşa, Per-tevpaşa, Sinanpaşa, Gazanferağa türbeleri belirtilebilir  XVIII  yy  'da sözü edilebilecek vezir türbesi bulunmamasına karşılık, XIX  yy  'da bu grup türbeler yeniden ortaya çıkmıştır (Bayezit külliyesi haziresindeki Reşitpaşa, Cağaloğlu'nda Mahmut-nedimpaşa, Fatih'te Ahmetcevatpaşa, Hürriyeti edebiye tepesinde Mimar Kema-lettin'in yaptığı Mahmutşevketpaşa türbeleri)  • Saraylar  Mehmet ll'nin istanbul'da yaptırdığı ilk saray, Beyazıt'taki Eski saray (Sarayı atik) hiçbir iz bırakmaksızın yok olmuştur  Daha sonra Sarayburnu'nda Topkapı sarayı (Sarayı cedit, Yeni saray) yaptırıldı  Edirne sarayinın bir benzeri olan Topkapı sarayı, yüzyıllar boyunca süren eklemelerle günümüzdeki görünümünü almıştır  700 000 m2'lik bir alanı kaplayan bu saray pek çok kasır, köşk, devlet daireleri, koğuşlar, cami, kitaplık ve büyük bir mutfaktan oluşur  Saltanatın son dönemlerinde özel izin ile yabancıların ziyaretine açılan Topkapı sarayı, 3 nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu kararıyla müzeye dönüştürüldü  Osmanlı imparatorluğu'nun son dönemlerinde geçici olarak kullanılmak üzere özellikle Boğaziçi'nde çok sayıda saray yapıldı  Bunların ilk örneklerinden biri olan ve Üsküdar ile Haydarpaşa arasında yer alan Kavak sarayı, Selimiye kışla-sı'nın yapımı sırasında ortadan kalkmıştır  Anadolu yakasının Marmara denizi kıyısındaki Fenerbahçe ve Beykoz'daki Tokat bahçesi kasırları da zaman içinde yok olmuştur  Ahmet III döneminde Fındıklı' da Emnabad, Defterdarburnu'nda Neşat-abad, Beşiktaş ile Ortaköy arasında Gül-şenabad, Bebek'te Hümayunabad, Anadolu yakasında Çubuklu'da Feyzabad, Kanlıca'da Mihrabad, Çengelköy ile Beylerbeyi arasında Ferahabad, istavroz'da Şevkabad, Üsküdar burnunda Şerefabad kasırları yapıldı  Aldülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde, eski türk konak ve köşklerinin daha büyük birer örneği olan bu saraylar yıktırıldı ve yerlerini avrupa saraylarına özenen, osmanlı üslubuna yabancı yapılar aldı  Mahmut II döneminde yaptırılan ahşap Beşiktaş sahilsarayı Abdülmecit tarafından yıktırılarak yerine bugünkü Dolmabahçe sarayı yaptırıldı (1848 -1856)  Boğaziçi'nin Anadolu yakasındaki Beylerbeyi sarayı ise yazlık saraydır ve Abdülaziz döneminde buradaki ahşap sarayın yerine kurdurulmuştur (1865)  Gene Abdülaziz tarafından yaptırılan Çırağan sarayı (1863-1871), 1910 yangınından sonra uzun süre bakımsız kaldı (1988'de otele dönüştürülmesi çalışmaları sürüyordu)  Özellikle Abdülhamit II tarafından ilgi gören ve kullanılan Yıldız sarayı, Selim lll'ün annesi tarafından yaptırılan köşkün çevresine eklenen Şale, Malta, Çadır köşkleriyle, silahhane ve porselen atölyesinden oluşur  Haliç kıyısındaki Aynalıkavak* kasrı, burada yer alan ve Mehmet II döneminden başlayarak gelişen Tersane sarayı'nın yerine kurulmuş, Ahmet III döneminde Venediklilerin armağanı olan aynalarla donanmıştır  Padişahların kısa süreli konaklamalar ve avlar için yaptırdıkları kasırlar arasında Anadolu yakasındaki Göksu kasrı, Tophane'deki Tophane kasrı, Beşiktaş'taki Ihlamur kasrı belirtilebilir  Abdülaziz'in yaptırdığı Kalender kasrı'nın ise yalnızca kalıntıları vardır  Kâğıthane kesiminde de saray, köşk ve kasırlar yer alıyordu  Ahmet lll'ün sadrazamı Damat ibrahim Paşa'nın yaptırdığı Sadabad kasrı'nın en önemli özelliği, Kâğıthane deresinden getirilen yapay kanallarla kurulan su düzeniydi  Çağlayan kasrı ise fransız sarayları örnek alınarak kurulmuştu  kaynak:2-cilt:10 • Kitaplıklar  Osmanlı mimarlığında bağımsız ya da bir külliyenin parçası olarak kitaplıkların yapılması XVII  yy  'da başladı  Vakıf niteliği taşıyan bu kitaplıklar arasında bilinen en eski örnek Köprülü kltap-lığı'dır (1661)  Amcazadehüseyinpaşa külliyesi içinde de bir kitaplık bulunmaktadır  Bir cami içinde yer alan kitaplıklara verilebilecek en ilginç örnek, Süleymaniye camisi'nin yanındaki, barok üslupta dökme tunç parmaklıkla ayrılmış olanıdır (1751/1752)  XVIII  yy  'da kitaplık mimarlığında bezemenin yoğunlaştığı görülür (Fatih'te Feyzullahefendi, Vefa'da Şehita-lipaşa [1715], Hekimoğlualipaşa külliyesi camisi'nin dış avlu kapısı üzerindeki kitaplıklar)  Mahmut I döneminde Ayasofya'nın destek payandaları arasına yaptırılan kitaplık (Ayasofya* Mahmut I kitaplığı) ve Vefa'daki Atıfefendi kütüphanesi bu türün dikkate değer örnekleridir  Reisülküttap Mustafa Efendi'nin Sultanhamam'da yaptırdığı kitaplıksa (1741/1742) günümüzde ticarethaneye dönüştürülmüştür  Büyük külliye kitaplıklarının son örnekleriyse Nu-ruosmaniye ve Hamidiye kitaplıklarıdır  • Anıtlar, istanbul'daki osmanlı dönemi anıtlarından biri Topkapı sarayı'nın Babı hümayun kapısından sağa inen yolun üzerindeki Lahana anıtı'dır (1790)  Laha-nacı ocağından yetişen Selim III tarafından dikilen anıt, tepesinde lahana kabartması bulunan dört köşe mermer sütundan oluşur  Cepheleri kabartma çiçek bezemelidir  Yanındaki Bamya anıtı ise Bam-yacılar ocağından yetişen Mahmut II tarafından yaptırılmıştır (1811)  Kabataş iskelesinin yapımı üzerine Abdülmecit tarafından diktirilen Hadika (1851), dört köşeli bir sütun biçimindedir  1969'da onarılan anıtın cephelerinde İskelenin yararları anlatılmakta, Ahmet Ziver Paşa'nın padişahı öven dizeleri ve yapım yazıtı yer almaktadır  Hürriyeti edebiye tepesindeki Abldei* hürriyet, mimar Muzaffer Bey tarafından 31 mart şehitlerinin anısına dikildi (1909)  Fatih parkı İçindeki Tayyare şehitleri anıtı, türk havacılık tarihinin ilk şehitleri olan Fethi, Sadık ve Nuri beyler için yapıldı (1916)  Mimar Vedat Bey'in (Tek) yapıtı olan anıt işlemeli mermer kaide üzerinde havacıların yarım kalan yolculuklarını simgeleyen kırık bir sütundan oluşur  Sarayburnu'nda, Heinrich Krlppel'in yapıtı olan Atatürk anıtı, Cumhuriyet'ten sonra yaptırılan ilk Atatürk heykelidir (1926)  Taksim'dekl Cumhuriyet* anıtı'ysa italyan heykelci Ca-nonica'nın ürünüdür  Beşiktaş meydanı'n-da, Deniz müzesi karşısındaki Barbaros anıtı Ali Hadi Bara ve Zühtü Müridoğlu: nun ortak yapıtıdır (1944)  Dört basamakla çıkılan tunç anıtta Barbaros Hayrettin Paşa ve leventleri betimlenmiştir  istanbul Üniversitesi bahçesindeki Atatürk gençlik anıtı'ysa Yavuz Görey'in bir çalışmasıdır (1955)  Anıtta Atatürk üniversite gençliği arasında gösterilmektedir  Bunların yanı sıra Bakırköy'de Kenan Yontuç'un, Eyüp ve Büyükada'da Zühtü Müridoğlu'nun Atatürk heykelleri belirtilebilir  Çumhuri-yet'in kuruluşunun ellinci yılında istanbul Belediyesi'nce kentin çeşitli kesimlerine yaptırılan heykellerin önemli bir bölümünün yeri sonradan değiştirilmiştir  • Müzeler  Kentte dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan kuruluşlar bulunmaktadır (istanbul Arkeoloji müzeleri, Topkapı sarayı müzesi, Türk ve islam eserleri müzesi)  [- • ARKEOLOJİ, istanbul'un yerleşme alanları içindeki kesimlerde, sürekli yapılaşmadan doğan bozulma yüzünden tarihöncesi dönemleri aydınlatacak araştırma ve kazı yapılamadı  Ancak yerleşme dışı bölgelerde gerçekleştirilen çalışmalarda önemli sonuçlar alındı  Küçükçekmece gölünün K  ucundaki Yarımburgaz* mağarası'nda yapılan çalışmalarda (1927 Prof  R  Ho-vasse, 1964-1965 Prof  Ş  A  Kansu, Prof  K  Kökten, N  Dolunay, 1986 ve sonrası M  Özdoğan, Alpaslan Koyunlu), istanbul'un yanı sıra bölgenin tarihöncesi dönemine ışık tutan ve Yontmataş dönemine değin inen buluntular elde edildi  Ayrıca Bostancı deresi sekisi İle içerenköy arasındaki kaya sığınaklarında, Uzunça- yır ve Kurbağalıdere sekilerinde, istanbul boğazı'nın Anadolu kıyısındaki Küçüksu, Mahmutşevketpaşa deresi vadilerinde de araştırmalar yapıldı  Fikirtepe'de (1952 -1954 K  Bittel, H  Çambel) Yontmataş döneminden aletler bulundu  Pendik'te (1961 Ş  A  Kansu, 1963 istanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü) bu dönemden bir açık hava yerleşmesi saptandı, istanbul Üniversitesi prehistorya kürsüsü ile istanbul Arkeoloji müzeleri'nin ortak çalışmalarında Büyükgöksu ve Küçükgöksu derelerinin yukarı kesimlerinde, Ümraniye' nin K  'indeki sığ vadilerde çakmak taşından aletler ele geçti  Ümraniye ile Dudul-lu arasındaki bölgede on üç buluntu yeri belirlendi  1980'den başlayarak Doç  M  Özdoğan yönetiminde yapılan yüzey araştırmalarındaysa Büyükçekmece gölünün K  'inde, Eskice sırtı ile Kolağası arasında, Terkos golüyle Kilyos arasındaki bölgede (Ağaçlı, Gümüşdere, Yassıören) Levallois, Moustier, Aurlgnac endüstrileri türünde yongalar, uçlar, kazıyıcılar, dilgi-ler vb  aletler ele geçti  Bakırtaş dönemi buluntularıysa Yarımburgaz* mağarası, Fikirtepe*, Pendik*, Tuzla* (1958 N  Fıratlı, 1965 Ş  A  Kansu), Silivri yakınındaki Kanallıköprü* höyüğü'nde (1959-1962 Ş  A  Kansu) yoğunlaşmaktadır  Kentin tarihsel çağlarına İlişkin araştırma ve kazılarsa yerleşim bölgeleri içinde yer almıştır  Bunlar daha çok kentin İlk kurulduğu kesimdedir ve yeni yapıların temel tazıları sırasında ortaya çıkan buluntular sonucu başlatılmıştır  Divanyolu -Firuzağa camisi ve Adalet sarayı arasındaki alanda (bugün açık hava müzesi görünümündedir), istanbul Arkeoloji müzeleri ile Alman arkeoloji enstitüsü'nün birlikte düzenledikleri kazılarda (1963-1964) bizans döneminden bir sarayın, duvarları absidalı büyük salonu ortaya çıkarıldı  Lausos sarayı'na ait olduğu sanılan salon Geç bizans döneminde sarnıca dönüştürülmüş, Osmanlılar zamanında da su deposu olarak kullanılmıştı   Ayrıca bu kesimde ünlü Mese caddesl'nln mermer döşemeleri ve yanlarında yer alan dükkânların kalıntıları bulundu  Çemberlitaş'taki Darüşşafaka işhanı'nın temel kazısında (1963), birçok yapı kalıntısı, mezar taşları, heykeller, lahitler, sikkeler seramikler ele geçti  Saraçhane'deki yeraltı geçidinin yapımı sırasında da VI  yy  'dan Haglos Pol-yeuktos klllsesi'nln kalıntıları ortaya çıkarıldı  Burada istanbul Arkeoloji müzeleri İle D  Oaks'ın yaptığı kazılar 1968'de son buldu, üç sahınlı, kare planlı kilisenin planı belirlendi  Belediye sarayı'nın yapımında, bizanslı köylülerin betimlendiği bir mozaik bulundu  Beyazıt, Cağaloğlu, Mahmutpaşa kesimlerinde de birçok bizans sarnıcı ortaya çıkarıldı (1965-1966)  Şişhane' de (1968) ve Vezneciler yakınında (1975) bulunan sarnıçlar da bu dönemde su yapılarına verilen önemi vurgulamaktadır, istanbul Arkeoloji müzeleri'ne ek bina yapılması çalışmaları sırasında, Topkapı sarayı'nın birinci avlusundaki temel kazılarında kentin kuruluş evresine ilişkin önemli buluntular elde edildi ve bu kesimin ak-ropolis olduğu belirlendi (1968)  Şehzade-başı'ndaki Kalenderhane camisi'nde (Atataleptos manastırı kilisesi) yapılan araştırma ve restorasyon çalışmalarında (1966-1972), burasının latin işgali sırasında Fransisken rahipleri tarafından kullanılan Francesco d'Assisi kilisesi olduğunu ortaya koyan yazıtlı bir duvar resmi ortaya çıkarıldı  1979-1983 arasında DSİ'nin Topkapı sarayı, Surusultanl içinde ve deniz surları boyunca sürdürdüğü boru isa-le hattı çalışmaları sırasında İstanbul Arkeoloji müzeleri uzmanlarının katkılarıyla aziz Georgios kilisesi'nin avlu duvarının B  'ya uzantısı olduğu anlaşılan 22 m uzunluğundaki nişll cephe duvarı ve gerisindeki mimarlık kalıntıları, ayrıca Gülhane hastanesl'nin K  'inde figürlü (sasani ve bizanslı) bir mermer kabartma (IV  -V  yy  'lar) bulundu  Aynı yıl Çatladıkapı'nın D  'sun-dakl Bukoleon sarayı'nın K  'inde de temel kazısı sırasında büyük bir taban mozaiki ele geçti (X  -XI  yy  'lar)  Perşembepazarı'n-da, Galata bedesteni'nin karşısındaki bir inşaat alanında XVIII  yy  'da yapıldığı sanılan ve bir tarikat sahnesinin canlandırdığı büyük bir duvar resmi bulundu ve istanbul Arkeoloji müzelerine götürüldü  1984 yılı temel kazıları sırasında da Beyazıt'ta Sekbanbaşı mevklsinde ortaya çıkarılan kalıntıların ünlü Mese caddesi boyunca sıralanan önemli yapılardan birine alt olduğu sanılmaktadır  Aynı yıl Koca-mustafapaşa'da, Ramazanefendl camisi yakınındaki kanalizasyon çalışmalarında 1 722 adet altın bizans sikkesinden oluşan bir define bulundu  Konstantinopolis darphanesinde basılan sikkeler Orta bizans döneminde, 1042-1081 arasında yönetimde bulunan altı imparator ve bir imparatoriçeye aittir (Konstantinos IX - Ni-kephoros III arası)  Sikkeler istanbul Arkeoloji müzeleri nümismatik bölümü'ndedir  • EDEBİYAT, istanbul için bilinen en eski metinlerden biri Osman Gazi'ye mal edilen şu dörtlüktür: "Osman Ertuğrul oğlusun / Oğuz kayıhan neslisin / Hakkın bir kemter kulusun / İstanbul'u aç gîılzâr yap", "istanbul" adı, fetihten sonra, ilk kez Fatih Sultan Mehmet tarafından bir gazelde kullanıldı: "Bağlamaz Firdevs'e gönlünü Kalata'yı gören / Kâfir olur ey müsel-manlar o tersâyı gören"  XV  yy  'da istanbul'dan söz eden en İlginç yapıt, Tacizade Cafer Çelebinin He-vesname adlı mesnevisidir, istanbul'da geçen bir aşk hikâyesini anlatırken Cafer Çelebi, Galata'nın yüksek yapılarını "pür ziver ü zer", dükkânlarını "bütler ile zeyn olmuş" sözcükleriyle niteler ve camilerden, türbelerden söz eder XVI  yy  'da Zâti, Baki, Nihani, Yahya Efendi gibi şairler istanbul'u sözkonusu eden beyitlerin bulunduğu gazeller, kasideler ve mesneviler yazmışlardır Taşlıcalı Yahya'nın Şah u Ge-da mesnevisinde ilginç İstanbul betimlemeleri vardır: "Kurşun örtülü kubbeler yer yer / Yelken açmış gemilere benzer"  Yazar olarak istanbul'u ilk kez geniş biçimde Latifi (XVI  yy  ) Evsaf-ı İstanbul adlı yapıtında betimler ve ondan "içinde enva-ı hırfet ve yetmiş iki millet temekkül ve tavattun eden" olarak söz eder  Lâtifi' ye göre bu şehir, insanı baştan çıkaracak, dinden uzaklaştıracak kadar güzel ve çekicidir  XVII  yy  şairleri içinde istanbul'u öven en güzel gazel, Nef'i tarafından yazılmıştır Tacizade Cafer Çelebi'nin, doğal güzelliğinden uzun uzadıya söz ettiği Kâğıthane'de eğlence fasılları o tarihlerde de var olmalı ki, Nef'i ünlü gazelinde: "Mahşer olmuş sahn-ı Kâğıthane dünya bundadır/Cennete dönmüş güzellerle tema-şâ bundadır" der  istanbul üzerine gazeller de yazmış olan Nabl, Hayriye'sinde kenti, bütün yetenekli insanların bir araya geldiği, ilim ve fen alanında en üst düzeye çıkmış bir yer olarak niteler  Eski edebiyatta istanbul'u en geniş biçimde, canlı ve kıvrak bir üslupla anlatan, kuşkusuz, Evliya Çelebidir On ciltlik ünlü Seyahatname'sinin birinci çildi, onun deyişi ile "maskat-ı re'sl olan islamboi'a ayrılmıştır, istanbul'u, tarihi, coğrafi güzellikleri, nüfus yapısı, semtleri, esnaf ve zanaat sahipleri ile ayrıntılı biçimde dile getiren Çelebi, bunlarda da abartma huyundan vazgeçmez, istanbul' dan söz eden XVIII  yy  şairleri içinde Ne dim'in özel bir yeri vardır  Kasidelerinde, gazel, şarkı, mesnevi ve tarihlerinde Ahmet III döneminin istanbulu'nu bütün özellikleri ile bulmak mümkündür  Ne dim'e göre istanbul'un tek taşı bile tüm acem mülkünden daha değerlidir: "Bu şehr-i Sitanbul ki bî misi ü bahadır / Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır"  Yaşam görüş ve biçimleri bakımından dünya işleriyle pek ilgilenmeyen Şeyh Galip ve Esrar Dede (XVIII  yy  ) gibi mutasavvıflar bile istanbul'un çekiciliğinden kendilerini kurtaramamışlardır: "Boğaziçinde bu şeb mey vererek muğbeçeler / Etti sağar gibi lebriz bizi tâ be-gelû" (Esrar Dede)  Tanzimat'la birlikte Batı'ya yönelişin hız kazandığı dönemlerde yaşam biçiminde olduğu gibi, edebiyatta da yeni öğeler yeni motifler ortaya çıkmaya başladı  Şinasi, Tasvir-i efkâr'daki makaleleri ile istanbul'un bazı sorunlarını dile getirdi; Şair evlenmesi ile kenar mahalle İnsanlarının portrelerini çizdi  Namık Kemal, yine Tas-vir'de "Ramazan mektupları" başlığı altında istanbul röportajları yayımladı ve romanlarında istanbul tasvirleri yaptı  Ahmet Mithat Efendinin İlgisini, daha çok Beyoğ-lu'nun eğlence yerleri, gazino ve batakhaneleri çeker  Ona göre Beyoğlu, Türk-ler'in ahlakını bozan bir bölgedir  Abdül-hak Hamlt, Recalzade Ekrem, Sami Paşazade Sezai gibi Tanzimat dönemi şair ve yazarlarında istanbul ve istanbul motifleri oldukça geniş bir yer tutar  Türk romanında gerçekçiliğin öncülerinden olan Nabizade Nazım, Zehra adlı yapıtında, istanbul semtlerini ve özellikle tulumbacı takımını başarı ile anlatır  Mizancı Murat Bey'in Turfanda mı Turfa mı adlı yapıtı (1891), Tanzimat dönemi istanbulu'nun bir tür eleştlrisidir   Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanlarında ise arka sokakları, konak ve yalıları, alafrangalığa özenen ya da batıl inançları olan insanları, varup iskeleleri, atlı tramvayları, kahve ve gazinoları ile tüm bir istanbul yaşar  Ahmet Rasim'in gazetelerde yayımladığı fıkra ve anılarında da, günlük yaşamı içinde istanbul önemli bir yer tutar  Halit Ziya'nın romanlarında istanbul, kahramanları ile iç içe geçmiş ve onları belirleyen bir öğe olarak yer alır  Mehmet Rauf'un Eylül romanı (1900), Boğaziçi'nde geçen İçli bir aşkın hikâyesidir   Tevfik Fikret zaman zaman iyimser, zaman zaman kötümser bir yaklaşımla istanbul'u şiirlerine konu etmiş Servet-i fünun şairlerinin başında gelir  Karamsarlığının tipik bir örneğini oluşturan "Sis" şiirinde istanbul onun için "    bin kocadan artakalan bir dul bakire"dir  1908 meşrutiyeti'nden sonra, şiirlerinde istanbul'u en çok sözkonusu eden şairlerin başında Mehmet Akif gelir  Semt semt, sokak sokak, cami cami gezip dolaştığı şehre din ve ahlak açısından eleştirel bir gözle bakar  Yahya Kemal'de İse istanbul bütün bir vatan, bütün bir tarih ve bütün bir türklüktür: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer / Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul / Sâde bir semtini sevmek bile bir ömre değer  Nice revnaklı şehirler görülür dünyada / Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan / Yaşamaktır derim en hoş ve uzun rüyada / Sende çok yıl yaşayan sende ölen sende yatan"  Yahya Kemal'in, şiirleri dışında istanbul'un tarihi, güzellikleri ve belli başlı semtleriyle ilgili görüş ve bilgileri içeren yazıları ile konferansları, Aziz İstanbul adı altında istanbul Fetih cemiyeti Yahya Kemal enstitüsü tarafından yayımlanmıştır (1964)  Halide Edip (Adıvar), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Reşat Nuri (Güntekin) gibi romancıların yapıtlarında da istanbul ve istanbul yaşamına ilişkin geniş bölümler vardır  Abdülhak Şinasi Hisar, roman, anı ve denemelerinde istanbul'un, özellikle Çamlıca, Boğaz ve Büyükada üçlüsü içinde istanbul'da kesitler verir  Ahmet Hamdi Tanpınar Beş şehir (1946) adlı kitabında istanbul'un doğal güzelliklerini, tarihini ve yaşamından ilginç görüntüleri bir araya getirir  Mithat Cemal Kuntayin Üç istanbul'u (1938), Sermet Muhtar Alus'un Kıvırcık Paşa'sı (1933), Osman Cemal Kaygılinın Çingeneler'i de (1939) İstanbul ve istanbul yaşamını konu alan yapıtlar arasındadır  Toplumun üst katlarından uzak, ama istanbul'u istanbul yapan insanları ile Salt Faik Abasıyanık, hikâyelerinde istanbul temasına yeni bir çeşni getirmiş türk yazarlarından biridir  Orhan Kemal, Haldun Taner, Orhan Hançerlioğlu, Oktay Akbal gibi yazarların yapıtlarında da istanbul ve istanbul yaşamına ilişkin gözlemler çoktur  Şiirlerinde istanbul görüntülerine sık sık yer veren Ziya Osman Saba, hikâyelerinde de (Değişen istanbul, 1959) kentin sokaklarını, İnsanlarını ve onların yaşantılarını ayrıntıları ile canlandırır, "istanbul türküsü", "Kapalı çarşı", "istanbul'u dinliyorum" ve "Galata köprüsü" gibi şiirleriyle Orhan Veli (Kanık) de istanbul yaşamından kesitleri başarı ile yansıtan şairlerden biridir  Behçet Necatigil, ilhan Berk, Attilâ ilhan gibi şairlerde de istanbul'a değişik bakış açıları bulmak mümkündür  İstanbul için yazılmış şiirler için sözü edilmesi gereken yapıtlardan biri de Fazıl Hüsnü Dağlarca' nın istanbul fethi destanı'dır (1953)   | 
|   | 
|  | 
|  |