|  | Ö Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #31 | 
| 
Şengül Şirin   |   Ö Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıÖ HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Öbür (öteki) dünya: Ahiret, insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları âlem  ”Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler  ” Öç almak: Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak  ”Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu  ” Ödü patlamak: Ani bir olay sebebiyle çok korkmak  ”Fareden ödüm kopar  ” Öküzün altında buzağı aramak: Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak  Öküz öldü, ortaklık bozuldu: Aradaki yakınlık dayanağı kalktı, yakınlık da kalmadı  Ölçüyü kaçırmak: Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı gitmek,”Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı  ” Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek): Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için kullanılır  Ölmek var, dönmek yok: “Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır” anlamında kullanılır  ”Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize  ” Ölü fiyatına: Yok pahasına, değerinden çok ucuza, az bir para ile  ”Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık  ” Ölü mevsim: İşin veya alışverişin az olduğu, durgun geçtiği zaman dilimi  ”Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor  ” Ölüm Allah`ın emri: 1  Herkes ölecek, ölüm mukadderdir  2  Kesin karar verme durumunda kullanılır  Ölümü göze almak: Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak  ”Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler  ” Ölümüne susamak: Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak  ”Ölümüne mi susadın, çekil şu arabanın önünden!” Ölüp ölüp dirilmek: 1  Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak  2  Ard arda gelen sıkıntılı, acı veren durumlara düşmek  Ölür müsün, öldürür müsün?: “Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?” anlamında kullanılır  Ömrü billah: Hiçbir zaman, ya da şimdiye kadar  ”Ömrü billah yalan söylememiştir o  ” Ömrüne bereket: “Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun” anlamında kullanılır  Ömrü vefa etmemek: Bir şeye kavuşamadan, bir sonuca ulaşamadan ölmek  ”Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi  ” Ömür adam: Beğenilen, çok hoşa giden, değişik düşünceleri olan adam  Ömür çürütmek: Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak  ”Bu ev için bir ömür çürüttüm ben  ” Ömür sürmek: İyi ve rahat yaşamış olmak  ”Uzun bir ömür sürdü dedem  ” Ömür törpüsü: İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan, uzun ve yorucu iş  Ön ayak olmak: Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek  ”Haydi ön ayak olda koşsunlar biraz  ” Öne düşmek: 1  Önderlik ya da kılavuzluk etmek  2  En önde yürümek  Önüne gelen: Olur olmaz kimse, herkes, karşısına çıkan  ”Önüne gelene sordu ama bulamadı  ” Öpüp başına koymak: Bir şeyi minnetle karşılamak, seve seve kabul etmek  ”Adam sana iş verecekmiş, daha ne istiyorsun, öpüp başına koy  ” Örtbas etmek: Kötü bir durumu gizlemek, yayılmasını önlemek  ”Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar  ” Örümcek kafalı: Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse)  Öteden beri: Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri  ”Öteden beri sevmem ben onu  ” Ötesi çıkmaz sokak: “Takip edilen yol yanlıştır, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alınamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez” anlamında kullanılır  Özenip bezenmek: Çok özen gösterip titizlikle, ayrıntılarına varıncaya değin ele almak  Özrü kabahatinden büyük: Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir  Özür dilemek: 1  Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek  2  Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek  ”Özür dilerim, ben o kovayı taşıyamayacağım  ” Özü sözü bir: Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse  ”Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor  ” 
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz  En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   | 
|   | 
|  | 
|  | P Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #32 | 
| 
Şengül Şirin   |   P Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıP HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Pabucu dama atılmak: Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek  ”Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Murat`ın pabucu dama atıldı  ” Pabucunu ters giydirmek: Güç bir duruma düşürerek telâşlandırmak, bu telâşla kaçmasına sebep olmak  ”El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan  ” Pabuç bırakmamak: Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek  ”Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam  ” Pabuç pahalı: Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır  ”Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü  ” Paçaları sıvamak: Bir işi yapmak için hazırlanmak  ”Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu  ” Paçası düşük: Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe  Paçayı kaptırmak: 1  Yakalanmak, ele geçmek  2  Giriştiği işten vazgeçmek istediği hâlde kendini kurtaramamak  3  Dilediği gibi davranamamak  ”Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz  ” Paçavrasını çıkarmak: Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek  ”Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar  ” Paçayı kurtarmak: Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak  ”Çok şükür şu belâlı işten paçayı kurtardık  ” Paha biçilmez: Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek  ”Paha biçilemez tablolar sergilenmişti  ” Pahalıya mal olmak: Kolay elde edilememek; para, özveri ve emek gerektirmek; zarara ve sıkıntıya yol açmak  ”Bu ev size pahalıya mal olsa gerek  ” Palas pandıras: Acele olarak, hazırlanmaya zaman bulamadan  ”Palas pandıras evden çıkmak zorunda kaldık  ” Palavra atmak: Abartarak söylemek, yalan söylemek, olmayacak şeylerden söz etmek  Paldır küldür: 1  Büyük bir gürültü ile  2  Ansızın ve kurallara uymaksızın  ”Paldır küldür merdivenlerden inmeye başladılar  ” Pamuk ipliği ile bağlamak: Etkisi az sürecek, köksüz, geçici bir çözüm yolu bulmak  Paniğe kapılmak: Çok korkmak, telâşa sürüklenmek  ”Çocuklar paniğe kapılacaklar diye endişeleniyorum  ” Papara yemek: Çok azarlanmak  ”Çabuk olun, annemden papara yemek istemiyorum  ” Para babası: Çok zengin, parası bol olan  Para canlısı: Parayı çok seven, paraya düşkün  Para çekmek: 1  Banka veya benzeri bir yere yatırılmış parayı geri almak  2  Bir kimseden çeşitli yollarla para sızdırmak  Para dökmek: Bir şey için çok para harcamak  ”Düğün için az para dökmedi  ” Para etmemek: 1  İşe yaramamak, etkili olmamak  2  Değeri pahasına satılamamak  ”Bu malların para edeceğini sanmıyorum  ” Parasını sokağa atmak: Değeri olmayan bir işe ya da mala para vermek  Para kesmek: 1  Çok para kazanmak  2  Devletin çok para basması  ”Bizim büfe âdeta para kesiyor  ” Para sızdırmak: Kandırarak, zorlayarak birinden para almak  ”Kabadayılar esnaftan az para sızdırmadılar  ” Para tutmak: 1  Parasını idareli harcayıp kalanını biriktirmek  2  Satın alınan şeyin karşılığını para olarak hesaplamak  ”Aldığımız eşyaların hepsi kaç para tuttu dersiniz?” Paraya çevirmek: Bir malı verip yerine para almak  ”Gidin, şu dolapları paraya çevirin de gelin  ” Paraya kıymak: Gereken yerde para harcamaktan kaçınmamak  Paraya para dememek: 1  Çok para kazanmak  2  Bol para harcamak  3  Elde olan parayı az bulmak  Para yapmak: Para kazanıp biriktirmek  ”Gurbete para yapmaya gitti  ” Para yedirmek: İşini yaptırmak için birilerine kanunsuz, hak etmedikleri parayı vermek; rüşvet vermek  ”O binayı yaptırmak için belediyeye az para yedirmediler  ” Para yemek: 1  Çok para harcamak  2  Rüşvet yemek, görevini kötüye kullanıp bir iş yapmak için birinden para almak  ”İnsanlar artık açıktan para yiyorlar  ” Parmağı ağzında kalmak: Çok şaşırmak, hayrete düşmek  Parmağına dolamak: Bir konuyu her fırsatta, her yerde ele alıp konuşmak, o konu ile uğraşmak  Parmağında oynatmak: Birine her istediğini yaptırmak, onu kukla gibi kullanmak  ”Beni parmağında oynatamayacaksın alçak herif  ” Parmağını bile oynatmamak: Hiç tepki göstermemek, kayıtsız kalmak  ”Beni dövdüler ama o parmağını bile oynatmadı  ” Parmak basmak: 1  Bir nokta üzerine dikkati ya da ilgiyi çekmek  2  İmza yerine parmağını mürekkebe batırarak bir yere bastırmak  Parmak hesabı: 1  Parmakları kullanmak suretiyle yapılan hesap  2  Hece vezni  ”Bizim bakkal hâlâ parmak hesabı yapıyor  ” Parmak ısırmak: Büyük şaşkınlık duymak, hayrete düşmek  ”Yaptığım tatlıyı görünce parmaklarını ısıracaklar  ” Parmak kadar (çocuk): Yaşça çok küçük, pek küçük (çocuk)  ”Parmak kadar çocukla iş yapılır mı?” Parmak kaldırmak: 1  Olumlu oy vermek için el kaldırmak  2  Bir toplulukta söz istemek için işaret parmağını kaldırıp diğerlerini yumarak el kaldırmak  ”Parmak kaldırarak söz istemeyi öğrenin artık!” Parmakla gösterilmek: 1  Bir şey az bulunmak  2  Seçkin, ünlü olmak  ”O, çevresinde parmakla gösterilen bir adamdı  ” Parmaklarını yemek: Bir yemeğin çok lezzetli olduğunu anlatmak için kullanılır  ”Böreği değil, parmaklarımızı yedik âdeta  ” Parsayı başkası toplamak: Verilen emek karşılığını, emek veren değil, bir başkası almak  ”Biz durmadan çalışalım parsayı da başkası toplasın olmaz öyle şey!” Partiyi kaybetmek: 1  Biriyle çekiştiği bir konuda yenilmek  2  Elde etmeye çalıştığı bir kazancı bir başkasına kaptırmak  Pasaportunu vermek: Kovmak, işten atmak  ”Patron üç işçinin pasaportunu eline verdi  ” Pas geçmek: Üzerinde durmamak, caymak, vazgeçmek, aldırış etmemek  Patırtı çıkarmak: Kavga, kargaşa, gürültü çıkarmak  ”Patırtı çıkarmadan oturun, babanız uyuyor  ” Patlak vermek: Gizlenen ya da hoş karşılanmayan bir durum aniden ortaya çıkmak  ”Kim der di ki savaş bu sabah patlak verecek  ” Pay biçmek: Bir fikir elde edebilmek için, durumu bir şey ile kıyaslamak  Payını almak: 1  Azarlanmak  2  Kendine düşen kazanç miktarını almak  Paye vermek: Adam yerine koymak, değer vermek  Payidar olmak: Kalmak, yok olmamak, yaşamak  ”Milletimiz ilelebet payidar olacaktır  ” Perdesi yırtık: Ar damarı çatlamış, utanmaz, arlanmaz  ”Perdesi yırtılmış adamın, baksana neler söylüyordu!” Pergelleri açmak: Uzun adımlarla yürümeye başlamak  ”Pek vaktimiz yok, pergelleri açın da geç kalmayalım  ” Pay çıkarmak: Bir olay ya da davranıştan tecrübe kazanmak, hisse kapmak, tutulacak yolu belirlemek  Pes demek: Mağlubiyeti kabul etmek, başkasının üstünlüğüne boyun eğmek  ”Yenileceğini anlayınca sırtı yere gelmeden pes dedi  ” Pestil gibi olmak: Çok yorulmuş olmak; kımıldayamayacak kadar bitkin, güçsüz düşmek  Pestilini çıkarmak: 1  Çok dövmek  2  Çok çalıştırıp adamakıllı yormak  3  İyice ezmek  ”Kazma sallamaktan pestilimiz çıktı  ” Peşini bırakmamak: Bir şeyi izlemekten vazgeçmemek  ”Adamın peşini bırakmayın sakın!” Peşkeş çekmek: Kendisinin veya bir başkasının malını bir çıkar uğruna birisine uygunsuz olarak vermek  ”Yurdu düşmanlara peşkeş çekiyorlar  ” Peyda olmak: Ortaya çıkmak, belirmek, oluşmak  ”Köşede bir adam peyda oldu  ” Pılıyı pırtıyı toplamak: Hemen bütün eşyalarını toplayarak bir yere gitmek üzere hazırlık yapmak  ”Pılıyı pırtıyı toplamış bekliyordu  ” Pire için yorgan yakmak: Önemsiz bir şey için kızıp daha büyük zarara yol açacak davranış içine girmek  Pireyi deve yapmak: Küçük, basit bir olayı büyütüp mesele yapmak, aşırı abartmak  Pisi pisine: Boş yere, boşuna  ”Pisi pisine vurdular çocukcağızı  ” Pis pis düşünmek: Karamsar, derin ve üzüntülü bir düşünceye dalmak  ”Pis pis düşünmeyi bırak da bir yol arayalım  ” Pis pis gülmek: Birinin düştüğü kötü duruma öç alır gibi, arsız arsız gülmek  Pişkinliğe vurmak: Çıkarı için kötü bir davranışa veya söze aldırmamak  Pişmiş aşa su katmak: Yoluna girmiş, bitmek üzere olan bir işi bozmak ya da aksatmak  ”Pişmiş aşa su katabilir, onu buraya sokmayın  ” Pişmiş kelle gibi sırıtmak: Anlamsız, çirkin, yersiz, dişlerini göstererek gülmek  ”Pişmiş kelle gibi gülmeyi bırak da işine bak  ” Posasını çıkarmak: 1  Birini çok dövmek  2  Bir kişi veya şeyi sonuna kadar sömürmek  ”Ülkenin posasını çıkardılar, biz hâlâ seyrediyoruz  ” Posta koymak: Birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek  ”Bana posta koyacak adam daha anasından doğmadı  ” Postayı kesmek: İlişkiyi kesmek, gidip gelişi sona erdirmek  Post elden gitmek: 1  Öldürülmek  2  Bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak  ”Post elden gidince kahretti adam  ” Post kavgası: Bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirme çekişmesi  ”Seçimler yaklaştı, post kavgası da başladı  ” Postu kurtarmak: Can tehlikesini atlatmak, öldürülme tehlikesi olan yerden kaçıp kurtulmak  ”Postu kurtardık çok şükür  ” Postu sermek: Kısa bir süre için gittiği yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kalmak  Pot kırmak: Gaf yapmak, farkında olmayarak karşısındakini kıracak, incitecek söz söylemek  ”Dikkatli ol, bir pot kırma sakın  ” Pösteki saymak: İçinden çıkılması zor ve anlamsız bir işle uğraşmak  ”Ne mi yapıyorlar? Pösteki sayıp duruyorlar  ” Prangaya vurmak: Zincire vurmak, ayağına pranga bağlamak  ”Prangaya vurulu olarak yıllarca kaldı o hapishanede  ” Puan almak: 1  Spor karşılaşmalarında sayı kazanmak  2  Bir test imtihanında herhangi bir puan elde etmek  ”Şu sorulardan hiç puan alamayacağımı sanıyordum  ” Puan tutturmak: Gereken sayıda puan kazanmak  ”Bu sene puan tutturup da üniversiteye girecek miyim bilmiyorum!” Punduna getirmek: Bir şeyi yapmak için uygun şartları elde etmek, fırsat kollamak  ”Punduna getirir getirmez patlattı yumruğunu  ” Pupa yelken: 1  Alabildiğince, hiçbir şeye bağımlı olmadan  2  Yelkenler, arkadan esen rüzgârla şişmiş olarak, tam yolla  ”Pupa yelken açıldık denize  ” Pusu kurmak: Birine saldırmak için, bir yere gizlenip beklemek  ”Düşmanlarımızın pusu kurduğundan tam zamanında haberdar olmuştuk  ” Pusulayı şaşırmak: 1  Ne yapacağını bilemez duruma düşmek  2  Doğru tutum ve davranıştan ayrılmak  ”İyice pusulayı şaşırmadan uyarmalıyız onu  ” Pusuya düşmek: Pusu kuran kimsenin saldırı alanı içine girmek  ”Eyvah, pusuya düşürdüler bizi!” Put gibi: Kımıltısız, sessiz, anlamsız bir bakışla  Put kesilmek: Sessiz, kımıltısız bir durumda kalmak  ”Onun bağırmasıyla herkes bir anda put kesildi!” Püf noktası: Bir işin en ince, en önemli yeri  Püsküllü belâ: Kendisinden kurtulunması bir türlü mümkün olmayan, büyük sıkıntı, zarar veren kimse veya şey  ”Başıma püsküllü belâ kesildi bu çocuk  ” | 
|   | 
|  | 
|  | R Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #33 | 
| 
Şengül Şirin   |   R Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıR HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Rafa kaldırmak (koymak): Bir iş üzerinde artık durmamak, o işi kenara itmek, ihmal etmek  ”Bizim dosyayı yine rafa kaldırmışlar  ” Rahat durmamak: Yaramazlık etmek, kımıldayıp durmak  ”Rahat durmadın, beni zor durumda bıraktın  ” Rahatına bakmak: Hiçbir şeye aldırış etmeden rahatını sağlamaya çalışmak  ”Boş ver, rahatına bak, sen mi düzelteceksin diyenlerden nefret ederim  ” Rahatlık (rahat) batmak: Rahat, iyi bir yerdeyken o yeri olmayacak nedenlerden ötürü terkeden insanlar için sitem biçiminde söylenir  Rahat yüzü görmemek: Huzur, bolluk, hiç rahatlık görmemek; sürekli sıkıntı, darlık içinde bulunmak  ”Şu yaşıma geldim, hiç rahat yüzü görmedim desem yeridir  ” Rahmetli olmak: Vefat etmek, ölmek  Ramak kalmak: “Bir şeyin olmasına çok az kalmak” anlamında kullanılır  ”Makinenin elime değmesine ramak kalmıştı ki güçlükle kendimi geri attım  ” Rast gelmek: 1  Düşünmediği, beklemediği bir anda biriyle karşılaşmak  2  Düşünmediği veya düşünülmediği hâlde payına düşmek  ”Desenli parça bana rast geldi  ” 3  Hedefi bulmak  4  Bulmak  ”Pazarda kardeşimi çok aradım ama rast gelmedim  ” Rast gitmek: Bir iş istenilen biçimde gelişmek  Rayına oturmak: Bozulmuş, düzensiz hâle gelmiş bir işi yoluna koymak, iyi duruma getirmek  Rekor kırmak: Eski rekoru aşıp yeni, üstün bir sonuç elde etmek  ”Koşuda yeni bir rekor kırılması bekleniyor  ” Rengi atmak: 1  Solmak  2  Korku, heyecan sebebiyle benzi sararmak  ”Kumaşın rengi bir yıkamadan sonra attı  ” Renkten renge girmek: Heyecan, korku ve utanmadan dolayı yüzünün rengi değişmek, sıkılmak  Renk vermemek: Bir konu ile ilgili duygularını, düşüncelerini belli etmemek; bildiği hâlde bilmez gibi görünmek  Resmiyete dökmek: Bir iş veya duruma resmiyet kazandırmak, onu resmî kanallardan halletme yolunu seçmek  Rest çekmek: 1  Kesin tavır almak, herhangi bir konuda son sözü söylemek  2  Bir oyunda önündeki paranın tümünü ortaya koymak  ”Öyle bir rest çekti ki görmeliydiniz  ” Rol oynamak: 1  Bir oyunda rol almak  2  Bir işte önemli katkısı olmak, etkisi bulunmak  ”Bu işin gerçekleşmesinde onun da önemli rolü oldu  ” Rota değiştirmek: 1  Takip edilen yoldan ayrılmak  2  Tutumunu, tavrını değiştirmek, izlediği yoldan kopmak  ”Hava muhalefeti sebebiyle uçak rota değiştirmek zorunda kaldı  ” Ruhu bile duymamak: Anlamamak; hiçbir bilgisi, haberi bulunmamak; olan biteni sezememek  ”Göreceksin ruhu bile duymayacak, onu bir güzel ıslayacağız  ” Ruhunu teslim etmek: Ölmek  ”İhtiyar ninem sabaha karşı ruhunu teslim etmişti  ” Rüyasında bile görememek: Olacağını hiç aklına getirmemek, ihtimal vermemek  ”Bunu bana aldın ha! Rüyamda bile görsem inanmazdım!” Rüzgâr gelecek delikleri tıkamak: İstenmeyen bir duruma veya zarar gelebilecek bir gelişmeye karşı her türlü önlemi almak  | 
|   | 
|  | 
|  | S Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #34 | 
| 
Şengül Şirin   |   S Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıS HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır  Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak  ”Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz  ” Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak  ”Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum  ” Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak  ”Köye varmamız sabahı bulacak  ” Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde  ”Sabahın köründen beri yoldayız  ” Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan  ”Ben sabır taşı mıyım?” Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak  ”Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan  ” Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak  Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim)  ”Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır  ” Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak  ”Bizim de saçımıza ak düştü  ” Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır  Saçını başını yolmak: 1  Birini çok fazla dövüp hırpalamak  2  Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek  ”Sinirinden saçını başını yolmaya başladı  ” Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak  ”Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim  ” Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek  Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak  ”Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı  ” Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek  Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek  ”Sağa sola bakmadan yürüyordu  ” Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek  Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı  ”Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?” Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak  ”Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz  ” Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak  Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren  ”O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil  ” Sağlık olsun: “Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız” anlamında kullanılır  Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse  Sahip çıkmak: 1  Birini ilgilenip korumak  2  Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek  ”Şu kimsesize sahip çıkalım  ” Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek  Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak  ”Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!” Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış  Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak  ”İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor  ” Saltanat sürmek: 1  Bolluk, verimlilik içinde yaşamak  2  Hükümdarlık etmek  ”Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek  ” Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak  ”Saman altından su yürütenleri hiç sevmem  ” Saman gibi: Tatsız, yavan  Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz  Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse  Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak  ”Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda  ” Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek  ”İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan  ” Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek  ”Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek  ” Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak  ”Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı  ” Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak  Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek  ”Adam bir vuruşta sedyelik oldu  ” Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek  ”Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu  ” Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek  ”Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?” Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek  Senet vermek: 1  Yazılı, imzalı belge vermek  2  “Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum” anlamında kullanılır  Sen giderken ben geliyordum: “Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın  ” anlamında kullanılır  Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: “Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?” anlamında kullanılır  Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak  ”O kadar senli benli olma yabancılarla  ” Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı  ”Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet  ” Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak  ”Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!” Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe  ”Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum  ” Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak  ”Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!” Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek  ”Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır  ” Ses çıkarmamak: 1  İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak  2  Hiç konuşmamak, susmak  ”Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum  ” Sesini kesmek: 1  Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak  2  Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek  ”Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!” Ses seda çıkmamak: 1  Hiçbir tepki görülmemek  2  Haber çıkmamak  ”Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan  ” Ses vermemek: 1  Herhangi bir sesi çıkarmamak  2  Bir çağrıya kulak vermemek  ”Adam evdeydi ama hiç ses vermedi  ” Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak  ”Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı  ” Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan  ”Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü  ” Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik  ”Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk  ” Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak  ”Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?” Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek  ”Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan  ” Sıfıra sıfır, elde var sıfır: “Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti” anlamında kullanılır  Sıfırı tüketmek: 1  Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek  2  Gücü kalmamak  ”Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi  ” Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak  ”Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın  ” Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak  ”Sıkı dur, şut çekeceğim  ” Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz  ”Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim  ” Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak  ”Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!” Sıkıntı çekmek: 1  Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak  2  Ruhen tedirginlik duymak  ”Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur  ” Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak  Sıkı tutmak: Önem vermek  ”İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte  ” Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen  Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak  Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak  ”Sırra kadem bastı adam!” Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı  ”Sırım gibi delikanlı olmuş  ” Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak  Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak  ”Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!” Sırtını dayamak: 1  Güçlü bir yere veya birine güvenmek  2  Bir yere dayanmak ya da yaslanmak  ”Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor  ” Sırtını yere getirmek: 1  Üstün gelmek  2  Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek  ”Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez  ” Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak  Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak  Silip süpürmek: 1  Ortada ne varsa hepsini yemek  2  Hepsini alıp götürmek, yok etmek  3  Ortalığı temizlemek  ”Evi çarçabuk silip süpürdüm  ” Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak  ”Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz  ” Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak  ”Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı  ” Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak  ”Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu  ” Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek  Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak  Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek  ”Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz  ” Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek  Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak  ”Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın  ” | 
|   | 
|  | 
|  | S Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #35 | 
| 
Şengül Şirin   |   S Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıSipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak  ”Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum  ” Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan  ”Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!” Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak  ”Soğuk almışım, öksürüp duruyorum  ” Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek  Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen  ”Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı  ” Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse  Sokağa düşmek: 1  Bir şey çoğalıp değerini yitirmek  2  Kötü yola sapmak  ”Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı  ” Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın  Solda sıfır: “Hiçbir değeri ve önemi yok” anlamında kullanılır  ”Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır  ” Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek  ”Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor  ” Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek  Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak  ”Soluk soluğa içeri girdi  ” Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak  Sonradan görme: Sonradan zenginleşerek gösteriş, kibarlık, övünme gibi davranışlarda bulunan  ”Sonradan görme ne olacak!” Sorguya çekmek: Bir kimseye yaptıklarından ötürü sorular sormak ve cevaplarını istemek  ”Mahkûmu hemen sorguya çekmişler  ” Soyup soğana çevirmek: 1  Her şeyini, varını yoğunu elinden almak  2  (Hırsız) bir yeri ya da kişiyi iyice soymak  ”Dükkânı soyup soğana çevirmişler  ” Sökün etmek: Bir şey çıkagelmek, art arda gelmek, birbiri ardından görünmek  ”Göçmen kuşlar ufuktan sökün ettiler  ” Söz açmak: Bir konu hakkında konuşmaya başlamak  ”Toplantıda felsefeden söz açtı  ” Söz almak: 1  Konuşmaya başlamak için toplantı başkanından izin almak, öyle konuşmaya başlamak  2  Birinin bir iş yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak  3  Erkek tarafı, istenilen kızın verileceğine dair ailesinden olumlu cevap almak  ”Toplantıda ilk olarak Ayşe söz almak istedi  ” Söz altında kalmamak: Bir kimsenin kendisini inciten sözüne benzer şekilde cevap vermek  ”Benim söz altında kalacağımı sanıyordu  ” Söz ayağa düşmek: Bir konu, herkesin ağzına dökülmek, sorumsuz ve yetkisiz kimselerin düşünce bildirdikleri duruma gelmek  Söz bir Allah bir: “Verdiğim sözü yerine getireceğim, ondan dönmeyeceğim; Cenab-ı Hakk`ın bir olduğunda şüphe yoktur; ona nasıl inanıyorsam, verdiğim sözün doğruluğuna da inanın” anlamında kullanılır  Söz birliği etmek: Bir olayla ilgili olarak aynı şeyleri söylemek üzere anlaşmak, aynı görüşte olmak  ”Onunla söz birliği mi ettiniz?” Söz çıkmak: 1  Ortalıkta bir rivayet dolaşmak  2  Hakkında dedikodu yapılır olmak  ”Bir daha görüşmek istemiyorum, hakkımızda söz çıkacak diye korkuyorum  ” Sözde kalmak: Yapılması kararlaştırılmış bir iş gerçekleşmemek  ”Sözde kalacaksa konuşmamızın bir anlamı yok  ” Söz dinlemek: Verilen bir öğüdü, bir sözü tutmak, davranışlarını buna uydurmak  ”Sözümü dinleseydin başına bunlar gelmezdi!” Söz geçirmek: Dediğini yaptırmak  ”Oğluna söz geçirdin mi ki bana karışıyorsun?” Söz gelmek: Bir davranışından veya sözünden ötürü eleştiriye uğramak, kötülenmek, yakınları kendisine darılmak  Söz götürmez: Gerçekliği, doğruluğu kesin ve açık olan; tersi savunulamayan  ”Söz götürmez işler bunlar  ” Söz (laf) işitmek: Paylanmak, azarlanmak, biri kendisine darılmak  ”Durup dururken babamdan söz işittik yine  ” Söz kaldırmamak: Onu inciten, onuruna dokunan söze dayanamayıp karşılık verir olmak  ”Bu sözleri kaldırmamı beklemiyordun her hâlde?” Söz kesmek: Evlenmek için anlaşıp kesin karar vermek  ”Söz kesildi, iki ay sonra düğün olacak  ” Söz sahibi olmak: Herhangi bir konuda konuşmaya yetkisi bulunmak  ”Bu şirketin alım ve satımında söz sahibi olmadığımı da kim söylemiş?” Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu şeyi bitirmesine fırsat vermemek, engel olmak  Sözü bağlamak: Konuştuklarını bir sonuca vardırmak, konuşmayı sonuçlandırmak  ”Sözü bağlamasına az bir zaman kalmıştı ki bir gürültü koptu  ” Sözü çiğnemek: Söyleyeceklerini açık ve kesin ortaya koyamamak, istediğini söyleyememek  Sözü (bir şeye) getirmek: Konuşurken asıl üzerinde durmak istediği meseleye üstü kapalı değinmek, bu konunun üzerinde konuşulmasını sağlamak  ”Söylesene açıkça, sözü nereye getirmek istiyorsun?” Sözü kesmek: 1  Söyleyeceklerini bitirmeden susmak  2  Başkasının konuşmasına engel olmak  ”Bir anda sözünü kesip kürsüden indi  ” Sözüm meclisten dışarı: “Konuşmam arasında hoşunuza gitmeyecek, kaba olabilecek, ağza alınması doğru olmayan sözler kullanacağım ancak bunların sizinle ilgisi yoktur” anlamında kullanılır  Sözüm ona: “Güya, sanki, sözde” anlamlarında kullanılır  Sözünde durmak: Verdiği sözün gereğini yerine getirmek  ”Demek sözündeduracaksın, iyi  ” Sözünden çıkmamak: Birinin isteklerine, öğütlerine kulak vermek, o ne derse onu yapmak  Sözüne gelmek: En sonunda karşı çıktığı kimsenin fikrini kabul etmek  ”Demek sözüme geldin, o hâlde gidelim  ” Sözünü balla kestim: “Sözünüzü kesmemi hoş görün; özür dilerim, sözünüzü kesmek zorunda kaldım” anlamında kullanılır  Sözünü esirgememek: Ne düşünüyorsa söylemek, kimseden çekinmemek, karşısındakini kıracağım diye kaygılanmamak  ”Ondan sözümü esirgeyecek değilim, tamam mı?” Sözünü geri almak: Söylemiş olduğu sözün doğru olmadığını kabul ederek söylenmemiş sayılmasını istemek  ”Sözünü geri al, yoksa karışmam!” Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren bir kişi olmak  ”Ona güvenin, o sözünün eri olan birisidir  ” Sözünü tutmak: 1  Verdiği sözü yerine getirmek  2  Birinin verdiği öğüde uymak  ”Babanın sözünü tut, zararlı çıkmazsın  ” Sözünü yabana atmamak: Bir kimsenin söylediklerine önem vermek  ”Öğretmenin sözünü yabana atma sakın  ” Sucuk gibi ıslanmak: Baştan aşağı, elbisesinin ve vücudunun her yanına su değmek  ”Hortumu üstüme tutup beni sucuk gibi ısladı  ” Sudan cevap: Üstünkörü, tutar yanı olmayan, baştan savma cevap  ”Ne sordumsa sudan cevaplar aldım  ” Sudan ucuz: Çok ucuz, âdeta bedava gibi  ”Sizin orda elbiseler sudan ucuzmuş öyle mi?” Su dökünmek: Yıkanmak  ”Buz gibi havada bile su dökünmekten kaçınmaz  ” Su gibi akmak: 1  Zamanın çok hızlı geçip gitmesi  2  Bol bol gelmek ya da gitmek (para, yiyecek vs  )  ”Para su gibi akıyor, o harcamayacak da ben mi harcayacağım?” Su gibi bilmek: Çokiyi, yanlışsız bilmek veya okumak  ”Senin konunu da su gibi biliyorum  ” Su gibi ezberlemek: Çok iyi, yanlışsız ve takılmadan söyleyebilecek ölçüde ezberlemek  Su gibi gitmek: Bol bol harcamak  ”Paralar su gibi gitti  ” Su götürmez: Kesin, başka bir yoruma açık olmayan  ”Şu anlattıkları su götürmez gibi geliyor bana  ” Su götürür olmak: Çeşitli yorumlara elverişli olmak  Su içinde kalmak: Çok terleyip sırılsıklam olacak biçimde ıslanmak  Su katılmamış: Saf, katıksız, bozulmamış, başka bir etkiyle değişmemiş olan, hilesiz  Su koyvermek: 1  Sebze ve et pişerken suyunu salıvermek  2  Cıvıtmak, sözünde durmamak  ”Su koyvermeden çalışamaz mısın sen?” Sululuk etmek: Cıvıklık etmek, taşkın hareketlerde bulunmak, ciddi davranmamak  ”Sululuk etmeyi bırak da çalışmaya bak  ” Surat asmak: Kaşlarını çatıp yüzüne küskün ve dargın bir anlam vermek  Surat bir karış: Öfkeli, kızgın, üzüntülü ve somurtkan  ”Yanına vardığımızda suratı bir karıştı  ” Suratını ekşitmek: Hoşnutsuzluğunu yüz ifadesiyle belli etmek  ”Bütün gün suratını ekşitip durdu  ” Sus payı: Bir kimseye bildiklerini söylememesi karşılığında verilen para, susmalık  Suya götürüp susuz getirmek: Birinden çok kurnaz olmak, onu aldatabilecek kadar akıllı ve kabiliyetli olmak  Suya sabuna dokunmamak: Sakıncalı konulardan uzak durmak, davranışlarıyla birilerini incitmeyecek yol tutmak  ”Başına gelen son belâdan sonra suya sabuna dokunmamaya karar verdi  ” Suyu bulandırmak: İyi, olumlu, yolunda giden bir işi art niyetle karıştırmak  ”Sen de suyu bulandırmasan olmaz değil mi?” Suyu kaynamak: İş başından uzaklaştırılması zamanı yakın olmak  ”Sen de suyu kaynayanlar arasında yer alıyorsun  ” Suyu mu çıktı?: “Beğenilmeyecek nesi var, ne kusurunu gördün ki orada kalmıyorsun?” anlamında kullanılır  Suyun başı: 1  Suyun çıktığı yer, kaynak  2  En çok yarar sağlanacak yer  3  Bir iş için en önemli, iş en son kendisinde bitecek kişi, mevkii  ”Yorgun bedenlerini suyun başındaki çimenlerin üstüne bıraktılar  ” Suyunca gitmek: Bir kimseyi öfkelendirmeyecek biçimde hareket edip davranışlarını onun isteğine, eğilimlerine uydurmak  ”Aman kızım kocanın suyunca git de sana zarar vermesin  ” Suyu nereden geliyor?: “Bu işi yürütmek için harcanan para hangi kaynaktan sağlanıyor  ” anlamında kullanılır  Suyunu çekmek: 1  Yemek çok kaynayıp hiç suyu kalmamak  2  Bir şeye özellikle de para harcanıp tükenmek  ”Paralar suyunu çekti, ağanın da forsu bitti  ” Suyunun suyu: Çok uzaktan ilgisi bulunan şey  Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli  ”Günlerce hapiste kaldım, su yüzü görmedim hiç  ” Su yüzüne çıkmak: Belli olmak, aydınlanmak  ”Bu işin asıl sebepleri su yüzüne çıkacak, sen de gününü göreceksin  ” Süklüm püklüm: Korkup çekinerek, ezilip büzülerek, utanıp sıkılarak  ”Süklüm püklüm yanımıza yaklaştı  Sükûtla geçiştirmek: Asıl mesele üzerinde bir şey konuşmamak, sessizce atlamak  Sünger çekmek: Unutmak, silmek, hiçbir şey olmamış saymak  ”Sen o işin üzerine bir sünger çek hele  ” Süngüsü düşük: Eski atılganlığı, neşesi, canlılığı, etkinliği kalmamış  ”Bir hayli süngüsü düşük çıktı müdürün yanından  ” Sürüncemede kalmak: Gecikmek, bir türlü sonuçlanamamak, askıda kalmak  ”Bizim iş sakın sürüncemede kalmasın çocuklar!” Sürüden ayrılmak: Herkesin tuttuğu yolu bırakıp ayrı bir yol takip etmek  ”Sürüden ayrılanı her zaman kurt kapar mı?” Süt dökmüş kedi gibi: Bir kabahat işleyip de bu kabahatinden dolayı utanan, korkan, çekinen kimsenin durumunu anlatmak için kullanılır  Süt kuzusu: 1  Henüz meme emen kuzu  2  Çok küçük bebek, yavru, korunması gereken küçük çocuk  3  Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse  ”Daha süt kuzusu o, nasıl kıyılıp da vurulur ona?” Süt liman olmak: Dingin, gürültüsüz, sakin olmak  ”Ortalık bir anda süt liman olmuştu  ” Sütü bozuk: Mayası bozuk, kötü soydan gelen ve ahlâksızlık eden kimse  ”Senin gibi sütü bozuklara selâm verilir mi?” | 
|   | 
|  | 
|  | Ş Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #36 | 
| 
Şengül Şirin   |   Ş Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıŞ HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Şad olmak: Sevinmek, mutlu olmak  ”Seni gördük, şad olduk  ” Şafak atmak: Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak  ”Onu yanımdan kovunca bende şafak attı  ” Şafak sökmek: Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak  ”Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler  ” Şaha kalkmak: 1  Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması  2  Coşmak, kükremek, baş kaldırmak  ”Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı  ” Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak  ”Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara  ” Şaka götürmemek: 1  Şakadan hoşlanmamak  2  Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek  ”Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!” Şaka kaldırmak: Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak  Şaka maka (derken): “Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı” anlamında kullanılır  Şakası yok: 1  Tehlikeli  2  (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya  ”Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim  ” Şakaya getirmek: 1  Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek  2  Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek  ”İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!” Şakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek  Şamar oğlanı: Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse  ”Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!” Şamata koparmak: Gürültü, patırtı yapmak  Şapa oturmak: Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek  ”Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta  ” Şart koşmak: Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak  ”Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona  ” Şeref vermek: Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak  Şerefini korumak: Onurunu, kişiliğini gözetmek  Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, görüşünde aldanmak  ”Şeşi beş gördüm her hâlde  ” Şeyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta  Şeytana uymak: Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak  ”Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum  ” Şeytan diyor ki!: “İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor” anlamında kullanılır  ”Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv  ” Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak  ”Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her hâlde  ” Şeytan görsün yüzünü: “Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum” anlamında kullanılır  Şeytanın art bacağı: Çok afacan ve yaramaz (çocuk)  Şeytanın ayağını kırmak: 1  Aksiliği, uğursuzluğu yenmek  2  Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak  ”Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel  ” Şeytan kulağına kurşun: İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken “Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun  ” anlamında kullanılır  Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak  ”O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir  ” Şıp diye geçmek: Ansızın, birdenbire geçmek  Şifayı bulmak (veya kapmak): Hastalanmak  ”Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene  ” Şimdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden  ”Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır  ” Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak  ”Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin  ” Şirazesinden çıkmak: Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek  Şom ağızlı: Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse  ”Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım  ” Şöyle bir: Üstünkörü, gelişigüzel, üzerinde durmayarak  ”Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere” Şöyle böyle: 1  Ne iyi ne kötü, orta derecede  2  Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak  ”Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik  ” Şundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz şeyler  ”Eh işte, şundan bundan konuşup durduk  ” Şunu bunu bilmemek: İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek  ”Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz  ” Şunun şurası: Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır  ”Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?” Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku  ”Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor  | 
|   | 
|  | 
|  | T Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #37 | 
| 
Şengül Şirin   |   T Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıT HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Tabana kuvvet: “Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı” anlamında kullanılır  ”Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!” Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak  ”Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı  ” Tabanları yağlamak: 1  Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak  2  Hızlıca koşarak kaçmak  Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı  ”Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler  ” Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek  ”Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim  ” Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek  Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak  ”Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler  ” Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak  ”O kebabın tadı damağımda kaldı  ” Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak  ”Yemeğin tadına baktın mı?” Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak  ”Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha  ” Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak  ”Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa  ” Tadını almak: 1  Bir şeyin lezzetini almak  2  Yaptığı işten zevk duymaya başlamak  ”O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz  ” Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak  ”Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım  ” Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak  Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak  ”İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı  ” Tahtalı köy: Mezarlık  Tahtası eksik: Aklı noksan, deli  ”O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!” Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte  Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek  ”Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa  ” Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı  Tam adamını bulmak: 1  En uygun kişiyi seçmek  2  En uygunsuz kişiyi seçmek  ”Tam adamını bulmuşsunuz hani!” Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş  ”Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler  ” Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek  Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk  ”O bir Tanrı misafiridir  Nasıl kalk git diyebilirim  ” Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak  ”Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?” Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak  Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak  ”Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk  ” Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek  Taş attı da kolu mu yoruldu?: “Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?” anlamında kullanılır  Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak  ”Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular  ” Taş çatlasa: “Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız” anlamında kullanılır  ”Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez  ” Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak  ”Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor  ” Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek  Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse  ”Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!” Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek  ”Çocuk sanki taş kesilmişti  ” Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek  ”Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar  ” Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz  ”Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler  ” Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz  ”Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır  ” Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış  Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan  Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak  ”Nihayet işi tatlıya bağladık  ” Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak  Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek  ”Tavına getirip söyle  ” Tava gelmek: 1  Yumuşamak, kanmak  2  Süzülecek duruma gelmek  ”Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi  ” Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak  ”Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum” Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme  Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır  Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen  ”Amma da tavşan yürekli bir adammışsın  ” Tazıya dönmek: 1  Oldukça zayıflamış olmak  2  Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak  Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak  ”Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor  ” Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek  Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak  ”Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma  ” Tekbir getirmek: “Allah-ü ekber” diyerek Allah`ın adını yüceltmek  Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak  ”Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler  ” Tekin değil: 1  İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer  2  Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse  ”O eski ev tekin değil diyorlar  ” Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak  Tel çekmek: 1  Telgraf çekmek  2  Telle sınırlandırmak, telle çevirmek  Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek  ”Gelini bir güzel telleyip pulladılar  ” Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek  Temel atmak: 1  Bir yapının temellerini yapmaya başlamak  2  Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek  ”Evin temelini yarın atacağız inşallah  ” Temel taşı: 1  Bir yapının temeline konan taş  2  Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı  ”Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır  ” Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak  ”Ödevlerinizi temize çekin  ” Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak  ”O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!” Temiz para: 1  Kesintiden sonra elde kalan para miktarı  2  Doğru yoldan kazanılmış para  Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek  Tencere dibin kara seninki benden kara: “Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin” anlamında kullanılır  Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine  Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek  ”İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün  ” Tepeden inme: 1  Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen  2  Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir  ”Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına  ” Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu  ”Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı  ” Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek  ”Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı  ” Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek  Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak  ”Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü  ” Tepesine binmek: 1  Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak  2  Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak  ”Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu  ” Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere  ”Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü  ” | 
|   | 
|  | 
|  | T Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #38 | 
| 
Şengül Şirin   |   T Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıTepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak  ”Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!” Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek  Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak  Ter dökmek: 1  Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek  2  Çok terlemek  ”Bu işi başarmak için az ter dökmedi  ” Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak  Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak  ”Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi  ” Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek  Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak  ”Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun  ” Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek  ”Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim  ” Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek  Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak  ”Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim  ” Teselli bulmak: Avunmak  Teslim bayrağı çekmek: 1  Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak  2  Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak  ”Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın  ” Teslim olmak: 1  Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek  2  Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak  ”Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!” Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek  Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak  ”Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?” Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan  ”Bu kadar tez canlı olma!” Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,”Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!” Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak  ”Hemen tezgâhı kurup gittiler  ” Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek  Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak  ”Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır  ” Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek  ”Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını  ” Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse  Tıpış tıpış yürümek: 1  Kısa adımlarla çabuk yürümek  2  İster istemez bir yere gitmek  Tıraş etmek: 1  (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak  2  Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak  ”Yeni berber iyi tıraş yapamıyor  ” Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak  Tırpan atmak: 1  İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek  2  Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak  ”Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu  ” Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak  Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)  ”Bu çocuk da tok evin aç kedisi  ” Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak  Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert  Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen  ”Rahmetli tok sözlü bir insandı  ” Tongaya basmak: Tuzağa düşmek  ”Çok kötü bastı tongaya  ” Top atmak: İflas etmek  ”Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım  ” Topa tutmak: 1  Bir yeri top ateşi altında bulundurmak  2  Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek  Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak  Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için “Allah rahmet eylesin” denir  Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi  ”Topu topu beş elma almış  ” Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek  ”Kızına da hiç toz kondurmuyor  ” Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak  ”Çabuk toz olun buradan  ” Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak  ”Hayatı hep toz pembe görmüştür  ” Tozu dumana katmak: 1  Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak  2  Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak  ”Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı  ” Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek  ”Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin  ” Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek  Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde  ”Merak etme, turp gibi o  ” Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek  ”Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı  ” Turşusu çıkmak: 1  Çok yorulmak  2  İyice ezilmek, parçalanmak  ”Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış  ” Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir  ”Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki  ” Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır  Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak  Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,”O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona  ” Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak  ”Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım  ” Tuz biber ekmek: 1  Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek  2  Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak  ”İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine  ” Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak  ”Masadan düşen vazo tuzla buz oldu  ” Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır  Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak  ”Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu  ” Tuzu kuru: Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan  ”Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa  ” Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek  ”Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!” Tümen tümen: Pek çok  Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak  ”Ömrümce onun bununTürküsünü çağırıp durdum, yeter artık!” Türkü yakmak: Bir Türküye ezgi uydurmak  ”Sevdiği kıza yanık bir Türkü yakmış diyorlar  ” Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek  Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek  Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek  ”Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu  ” Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak  | 
|   | 
|  | 
|  | U Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #39 | 
| 
Şengül Şirin   |   U Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıU HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek  ”O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum  ” Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak  ”İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?” Ucu ortası belli olmamak: Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek  Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak  ”Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım  ” Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar  ”İp ucu ucuna geldi  ” Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak  ”Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık  ” Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak  ”Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?” Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek  Uçsuz bucaksız: Çok geniş  ”Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum  ” Uçkuruna sağlam: Namuslu, iffetine bağlı  Uç vermek: 1  Baş vermek (çıban)  2  Bitmek, sürmek (bitki)  3  Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek  4  Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak  ”İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı  ” Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak  ”Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı  ” Uma uma döndük muma: Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir  Umurunda olmamak: Aldırış etmemek, önem vermemek  Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir  Utancından yere geçmek: Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak  ”Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi  ” Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak  ”Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım  ” Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak  ”Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim  ” Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak  ”İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu  ” Uykusu kaçmak: 1  Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak  2  Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak  ”Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu  ” Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak  ”Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın  ” Uyku tulumu: 1  Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan  2  İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak  ”Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!” Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak  Uyur uyanık: Yarı uykulu  ”Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu  ” Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek  ”Dedem uzağı gören bir adamdı  ” Uzaktan uzağa: 1  İlgisi pek az olan  2  Çok uzaktan  ”Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte  ” Uzun boylu: 1  Boyu uzun olan  2  Uzun süre  3  Derinlemesine, ayrıntılarıyla  ”Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık  ” Uzun etmek: 1  Nazlanmak, sözünde direnmek  2  Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek  3  Aşırı gitmek  ”Haydi uzun etme de gel benimle!” Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu  Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak  ”Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır  ” Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek  ”Meseleyi uzun uzadıya inceledik  ” | 
|   | 
|  | 
|  | Ü Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #40 | 
| 
Şengül Şirin   |   Ü Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıÜ HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak  ”Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme  ” Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak  Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak  ”İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al  ” Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse)  Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak  ”Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek  ” Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak  ”Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir  ” Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak  ”O cihana ün salmış bir güreşçidir  ” Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam  ”Üstüne başına hiç bakmaz ki o  ” Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak  ”Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden  ” Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak  ”Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin  ” Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak  ”Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim  ” Üst perdeden konuşmak: 1  Üstünlük taslayarak konuşmak  2  Çok yüksek sesle konuşmak  ”Üst perdeden konuşmaya bayılır  ” Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak  Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak  ”Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu  ” Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak  ”Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak  ” Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak  2  Suçlanmak  ”Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı  ” Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek  ”Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme  ” Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak  Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek  ”Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi  ” Üstüne almak: 1  Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak  2  Bir görevi üstlendiğini kabul etmek  ”Her sözü üstüne alma lütfen!” Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek  ”Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı  ” Üstüne basmak: 1  Yerinde bir fikir beyan etmek  2  İyice belirtmek  ”Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!” Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek  ”Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!” Üstüne (üzerine) düşmek: 1  Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak  2  (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek  ”Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak  ” Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak  Üstüne geçirmek: 1  Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak  2  Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek  ”Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?” Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek  Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak  Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek  ”Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum  ” Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak  ”Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim  ” Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek  ”Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor  ” Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak  Üstüne üstüne gitmek: 1  Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak  2  Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak  ”Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin  ” Üstüne varmak: 1  Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek  2  Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek  ”Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?” Üstüne yıkmak: 1  Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek  2  Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek  ”Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar  ” Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak  ”Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü  ” Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek  ”Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden  ” Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek  ”Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu  ” | 
|   | 
|  | 
|  | V Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #41 | 
| 
Şengül Şirin   |   V Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıV HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Vadesi gelmek (yetmek): 1  Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek  2  Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek  ”Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor  ” Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak  ”Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım  ” Vakit kazanmak: 1  Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak  2  Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak  ”Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz  ” Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden  ”Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine  ” Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak  ”Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok  ” Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek  ”Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?” Vaktini şaşmamak: Tam zamanında  ”Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek  ” Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak  ”Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice  ” Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek  ”Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi  ” Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek  Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır  Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek  Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek  ”Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar  ” Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek  ”Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi  ” Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek  Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak  ”Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk  ” Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek  ”Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter  ” Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek  ”Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin  ” Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek  ”Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi  ” Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak  Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek  ”Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk  ” Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir  Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir  Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak  Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse  Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır  ”Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular  ” Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik  ”Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar  ” Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek  ”Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?” Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek  ”Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak  ” | 
|   | 
|  | 
|  | Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #42 | 
| 
Şengül Şirin   |   Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıY HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak)  ”Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı  ” Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak  ”Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme  ” Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak  ”Ona hiç yabancılık çektirmedi  ” Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: “Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın  ” anlamında kullanılır  Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: “Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak” anlamında söylenir  Yad eller: 1  Baba ocağından uzak yerler, gurbet  2  Yabancı kimseler, yabancılar  ”Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim  ” Yâd etmek: Anmak, hatırlamak  ”Seni her gün yad ederiz buralarda  ” Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak  Yağ bal olsun: “Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun” anlamında söylenir  Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak  ”Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu  ” Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak  ”Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı  ” Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer  ”Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı  ” Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse  ”Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!” Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı  ”İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı  ” Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak  ”Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!   ” Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak  Yağma yok: “Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin” anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır  Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak  Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek  ”Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun  ” Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı  ”Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese  ” Ya herrü (herro) ya merrü (merro): “Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız” anlamında kullanılır  Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık  ”Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen  ” Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak  “İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum  ” Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek)  ”Polisler adamı yaka paça götürdüler  ” Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür  Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak  ”Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu  ” Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak  ”Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım  ” Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak  ”Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan  ” Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak  Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak  ”Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık  ” Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek  ”Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de  ” Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek  ”Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi  ” Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak  ”Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim  ” Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek  ”Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı  ” Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak  ”Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı  ” Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı  ”Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin  ” Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak  ”Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş  ” Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,”Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir  ” Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak  ”Yalan yere adamı şikâyet ettiler  ” Yalayıp yutmak: 1  İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek  2  Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek  ”Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu  ” Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek  ”Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu  ” Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak  Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak  ”Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!” Yan basmak: 1  Aldanmak  2  Kaypaklık edip dürüst davranmamak  ”Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme  ” Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak  ”Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları  ” Yandan çarklı: 1  Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay  ”Usta, iki yandan çarklı yap!” 2  Bir omuzu düşük olarak yürüyen  3  Çarkı yanda olan gemi  Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak  ”Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar  ” Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak  ”Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?” Yan gözle bakmak: 1  Kötü niyetle, düşmanca bakmak  2  Göz ucuyla bakmak  ”Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti  ” Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses  Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek  ”Bunu, onun yanına bırakmayacağım  ” Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak  ”Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?” Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir  Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok  ”Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş  ” Yanıp tutuşmak: 1  Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak  2  Kuvvetli bir aşkla sevmek  ”Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu  ” Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak  ”Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu  ” Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak  Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak  ”Meğer biz yanlış kapı çalmışız  ” Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak  ”Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur  ” | 
|   | 
|  | 
|  | Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #43 | 
| 
Şengül Şirin   |   Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıYan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak  Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek  Yara açmak: 1  Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak  2  Büyük dert, acı, üzüntü vermek  ”Onun sözleri içimde bir yara açtı  ” Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak  ”Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?” Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak  ”İnsan dostunu yardan atar mıymış?” Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma  Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse  ”Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!” Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek)  ”Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler  ” Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu  ”Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!” Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden  Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek  ”Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın  ” Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek  Yaş Dökmek: Ağlamak  ”Senin için az yaş dökmedi ailen  ” Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak  ”Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır  ” Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak  Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak  ”O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir  ” Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak  ”Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız  ” Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak  Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak  ”Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor  ” Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak  ”Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık  ” Yavaş gel: “Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma” anlamında kullanılır  Yaya kalmak: 1  Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak  2  Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak  ”İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?” Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan  ”Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek  ” Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek  ”Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı  ” Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek  Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek  Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan  ”Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?” Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya  ”İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz  ” Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes  ”Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu  ” Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır  Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya  ”Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu  ” Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok  ”Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor  ” Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek  ”Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır  ” Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır  Yele vermek: 1  Boşuna harcamak  2  Savurmak  ”Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?” Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak  ”Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca  ” Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla  Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak  ”Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?” Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır  Yemin etsem başım ağrımaz: “Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim” anlamında kullanılır  Yenilir yutulur gibi değil: 1  Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için)  2  Aşırı, çok pahalı  3  Çok ağır, kabul edilmez (söz)  4  Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan  ”Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler  ” Yer almak: 1  Bir şey yapanların arasında bulunmak  2  Adına ayrılan yerde bulunmak”Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?” Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse  Yer demir gök bakır: “Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm” anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır  Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak  ”Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı  ” Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse  ”Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da  ” Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek  Yer etmek: 1  İz bırakmak  2  İyice yerleşmek  ”Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım  ” Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak  ”Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu  ” Yerinden oynamak: 1  Bulunduğu bir yerden ayrılmak  2  Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak  ”O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!” Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak  ”Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın  ” Yerinde saymak: 1  Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak  2  Hiç gelişme, ilerleme gösterememek  ”Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi  ” Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak  ”Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu  ” Yerin dibine geçmek: 1  Çok utanmak, sıkılmak  2  Kaybolmak, göze görünmez olmak  ”Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!” Yerine geçmek: 1  Görevden ayrılan birinin yerine geçmek  2  Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek  ”Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular  ” Yerini bulmak: 1  Aradığı bir yeri bulmak  2  Yerine gelmek  3  Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak  ”Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim  ” Yerini doldurmak: 1  Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak  2  Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak  ”Bakalım yerini doldurabilecek mi?” Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen  ”Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?” Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak  ”Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler  ” Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan  ”Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam  ” Yer tutmak: 1  Bir yeri kaplamak  2  Birine bir yer ayırmak  ”Salonda yer tutmak yasaktır!” Yer vermek: 1  Önemini belirtmek  2  Kendi yerini bir başkasına vermek  3  İmkân tanımak  ”Bu fikre de yer vermeliyiz  ” Yer yarılıp içine girmek: 1  Çok utanmak  2  Yitirilen şey bir türlü bulunamamak  ”Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu  ” Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak  ”Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık  ” Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak  ”Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum  ” Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş)  ”Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?” Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek  Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak  ”Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun  ” Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek  ”İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı  ” Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak  ”Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti  ” Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak  ”Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti  ” Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek  ”Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!” Yiğitlik sende kalsın: “Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun” anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir  Yiyip bitirmek: 1  Parayı tüketinceye dek harcamak  2  Yemeği sonu gelinceye kadar yemek  3  Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak  ”Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!” Yok canım!: 1  Gerçek mi, öyle mi? 2  Hayır inanmam, doğru değil bu!”Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile  ” Yok devenin başı!: “Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam” anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır  Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına  ”Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu  ” Yol açmak: 1  Yeni bir yol yapmak  2  Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek  3  Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak  4  Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek  ”Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı  ” Yola çıkmak: 1  Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak  ”Sabah erkenden yola çıkacaklarmış  ” Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak  ”Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile  ” Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek  ”Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir  ” Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek  Yol almak: 1  Çıkılan yolda ilerlemek  ”Bir saatte epey yol alırız  ” 2  Mesleğinde ilerlemek  ”Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı  ” Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak  ”Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz  ” Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak  ”İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu  ” Yoldan çıkmak: 1  Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak  2  Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek  ”Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor  ” | 
|   | 
|  | 
|  | Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #44 | 
| 
Şengül Şirin   |   Y Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıYoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek  ”Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız  ” Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer  ”Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!” Yol göstermek: 1  Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak  2  Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek  ”Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana  ” Yol iz bilmemek: 1  Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek  2  Görgüsüz davranmak  Yol kesmek: 1  Birinin geçmesine engel olmak  2  Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak  ”Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar  ” Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek  ”Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!” Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak  ”Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi  ” Yoluna çıkmak: 1  Karşılamaya gitmek  2  Yolda karşısına çıkmak  ”Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı  ” Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek  Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek  ”İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı  ” Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek  ”Az yolunu beklemedi oğlunun  ” Yolunu bulmak: 1  Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak  2  Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak  ”Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel  ” Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak  ”Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı  ” Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak  ”Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?” Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak  Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak  ”Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı  ” Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları  ”Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe  ” Yorgan gitti, kavga bitti: “Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi  ” anlamında kullanılır  Yorgunluğunu almak: 1  Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek  2  Yorgun birini dinlendirmek  Yorgunluğunu çıkarmak: 1  Dinlenmek  2  Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak  Yörüngesine oturtmak: 1  (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak  2  Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak  Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse  ”Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim  Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır  Yumruk kadar: 1  Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne)  2  Küçük çocuk  ”Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?” Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak  ”Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?” Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek  Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse  ”Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?” Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap  ”Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu  ” Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek  ”Yuvarlanıp gidiyoruz işte  ” Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek  ”Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam  ” Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek  ”Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer  ” Yuvasını yıkmak: 1  Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak  2  Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek  ”Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara  ” Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek  ”Desene boş yere yük altına girmişiz biz  ” Yük olmak: 1  Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak  2  Masraflarını başkasına ödetmek  ”Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar  ” Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek  ”Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste  ” Yüksek perdeden konuşmak: 1  Yüksek sesle konuşmak  2  Meydan okurcasına sert konuşmak  3  Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak  ”Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor  ” Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek  ”Amma da yüksekten atıyor  ” Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi  ) Yükün altından kalkmak: 1  Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak  2  Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak  ”Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar  ” Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak  ”Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu  ” Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak  ”Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an  ” Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak  ”Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti  ” Yüreği çarpmak: 1  Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak  2  Yüreği hızlı vurmak  Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak  ”Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü  ” Yüreği ezilmek: 1  Üzülmek, çok acı duymak  2  Çok acıkmış olmak  ”İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim  ” Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak  Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak  Yüreği kabarmak: 1  Midesi bulanmak  2  Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak  Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak  ”Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu  ” Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak  ”Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol  ” Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse  Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak  ”Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu  ” Yüreğine inmek: 1  Birdenbire ölmek  2  Büyük ölçüde üzülmek  ”Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?” Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek  Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek  ”Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur  ” Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak  ”Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı  ” Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak  Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak  Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak  ”Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı  ” Yüreği pek: 1  Korkusuz, yürekli, çok cesaretli  2  Yüreği katı  ”Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki  ” Yüreği yanmak: 1  Çok fazla acımak  2  Bir felâkete uğramak  ”Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum  ” Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak  Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak  Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak  Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak  Yüze gülmek: 1  Sevimli, çekici görünmek  2  Yalandan dost görünmeye çalışmak  ”Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar  ” Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak  ”Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu  ” Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak  Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan  Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak  ”İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar  ” Yüz karası: 1  Utanılacak bir durum  2  Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak  ”Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?” Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum  Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak  Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak  ”Hava kararmaya yüz tuttu  ” Yüzde kalmak: 1  Derinleştirmemek  2  Önemli şeyler meydana getirmemek  Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak  ”Alnım açık, yüzüm aktır  ” Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak  ”Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler  ” Yüzü gözü açılmak: 1  Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak  2  İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek  Yüzü gülmek: 1  Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak  2  Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak  ”Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?” Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak  ”Bu güne kadar ne istedimse verdi  Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste  ” Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan  Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız  Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak  ”Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?” Yüzünden okumak: 1  Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak  2  Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak  ”Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor  ” Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak  Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek  ”İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi  ” Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak  ”Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk  ” Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek  ”Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda  ” Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır  Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek  ”Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!” Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak  ”Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?” Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak  Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak  ”Baksana, yüzü sirke satıyor adamın  ” Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak  ”İşleri yüz üstü bırakıp gitti  ” Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,”Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!” Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için  ”Hz  Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar  ” Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek  ”Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor  ” Yüzü yerde: Alçakgönüllü  Yüzü yok: “Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor  ” anlamında kullanılır  Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak  Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek  ”Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız  ” Yüz yüze gelmek: 1  Birden karşılaşmak  2  Bir araya gelmek  ”Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz  ” | 
|   | 
|  | 
|  | Z Harfi İle Başlayan Deyimler Ve Anlamları |  | 
|  01-19-2011 | #45 | 
| 
Şengül Şirin   |   Z Harfi İle Başlayan Deyimler Ve AnlamlarıZ HARFİYLE BAŞLAYAN DEYİMLER Zahmet çekmek: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak  ”Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben  ” Zahmete sokmak: Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek  ”Adamcağızı durup dururken zahmete sokmuşsunuz  ” Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya çalışmak  Zaman kollamak: 1  Uygun bir fırsat beklemek  2  Bir işin sırasını beklemek  ”Zamanını kolla öyle gir işe, zamansız girip de rezil olma  ” Zaman öldürmek: Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit geçirmek  ”Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler  ” Zaman vermek: Bir iş için belli bir süre ayırmak  ”Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çağırabilirim  ” Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sıra  ”Zaman zaman o da aramıza katılırdı  ” Zamane çocuğu: Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse  ”Zamane çocuğu ne olacak  ” Zar tutmak: Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle atmak  Zart zurt etmek: Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak  Zar zor: 1  Güçlükle, zorla  2  “Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi  ” anlamında kullanılır  ”Zar zor getirdik adamı  ” Zehir etmek: Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma sokmak  ”Yediğim şu yemeği zehir ettiniz bana  ” Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz  Zembereği boşanmak: 1  Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek  2  Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek  Zemheri zürafası (gibi): Kışın ince elbise giyip gezenler için söylenir  Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana getirmek  Zemzemle yıkanmış olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak  Zerre kadar: Hiç denecek kadar az  ”Onu zerre kadar sevmiyorum  ” Zevahiri kurtarmak: Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü kurtarmak  ”Bu girişimimizle zevahiri kurtardık, daha ne istiyorsun?” Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek  Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak  ”Allah kimseye zeval vermesin  ” Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak  ”Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu  ” Zevkine varmak: Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek  ”O sabah, manzaranın zevkine vardık  ” Zevkini çıkarmak: Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince yararlanabilmek  ”Gelin şu gezinin zevkini çıkaralım  ” Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışmak  Zıddına gitmek: Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek  ”Niçin devamlı benim zıddıma gidiyorsun  ” Zılgıt yemek: Azarlanmak, paylanmak  ”Senin yüzünden öğretmenden zılgıt yedik  ” Zınk diye durmak: Birdenbire, aniden durmak  ”Önümdeki adam zınk diye durunca ne yapacağımı şaşırdım  ” Zırnık (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek  ”Ona bu mirastan zırnık bile koklatmayacağım  ” Zıvanadan çıkmak: 1  Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak  2  Delirmek, aklını oynatmak  ”Biraz daha konuşup da beni zıvanadan çıkarmayın!” Zihin açıklığı: İyi, sağlıklı düşünebilme gücü  ”Sana Allah`tan zihin açıklığı dilerim  ” Zifiri karanlık: Çok karanlık  ”Zifiri karanlıkta yola çıktık  ” Zihni bulanmak (karışmak): Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını şaşırmak  ”Bir anda zihnim bulandı, saçmalamaktan korkup konuşmayı yarıda kestim  ” Zihnini bulandırmak: 1  Kuşkulandırmak  2  Düşünemez hâle getirmek  Zihnini çelmek: 1  Bir kimseyi yanıltmak  2  Kandırıp baştan çıkarmak  Zihnini kurcalamak: Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak  ”Akşamki mesele zihnimi kurcalayıp duruyor  ” Zihnini oynatmak: Çıldırmak, aklını yitirip delirmek  ”Sen zihnini mi oynattın?” Zil takıp oynamak: Çok sevinmek  Zimmetine geçirmek: 1  Kendine mal etmek  2  Bir hesabı birinin borcuna eklemek  ”Devletin onca malını zimmetine geçirmiş  ” Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu)  ”Bütün esirleri zincire vurup zindana atmışlardı  ” Zindan kesilmek: 1  Çok karanlık duruma gelmek  2  Yaşanılan yer çok sıkıntı verici, yaşanılamayacak derecede kötü hâle gelmek  Ziyafet çekmek: Konukları yemek vererek ağırlamak  ”Düğünümde bir ziyafet bile çekemedim  ” Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak  ”O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor musun?” Ziyanı yok: “Önemli değil, önemi yok!” anlamında kullanılır  Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek  ”Hastaları ziyaret etmek görevlerimiz arasındadır  ” Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak  Zora binmek: İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek  ”Bir yolunu bulun, sakın işi zora bindirmeyin  ” Zora gelmemek: Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe sabredememek  ”Zora gelemem ben, lütfen ısrar etmeyin!” Zorun ne?: “Ne istiyorsun, amacın ne?” anlamında kullanılır  Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi olmak  ”Adamın bir zoru olduğu yüzünden belliydi  ” Zurnanın zırt dediği yer: Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı noktası  Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma  Zülfüyâra dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak  ”Hayır geri duramam, zülfüyâra dokunsa da söyleyeceğim  ” | 
|   | 
|  | 
|  |