Şengül Şirin
|
Ikta, Ikta
IKTÂ ya da İKTÂ a (ar kaf, kesmeden iktâ"') Esk
1 Padişahın toprak bağışlaması
—2 Delille susturma
—3 Devlete ait toprakların, bazı vergilerin ve devlet gelirlerinin hizmet ve maaşlarına karşılık olmak üzere asker ve sivil yöneticilere bırakılması ve tahsis edilmesi sistemine verilen ad (Bk ansikl böl )
—ANSİKL ikt tar Iktâlar "menşur", "tevki" ve başka adlar taşıyan belgelerle verilirdi Hükümdar ailesine mensup kimselere geçimlerini sağlamak için verilen topraklarla, bazı beylere devlete olan bağlılıklarını kuvvetlendirmek amacıyla bir ya da birkaç vilayette bağımsız olarak egemenlik sürdürmesine olanak sağlayan anlaşmalar da ıktâ kapsamına giriyordu Ik-tâ sistemi, zamanla genişleyerek her türlü arazi vergileri, maden işletmeleri, gümrük vergileri, cizye ve hayvan vergileri iltizamını da kapsamına aldı Iktâ sisteminin aldığı bu biçime "mukataa" denildi (-MUKATAA ) Iktâ sahibine "muktâ" ya da farsça söyleyişle "ıktâ-dar", "mukataa" sahibine de "mukataadar" denilirdi Tahsis edilen kişilerin kimlikleri dolayısıyla çeşitli biçimlerde ıktâlar olduğu halde, Selçuklulardan sonra bunların askeri niteliği ve önemi esas alındığından ıktâ denilince, genellikle, bu son anlamı kastedilmiştir Islamiyetin doğuşundan itibaren izlediği gelişme dolayısıyla, ıktâ sistemini, ilk dönem, Selçuklu ve osmanlı dönemleri olmak üzere üç bölümde incelemek gerekir
İlk dönem, islam ordularının fethettikleri ülkeler başlangıçta askerlerin mülkü sayıldı Bunun maliyeye yaptığı olumsuz etki dolayısıyla Halife Ömer, araziyi eski sahiplerinde bırakarak, bunların ödeyeceği vergileri hazine adına tahsil edip, askerlerin maaşlarına tahsis etti Bununla birlikte, istila dolayısıyla, sahipsiz kalan yerlerin, devlete ait vergilerini ödemek koşulu ile, kişilere bırakılmasından doğan ye "ıktâ" adını alan bir rejim ortaya çıktı, ilk uygulamada bugünkü anlamı ile mülkiyetten farklı görülmeyen bu ıktâlara sahip olanlar, vergilerini ödedikten sonra, hizmet karşılığı olarak, arazinin mülkiyet ve tasarrufunu elde etmiş oluyorlardı, islam ordularının Araplar'dan oluştuğu ilk dönemin koşullarına uygun olarak kurulan bu tip ıktâlar, Abbasiler döneminde askerlik hizmeti Türkler'in eline geçince bu niteliklerini kaybettiler Başlangıçta ücretli asker olan Türkler, zamanla devlet işlerine egemen olduktan sonra, ordu gereksinmelerinin hazineden karşılanması yerine, doğrudan doğruya arazi gelirine bağlandı Böylece, birçok yerde vergi toplayıcısı ve kiracısı durumuna gelen komutanlar ma-iyetlerindeki askerlerin giderlerine karşılık olarak hesap edilen vergileri tahsil ettikleri yerlerin ıktâ sahipleri oldular
Böylece devlete ait vergilere dayanan ve daha sonraki dönemdekilerin çekirdeğini oluşturan ıktâlar ortaya çıktı Toplumsal bunalımlara neden olan ve askerlerin toprağa bağlanmasına olanak vermeyen bu sistem selçuklu egemenliğine kadar sürdü Selçuklular dönemi: Selçuklu imparatorluğunun kurulması ile ıktâ sisteminin gelişmesinde yeni bir aşamaya ulaşıldı, ilk kuruluş döneminde, yani henüz türk öğelerin islami kurumlarla kaynaşmadığı zamanlarda, bir yandan ordu göçebe askeri geleneklerine dayandığı ve bir yandan da fethedilen ülkelerin eski idari ve mali sistemlerine dokunulmadığı için, selçuklu askeri ıktâsı denilen sistemden söz etmek olanağı yoktur Eski dönemden kalan ve Selçuklular döneminde de var olan, askeri olmayan ıktâlar, bir değişikliğe uğramadan sürdü Kuruluş aşamasında devletin askeri gücü doğrudan doğruya sultanın emrinde ya da göçebe geleneklerine göre ona bağlı bulunan hanedan mensupları ve boy beylerinin maiyetindeki türkmen aşiretlerinden oluşuyordu
Devletin egemenlik anlayışı da eski türk devlet anlayışı ve geleneklerine dayanıyordu Bunun sonucu olarak devletin yönetimindeki ülkeler, Göktürk ve Karahanlılar döneminde olduğu gibi, selçuklu hanedanı mensuplarının ortak malı sayılıyordu Tuğrul Bey, sultan olarak devletin başı sayıldığı halde, hanedana mensup ya da nüfuzlu türkmen beyleri, paylarına düşen vilayetlerde, idari ve siyasi bakımdan, yarı bağımsız hüküm sürüyorlardı Bu egemenlik anlayışı, islamiyetin mülkiyet ve ıktâ kurumları ile bağdaştırıldı Selçuklu hanedanı arasında eski türk geleneklerine göre yapılan arazi bölünmesi "ıktâ" terimi ile ifade edilmeye başlandı Selçuklu imparatorluğumun kurulması ile Orta Asya'da ortaya çıkan nüfus yoğunluğu sonucunda Ortadoğu ülkelerine doğru kitleler halinde türkmen göçleri başladı Ama, imparatorluğu kuran bu göçebe öğenin, yine o imparatorluğu yaşatabilmesi için askeri kuvvetin esası olması zorunluluğu vardı Bu nedenle bu öğelerin göçebe yaşam biçimi ve egemenlik anlayışından uzaklaştırılması yağma hareketlerine son verilerek devlete bağımlı kılınması gerekiyordu
Selçuklu döneminde toprağa bağlı bir ordunun ortaya çıkması, yani göçebelere arazi vermek suretiyle, askeri ıktâların kurulması, bu zorunluluktan doğmuştur Sistemin kurucusu, büyük selçuklu veziri Ni-zamülmülk'tür Nizamülmülk, vergileri merkezden toplayıp askere harcamak yöntemini bıraktı ve araziyi, derecelerine göre, askerlere ıktâ olarak verdi Böylece, arazinin divan'a (merkeze) bağlı durumun-dakinden daha fazla bayındır hale geldiği ve devlet gelirlerinin daha da arttığı kanıtlanmış oldu
Nizamülmülk'ün askeri ık-tâları kurarken yaptığı iş, eski türk askeri ve idari geleneklerini, yeni koşulların gereğine göre düzenlemekten ibarettir, isla-miyetten önce türkmen boylarına verilen ıktâlarla selçuklu ıktâsı arasındaki temel fark, göçebe ve yerleşik yaşam biçimi arasındaki farktan kaynaklanır Selçuklu askeri ıktâ sistemi bütün imparatorlukta ve ondan esinlenen öteki türk-islam devletlerinde küçük değişikliklerle uygulandı Bu sistemde toprağın mülkiyeti değil, topraktan alınan vergi ıktâ olarak verilmekteydi Iktâ sahipleriyle, toprağı ekip biçen reaya arasındaki haklar yasalarla belirtilmişti Toprağı ekenlerin özgür olduğu, yasalara uymayan ıktâ sahibinin devlete şikâyet edilebileceği, usulsüzlük yapan ıktâ sahibinden arazisinin alınacağı yasalarda belirtilmişti Bu gibi yolsuzlukları önlemek için müfettişler sürekli denetleme yapmaktaydı Devlet, kölelerden ve ücretlilerden oluşan merkez kuvvetleri dışında, bu sistem sayesinde büyük bir askeri güç kazanmış oldu Eski maaş sistemi ortadan kalktı Ordunun büyük bölümünü oluşturan ıktâ sahipleri kendi geçimlerini ve seferde gereksinim duydukları erzak, at, silah vb 'yi kendi ıktâlarından karşılıyorlardı Hükümdarın emriyle komutanlarının maiyetinde sefere giden bu askerler, barış zamanında ıktâlarının başında idare, inzibat ve askeri eğitim işleriyle uğraşıyorlardı Savaşta yararlık gösteren erler, ıktâ verilmek suretiyle ödüllendirildiklerl gibi, daha büyük hizmeti geçen komutanların ıktâlars artırılır, hatta, bazen köyler mülk olarak da verilirdi
Iktâların dağıtılması, çoğunlukla, yeni bir sultan tahta çıktığında ya da zafer sonrasında olurdu Devlet yönetiminde yüksek mevkilerde bulunanlara da ıktâ verilirdi Reaya ile ıktâ sahipleri arasındaki uyumu düzenli ve sürekli kılmak için, ıktâlar hizmetin sürmesi koşuluyla ya da hayatta kaldıkları sürece verildiği gibi, bazen de babadan oğula geçen uygulamalara da rastlanmaktaydı İslam hukukunda ancak mülkiyette geçerli olan irsiyeti, Selçuklular bir örf halinde, ıktâlara da uyguladılar Hatta ıktâ sahibinin oğlu küçükse, büyüyünceye kadar ıktâsını yönetmek için biri tayin edildiği gibi, oğlu olmayan ıktâ sahibinin ıktâsı kardeşlerine verilirdi Ama, ıktâ sahibi ıktâsını asla, hibe, vakıf ve satış yoluyla devredemezdi Veraset yoluyla ıktâların intikali daha çok küçük ıktâlarda görülürdü Büyük ıktâ sahiplerinin güçlenerek sultana karşı isyanından çekinildiği için veraset yoluna pek izin verilmezdi Bunlardaki genel uygulama daha çok, hizmet koşuluna bağlıydı Iktâ sahibi hizmetten ayrılınca ya da ölünce ıktâsı da geri alınırdı Daha çok Irak ve iran taraflarında toplanan büyük ıktâlar, niteliklerinden dolayı feodal bir yapıya sahiptiler Yönetimlerinde geniş topraklar ve maiyetlerinde büyük askeri kuvvetler bulunan ve merkezdeki devlet örgütünün küçük bir örneğine sahip olan bu büyük ıktâ sahipleri bazen sultan ile, bazen kendi aralarında mücadele ediyorlardı Bu savaşımlar, selçuklu feodalinin Avrupa feodali gibi kurumlaşmasını önlemekte idi Ama, Büyük Selçuklu imparatorluğunun parçalanmasında, Alparslan ve Melikşah' ın merkeziyetçi bir biçim verme çabalarına karşın, henüz gücünü kaybetmemiş olan ve göçebe kökenli egemenlik ve devlet anlayışının rolü büyük olmuştur
Devletin, başlangıçta türkmen beylerine yaptığı büyük ıktâları sonradan daha bağlı olan ve kölelikten yetişen büyük emirlere vermesi de önemli bir fark oluşturmamıştır Öte yandan, büyük kabile kuruluşlarını parçalama ve nüfuzlarını kırma girişimlerine karşın, oğuz boylarının yoğun oldukları bölgelerde boy beyleri, siyasi durum elverdikçe, güçlerini göstermiş ve birtakım beylik ve devletler kurabilmişlerdir
Büyük ıktâların mali bakımdan merkezle hiçbir ilgisi bulunmuyordu Devlet idari, inzibati bütün işleri ıktâ sahibine bırakmıştı Iktâ sahipleri vergileri kendi memurlarıyla toplamaktaydılar Yalnız bazı büyük ıktâ sahipleri devlet hazinesine yıllık bir vergi ödemekteydi Büyük Selçuklular'a göre daha kuvvetli bir merkezi idareye sahip olan Anadolu Selçuklularfnda ise ık-tâlar mali bakımdan bağışıklı olan ve olmayan diye iki bölüme ayrılıyordu
Bağışıklı olmayanlar "tekâlif-i divaniye" ve "avarız" vergileri ödüyordu Bu osmanlı dönemindeki serbest olan ve olmayan tımarların karşılığıydı
Büyük ıktâlarda yargı işleri tümüyle merkeze bağlı ve başkadının emrindeydi Askeri ıktâların Anadolu'da özel bir durumu göze çarpmaktadır Burada araziyi fazla parçalayan küçük ıktâlar vardır Büyük Selçuklular'da görüldüğü gibi, vilayetlerden toplanan askerlerin başında büyük ıktâ sahipleri değil, her vilayet merkezinde oturan merkezi yönetime bağlı subaşılar (ser-leşker) görülmektedir Yoğun oğuz kitlelerinin yerleşim alanı olmasına karşın, Anadolu Selçuklularfnda merkeziyetçi bir yönetimin yerleşebilmesi, bu ülkeye gelen göçebelerin eski aşiret birliklerini koruyamama sonucudur Anadolu Selçuklularının izledikleri iskân politikası bunu hazırlamıştır Anadolu'da askeri ıktâlar küçük parçalar halinde ortaya çıktığı halde, askeri olmayan ve devlet adamlarına verilen ıktâlar (Büyük Selçuklular' da olduğu gibi), vilayet büyüklüğünde, devletin yıkılışına kadar sürmüştür
Iktâ yönetiminin devlet ve reaya bakımından yarattığı uyum ve ülkenin kalkınmasında oynadığı rol, siyasi istikrara bağlıydı Siyasi istikrarsızlık ve savaşımlar oranında ıktâ yönetimi ve onunla birlikte ülke ve reaya kalkınması da sarsılmıştır Bu durum Büyük Selçuklu devletinin son zamanlarında kendini daha fazla göstermiştir Iktâlarını kaybeden emir ve askerler bir anarşi öğesi olmuşlardır Moğol egemenliğine giren bütün ülkelerde ıktâlar, askerleriyle birlikte ortadan kalkarken ıktâ rejimi Türkiye'de daha bir süre varlığını korudu Ama, Kösedağ yenilgisinden (1243) sonra Selçuklu devletiyle birlikte Selçuklu ordusu da sarsıldı
Sonuçta ordunun esasını oluşturan ıktâlar da aynı derecede bundan etkilendi Kılıç Arslan IV (öl 1264) zamanında birçok yer mülk haline geldi Türkiye'ye özgü olan ve ıktâ rejimi ile birlikte süren miri toprak rejimi yok olmaya başladı, ilhanlılar'in Anadolu'yu tümüyle askeri işgalleri altına almalarıyla (1276'dan sonra) Selçuklu devleti ve onunla birlikte Selçuklu ordusu da fiilen ortadan kalkınca, ıktâ yönetimi de yıkılmış oldu Bu tarihten sonra ıktâlarını kaybedenler Anadolu'nun çeşitli yerlerinde isyanlar çıkardılar, ilhanlılar'ın darbesinden sarsılmayan, uçlarda daha bağımsız bir varlık haline gelen türkmen boyları Selçuklu örgüt ve kurumlarına dayanan beyliklerini koruyorlardı Böylece onlar selçuklu ıktâsını da bünyelerine aldılar ve yeniden zaptettikleri hı-ristiyan ve müslüman ülkelerine naklettiler İşte bunlardan biri olan Osmanlı beyliği de aynı biçimde selçuklu ıktâsını "tımar" adı altında bünyesine aldı
Moğol İstilası dolayısıyla, Anadolu'da yıkılan ıktâ sistemi, beylikler tarafından korunup, Osmanlı tımarını ortaya çıkarırken, iran'da da moğol askeri örgütlenmesini esas alan ve selçuklu modelinde İlhanlı ık-tâsı kuruldu Anadolu'da İlhanlı ıktâsının kurulmadığı ve eski ıktâların yeniden canlandırmadığı bilinmektedir İlhanlı ıktâla-rı da reayayı özgür bırakmaktadır Yalnız devlet vergi hakkını askerlere, yani ıktâ sahiplerine bırakmaktadır Bunlar da selçuklu ıktâları gibi miras yöntemine bağlıydılar Bazı küçük farklılıklarla, selçuklu -ilhanlı ıktâsı daha sonraki dönemlerde Ti-murlular'da, Akkoyunlular'da ve öteki türk devletlerinde de sürdü, iran Safevileri döneminde artık eski hizmet karşılığı anlamını kaybederek, ıktâların mülk edinildi-ği, Avrupa'daki anlamda birtakım senyör-lük haklarını da elde ettikleri görülmektedir
Selçuklu ıktâsında ıktâ edilen topraklarda ıktâ durumu yalnızca devlete ait vergilerde sözkonusudur Bu toprakların hukuksal olarak kimin mülkiyetinde olduğu konusu tartışmalıdır
Osmanlılar dönemi: selçuklu ıktâsını "tımar" adı altında bünyesine alan Osmanlılar, var olan sosyal düzeni korumada gösterdikleri titizlik dolayısıyla, Anadolu'da topraklarına kattıkları yerlerde yalnız eski tımar idarelerini değil, çok kez, halkın alışkın olduğu eski tımar sahiplerini de tımarları başında bıraktılar Osmanlılar, selçuklu ıktâsının feodal biçimi ile zararlı yanlarını ortadan kaldırarak aldılar Reayayı koruyucu, toprak aristokrasisinin doğmasını önleyici önlemlerle geliştirilen bu sistem, tanzimata kadar sürdü
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|