Geri Git   ForumSinsi - 2006 Yılından Beri > Eğitim - Öğretim - Dersler - Genel Bilgiler > Eğitim & Öğretim > Edebiyat / Dil Bilgisi

Yeni Konu Gönder Yanıtla
 
Konu Araçları
adlı, asılı, badem, bebekler, cengiz, dağcının, dalına, incelenmesiders, notları, romanının

Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)

Eski 05-19-2010   #1
peri
icon111

Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)



Giriş

Bu yazıda, Cengiz Dağcı’nın 1970’te yayımlanan “Badem Dalına Asılı Bebekler” adlı romanı ele alınmıştır Bizim bu çalışmayı yapmamızdaki amaç, “Türk Dünyası Edebiyatları” adlı dersimizin “Kırım Edebiyatı” içerisinde geniş kitlelere ulaşabilmiş olan Cengiz Dağcı’nın romanını incelemektir

Roman değerlendirmesinde, mevcut tenkit ve tahlil metodlarından elden geldiğince yararlanmaya çalıştık Bu yüzden eklektik bir yapı ortaya çıktı Her edebî tenkit ve tahlil metodunun, eserin anlaşılmasına katkısı olacağı düşüncesi bizi böyle bir tercihe götürdü Cengiz Dağcı’nın romanı değerlendirilirken roman vak’asının genel bir özeti, şahıs kadrosu, anlatıcı- bakış açısı, vak’a örgüsü, mekan ve zaman olmak üzere tenkidin altı ana unsuru göz önünde tutulmuştur Önce, roman vak’asının genel bir özeti verilmiş olup vak’anın önemli noktalarına dikkat çekilmiştir Şahıs kadrosu incelenirken kahramanların, fizyolojik, sosyolojik ve psikolojik vasıfları üzerinde durulmuştur Bakış açısı terimi ise başta anlatım formu olmak üzere tahkiyenin sunuluşunu kapsar Yazarın, tahkiyelendiriş biçimi bu kavramın sınırları dahilindedir Ayrıca, bu kavram açısından, Dağcı’nın romanı incelenirken anlatma, gösterme, özet, iç monolog gibi tahkiye tekniklerinin, Dağcı’nın romanındaki biçimi üzerinde durulmuştur Mekan, şahıs kadrosunun yaşadığı ve olay örgüsünün oluşturduğu bir yer olması açısında önemlidir Bu kavram, dar ve geniş veya iç ve dış mekan olma özelliklerine göre ele alındı Dağcı’nın bu eserinde tarihî devir incelenirken ilgili devrin özelliklerine, başka bir deyişle “çağın ruhu”na dikkat çekilmiştir

Çalışmamız, iki ana bölümden oluşmaktadır Birinci bölümde Cengiz Dağcı’nın hayatını anlatmaya çalıştık İkinci bölümde ise “Badem Dalına Asılı Bebekler” adlı romanın incelenmesi bulunmaktadır

Birinci Bölüm

CENGİZ DAĞCI’ NIN HAYATI (9 Mart 1919)


Cengiz Dağcı, modern Türk edebiyatının, Türkiye coğrafyası dışında doğmuş ve yaşamış fakat eserlerini Türkiye Türkçesi ile kaleme almış ve Türkiye’de neşretmiş bir romancısıdır Ülkesi ve halk üzerinde Sovyet diktatörlüğünün maddî manevî korkunç baskılarını yaşamış, sonra da 1941-1943 Rus- Alman boğuşmaları sırasında bütün Kırım Türklüğü’nün tehcir ve katliamı ile yok edildiğini görüp yaşayarak bu büyük insanlık faciasını eserlerine yansıtmış tek romancı olan Cengiz Dağcı, Yalta’nın Kızıltaş köyünde doğmuştur Kırım Türkleri’ndendir

Köyünde ve Akmescit’te okuduktan sonra Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girmiş, ancak II Dünya Savaşı başladığı için (1940) enstitüyü yarım bırakarak askere alınmış, Odesa’daki subay okulunda yetiştikten sonra (1941) Alman- Rus Savaşı’na katılmıştır Bir süre Ruslar safında savaştı, sonra Almanlar’a (biraz da Ruslar’a kini dolayısıyla isteyerek) esir düştü Fakat Almanlar, esirlere ve bilhassa Türkler’e Sovyetler kadar kötü ve zalim davranıyorlardı Genç asker, onlarda da beklediği insaniyeti görmeyince ve zaten Almanlar’ın yenilmeye yüz tutmaları üzerine Polonya’ya sığındı Bu ülkede Alman işgal kuvvetlerine karşı millî direniş hareketlerine katıldı

Savaş onun psikolojik durumu üzerinde olumsuz tesirler bırakmıştı Bu bakımdan yazar savaş öncesi ve savaş yıllarına ışık tutacak mâhiyette hâtıra tarzında romanlar yazdı Eserlerinde Kırım Türklerinin sıkıntı ve mücâdelelerini anlattı Bâzı şiirleri 1950’li yılların ikinci yarısında Kırım Dergisi’nde yer aldı Şiirlerinde ve eserlerinde hislerine bir sınır koymayan Cengiz Dağcı, söylemek istediklerini açıkça ifâde etmeyi tercih etti Türkiye’de bir yayımcıya gönderdiği hayat hikâyesini, “Elhamdülillah Türküm, Müslümanım ve notlarımda yazdıklarımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim” diye bitirmiştir

Türk âleminin bir bütün olduğunu da şöyle ifâde etmiştir: “Bize Tatar diyorlar Çerkez, Türkmen, Kazak, Âzerî, Karakalpak, Çeçen, Uygur, Kabudî, Başkırt, Kırgız diyorlar Bunlar hep yalan Deniz parçalanamaz Biz Türk Tatarız Bunu senin kalbin bildiği gibi her Başkırt, her Kırgız, her Kazak’ın da kalbi bilir Kalbinin hisleriyle hareket et Dünyanın boş hırslarına kapılma

Savaşın bitiminde, bir Türk konsolosluğuna başvurarak Türkiye’ye gelmek istedi ise de umduğu anlayışı göremeyen Cengiz Dağcı, (Kızılhaç aracılığı ile) Almanya’yı işgal eden müttefik kuvvetlere sığındı Polonyalı eşi ve küçük kızıyla sığındığı Londra’ya (1946) yerleşti Yıllarca orada bir dükkan işletti Eserleri Türkiye’de Ötüken Neşriyat’ça yayımlanmakta olan Cengiz Dağcı’nın romanları:

Korkunç Yıllar (1956), Yurdunu Kaybeden Adam (1957), Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri(1962), O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968), Genç Temuçin (1969), Badem Dalına Asılı Bebekler (1970), Üşüyen Sokak (1972), Anneme Mektupar (1988), Yansılar (1988), Benim Gibi Biri (1989), Yansılar (2-3) (1992), Yoldaşlar (1992)
Cengiz Dağcı’nın 1956’dan beri üst üste yayımlanan yukarıdaki romanları esas itibariyle otobiyografik çizgiler taşır İncelediğimiz roman ışığında bu pencereye bakarsak şunları söyleyebiliriz: “Badem Dalına Asılı Bebekler” mekan olarak Kırım kıyı köyünde geçer Cengiz Dağcı da bir Kırım kıyı köyünde büyümüştür Anlatıcı olarak bir çocuğun gözünden yaşanılanların aktarılması kadar yaşanılan “sürgün” olaylarının da birebir Cengiz Dağcı’nın yaşamıyla örtüşmesi de hayli ilginçtir Dağcı babasıyla münasebeti, annesi ile münasebetine nazaran daha soğuktur Bu durum, romanda da aynen yansımıştır Bunların dışında romanda sık sık sözü edilen mezarlık ve çevresinde gezinen kahraman anlatıcının aslında Dağcı’nın da çocukluğundan taşıdığı izler olduğunu söylemiş olsak pek yanılmayız ki bu, yazarın biyografisinde de yer edinir
Romanlarının çoğu da birbirlerinin devamı şeklinde düzenlenmiştir Hele “Üşüyen Sokak” adlı romanı, “Üşüyen Sokak” ve “Badem Dalına Asılı Bebekler”in kahraman anlatıcısının Halûk oluşu göz önünde tutularak, “Badem Dalına Asılı Bebekler”in devamı sayılabilir

Cengiz Dağcı’nın romanları, bazı kişiler ve olaylar vasıta bir topluluğu; bir şehir, bir bölge hatta ülke (Kırım Ülkesi) halkını; sayısız üzülüşleri, intibaksızlıkları, Sovyet emperyalizmi karşısında gizli açık isyanları; bundan kurtuluş ümitleri ile anlatan “sosyal romanlar” dizisi olmaktadırKendi çocukluk günlerinden itibaren Kırım Türkleri’nin Sovyet sömürücüleri elinde inleyişlerini, bilhassa Stalin diktası altında barbarlığı arttıran komünist rejimin şehirli , köylü Türk halkı üzerindeki baskılarını, halkta beliren tepki ve direnişleri, bu direnişlerin nasıl zalimce ceza gördüğünü vs ele alıyor
Anlatılan o Türkler, geleneklerine, törelerine, dinlerine… Uzun süre Osmanlı’yı bile uğraştırmış ve bilhassa Rus Çarlığını korkudan titretmiş olan savaşçı yiğitliklerine ısrarla bağlıdırlar Buna karşılık modern makinelerle çelik ordular ve insaniyet dışı komünizm diktası metodları ile gelip onları yok eden Sovyet emperyalizmi XX Yüzyıl sonlarına kadar insanlığın baş düşmanı olmuştur

Cengiz Dağcı, romanlarında sık sık bu Sovyet baskısını hissettirir Kırım Türkleri’nin çektiği eziyetleri tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer Her romanında mutlaka bu izler görülür Bunu yansıtma nedeni ise her yazarın hayatındaki önemli anların eserlerine bir şekilde iştirak etmesiyle açıklanabilir ki bu durum Cengiz Dağcı’da hayli fazladır

İkinci Bölüm

“BADEM DALINA ASILI BEBEKLER” ROMAN İNCELEMESİ


“Badem Dalına Asılı Bebekler”,anlatıcının, çocukluğuna dönerek yaklaşık dokuz- on yıllık bir zaman dilimini bir çocuğun bakış açısından anlatmaya çalıştığı bir romandır Anlatıcı hikayenin merkezindedir Çevresinde meydana gelen olayları, gördüğü ve anladığı kadarıyla anlatır

Roman Vak’asının Genel Bir Özeti

Roman, anlatıcının “çemberli sandık dibinde” bulduğu eski bir fotoğrafı seyrederken hatırladıkları ile başlar Bu fotoğrafta “orta yerde bir masa”, masada küçük bir vazo, vazoda ise çiçekler vardır Çiçekler bahar çiçekleridir Çünkü fotoğrafın çekildiği zaman bahardır Geceleyin kar yağmıştır halbuki Duvarların güneşli diplerinde safranlar açmıştır ve evin hanımı yani anlatıcının annesi safranları çok sever:

“Ama evin hanımı salonda yoktu o gün, evin üst katındaki odaların birindeydi Salonda, elleri arkası bağlı bir adam duruyordu Oldukça kısa boylu adam Sırtında son İngiliz modasına uygun kahverenginde bir elbise vardı Ortası gür; ama uçları incecik ve özenerek burulu bıyıklı adamın yüzündeki tedirginliği yalnız bir dereceye kadar öretebiliyordu

Bu manzara, yazarın fotoğrafta gördükleriyle beraber, kendisine anlatılanların birleşmesiyle oluşur Çünkü fotoğrafın çekildiği günlerde doğmuştur Biraz sonra, yani fotoğrafın çekilmesinin hemen arkasından Doktor Z bir erkek çocuğunun dünyaya geldiği babaya haber verir Adı: Halûk olacaktır Anlatıcının babası, berber dükkanı işletmektedir Çocuğun; anlatıcının günleri, herkes işiyle gücüyle uğraştığı için biraz sıkıntıyla geçmektedir Doğduğu evden ailesi O iki yaşındayken taşınır Hatırladığı küçük vak’a parçalarından bir tanesi, oynadığı kedi ile birlikte evlerinin damından düşmesidir Fakat yeni olaylar, bunları çabucak unutturur Günün birinde, evin verandasında ,bir alet görünür:

“Üç ayak üstündeydi ve hayli yüksekti alet Günü bu aletin yanında geçirdim Ancak akşamın hayli ilerlemiş saatinde, babam işinden dönünce,kaleidoscope’un resimlerine bakabildim

Sonraki günlerde, ateşli bir hastalık geçiren Halûk’un, ilgisini çeken olaylardan birisi de teyzesi ile kızı Halide’nin kendilerini ziyaretleridir Halide ile bu ziyaret sırasında arasında geçenleri, yıllar sonra da hatırlayacaktır Halûk, oynamak için evden uzaklaştıkları bir sırada, Halide’ye saldıracak ve onu korkutacaktır:

“Sonra oldu ve niçin oldu, bilmiyorum; dişlerimi Halide’nin buduna batırdım Halide müthiş bir çığlık kopardı Korkuyla diz üstü durduğum zaman bacağında dişlerimin batırdığım yerde, mosmor bir bere gördüm

Küçük olaylar birbirini takip eder Günün birinde yeni evlerine taşınırlar Halûk’un en yakın arkadaşlarından birisi “uzun tüylü, ak lekeli, kara bir köpek”tir Diğer yandan babasının işyeri, yani berber dükkanı olarak ayrılmış olan evin bir odası daima kalabalıktır Halûk’un meraklarından birisi de o odaya gelip gidenleri izlemektir
Halûk, mezarlık yanlarında gezinmeyi de çok sever Yine mezarlık yanında gördüğü, elinde müzik kutusu bulunan ihtiyar adamı da çocukluk hatıraları arasında sayar Uzun zaman bu ihtiyarı ve yanındaki çocuğu takip eder Dönerken hava kararır ve Halûk yolunu kaybeder Ailesinin hep hakkında konuşmaktan çekindiği Mansur’un kaldığı eve tesadüfen gider Mansur kahraman anlatıcının amca oğlu olup hasta bir insandır Bir zaman sonra da hayatını kaybeder Anlatıcı olaydan bir gün sonra teyzesinin ziyaret için Yalta’ya gider Orada Halide’yle tekrara buluşup güzel anlar yaşarlar Anlatıcı, birinci bölümü Yatla gezisiyle tamamlar

İkinci bölüm, yine bir başka kız arkadaşı Sevgil’in bahsiyle açılırSevgil komşuları Kazanski’nin kızıdır Günlerini Sevgil’le oyunlar oynayarak geçirmeye başlar Bu arada ailesinin hayatında da değişiklikler olmaktadır Akrabalar bir araya gelerek bir şirket kurarlar Adı “Toplu Kardeşler Şirketi”dir Evlerde sık sık toplanarak şirkete ait meseleler konuşulur İşler yolunda gitmekte, insanlar bu şirket sayesinde sosyal bakımdan hayatlarının değişeceğine inanmaktadırlar:

“Şirket daha o yılın baharı, evimizin az uzağında bir postane kurduruyor; postanenin hemen yanı başında lokantalı ve yataklı bir araba ve otomobil istasyonu için temel atılıyor ve yılın sonlarına doğru şirketin teşebbüsü ve yardımıyla hastane binasının inşasına girişileceği söyleniyordu

Fakat, insanların bu hayali gerçekleşmez Olumsuzluklar üst üste gelmeye başlar Kazanski ortadan yok olmuştur Kızı Sevgil yalnız yaşamaktadır Daha sonra onu köydeki Karanfil Nuri adında birisi yanına alır Böylece Halûk’un, yani kahraman anlatıcının Sevgil’le görüşmesi eskisi kadar kolay olmaz Arkasından Halûk2un annesi hastalanır ve ölür Artık yapayalnızdır:

“Hoş ve huzurlu günler uzun sürmedi Bir gece korkunç bir gürültüyle uyandım Acı bir çığlık havaya yükseldi; gücünü yitirip boşlukta eridi Sonra kulağıma zincir gıcırtısı sesleri geldiKaranlıkta başka sesler duyarım diye kulak kabarttım dinledim; duyulmadı Uyudum gene

Sabah kalktığında köpeği Çubar’ın yok olduğunu görür Kimse kendisine bu konuda bir şey söyleyemez Aile gündelik işlerine devam ederek şirketin “Toplu Kardeşler Şirketi” olan adını “Yeni Topkaya Şirketi” olarak değiştirir Aileden Tomak amca, bu şirkete rejimin müsaade etmeyeceğinin söyleyerek faaliyetin durdurulmasını ister Diğer üyeler bu sözlere kulak asmazlar Bu dedikoduların arkasından, onların hayatlarında da değişiklikler başlar Köye kalabalık asker grupları gelir ve arkasından şirket kapatılır Herkes yavaş yavaş kaybolmaktadır Mesela anlatıcının amcası Tomak, badem ağacına asılı bir şekilde bulur Bunu gören de kahraman anlatıcı Halûk olur Bunun dışında köpeğin ölüsünü de badem ağacının dibinde bulur Bu nedenle anlatıcı açısından badem ağacı mezarlık gibi farklı bir değer kazanır

Babası ile Halûk arasında geçen aşağıdaki konuşma, Halûk’un hayatında yeni bir dönemin başlayacağına işarettir:

“- Gitmem gerekiyor Ne zaman geri döneceğimim bilmiyorum henüz Şimdilik Zöhre ablanın yanında kalacaksın… Tanrıya şükür işlerimiz iyi yürüdü bugüne kadar Fakat zaman değişiyor Değişen zamanla bizim de değişmemiz, yeni zamana ayak uydurmamız gerek”


Halûk’un bundan sonraki hayatı Zöhre ablasının yanında geçer Köylünün hayatında ise yine birtakım ufak tefek değişmeler olacak ve insanlar gittikçe daha çok huzursuz olacaklardır Halûk’un gündelik hayatında çok mühim değişmeler olmayacaktır Mesela, Zöhre’nin babasının vefatı, Gülşen Kadın’ın peş peşe doğurduğu çocuklar, köye gelen öğretmen Hasan Cumbatov ile Zöhre’nin dostluğu gibi olaylar Halûk’un hayatında önemli değişikliklere yol açmayacak küçük olaylardırOnun için önemli olan Sevgil’dir; fakat onu da uzun zamandır görememektedir Romanda “Günün birinde Yalta Şehir Sovyet’i komitesinin bir üyesi geldi eve Uzun boylu , esmer, yakışıklı bir adamdı İfadesiyle olay örgüsünün değişmeye başladığını gösterir Zöhre ve köylülerde bir tedirginlik gözlenir Pilibaşı’ndaki Müso MacMarton’ın evi müsadere edilir İnsanlar korku içindedir

Köye askerler gelmiştir Öğretmen Refik Topal Efendi tevkif Efendi tevkif edilir Zöhre’ye on kişinin kurşuna dizildiğine dair haberler gelir Dokuz kişinin ismini Zöhre, Halûk’a söylemiş; fakat onuncu kişinin ismini söylememiştir Bu onuncu kişi Zöhre’nin evlenmeyi düşündüğü Yalta’dan gelen adam da olabilir, Halûk’un kayıp babası da Bu konuda romanda bilgi verilmez

Bir vakit sonra dillerde “sürgün” kelimesi dolaşmaya başlar ve günü gelince köye gelen askerler, köydeki bütün insanları kamyonlara doldurarak bilinmedik yerlere götürürler; karşı koyanları ise kurşuna dizerler Karanfil Nuri kurşuna dizilenlerden biridir Eserin başından beri takip edilen anlatım tarzının son bölümünde daha irreel; yani daha çok bilinç akımı tekniğine yakın bir yapıyla bu bölümde olaylar şiirsel bir dille kaleme alınmıştır:

“Kamyonlar, kamyonlar

Çıt yok Kuş uçmuyor üzüm bağında Yel esmiyorÜzüm bağı donuk Tavşanlar çok yıllar öncesi tükendiSalkımlar çiğ ve soluk Asmalar güneşte bıkkın Ağaçlar gölgesiz Gün yitirdi geceyi; cinler bir hayli gebermiş can kustu Pilibaşı verandası dibinde Gökyüzü duru; aydınlık Gök kuşağı kime gerek?
…………………
Kamyonlar,kamyonlar; yeşil üniformalı taşıyan kamyonlar…
…………………”

Şahıs Kadrosu

Anlatıcı olarak kullanılan ve olayların merkezinde bulunan Halûk, başlangıçta üç- dört yaşlarında bir çocuktur En büyük sıkıntısı, özellikle annesinin kendisiyle ilgilenmiyor olmasıdır İlgi çekmek için de annesinin tepki göstereceğini umduğu davranışlar gerçekleştirir Dört yaşına geldiği zaman farklı bir dünyanın yavaş yavaş kendi zihninde oluştuğunu görür Fakat bu dünyaya nasıl gireceğini bilmemektedir Bu nedenle teyze kızı olan Halide’yi ısırır

Anlatıcı yalnızlık yüzünden, kendi başına oynayabileceği oyunlar icat etmeye başlar Sinekleri yakalayıp kanatlarını kopararak bırakmak ya da karınca yuvalarının başında bekleyip onları seyretmek bu oyunlardandır

Halûk, bir süre sonra köyde kendine yeni bir arkadaş bulacaktır Bu, Kazanski’nin kızı Sevgil’dir

Halûk’un küçük yaşlarda dahi sakat, zavallı insanlardan iğrendiğini görüyoruz O hiçbir zaman kör insanlara sevgi ve bağlılık duymadığını, kör insana bir yılana bakar gibi iğrenerek baktığını söyler

O, cinselliği ilk olarak Halide’nin çıplak vücudunu seyrederek tanıyacaktır Öte yandan Sevgil’e bakışı Halide’ye bakışından daha farklıdır Sevgil yoksul Kazanski’nin kızıdır Kış mevsiminde karların üzerinde ayakları çıplak olarak dolaşmak zorunda kalacak kadar yoksuldur Belki bu tür bir sebepten belki de psikolojik yalnızlıktan dolayı Halûk, Sevgil’e istediği her şeyi yapabileceğini düşünür Burada ileri sürülen sebepler aynı zamanda Sevgil’in mensup olduğu sosyal sınıfı göstermektedir Halûk, nispeten ekonomik durumu iyi olan bir aileye; Sevgil ise fakir bir aileye mensuptur

Halûk’un psikolojik yapısını belirleyen bir başka ilişki de annesiyle arasındaki münasebettir Daha önce ilgi bekleyen Halûk’un, annesinin dikkatini çekmek için birtakım davranışlar gerçekleştirdiğini söylemiştik Annesi öldükten sonra, Halûk’un yalnızlığı daha da artar; annesinin kaç kez başını okşadığını, ekmek dilimine yağ sürüp kendisine uzattığını, üstünde incecik mavi damarcıklar beliren balmumu rengindeki elini hatırlayacaktır

Annesinin ölümünden ve babasının da rejimin ticarî kuruluş sahibi olanlara karşı tavır değiştirmesi yüzünden ortadan kayboluşundan sonra Halûk yakın akrabaları olan Zöhre’nin yanında kalır Artık yaşı sekiz- dokuzdur Zöhre bu dönemde daha çok Halûk’un eğitimiyle uğraşır Ona okuma- yazma öğretir Halûk’un resme karşı özle bir yeteneği vardır Zöhre, Halûk’a verdiği ödevleri aksatılmadan yapılmasını istemekte Halûk da bu baskıdan sıkılmaktadır Böyle zamanlarda Zöhre ona “Tokay”dan Tatarca şiirler, “Çehov”dan piyesler vermekte ve okumasını istemektedir Halûk, Zöhre’nin kendisinden uzaklaştığı zamanlarda hep resimle ilgileniyor ve her resimde de bir badem ağacı simgesi yerleştiriyordu Bunun nedeni, Halûk’un çocuk zihnindeki badem ağacı objesinin temelinde Tomak amcasının ölümünün yattığını belirtelimTomak amcanın Halûk’un evlerinin bahçesinde bulunan badem ağacına asılı bir hâlde bulunması ve ağacın kesilmesi onu çok etkiler Bir de Sevgil’in babası Kazanski’nin alkolik olması ve onun öldükten sonra bu nedenle mezarlığa gömülmemesi anlatıcı Halûk’un ölümü hayatın bir gerçeği olarak algılamasına sebep olur

Vak’anın sonunda Halûk’un yaşı on iki ya da on üçtürArtık yazmaya başlamış, kendi kendine değişik üslupta metinler oluşturabilmektedir

Şahıs kadrosunun bir başka nemli ismi; Halûk’un babasıdır Daha çok işiyle uğraşan, sert görünüşlü, fazla konuşmayan bir insandır Halûk’un bakış açısıyla, onun fiziği hakkında verilen bilgiler, fazla ayrıntıya inilmeden verilmiş, daha çok özel durumları yansıtan bilgilerdir Halûk’un babası karısının ölümünden iki hafta sonra, Yalta’ya gider Kendine özgü bir usûlle karısının ölümüne üzülmektedir Acısını herkesten gizleyerek, susarak karısının ölümünü unutmaya çalışmaktadır

Şirketin kapatılması ve ortakların birer birer ortadan kaldırılması üzerine Halûk’a söylediği; “Bu ev bizim Ata mirası toprağımız üstüne kuruldu Bu toprak bizim… Bizim olarak kalması şart…” cümleleri, onun toprak ve genelleştirerek söylersek, vatan konusundaki tavrını açıklar

“Bu toprağı kimseye vermeyiz Topraksız biz, biz olmaktan çıkarız İnsanlığımız beş paralık olur Bu toprağın her karış yerinde bizim izlerimiz var Bizim ellerimiz altında yeşerdi bu toprak… Bu toprak, topraktan öte bir şey, canımız bizim
Konuşuyordu Ama kiminle konuştuğu belli değildi”

Ona göre, Ruslar, Türkler’e de kendi insanlarına baktıkları gibi bakmakta; tarihin en karanlık köşelerinde buldukları yasalarla Türkler’i de idare etmek istemektedirler Silah ve güç onlardadır Onların tarihin kapkaranlık bataklıklarından kazıp çıkardıkları yasalar altında da Halûk’un babasına göre Türkler yaşayabilir; fakat kendi toprakları üstünde yaşamak şartıyla…

Halûk’un annesi hakkında ise net bilgiler verilmemiştir Sadece ara sıra Kur’an okuyan, dualar eden, çocuğuna sevgiyle yaklaşan, evine ve ailesine bağlı bir kadın olduğunu görüyoruz

Zöhre Hanım, Halûk’un annesinin ölümünden ve babasının ortadan kayboluşundan sonra kendisiyle ilgilenen, romanın sonuna kadar da yanında kalan kadındır Zöhre Hanım’ın babası olay zamanı içerisinde ölür Kardeşi Mansur’u da kaybettikten sonra yanında sadece Halûk bulunacaktır Yaşı ilerlemesine rağmen evlenmemiştir Bütün Kırımlılar gibi Zöhre de toprağını, özellikle Kırım’ı seven bir insandır Vatanından sürülmeyi kabullenemez Öte yandan Halûk’un eğitimi sırasında verdiği dersler ve okuttuğu kitaplardan ötürü onun okumuş ve kültürlü bir insan olduğunu anlıyoruz

Romanın bir diğer kahramanı, Halûk’un en yakın arkadaşı Sevgil’dirKazanski adında, Kazan’dan gelen yoksul bir işçinin kızıdır Halûk’a göre çirkindir ve fikirleri de farklıdır:

“Kız gene sofa basamakları üstünde duruyordu Elleri az çıkı karnı üstünde kavuşuktu İri iriydi elleri Yalınayaktı Ayaklarında yer yer mor lekeler beliriyordu Ayaklarının başparmakları da olağanüstü büyüktü; ama iğrenç değildi Az çıkık karnına, ellerine, sırtındaki ince entarisi altında beliren ince bacaklarına –orantılı olmadığı hâlde- orantılı ve uygun görünüyorlardı Dar alnının hemen yukarı yarımından başlıyordu saçları ve gür ama dağınık dağınık arkasına ve omuz başlarına düşüyorlardı”

Sevgil’in babası Kazanski ise romanın bünyesine aktif olarak girmez Onunla ilgili bilgileri iki kaynaktan; Sevgil ve Halûk’tan alırız Kazanski’nin sık sık alkol aldığını ve ayık olduğu zamanlarda ise ağladığını anlarız

Şahıs kadrosu içinde değerlendirebilecek bir başka isim de Gülşen Kadın’dır Romanda doğurduğu çocukların çokluğu sebebiyle adı geçen Gülşen Kadın, Sarı Çömez’in karısıdır Dört çocuk doğurmuştur Çocukların dördü erkektir Adları da; Alim, Alimcan, Alimgir, Alimseyit’tir Burada kullanılan doğum motifi aslında Kırım Türkleri’nin nesillerini devam ettirme çabasından ötürüdür

“Badem Dalına Asılı Bebekler”in şahıs kadrosundaki diğer bir isim de Gülşen Kadın’ın kocası Sarı Çömez’dir O mensup olduğu milletin yani Kırım Türkleri’nin bu yaşadıkları toprakların gerçek ve çok eski sahipleri olduğunu söyler Bu topraklardan gidilmemesini, Karanfil Nuri ve Halûk’un babası gibi bu topraklara sahip çıkılmasını ister Sarı Çömez’in bu düşünceleri ve bu düşüncelerden kaynaklanan tavır ve davranışları hemen hemen köydeki herkesin düşünceleri ve karakteristikleridir Onlar yurtlarının, canları ile eşdeğerde gören; yurtları olmadan yaşayamayan insanlardır

Karanfil Nuri yiğit, çalışkan, toprağına bağlı bir insandır Onunla anlatıcı pek karşı karşıya getirilmez

“Badem Dalına Asılı Bebekler”in pek göze çarpmayan kahraman anlatıcı Halûk’un teyze kızı Halide’yi de şahıs kadrosuna katmak mümkündür Vak’aya dahil olduğunda altı yaşında olan Halide o zamanlardaki fiziği; kıvırcık sarı saçları, lüle lüle omuzları üstüne düşmüş, gülen mavi gözleriyle dikkat çeken güzel bir kız olarak tasvir edilmiştir Halide daha sonraki dönemlerde de dikkat çekecek güzelliğe sahip olarak Halûk’un gözünden bize aktarılır Halide hakkında daha geniş bilgiye yer verilmez

Tomak amca -Tomak Said- ise, romanda, diğer kahramanlardan farklı olan bazı özellikleriyle tanıtılır Fizik olarak şişmanca, kızıl yüzlü bir adamdır Yüzünün kızıllığına rağmen, soğuk ve sevimsiz görünmektedirKöylüler içinde çok farklı düşünen, içlerinde tek dinsiz olanın o olduğu ve bu nedenle ölümünün hiç hoş olmadığı aktarılır

Molla İrecep, köyün din adamıdır Seyrek sakallı, başı fesli, ihtiyar bir adamdır Onu ilk defa hastalandığında başında tespih çekip yüzüne dualar okurken görür Halûk Molla İrecep’in bu tavırları, çocuğu korkutmuştur Köydeki ölüm olayları sırasında genlikle Molla İrecep’in adı geçmektedir Örneğin, Kazanski’nin mezarlığa gömülmemesi gerektiği fikri Molla İrecep’ten çıkmıştır Bu yüzden Tomak amca ile Molla İrecep’in fikirleri arasında bir çatışma sezilir

“Badem Dalına Asılı Bebekler”in şahıs kadrosu içinde, her zaman özenle taralı saçları ile anlatılan; roman vak’ası içinde fazla bir yeri olmayan, arada bir hasta muayenesi için gelen ve Yalta’da yaşayan Doktor Z sadece Yalta’da idam edilen bir grup Türk’ün durumu hakkında


Zöhre’ye bilgi vermesiyle vak’aya dahil edilmiş; bunun dışında, insanlara sevgiyle yaklaşan, mesleğini çok iyi bilen samimi bir doktor olarak çizilmiştir

Öğretmen Hasan Cumbatov ise vak’anın tamamında yer almayan, “Topkayacılar Erteli”nin kapatılmasından ve köyün eski öğretmeninin tutuklanmasından sonra ortaya çıkan, Zöhre ile yakın münasebeti olan bir şahıstır Kısa boylu, kara saçlı, badem gözlüdür Altın dişleri vardır Vak’a içerisinde önemli bir fonksiyonu yoktur

Mansur, daha önce de söylendiği gibi Zöhre’nin erkek kardeşidir Keman çalar Sürekli hastadır Halûk onunla vak’a zamanında bir defa karşılaşır Çünkü Mansur, evden dışarıya çıkmamakta, kimse de ondan söz etmemektedir Bir süre sonra ölür

Zöhre’nin evlenmeyi düşündüğü , Yalta’dan gelen “genç adam” ise, romanda Zöhre’nin erkek arkadaşı olmak dışında, Halûk’un babası ile diğer kayıplardan haber getirmekle fonksiyonunu icra eder Daha sonra Yalta’da kurşuna dizilen on kişinin içinde muhtemelen bu genç adam da olacaktır Çünkü planlanan evlilik gerçekleşmediği gibi “genç adam” da bir daha köye uğramaz

Romandaki tek yabancı, Pilibaşı’nda oturan, Müso MacMorton’dur Fransız olan Müso MacMorton, yaz aylarında Pilibaşı’ndaki evine gelmekte, bütün bir yaz mevsimini burada geçirmektedir Köy halkı bu adama karşı ilgisizdir Sevgil, sık sık Müso MacMorton’a kurbağa götürmekte, karşılığında da para almaktadır Halûk onunla ilk defa karşılaştığında boynunun ince ve uzun olduğunu fark eder Kestane rengindeki seyrek saçları özenle arkaya taranmıştır Sırtında pantolonundan çıkık ak bir gömlek, ayaklarında terliklerle, giyim kuşamında bir çeşit düzensizlik göze çarpmaktadır Gömleğinin açık yakası içinden boynu olağanüstü uzun görünmektedir Dar yüzünde sivri bir burnu vardır Diş fırçası gibi ekin sarısı sık kirpikleri çukura kaçık küçük gözlerini örtmektedir Halûk’un en çok dikkatini çeken onun alnında, boynunda, yüzünde, kulaklarında ve hatta dudaklarında gördüğü çillerdir

Anlatıcı - Bakış Açısı

“Badem Dalına Asılı Bebekler”, kahraman anlatıcının bakış açısından verir Hikayenin merkezinde bulunan anlatıcı, içinde yaşadığı dünyayı, bildiği, gördüğü ve anladığı kadarıyla doğrudan doğruya okuyucuya iletir Çoğu zaman kahraman anlatıcının bakış açısı atmosferin niteliğini, öznel veya nesnel olarak anlatır

“Badem Dalına Asılı Bebekler”de karamsar bir bakış açısı hakimdir Kahraman anlatıcı romanın başlangıcında bir fotoğraftan yola çıkarak geriye doğru dönüyor, hafızasının yardımıyla fotoğrafın arka planını veriyordu Anlatıcı dış dünyada meydana gelen tabiî olayların kendi üzerindeki tesirlerini anlatırken genellikle “olumsuz” biçimler kullanır
Anlatıcı, metni oluştururken bir çocuğun bakış açısını kullanmaktadır En azından metnin başlangıcında “fotoğraf”ın arka planı hakkında bilgiler verilirken, çocuğun bakış açısı dışında; anlatıcının yazma zamanındaki bakış açısı kullanılarak oluşturulmuştur Vak’anın üzerinden yıllar geçtikten sonra, anlatıcı, eski bir sandığın dibinde bulduğu aile fotoğrafından yola çıkarak vak’ayı anlatmaya başlar

Anlatıcının, yaşadıklarının ortaya çıkardığı ruh dünyası, metnin ilk sayfalarından itibaren sezilmektedir Örneğin; Halûk’un mezarlığa bakışı, mezarlık kelimesinin sözlük anlamının dışına çıkılarak yorumlanmasına ve anlaşılmasına yol açar Üstelik burada “mezarlık” objesinin derin manasını kavramaya çalışan bir çocuktur:

“Kümesin yanında durduğumuz zaman güneş son zayıf ışıklarını mezarlıktan toplayıp kilisenin gerisine batmıştı Mezarlık derin bir sessizliğe bürünmüştü Gözlerimi ayıramıyordum mezarlıktan Ben kendi mezarlığımda, Halide kendi mezarlığında Ben omuzları üzerinde tabut taşıyan adamlarla birlikte mezarlığa yeni ölüler götürüyorum Halide ise kendi mezarlarını açıyor ve ölülerini içine alıp bana doğru uzatıyor; gözleri ışıl ışıl; ‘Bak’ diyor ‘Bunu dün gömdüm… Bunu da iki gün önce… Sofa çiçekleri arasında buldum bunu… Bunu yolda buldum’ diyor… Kibrit kutuları açılıyor -kutularda ölü kelebekler; kefenler açılıyor- kefenlerde ölü arılar, böcekler, serçeler ve ölüyorduk biz de mutlu ölümlerle Teyzemin evinden geç vakit ayrıldık

Halûk, kahraman anlatıcı olarak kullanılmanın bir sonucu olarak kendi karakteristiklerini kendisi tanıtır Romana ait başka şahıslar, bize onun hakkında ayrıntılı, net, doğru bilgi vermezler Çünkü Halûk, kendi karakteristiklerini olaylara göre vermektedir Ortaya çıkan sonuçlar, kendisinin duygu ve düşünce dünyasını bize anlatır Tomak amcanın fikirlerinin başkaları üzerindeki etkisini anlatırken kullanılan bakış açısı, aynı zamanda kendi karakteristiği hakkında da bilgi verir:

“Tomak amcanın her şeyin üstünde ve her şeyden önce ruhi kalkınma ‘doktrini’ Zöhre Hanım ve Zöhre Hanım karakterinde başka birkaç kişi tarafından iyice benimsenmişse de eldeki imkanlarla sağlam ve dürüst bir sosyal düzen kurmak şöyle dursun, köy halkını derebeylik çağının yıpratıp çökertici kalıntılarından kurtarmaya dahi yetmiyordu Ama gene de, Tomak amcamın bir hamlede yaratmak istediği ‘yeni insan’ doğmuyor değildi ve halkın yaşadığı bu çapraşık zamanlarda –iyi saatte olsunların hışımına uğramazsa- ergeç kendi gücünü ve şeklini bulup çıkaracak, hayata ve kendi kaderine hakim olacaktı

Halûk da Tomak amcanın fikirlerine yakın fikirler taşır Yine onun yazar olma heveslerini, bu yolda kaabileyetinin olduğunu kendisinden öğreniriz “Badem Dalına Asılı Bebekler” anlatım tekniği açısından, kahraman anlatıcının kullanımıyla okuyucuya ulaştırılmıştır Anlatıcı aynı zamanda, olayları yaşayan ve yazandır

“Badem Dalına Asılı Bebekler”de çoğunlukla iç içe geçmiş bilinç akımı (şuur akışı) ve iç monologlar dikkat çeker Bir çocuğun bakış açısıyla anlatılan olayları anlatan “Badem Dalına Asılı Bebekler”, iç konuşma tekniğini hatırlatan; fakat mantık silsilesi bozulmuş, şu cümleleri ihtiva eder:

“Düş ne demek mi? Ah, Zöhre Hanım! Düş ne demek ha? Öğretmen Cumbatov- düş Hıdrellez- düş Çarmıha gerili İsa- düş Mezarlık- düş Mansur- düş Melekler- düş Gülşen- düş Millî kuruluş- düş Pilibaşı- düş Uygarlık- düş İnsanî anayasa- düş Sosyalizm- düş… Biliyor musun Zöhre Hanım? Neden sormadım şimdiye dek Her şey düş! Haberin yok mu senin? Gerçeği köleler yitirdi!”

“Badem Dalına Asılı Bebekler”de, bu tarz metinlerin, muhteva açısından iki önemli yanı vardır: Birincisi, çocuğun dünyasındaki, büyüklere anlatılamayan yanlar; ikincisi ise sosyal tenkiddir Cengiz Dağcı’nın adı geçen eserinin kahramanı bir çocuk; fakat anlatım, aynı çocuğun, yıllar sonraki bir bakış açısıdır Bu yüzden, sosyal tenkidi ortaya koyan, yaşça büyümüş olan Halûk’tur; yani anlatıcıdır “Uygarlık- düş İnsanî anayasa- düş Sosyalizm- düş İbareleri sosyal tenkid mahiyetindeki ibarelerdir

Vak’a Örgüsü

Vak’anın üzerinden yıllar geçtikten sonra, anlatıcı, eski bir sandığın dibinde bulduğu aile fotoğrafından yola çıkarak vak’ayı anlatmaya başlar Yani olay örgüsünün başlangıç noktası geriye dönüş tekniği kullanılarak giriş yapılır Eserin kahraman anlatıcısı Halûk’un eseri kaleme alma; yani yazma zamanı ile anlatılanların yaşadığı zaman arasında farklılık vardır Daha önce de vurguladığımız gibi eski bir sandığın dibinde Halûk’un eski bir fotoğraf bulmasıyla başlayan yazma zamanı, yaklaşık dokuz- on yıl süren bir olaylar dizisinin anlatılmasıyla son bulur Eser boyunca yazma zamanındaki Halûk’tan söz edilmez Doğrudan doğruya vak’a zamanına geçilir ve tahkiye kurulur
“Badem Dalına Asılı Bebekler”, çok zincirli olay örgüsüne tabiîdir Olaylar bir çocuğun çerçevesinde köy halkının yaşamıyla birleşiyor ve romanın sonunda köy halkı- kahraman anlatıcı dahilinde- çok farklı yönlere dağılarak zincirin çıkış noktasını oluşturuyor Vak’alara hamleyi veren ilk unsur ise kahraman anlatıcının annesinin ölümüdür ki bu vak’adan sonra ardı arkası kesilmeyen ölümler ve kayıplarla devam eden karamsar bakış açısını hiç kaybetmeden roman son bulacaktır

“Badem Dalına Asılı Bebekler”de fon karamsarlık ve olumsuzluklarla yüklüdür Henüz savaş yoktur; fakat asıl dram Türkler’le Ruslar’ın arasında geçen çatışmadır Kendi hâlinde yaşayan bu insanların hayatına müdahale edilmesi vak’anın zeminini oluşturur Bu açıdan bakıldığında, çok özel unsurlardan genele doğru gittikçe genişleyen bir atmosfer görüntüsü vardır Halûk, Halûk’un annesinin, Mansur’un, Çubar’ın ve Tomak amcanın ölümleri; arkasından babasının şirketin feshedilmesiyle ortadan yok olması özelden genele doğru genişleyen unsurlardır Aslında bu olaylar sırasında, köye gelip giden askerler meselesi sonuca ait ipuçları taşır Böylece Halûk’un en yakını olan annesinin ölümüyle başlayan bütün köyün sürgün edilmesiyle, direnenlerin öldürülmesiyle son bulur

Mekan

“Badem Dalına Asılı Bebekler”de hakim mekan, Halûk ve ailesinin yaşadığı köye ait dış mekanlardır Küçük bir çocuk olan kahraman anlatıcının gündelik hayatının büyük bir kısmı dış mekanlarda geçer Romanda annenin ölümü ve Zöhre Hanım ile Halûk’un birlikte yaşamaya başlamalarından sonra, anlatıcının kaldığı Mansur’un odası kapalı bir mekan olarak önem kazanır

Mekan tasviri vasıtasıyla, kahramanın ruh dünyası da verilir Mevsimle birlikte tabiatta meydana gelen değişmeler; aynı zamanda Halûk’un ona bakışı, onu yorumlayışı ve değerlendirişi, kendisinsin ruh hâlini yansıtmaktadır

Bunun dışında romanın sonlarına doğru mekan olarak Kırım coğrafyası olduğu ortaya çıkıyor Cengiz Dağcı’nın romanlarında, mekan olarak Kırım coğrafyasının çok önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz Çoğu zaman sembolik anlamlar da taşır “Badem Dalına Asılı Bebekler”in Halûk’u henüz mensup olduğu, doğup büyüdüğü coğrafyadan kopmadığı, bir kopuşun acısını yaşamadığından olsa gerek, Kırım coğrafyasının kendisi için taşıdığı anlamın farkında değildir Fakat vak’a sonunda bu bakış değişir; yaşadığı mekana ait olan mezarlık, aynı mekandan da sık sık geçen Pilibaşı, Ayı dağı gibi yerler artık reel karşılıklarının dışına çıkan kelimelerdirBunda biraz da son bölümün klasik üslubunun dışına çıkılarak kaleme alınmış olmasının etkisi büyüktür

Zaman

Anlatıcı, insanların hayatındaki değişiklikler gibi tabiattaki değişiklikleri bu anlamda “zaman” kavramı çerçevesinde kullanacaktır Romanın şahıs kadrosu, küçük bir köyün sakinlerinden ibaret olduğuna göre onların hayatında mevsimlere göre değişiklikler gösteren faaliyetler de bize “zaman” konusunda bilgiler verir “Badem Dalına Asılı Bebekler”de belli bir tarih kullanılmadan sadece bir ay adı kullanılarak mevsimler çerçevesinde zamanı algılayabiliyoruz Bunların birinde, Ocak ayında bol bol karın yağdığı; fakat kış mevsiminin hafif geçtiği söylenir Daha Şubat ortalarında yumuşamış karlar altından çıkan kara çotuklar,tepelerde ve tarlalar arasındaki patikalarda kara toprak lekeleri görülmeye başlamıştırŞubatın sonlarına doğru ansızın Mart havası çıkagelir Birkaç gün devam eden karlı ve rüzgarlı, güneşli ve yağmurlu havadan sonra gökyüzü bulutlardan arınır…

“Badem Dalına Asılı Bebekler”deki tarihî zaman ise muhtemelen 1928- 1932 yılları arasındadır Çünkü Sovyet’e bağlı Kırım Muhtar Cumhuriyeti’nde yaşayan Kırım Türkleri’nin tarihinde, bu yıllar, Cengiz Dağcı’nın da yaşadığı sürgün yıllarıdır Dağcı ve yakınlarının da etkilendiği sürgünler 1930’ların sonlarına kadar sürmüştür Sovyet’teki merkezî hükümet, Kırım’ın kıyı bölgelerindeki insanları, ciddi hiçbir gerekçe göstermeden Rusya’nın içlerine hatta Sibirya’ya Türkistan çöllerine sürmüştür “Badem Dalına Asılı Bebekler”in son bölümündeki vahşet bu olayları çağrıştırmaktadır

Sonuç

“Tarih, bazen bir milletin yaşadıkları ile o millete mensup bir ferdin yaşadıklarını aynı biçimde şekillendirmektedir Böyle durumlarda, bir ferdin tarihi üzerine eğilmek, aynı şahsın milletinin tarihi üzerine eğilmek anlamına gelmektedirder sayın büyüklerimiz İşte bu sözün varlığını Cengiz Dağcı’da bizzat görürüz Onun eserlerinde buram buram kokan tarih furyaları esasen bizi Kırım Türkleri’nin tarihini yaşayarak ve yaşatarak verir Dağcı, çocukluğunu; sürgünlere, sorgusuz sualsiz kurşuna dizilmelere şahit olmasına yol açan şartlar içerisinde geçirmiştir Gençlik yıllarında daha ilk edebî eserlerini yazmaya başladığı zaman, şuuraltına yerleşen çocukluğunda şahit olduğu olayların izleri açığa çıkar “Badem Dalına Asılı Bebekler” de konu itibariyle bu benzerliği görürüz

Cengiz Dağcı’nın “Badem Dalına Asılı Bebekler” adlı romanının incelenmesini sunarken atladığımız bir noktaya da burada değinmeyi uygun gördük Eseri okuyan veya okumayanlar için ve bizde de oluşan “Acaba neden ‘Badem Dalına Asılı Bebekler’?” sorusunu da şu şekilde cevaplandırsak umarız ki yanlışlığa düşmüş olmayız Badem ağacı romanda ölümü simgeliyor Yalnız daha derine inildiğinde mezar yerine geçtiğini görürüz Bu da olsa olsa Kırım topraklarıdır Bebekler ise genç nesli niteler Bu iki obje birleştiğinde Kırım topraklarında katledilen genç nesilleri görürüz Yani başta ifade ettiğimiz gibi Cengiz Dağcı eseri, bir tarih misyonu yükleyerek ele almıştır ve bunu edebî üslubu, kullanılan öğelerle yerli yerinde sunarak harikulade bir eser ortaya çıkarmıştır Bizim yaptığımız ise sadece o köşede kalmış “Leb-i derya”ya deniz feneri tutmak olmuştur

__________________
Yüreğin varsa karşılıksız da seversinBeklentisiz
Korkun ne olabilir ki? Kaybetmek mi?
Hep yalnız değilmiydik zaten

Seviyorum demek önce onsuz olmayı kabullenmektir
Varlığı armağansa yokluğu ceza deği
Varlığının değerini bilmektir
Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)

Eski 05-19-2010   #2
[KAPLAN]
Varsayılan

Cevap : Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)



Paylaşımınız için teşekkürler Mimar Hanım

Konuda gerçekleştirilen stil düzenlemeleri:
Farklı bir siteye ait olan aktif bağlantılar konudan arındırıldı
Başlıklar okunabilirlik açısından renklendirildi
Konu şiir veya fotoğraf paylaşımı olmadığından dolayı yazılar sol tarafa yaslatıldı

Bundan sonraki konularınızda bu küçük ayrıntıları uygulamanız dileğiyle

Alıntı Yaparak Cevapla

Cevap : Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)

Eski 05-20-2010   #3
peri
Varsayılan

Cevap : Cengiz Dağcı'nın Badem Dalına Asılı Bebekler Adlı Romanının İncelenmesi(Ders Notları)



Çok haklısınıs arındırmam gerekirdi dikat ederim Açıklama için çok teşekkür ederim zahmet verdim özur
__________________
Yüreğin varsa karşılıksız da seversinBeklentisiz
Korkun ne olabilir ki? Kaybetmek mi?
Hep yalnız değilmiydik zaten

Seviyorum demek önce onsuz olmayı kabullenmektir
Varlığı armağansa yokluğu ceza deği
Varlığının değerini bilmektir
Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.